Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 5/5 İlkİlk 12345
49 sonuçtan 41 ile 49 arası

Konu: 01.12.2008 pazartesi

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Anneye acı gerçeği psikologlar söyledi


    ERDOĞAN EKER - GÜLAY ÖZTEKİN SABAH-ANKARA
    01.12.2008



    Doğum sırasında bebeğinin başı kesilerek alındığı ileri sürülen anne Selma Usul'a, kötü haber dün iki psikolog eşliğinde söylendi..

    Aydın'da,doğum yapan anneyi kurtarmak için bebeğin başının kesildiği iddiasının yankıları sürüyor. Bebeğinin yaşadığını sanan anne Selma Usul'e (19) acı gerçek dün öğle saatlerinde iki kadın psikolog eşliğinde söylendi. Gözyaşlarına boğulan genç annenin sinir krizleri geçirdiği öğrenildi. Baba Hasan Usul de, "Bebeğimizi kaybetmemize neden olan doktor ve doğuma giren personelin bunun bedelini ödemesini istiyorum. Bebeğin başını ölmeden ayırdıklarını düşünüyoruz" dedi. Nazilli Cumhuriyet Başsavcılığı'na, Dr. Haluk Uçkan ve doğuma giren personel hakkında suç duyurusunda bulunduğunu belirten Hasan Usul, eşinin önce normal, daha sonra ise bebeğin iri olması nedeniyle, sezaryenle doğuma alındığını öne sürdü. Yaklaşık 5 kilo olduğu öğrenilen bebeğe otopsi yapılarak, ölüm şekli ortaya çıkacak.

    BAKAN: ÇOK ÜZGÜNÜM
    Bu arada Sağlık Bakanlığı da, babanın suç duyurusu yaptığı olayla ilgili olarak soruşturma başlattı. Sağlık Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, olayla ilgili olarak Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın derin üzüntü duyduğu belirtilirek, "Sayın Bakanımızın söz konusu müdahale ile ilgili soruşturma başlatılması talimatları doğrultusunda Teftiş Kurulu Başkanlığı'mızdan bir müfettiş görevlendirmiştir. Müfettiş olay yerinde incelemelere başlamıştır" denildi.

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün onayıyla yeni kurulan 23 üniversite arasında bulunan Ardahan Üniversitesi'nin ismi, rektörü ve rektör yardımcıları atandı ancak ne tabelası, ne rektörlük binası ne de öğrencilerin eğitim göreceği bir bina yok. Kâğıt üstünte onaylanan Ardahan Üniversitesi için aylardır bina arayan kurucu Rektör Prof. Dr. Ramazan Korkmaz öğretmen evinde, yardımcısı Prof. Dr. Rüstem Hayat ve Mühendislik Fakültesi'nin Dekanı Prof. Dr. Doğan Kaya ise Köy Hizmetleri'nin misafirhanesinde kalıyor. Çalışma odaları ise Köyişleri'ne ait eski bir binada...

    'ZORLUKLARI BİLEREK GELDİM'
    Sorunları bilerek Elazığ Fırat Üniversitesi'nden Ardahan'a geldiğini belirten rektör Korkmaz engelleri aşmakta kararlı: "Zor şartları yenip,
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'nin gurur duyacağı bir üniversite kuracağız. Kampusun zemin etütlerini yaptırdım. Çalışmak için seçtiğim arkadaşlar uluslararası tecrübesi olan arkadaşlar. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'nin en büyük botanik bahçesini Ardahan'a yapacağız. Gıda teknikerliği bölümü açacağım. Organik gıda üretip bunu dünyaya pazarlayacağız." Üniversite için tahsis edilen binaya Ardahan Valiliği ile il Milli Eğitim Müdürlüğü'nün taşınması ile ortada kalan üniversitenin rektörü, Ardahan'a geldiği eylül ayından bu yana gece gündüz bina sorununu çözmeye çalışıyor. "Üniversitemizin 'tabela üniversitesi' olmaması ve gelecek yıl öğrenci kabul edebilmesi için acil olarak en az iki binaya ihtiyacımız var" diyen Prof. Ramazan Korkmaz, "Kalabileceğim bir lojman yok. Elbiselerim de halen arabamın bagajında. Bütçemiz yok, zaman zaman kendi cebimizden harcama yaparak üniversite için yazışmalar yapıyoruz" şeklinde konuştu.

    'ELBİSELERİM HÂLÂ BAGAJDA'
    Bölgede belirlenen kampusu 3 yıl içinde bitireceklerini belirten Korkmaz, sorunlar nedeniyle öğretim üyelerinin gelmekten vazgeçtiklerini anlatarak şunları vurguladı: "YÖK 9 milyon YTL bütçe ayırmış. Ardahan'a yakından tanıdığım üç profesör geldi. Üçümüz aynı odada çalışıp, sorunları çözmeye çalışıyoruz. 30'a yakın öğretim üyesi alacağız. Öğretim üyeleri misafirhanelerde kalacaklar. Var olan boş binaların hemen hepsi çürük. Öğrenci almamız lazım. Aksi takdirde bütçe alamayız, hoca gelmez. Ardahan halkı öğrencilerini, öğretim üyelerini dışarıda bırakmaz."

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İran ordusunun, terör örgütleri PKK ve PJAK'ın barındığı Kandil Dağı bölgesini bombaladığı bildirildi. Irak'ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin yetkilisi Cabbar Yaver, İran topçu birliklerinin, cumartesi gecesinden itibaren İran-Irak sınırındaki Pişder bölgesini ağır bombardıman altına aldığını ifade etti. İran topçusunun dün sabah saatlerinde ise Piştaşan Razga Maradu bölgelerini bombalamaya başladığını kaydeden Yaver, bombardımanın gün boyu sürdüğünü söyledi. Öte yandan bombardımanın başlaması üzerine yöre sakinlerinin daha güvenli bölgelere kaçmaya başladığı bildirildi.

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İnce tarih

    Dostlarım beni uyarıyorlar, "son zamanlarda yumuşadın" ... Peki, sertleşelim azıcık.
    Anlatacağım şeyler gündemde falan yok. Kendi kafama göre takılıyorum. Bu sabah kafama taktığım soruları sorayım: Niçin, tarih boyunca on altı devlet kurmuş olmakla övünürüz de, bunlardan on beşinin batmış olması bizi hiç düşündürmez?
    Bu, "aman ne çok devlet kurduk" diye şişinme nedeni mi olmalıdır, "niçin bunları yaşatamadık" diye dövünme nedeni mi?
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Cumhuriyeti, Osmanlı'yı reddeden, Osmanlı'yı tanımayan bir devlettir de, niçin bu devletin ordusunun kuruluşu "milattan önce 209" olarak gösterilmektedir? Kuran kişi de, Mete Han...
    Mete Han uçak filosu kuramayacağına, bozkırda donanma da bulunamayacağına göre elbette Kara Kuvvetleri canım...
    Peki bu tarih niçin bir zamanlar 1362 olarak gösteriliyordu, Murat Hüdavendigar devrine götürülüyordu?
    Çünkü o tarihte "yeniçeri" birliği kurulmuştu... Bunlar devşirme yöntemiyle yetiştirilen Hıristiyan çocuklarıydı.
    Peki mis gibi Türk olan Anadolu ve Rumeli askeri bizden sayılmıyor muydu? Bunun da boksör Muhammed Ali gibi "sonradan olanı" mı makbuldu?
    Osmanlı'yı canımız isteyince tanıyacak, canımız istemeyince tanımayacak mıyız? (Yavuz Selim'in torunu olalım ama Deli İbrahim'i saymayalım.)
    Yoksa Profesör İbrahim Kafesoğlu'nun canı hangi tarihi çekerse o tarihte mi kurulmuş sayılacaktı ordumuz?
    Niçin, Birinci Dünya Savaşı'nda, diğer ülkelerdeki asker kaçağı oranı yüzde 1'i geçmezken, bu oran Osmanlı ordusunda yüzde 20'yi bulmuştur?
    Niçin, anlı şanlı İttihat ve Terakki yönetimi, cepheye yapılacak erzak sevkiyatı için bazı tüccara imtiyaz vermek suretiyle "vagon ticaretine" izin vermiştir?
    Niçin cephede dövüşen asker, açlıktan, beygir fışkısından arpa ayıklayıp onu kaynatmak zorunda bırakılmıştır?
    Vagon ticaretiyle adam zengin eden İaşeci Topal İsmail Hakkı, nerenin levazım sorumlusuydu acaba? Halk süpürge tohumundan ekmek yerken, bulgur karaborsasıyla Bulgur Palas yaptıranlar kimlerdi?
    Yoksa halk bunları görüyor, biliyor, etinde hissediyor ve "akıl defterine" mi yazıyordu?
    O defteri 1950 yılında açıp bakacak mıydı acaba?
    Gelelim anlı şanlı kurtuluş savaşımıza...
    Size tarih öğretilmediği, öğretilen kırıntılar da yalan yanlış öğretildiği için, "devrimleri korumak için kurulduğunu" sandığınız İstiklal Mahkemeleri, aslında asker kaçaklarını yargılamak üzere kurulmuşlardı.
    Peki, canını dişine takmış, bağımsızlığını elde etmek için çarpışan, bir ölüm-kalım savaşı veren "asker-millet" için böyle bir tedbire niçin gerek görülmüştü? Yoksa kahraman askerlerimiz arasında kaçak mı vardı?
    Vardı galiba, çünkü İstiklal Mahkemesi, "casusluk, bozgunculuk, askerden kaçma, eşkıyalık ve isyan" suçlarından tam 60 bin kişiyi yargılamış, kurtuluş savaşımız boyunca!
    Bunlardan 1054 kişiyi de idam etmiş!
    Daha da sertleşeyim mi?
    Yok canım, en iyisi Beşiktaş'ın Fenerbahçe'ye niçin yenildiğini anlatayım. Çarşı esnafından başka kimse kızmaz.
    Ama şunu söyleyeyim: İttihatçı'ya çarşaf da giydirseniz, seçimde alacağınız havagazıdır.

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kriz ve fal

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Elazığ'da verdiği konferansta "Bu krizin çözümünü bilen yok" dedi.
    Haklı. Başta siyasiler ve iktisatçılar olmak üzere hiç kimse krizin ne kadar süreceğini ve bittiğinde ardında nasıl bir tablo bırakacağını kestiremiyor. Öylesine karanlık bir tüneldeyiz ki, herkes el yordamıyla ilerlemeye çalışıyor.
    Daha da vahimi, işleri ekonominin nabzını tutmak ve gelişmeleri kestirmek olanlar, krizin nasıl geldiğini bile anlayamadılar.
    ABD Merkez Bankası (Federal Reserve Board) Başkanı Ben Bernanke, "Subprime (Yüksek riskli konut kredileri) sorununun böyle bir krizi tetikleyeceğini aklımın ucundan bile geçirmedim" diyor.
    Bernanke'nin selefi Alan Greenspan, "Bu krizin ezberini bozduğunu" söylüyor.
    Avrupa Merkez Bankası Başkanı JeanClaude Trichet, "Krizin boyutlarını kavrayamadığını" itiraf ediyor.
    Haklarını yemeyelim; dünyanın altını üstüne getiren bu finansalekonomik depremi en azından iki kişi gördü: Biri Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Üniversitesi öğretim üyelerinden, İran Yahudisi kökenli iktisatçı Prof. Nouriel Roubini, diğeri ise bir astrolog! Evet, bir Fransız falcı! Adı: Marc Cerbere.
    Roubini borsaların alabildiğine at koşturduğu, bankaların kârlarının rekor üstüne rekor kırdığı, bu rekorlardan nasiplenen bankacıların da çeklerdeki sıfırların sayılamadığı yıl sonu primleriyle ihya oldukları (Düşünün; ABD'nin ilk 7 bankasının CEO'ları 4 yılda toplam 5.8 milyar dolar ikramiye aldılar!) günlerde, 2006 sonundaki bir IMF toplantısında, "Beyler, yüzyılın krizi geliyor" demişti. O kadarla kalmamış, batacak bankaları tek tek saymıştı.

    Satürn-Uranüs karşıtlığı
    Fransız falcı Marc Cerbere'in kehanetine gelince...
    Önce önemli bir noktayı hatırlatalım: Günümüzün egemen siyasalekonomik sisteminin oluşumunda astrologların görmezden gelinmemesi gereken payları (veya sorumlulukları) var. 1929 ekonomik krizinden sonra ABD'yi, dolayısıyla da dünyayı yeniden ayağa kaldıran Başkan Franklin Delano Roosevelt, "New Deal" politikalarını hazırlarken sürekli astrologlara danıştı. Neoliberal yeni dünya düzeninin mimarı Başkan Ronald Reagan, Beyaz Saray'da yanı başında hep bir astrolog bulundurdu. Danışman olarak. Reagan'ın Avrupa'daki temsilcisi İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher tüm önemli kararlarının öncesinde falcısıyla bir odaya kapandı. Hatta Fransa'nın sosyalist Cumhurbaşkanı François Mitterrand'ın bile gizliden gizliye falcıların küresi önüne oturduğu ölümünden sonra ortaya çıktı.
    Evet, şimdi Marc Cerbere'in kehanetlerine geçebiliriz.
    Yıl başında ciddi bir uluslararası ajans, onun 2008 ve sonrasıyla ilgili kıyamet öngörülerini haber yapınca ilgilendik, "Bakalım ne kadar tutturacak" diye sakladık. Ve iki gün önce dosyamızdan çıkardık. Cerbere şöyle diyordu:
    "2008 ile 2010 arasında dünya, tarihin en büyük depresyonunu yaşayacak. Borsalar çökecek. Finans sisteminin temelleri sallanacak. Ekonomiler derin bir resesyona girecek. Neden? Çünkü Satürn ve Uranüs gezegenleri karşı karşıya gelecekler. Biri Başak, diğeri Balık burcunda. (Not: Astrologlar buna "Gezegenlerin karşıtlığı" diyorlar.) Bu karşıtlık gerilimleri artıracak. Satürn ve Uranüs'ün karşıtlığı daha önce hep karmaşa dönemlerinde görüldü. Örneğin 1873 ilkbaharında. Onun sonuçları malum..."
    Astrolog; "Sonuçları malum" derken, 9 Mayıs 1873'te Viyana Borsası'nın çökmesiyle başlayan büyük krizi kastediyor.
    Hemen belirtelim; Satürn istikrarın simgesi, Uranüs ise belirsizliğin, karmaşanın, hatta kaosun.
    Ve ne zaman karşı karşıya gelseler bir şeyler oluyor: 1776 Temmuz'unda (ABD'nin bağımsızlığı), 1988 Şubat'ında (Kızıl Ordu'nun Afganistan'dan çekilmesi), 1989 Kasım'ında (Berlin Duvarı'nın çökmesi) görüldüğü gibi.
    Yine astrologların yıldız haritalarına göre, Satürn-Uranüs karşıtlığı geçen ay başladı, bu ay boyunca etkisini sürdürecek. Bitmedi; önümüzdeki yıl 5 Şubat ve 15 Eylül'de, 2010'da ise 26 Temmuz'da tekrarlanacak. Ondan sonra rahat.
    Çok merak ediyoruz; "Kriz 18 ay daha sürecek. Dünya ancak 2010'un ikinci yarısında kendini toparlamaya başlayacak" diyen iktisatçılar, acaba bu öngörülerinde yıldız takvimlerine mi güveniyorlar?

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Ateş olsalar cürümleri kadar yeri yakacak olanlar...

    Nasrettin Hoca eşeğini kaybetmiş.
    "Eşeğimi hemen bulmazsanız ben yapacağımı bilirim" diye bağırarak dolaşıyor, tüm çevreye öfke saçıyormuş.
    Ürküntü içindeki halk dağ taş arayıp sonunda kayıp eşeği bulmuşlar, Hoca'ya getirmişler.
    Aralarından biri Hoca'ya sormuş:
    - Hocam, eşeği bulamasaydık ne yapacaktın?
    Nasrettin Hoca, soruyu sorana şöyle bir bakmış,
    - Ne mi yapacaktım? Yeni bir eşek alacaktım herhalde,
    demiş.
    Aslında "Ateş olsa cürmü kadar yer yakar" deyişinin toplumdaki her kişi ve kurum için anlam ifade ettiğini bilmemiz gerekiyor.
    Ama bazıları öyle havalıdır ki, olduklarından fazla güçlü görünürler.
    Özellikle medya organlarının bu duruma düşmekten sakınmaları gerekiyor.
    Biri siyasetten diğeri ticaretten iki örnek var önümüzde.
    Kendilerinin topluma yön verdiğini, ana eğilimleri yansıttıklarını sürekli vurgulayan medyalar gerçekten etkili olsalardı, AK Parti'nin iki kez seçim kazanması da, Erdoğan'ın Başbakan ve Abdullah Gül'ün de Cumhurbaşkanı olması da mümkün değildi.

    Turkcell örneği
    Aynı şekilde en büyük medya grubunun boykot etmekle kalmayıp, yıpratıcı haberlerine konu ettiği Turkcell'in de, ülkenin en güçlü GSM operatörü olarak yarışı sürdürmesi düşünülemezdi.
    Bu sadece Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. için böyle değil ki.
    Eğer bir ülkede veya dünyada bir yönetim için negatif rüzgarlar esiyorsa, o yönetimi bütün medyalar tutup övseler de bu işe yaramaz.
    Bu gerçeğin Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'de de, dünyada da defalarca doğrulandığını görmedik mi?
    Muhalif seslerin susturulduğu, kitle iletişim araçlarının totaliter yönetimin denetiminde olduğu hangi rejim sonuna kadar ayakta kalabildi?
    Bir başka siyasi gerçek de şöyle ifade edilebilir...
    Seçmenler (veya halk) sadece tepkiye dayalı seçim yapmıyor.
    Örneğin Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'nin çözüm bekleyen ve kitleleri bunaltan sorunlarına dayalı olarak iktidarların durumları belirlenseydi, hiçbir iktidarın iki yıldan fazla iş başında kalması mümkün olmazdı.
    Hatırladığımız tarihte hangi dönemde işçilerin, memurların, öğretmenlerin, öğrencilerin, hastaların ve doktorların, ihracatçıların, sanayicilerin, büyük holdinglerin ve küçük işletmelerin, esnafın, çiftçinin mutlu olduklarını gördük?

    Durum hep aynı gibi
    "Siftah yapmadan kepenk kapadık" yakınmasını hemen her dönemde duymadık mı?
    Seçmen kendisi gibi olan, yani durumdan sürekli şikayet eden siyasetçilere oy vermiyor.
    "Ben bu sorunları çözerim" diyen, ümit vaat eden, icraat programı olduğuna inanılan kadrolar seçimlerde kazanıyor.
    Ayrıca genel seçimlerde gazetelere veya köşe yazarlarına değil liderlere, siyasi partilere oy veriliyor. Yerel seçimlerde de hizmet eden veya hizmet edeceğine inanan kadroları destekliyor seçmenler.
    Önümüzdeki dönemde bu gerçeklerin birer kez daha doğrulandığını göreceğiz.
    Şöyle bir dolaşın ve dinleyin toplumun değişik kesimlerini...
    Ekonomik durgunluğun yansımalarını ve yakınmaları hemen duyarsınız.
    Buna karşı bu yılgınlıkları gidereceğine inanılan kadrolar konusunda kitlesel bir beklenti rüzgarını hissedemiyorsunuz.
    Veya son global krizle kapitalist sistemin çöktüğünü vurgulayanların savları toplumları etkileseydi, tüm dünyada komünist partilerin yıldızı parlamaz mıydı?

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Pardon göreviniz neydi?

    Bazen tekrar gibi oluyor ama araya değişik bir şeyler de koymaya çalışırım.
    Çok uzak tarihlere gitmeyelim.
    Bildiğiniz gibi, memlekette "Susurlukçu" nam kadrolara arka ve sahip çıkan da olmuştu...
    "Ergenekon" nam kadro ve zanlılara da.
    Daha tuhafı da olmuştu...
    "İdeolojik öncelikler" farklı gibi görünse de, aslında birbirinin uzantısı olan bu yapılanmalardan "Susurluk"a sahip çıkıp "Ergenekon" karşısında "muhalif, demokrat, derin devlet karşıtı" olan da var...
    "Ergenekon" un duygusal ve fikri yakınına düşmüş "Susurluk karşıtı" da.
    Her ikisine karşı olanlar da var mutlaka, ama bu zaten dümdüz bir çizgi. Renksiz!
    Bu yazı itibariyle size aktaracağım esas şaşkınlığım şu:
    Zaten savunanlar, sahip çıkanlar bir yana da...
    Eleştirirken, hatta deşerken bir yandan, bir yandan da "siyasi sorumluluklar"ı unutan, unutturan bir "hafıza canlandırma faaliyeti" inanılmaz.
    "Karanlık dönemler" in kapkara cinayetleri üstünde dururken dahi, o dönemlere "hükümet" edenlerin kulağını çınlatmayan bir "demokratlık" türü inanılmaz ötesi.

    Elden ele
    Çok basit bir şey yapacağım, hatıraları hatırlatacağım:
    Zaten "adam ve çocuk asma, siyaseti gebertme, vatandaşı bağlama, cezaevlerini işkence cehennemi kılma, hakkı hukuku kazıma" ameliyesi olan 12 Eylül askeri darbesinin "Ekonomiden sorumlu bakanı" "liberal" Turgut Özal'dı.
    Özal, "Evren'e rağmen" deniyor ya, "dört eğilim"le sonradan seçim kazanıp başbakan olduğunda "derin devlet kadroları"nı 12 Eylül'den devraldı.
    "Susurluk kadroları" oluşurken...
    İki dönem Özal başbakan, o cumhurbaşkanı olunca da, Akbulut ve Yılmaz başbakandı.
    Sonra... Demirel başbakan oldu. Bugün CHP kadrolarının önemli bölümü o dönem SHP olarak koalisyon ortağıydı.
    Sonra... Çiller başbakan oldu. "Susurluk cinayetleri, suikastları, faili meçhulleri" gemi azıya aldı. İktidarda "liberal" DYP vardı. Ve şimdi CHP adayı olan Karayalçın' ın liderliğinde yine (CHP'li) SHP'liler o irinli dönemin siyasi ortaklarıydı. "Çiller'in kadroları"nın çoğu "Özal'dan (ve 12 Eylül karanlıklarından) miras"tı.
    Tam üç tane "Çiller Hükümeti" kuruldu.
    Sonuncusunda, koalisyon ortağı Deniz Baykal'dı.
    Araya "12 Eylül ve Susurluk kadroları"nın dağıldığı iki partinin, tekelci büyük medya ile tekelci büyük sermaye tarafından montajlanmış nafile koalisyonu girdi ve çöktü.
    Sonra "Erbakan Hükümeti" kuruldu.
    Ortağı, tüm "Susurluk ekibi"yle Çiller ve DYP idi.
    Unutmuşuz değil mi?
    "Erbakan'ın kadroları"nın bir bölümü de, sonra "AKP kadroları"nı oluşturanlardı.
    Mesela, 28 Şubat'ta dönemin Genelkurmay'ı "kızım sana irtica diyorum, gelinim sen Susurluk'un daha fazla deşilmemesi anla" diyerek iktidar devirene kadar...
    "Susurluklu Çiller"in ortak olduğu hükümetin sözcüsü bugünün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'dü.
    Bugünün başbakanı o gün henüz "İstanbullu" idi; lakin bugün hükümetinde olan kimi isimler o günlerde kimlerdi?
    "AKP'li" Abdülkadir Aksu, Cemil Çiçek 12 Eylül sonrasının ANAP hükümetlerinin de demirbaşlarıydı. "Çiller'e miras" kalmadan önce "kimi Susurluk ismi" nin de amiri. Aksu, zaten Emniyet'ten ve valilikten geliyordu. ANAP'tan "Susurluklu DYP" nin ortağı Refah Partisi'ne geçmişti,
    Bugünün Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, 12 Eylül öncesi en kanlı yıllarda Emniyet Genel Müdürü, Ankara Valisi idi. 1988'de ise İçişleri Müsteşarı.

    Yolcu yolunda
    "Derin devlet" adı ile anılan yapılar, "devlet içinde"dir.
    "Yoldan çıkan" olabilir ama onları "yola çıkaran" siyasi, askeri, bürokratik sorumlular vardır. Bir de onlara göz yuman veyahut dokunmamış olanlar.
    Ve yukarıda hatırladığımız gibi, hükümetler bir yana, "devlette devamlılık" vardır.
    "Siyasi sorumlular"ın kulağını hiç çınlatmadan "derin devlet sorgulaması" biraz şaşı bir bakıştır, tuhaf iştir!

  8. #8

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Umut Amerika'nın ekmeği

    NEW YORK

    Yılın bu aylarında Amerika'yı bayram kutlamalarının dışında da bir heyecan sarar. Üniversiteler arası bizim Amerikan futbolu onların doğrudan doğruya futbol dedikleri (bizim futbol dediğimiz şeye "soccer" diyorlar) müsabakalardır bu heyecanı yaratan.
    Televizyonlar sabahtan akşama kadar o maçları yayınlar. Kanallarda her birisi bir dev olan eski oyuncular yorumlar yapar. Bunlardan biri, geçenlerde kulak misafiri oldum hoş bir şeyler söylüyordu. "Şükran Günü'nde oynamak bir onurdur" deyip cılız oyun çıkaranlara köpürüyor, "Oynayın kardeşim, şu insanlara bekledikleri oyunu gösterin" diye bas bas bağırıyor ve ekliyordu: "Amerika daima iyi oyun bekler."

    Çocuk toplum olmak
    Çok doğru. Şöyle bir düşününce insan bu toplumun bir gösteri ve oyun toplumu olduğunu yeniden fark ediyor. Boks, kendi futbolları, o acayip güreşleri ve basketbol yeter de artar bile oyunla kurdukları ilişkiyi anlamak için. Fakat ondan ötesi de var. Çünkü sadece oyun değil asıl eğlencedir (entertainment) bu toplumun tutkusu, onun bir aracı, bahanesi. Şu oyun dediğim gösterilerde takım coşturan ponpon kızların renkli görüntülerinden tutun, envai çeşit diğer "atraksiyon" her şeyi anlatmaya yeter.
    Bunlara bakarak Amerikan toplumunun "çocuk" yanı geliyor insanın aklına. Gülen, oynayan ve eğlenmenin bir "insanlık durumu" olduğu kendisine öğretilmiş insanlar var Amerika'da. İşte hafta sonları yemeğe gidilecektir, barda içilecektir, bahçede ızgara (pardon, Türkçede de artık "barbekü" deniliyordu) yapılacaktır, sokakta koşulacaktır, çok çalışılacaktır ama hayattan zevk de alınacaktır.

    Kırılan güven hattı
    Bunca lafı Amerika'nın değişen yüzünü anlatmak için ettim. İyimser, iyi niyetli, kendi halinde insanlardan oluşan, iyiliksever, bu nedenle de gönül rahatlığıyla gülüp oynayan Amerikan toplumu son dört yıldır ikili bir baskının altındaydı. Bir yanıyla kendi içinde umudunu yitirmiş, sürdürülen berbat politikalardan dolayı karamsarlığa kapılmıştı; bir yanıyla da dünyanın her yerinde Amerika ve Amerikalılar en çok nefret edilen toplumlar arasında yer alıyordu. Obama şimdi bu topluma hem içeride hem dışarıda bir iyimserlik zerk ediyor.
    Bu o kadar boş bir husus değil. Sistem düşünüp taşınıp bu sonucu tasarladı. Belki kanıt değil ama karine eski Beyaz Saray Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski 'nin sözlerinde. Washington Post'tan David Ignatius 'un yöneticiliğinde Brzezinski'yle birlikte aynı işi yapmış Brent Scowcroft, Amerika ve Dünya (America and the World) isimli kitapta görüşlerini açıklıyorlar.

    Güven bir kez yitince
    Brzezinski içinde yaşanan dönemde dünyanın üç büyük meseleyle karşı karşıya kaldığını söylüyor. Bir, dünyanın her yerinde siyasal bir uyanış var; iki, odak ilk defa Batı'dan Uzakdoğu'ya kayıyor; üç çevre sorunundan başlayarak gelişen küresel ortak sorunlar.
    "Amerika'nın gelecekteki varlığı, gücü, etkinliği bu sorunlara üreteceği cevap ve çözümlere bağlı" diyor. Halbuki, üstada göre Amerika bu konuda oldukça zayıf bir noktada. Nedeni ise Brzezinski'ye göre Amerika'daki güven kaybı. 11 Eylül'le başlayan bu güven kaybı bizzat sistemin ürettiği korku düşüncesiyle beslenerek devam etti ve bugün ortada kendisine güvenmeyen, dünyanın ona güvenmediği bir toplum var. "Halbuki" diyor kendisinin de itiraf ettiği gibi, Soğuk Savaş dönemlerinin adamı Brzezinski "O savaşı dünya Amerikan güveniyle atlatmıştı."
    O dönemde de Amerika'ya güvenmeyenler vardı. O dönemde de Amerika'nın dünya politikasının özellikle tarih bilmemekten kaynaklanan nedenlerle sürekli yanlış yaptığını söyleyenler vardı; ama gene de Brzezinski'nin sözlerindeki doğruluk payı çok. Obama bu yüzden "Umut" dedi, "Değişim" dedi, "Yapabiliriz" dedi.
    Şimdi herkes Amerika yeniden kendine güvenen, gülen, oynayan bir toplum olacak mı diye bakıyor ama Amerika'nın ağlattığı, gülmeyi unutturduğu toplumları hiç mi hiç göz ardı etmeden. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'tan ayrılmak için uçağa giderken arabanın camından görünen güzelim sonbahar ışığında çarpıcı Manhattan görüntüsünü izlerken aklımdan şimşek gibi bir cümle geçti; bana Amerika'dan kalan her şeyi özetliyordu: Herkesin işi çok zor bu dünyada!

  9. #9

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Sanal demokrasi

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'de sanal bir demokrasi yaşıyoruz. Genel başkanlar tek seçici. İşte, şimdi, mahalli seçimler için adaylar belirleniyor. Gene Tayyip Erdoğan'ın ya da Baykal'ın veyahut herhangi bir siyasi liderin dediği olacak; tıpkı genel seçimlerde milletvekillerini tesbit ettikleri gibi, belediye başkanlarını da onlar tayin edecek. Elbette, nabız tutuluyor, istişarelerle iyi isimler bulunmaya çalışılıyor fakat, her şey, hala liderin iki dudağının arasında.
    Parti teşkilâtına işi bırakırsanız, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. şartlarında o da olmuyor; çünkü partiler, üye kayıt meselesinde kıskanç. İlçe ya da il başkanları, egemenliklerini kıracak ve koltuklarını sarsacak yoğun bir katılım istemiyor. Demek, demokratikleşme için, üyelik kolaylaştırılmalı; kaydını yaptıramayan, partiye değil yargıya başvurmalı.
    Bizde, genel başkanlık yarışında da rakiplerin önünde engeller var. Genel başkanlığa aday olabilmek için, belirli sayıda Büyük Kongre üyesinin desteğinin önceden alınması gerekiyor.
    Hiçbir hususta anlaşamayan liderler, parti içi demokrasiden uzak durma konusunda tam bir mutabakat sağlamış durumda. Hal böyle olunca, genel başkanların eline denetimsiz bir siyasi güç geçiyor. Kimse ağzını açıp, doğruları konuşamıyor. Özellikle iktidara gelince, bu "perdeleme" daha vahim sonuçlar doğuruyor. Milletvekilleri, liderin yolunu aydınlatacaklarına "neme lâzımcı" bir hal takınıyorlar.
    Acaba Kızılcahamam toplantısında, bir Allah'ın kulu çıkıp şu konulara parmak bastı mı:
    - Krize karşı tedbir almakta geciktik; gecikiyoruz.
    - Deniz Feneri'nde lüzumsuz yere taraf haline geldik; Basın mensuplarının akreditasyonunu iptâl etmemeliydik; eleştirdiğimiz Genelkurmay'ın durumuna düştük.
    - Aydın Doğan ile ilçe kongrelerinde kavgaya girmek, hele hele boykot çağrısı yapmak hataydı.
    - Oylarımız geriliyor. Acaba biz nerede yanlış yaptık?

Sayfa 5/5 İlkİlk 12345

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •