Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 6/9 İlkİlk 123456789 SonSon
81 sonuçtan 51 ile 60 arası

Konu: 15.12.2008 Sağlık Haberleri...

  1. #51

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Pozitif Yaşam Derneği Başkanı Nejat Ünlü, Türkiye'de her yıl 200 civarında yeni HIV taşıyıcı tanısı konulduğunu ancak bu yılın ilk 6 ayında 250 kişilik artış olduğunu belirterek, "Trend korkutucu. Çünkü bu, yılda yaklaşık 500 kişi demek. Son 20 yılın en ciddi rakamı" dedi.
    Ünlü, 1 Aralık Dünya AIDS Günü nedeniyle yaptığı açıklamada, HIV/AIDS virüsünün tüm dünyada 1980'li yıllarda görülmeye başlandığını, Türkiye'de ilk vakanın 1985'te ortaya çıktığını, ilk zamanlar daha çok eşcinsellerde yaygın olduğunun düşünüldüğünü ifade etti.
    90'LI YILLARDA ÖLÜMLERİN ÖNÜNE GEÇİLDİ
    Birkaç yıl sonra hetero****üellerin ve kadınların da bu hastalıktan ölmesi üzerine tüm dünyada ciddi bir panik başladığını dile getiren Ünlü, 1990'lı yıllarda antiretroviral tedavinin çıkmasıyla ölümlerin önüne geçildiğini kaydetti.

    Ünlü, bu tedavinin Türkiye'de de yapıldığını ve gelişkin ilaçlarla özellikle batıda ölümlerin durdurulduğunu ancak hala Afrika ve Asya gibi kıtalarda bulunan ülkelerde bu hastalıktan ölümlerin yaşandığını vurguladı.
    Türkiye'de tedavi seçeneklerini kabul etmeyen veya bilmeyen ya da kendisinin hasta olduğunu anlamayanların yaşamlarını yitirdiklerini ifade eden Ünlü, bu nedenle insanların mutlaka test yaptırmaları gerektiğini, erken tanının bu hastalığın tedavisinde çok önemli olduğunu anlattı.
    Ünlü, AIDS tablosuna girdikten sonra da tedavi edilebildiğini ancak hastalık vücutta hasar bırakmadan, herhangi bir yıkım olmadan tedaviye başlamanın önemli olduğunu aktardı.
    40 MİLYON HIV TAŞIYICISI
    Dünya Sağlık Örgütünün 2000'li yılların başında AIDS'ın bulaşıcı hastalıklardan öte tıpkı, şeker veya kalp gibi kronik hastalıklar kategorisine aldığını anımsatan Ünlü, şöyle devam etti:
    "Şu an tüm dünyada 40 milyon HIV taşıyıcısı olduğu tahmin ediliyor. Ne kadarının hasta olduğu tam olarak bilinmiyor. Sağlık Bakanlığının son verilerine göre, Türkiye'de 3 bin 170 HIV taşıyıcısı var. Burada ilginç bir durum var. Normalde her yıl ülkemizde 200 civarında yeni tanı olurdu. Oysa bu yılın ilk 6 ayında 250 kişilik bir artış var. Trend korkutucu. Çünkü bu, yılda yaklaşık 500 kişi demek. Son 20 yılın en ciddi rakamı."
    Nejat Ünlü, HIV alındıktan sonra hemen semptom vermeyen bir hastalık olduğunu, aradan 3, 5 hatta 10 yıl geçtikten sonra semptomların ortaya çıktığını hatırlatarak, şunları kaydetti:
    "Bugünkü sayılar 5 yıl öncesine yapılan projeksiyon aslında. O nedenle bugünkü gerçek sayıyı bilmemiz aslında mümkün değil. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) de Türkiye gibi gelişmekte olan veya gelişmemiş ülkeler için bilinen sayıların ülkelerin gerçeklerine 8-10 veya 20 ile çarpılması gerektiğini belirtiyor. Yani 8 ile çarparsak Türkiye'de şu an 20-25 bin kişinin taşıyıcı olduğunu söyleyebiliriz."
    Toplumun 5 yıl önce daha bilinçsiz durumda bulunduğunu, korunmasız cinsel ilişkinin çok yaygın olduğunu, özellikle gençler arasında kondom kullanımının pek bilinmediğini anlatan Ünlü, "Korkumuz, bundan sonraki yıllar bu sayı binleri bulursa tedavi şansının da kalmayabileceği" dedi.
    YÜZDE 70'İ HETERO****ÜEL
    HIV'ın hetero****üellerde arttığını ifade eden Ünlü, "Dünya ölçeğinde HIV taşıyıcıların yüzde 30'u eşcinsel, yüzde 70'i hetero****üeldir. Hastaların yarısının kadın olması da çok ciddi diğer bir sonuç" diye konuştu.
    Eskiden eşlerinden dolayı ev hanımlarında taşıyıcılık oranının yüksek olduğunu hatırlatan Ünlü, son 2 yıldır gençler arasında bir artış görüldüğünü, bunun da turizm yoluyla bulaştığını kaydetti.
    Pozitif Yaşam Derneği Başkanı Ünlü, Türkiye'de 3 bin 170 HIV'linin ne durumda olduğunun, ne kadarının hayatını kaybettiğinin bilinmediğine işaret ederek, "Biz bu konuda Sağlık Bakanlığına baskı yapıyoruz. Çok ciddi bir değerlendirme yapılması gerekiyor. İzleme, değerlendirme yapacak kişiler, hastanelerde takibi yapan doktorlar. Onların kullanacağı program ve anketlerle bu mümkün" dedi.
    Devlet ve üniversite hastanelerinin tamamında bu tedavilerin yapıldığını, sağlık güvencesi olanların bu hizmeti ücretsiz aldıklarını, olmayanların ise yeşil kart uygulaması ile yararlanabildiğini anlatan Ünlü, şunları kaydetti:
    "Reçeteler çalıştıkları kurumlara gittiği için tedavi almayanlar var. Kurumuna bu belge giderse işini ve çevresini kaybedeceği veya ayrımcılık yaşayacağı için tedavi olmuyorlar. Özellikle devlet memurları için çok ciddi problem bu. Türkiye'de devlet memuru olup HIV pozitif olduğu bilinen sadece birkaç kişi var. Hakimler, savcılar, avukatlar, öğretmenler, bir sürü grup var ama bunların arasında sadece 1-2 kişi HIV taşıyıcısı görünüyor. Çünkü diğer arkadaşlar, bu durum ortaya çıkmasın diye kendileri dışarıdan satın alarak tedavilerini yaptırıyorlar."
    Nejat Ünlü, Türkiye'de veremle savaş için bir yasa çıkarıldığını ve kurulan verem savaş dernekleri aracılığıyla ilaçlar verildiğini anımsatarak, AIDS konusunda da böyle bir uygulamaya geçilmesi gerektiğini, böylece ilaçların alınması için kimsenin çalıştığı kuruma gitmeyeceğini, ilaç almak ve tedavi olmak için dolaşmak durumunda kalmayacağını belirtti.
    Türkiye'de devletin ve ilgili bakanlığın hala bunu önemli bir sorun olarak görmediğini savunan Ünlü, "Devlet bunu önemli bir sorun olarak görmeli, önüne koymalı ve önceliklerin üzerine çıkarmalıdır. Çünkü sayılar gerçekten çok hızlı artıyor. Bu bir yangına dönüşürse nasıl söndürülecek biz de bilmiyoruz" şeklinde konuştu.
    POZİTİF YAŞAM DERNEĞİ
    Nejat Ünlü, derneğin HIV/AIDS ile yaşayan kişiler arasında bir iletişim ağı kurarak tedaviye erişimlerini kolaylaştırmak, yaşam kalitelerini artırıcı bilgilendirme çalışmaları yapmak, kendilerinin ve yakınlarının fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan güçlenmelerini sağlamak, yaşadıkları hak mahrumiyetlerinde savunuculuk görevlerini yerine getirmek amacıyla kurulduğunu bildirdi.
    Derneğin ayrıca HIV/AIDS konusunda tüm toplumu bilinçlendirerek gereken önleme ve savaşım çalışmalarını yapmak amacını da taşıdığını aktaran Ünlü, sadece HIV pozitif kişilerden değil, onların akraba ve yakınlarından, doktorlardan, öğretim üyelerinden, toplumun her kesimini temsil eden kişilerin dernekte yer aldığını kaydetti.

  2. #52

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oktay Demirkesen, erkeklerde kalp ve damar rahatsızlıklarının ilk belirtisinin cinsel işlev bozuklukları olduğunu söyledi.

    İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Üroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oktay Demirkesen, Ulusal Üroloji Kongresi için geldiği Antalya’da yaptığı açıklamada, cinsel işlev bozukluklarının birçok hastalığın belirtisi olabileceğini vurguladı.
    Prof. Dr. Demirkesen, cinsel işlev bozukluklarının altında hem psikolojik hem de nörolojik sebeplerin yatabileceğini ifade ederek, şunları kaydetti:
    “Damar bozukluklarının ilk belirtisi, erkeklerde cinsel işlev bozukluklarıdır. Metabolik sendrom dediğimiz gizli bir takım metabolizmik bozukluklarla birlikte seyrettiğini düşündüğümüz ereksiyon ya da sertleşme işlevindeki bozukluğun iyi incelenmesi gerekiyor. Bunun altında yatan sebebin ortaya konulması çok önemli. Bu tip problemi olan kişilerin de gerek hayat şeklini değiştirerek, gerekse bir takım tedaviler eşliğinde buna mutlaka önlem almaları gerekiyor. Sertleşme bozukluğu deyip geçmemek lazım. Bu işlev, yanında hayatı tehdit edecek hastalıkların ön belirtisi şeklinde olabilir.”
    SERTLEŞME SORUNU
    Cinsel işlev bozukluklarının diyabet ya da gizli şeker hastalığının da belirtisi olabileceğine dikkati çeken Prof. Dr. Demirkesen, sorunun hem omurilik yapısıyla, hem de omurilik üstü bir takım rahatsızlıklarla ilişkilendirilebileceğini belirtti. Demirkesen, şöyle konuştu:
    “Bu durum, gerek sertleşme bozukluğu, gerekse ejekülasyon (boşalma) bozukluğu şeklinde gündeme gelebilir. Bu, idrar kaçırmayla birlikte oldukça karmaşık bir durum oluşturmakta. Antidepresan kullanan hastalarda da ilaç kullandıkları sürece işlev bozukluğu olabilir. Bunun geçici olduğunu belirtmek gerekiyor. İlaç kullanımının sona ermesinin ardından bu geri dönüşümler ya da bu fonksiyonel durumun yeniden kazanılması gündemde olabilir. Sertleşme problemleri olanlar, bunun altında yatan nedenlerin belirlenmesi için gerekli laboratuvar incelemelerini yaptırmalılar. Altında yatan sebeplere uygun tedbirler alınırsa, sertleşme işlevinde de gelişmeler kaydetmek mümkün gibi gözüküyor.”
    Cinsel işlev bozukluğu olanların bilinçsiz ilaç kullanmalarının yanlış olduğunu da anlatan Demirkesen, muayene olmadan ve altında yatan sebepler ortaya çıkmadan kullanılacak ilaçların sorunu çözemeyeceğini dile getirdi.
    “İLAÇ KULLANMAK YERİNE”
    Prof. Dr. Oktay Demirkesen, cinsel işlev bozuklukları yaşayanların bir takım ilaçları edinmelerinin eskiye göre daha kolay olduğunu belirterek, şu bilgileri verdi: “Bir hekime gidilerek altta yatan sebep ortaya konulabilirse daha etkili, daha yüz güldürücü tedaviler ortaya çıkarmak ya da hastaya uygulamak mümkün. İlaç kullanarak bunu geçiştirmek yerine sorunun altında yatan sebeplerin ortaya konulması ve belki de başka hayati durumların da tespit edilmesi mümkün. O açıdan ilaç kullanmak yerine mutlaka bir hekime başvurarak uygun tedavi neyse onun uygulanmasını kesinlikle tavsiye ederim.”
    Özellikle genç yaşlarda yaşanan sorunlarda, altında başka bir sebebin yatması olasılığının yüksek olduğunu kaydeden Demirkesen, genç hastaların mutlaka hekime başvurmaları gerektiğinin altını çizdi. Prof. Dr. Oktay Demirkesen, şöyle konuştu:
    “İşlev kaybının önlenmesinde beslenme çok önemli. Yaşam tarzının değiştirilmesi çok önemli. Kişilerin damar hastalıkları yaratacak beslenmeden kaçınmaları gerekir. Sigara tüketimi de kötü beslenmeyle çok önemli bir risk faktörü. Sigara hem kalp ve damar hastalıkları için hem de sertleşme konusunda önemli bir sorun olarak gözüküyor.”

  3. #53

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Düzenli uyku ve spor, kadınlarda kanser riskini azaltıyor. Sporun meme ve kalın bağırsak kanseri de dahil olmak üzere tüm kanser türlerine yakalanma riskini azalttığı ancak az uyumanın hormonlar ve metabolizma üzerinde ters etki yapabileceği belirlendi.

    ABD’de yapılan araştırma, spor yapmanın kadınlarda kanser riskini büyük ölçüde azalttığını ancak az uykunun sporun faydalarını yok edebileceğini gösterdi.

    Araştırmaya 6 bin kadın katıldı. Bu kadınlardan yoğun spor yapanlarının kansere yakalanma riskinin hafif fiziksel faaliyette bulunanlara göre yüzde 25 az olduğu belirlendi.

    AZ UYKU SPORUN FAYDALARINI ERİTİYOR
    Ancak spor yapan ve gece 7 saatten az uyuyan kadınların kansere yakalanma riski gece düzenli uyuyanlara göre yüzde 47 fazla çıktı.
    ABD Ulusal Kanser Enstitüsü’den James McClain, sporun meme ve kalın bağırsak kanseri de dahil olmak üzere tüm kanser türlerine yakalanma riskini azalttığını ancak az uyumanın hormonlar ve metabolizma üzerinde ters etki yapabileceğini belirtti.
    Araştırma, Amerikan kanser araştırma derneğinin desteklediği Washington’da düzenlenen bir konferansta sunuldu.

  4. #54

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Tıp FakültesiÇocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Bahar Gökler, cinsel istismar sonucu çocuğun ve ergenin ruh sağlığının "tartışmasız" bozulduğunu belirterek, "Kısa vadede mağdurda psikolojik sorunlar görülemeyebilir. Ancak ilerleyen dönemde kendini gösterecektir. Ruhsal bozukluk yaratmayacağının söylenmesi asıl suçtur ve her uygar ülkede bu konu bu şekilde algılanmalıdır" dedi.
    HÜ Tıp Fakültesince "Çocuk Cinsel İstismar Olgularında Ruh SağlığınınBozulması" başlıklı bir çalıştay düzenlendi. Fakülte Dekanı Prof. Dr. Serhat Ünal, açılışta yaptığı konuşmada, cinsel istismar olgusunun toplum sağlığı açısından çok önemli olduğunu ifade ederek, bugün yapılan çalıştayda konunun tüm hatlarıyla ele alınacağını söyledi.
    Prof. Dr. Bahar Gökler de yaptığı sunumda cinsel istismarının,"yetişkinin kendi cinsel isteklerini karşılamak için çocuk ya da ergeni kullanması" olarak tanımlandığını belirterek, cinsel istismar sonucunda kişinin ruh sağlığının "tartışmasız" bozulduğunu dile getirdi. Gökler, şunları kaydetti:"Kısa vadede mağdurda psikolojik sorunlar görülemeyebilir. Ancak ilerleyen dönemde kendini gösterecektir. Ruhsal bozukluk yaratmayacağının söylenmesi asıl suçtur ve her uygar ülkede bu konu bu şekilde algılanmalıdır. Mağdur kişide istismar sonrasında kaygı, uyku bozukluğu, okulda başarısızlık, o güne kadar var olmayan korkular, depresyon, benlik saygısında azalma, intihara yönelme, suçluluk, içe kapanma ya da kontrolsüz ilişkiye girme gibi durumlar görülebilir."
    8-10 YAŞ ARASINDA YOĞUNLAŞIYOR
    HÜ Tıp Fakültesi Adli Tıp Öğretim Üyesi Dr. Aysun Balseven Odabaşı da, Çocuk İstismarı ve İhmali Değerlendirme Araştırma ve Tedavi Komisyonu (ÇİDAT) tarafından yapılan çalışma sonucuna göre hastaneye 2005-2008 yılları arasında 64 cinsel istismar vakasının geldiğini belirterek bunlardan 40'nın kız, 24'ünün ise erkek olduğunu söyledi. İstismar süresinin bir gün ile 9 yıl arasında değiştiğinin belirlendiğini belirten Odabaşı, "İstismar olgusu 1,5-17 yaş aralığında her dönemde görülebiliyor. Ancak 8-10 yaş arasında yoğunlaşıyor" dedi.
    Cinsel istismar olaylarında yapılacak olan muayenenin defalarca tekrarlanmasının mağduru olumsuz etkilediğine de dikkati çeken Odabaşı, muayenenin tekrarıyla çocukların yıpranmaması için gerekli birimlerle temas kurulması ve iş birliği yapılması gerektiğini söyledi. Panel yöneticisi Doç. Dr. Ali Rıza Tümer de mevcut yasada ruh sağlığının bozulması kavramına ilişkin olarak bilirkişi uygulamalarında, hukuk ve tıbbın kullandığı terimlerde uyuşmazlık çıktığını belirterek bu konuda düzenleme yapılması gerektiğini ifade etti. Çalıştayda Çocuk İstismarı ve Önleme Derneği Başkanı Doç. Dr. Figen Şahin, "Ruh sağlığı bozulması kavramının değerlendirilmesinde çocuk koruma bireylerinin deneyimi", Kırıkkale Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. İhsan Erdağ, "Ceza hukuku gözüyle çocuk cinsel istismarı", Avukat Hatice Kaynak "Hukuksal sorunlar ve çözüm önerileri" başlıklı sunum yaptı.


  5. #55

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Annenin kanına karışan bazı kimyasal maddelerin, yeni doğan bebeğin gelişimi ve zekası için tehlikeli olduğu bildirildi.
    Paris'te düzenlenen kimyasal maddeler ve üreme konusundaki konferansta açıklanan, 3 yaşına kadar bebekler üzerinde yapılan bir araştırma, göbek kordonundaki poliklorobifenil (PCB) maddesinin oranı ne kadar yük****e bebeğin bilişsel gelişiminin bu oranda olumsuz yönde etkilendiğini gösterdi.
    Flaman Teknoloji Araştırma Enstitüsü'nün yaptığı araştırmaya imza atanlardan Greet Schoeters, yüksek oranda PCB'nin bebeğin konuşma ve oyun oynama becerisini etkilendiği belirtti.
    Schoeters ayrıca, "PCB seviyesi ne kadar yük****e bebeğin doğduğundaki kilosunun o kadar az olduğunu, daha sonra ise bebeğin aşırı kilolu olma riskinin bulunduğuna" dikkati çekti.
    Boya çimento, döküm malzemeleri, yanmaz kumaş gibi maddelerde bulunan PCB'nin, 1970'li yıllarda yüksek oranda zehirli olduğu için yasaklanmasına karşın, halen doğada kalıntılarına rastlanıyor. Hem üretimi hem de imhası sırasında çevre kirliliğine yol açan bir madde olarak kabul edilen PCB'nin, canlıların sistemine girebildiği de saptanmıştı.
    KURŞUNA MARUZ KALMAK ZEKA GERİLİĞİNE NEDEN OLUYOR-
    Aynı konferansta Polonya'daki Jagiellonian Üniversitesi'nden Wieslaw Jedrychowski, anne karnında çok az da olsa (kanda 5 mikrogram/desilitreden az) kurşuna maruz kalan özellikle erkek çocukların bilişsel gelişiminin olumsuz yönde etkilediğini belirtti.
    Bilim adamı Jedrychowski'nin Polonya'da 460 yeni doğan bebek üzerinde yaptığı araştırma anne karnında çok az da olsa kurşuna maruz kalan erkek çocukların zeka katsayısının ortalama 9 puan az olduğunu ortaya koydu. Bu olumsuz etki, kız çocuklarında belirgin olmadı.
    Jedrychowski, dikkat eksikliği, zeka geriliği ve öğrenme güçlüğünün çocuklarda 36. haftadan itibaren görüldüğünü ifade etti.

  6. #56

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart


    Şikago Üniversitesi'nde bir testle idrardan mesane kanseri tespit ediliyor. Ekip başkanı, "Böylece güvercin mi şahin mi olduğunu anlıyoruz" diyor..
    Şikago Üniversitesi'nde mesane tümörü bulunan hastalara yapılan basit bir idrar testi bu tümörlerin ne derece tehlikeli olduğunu açıklıyor. Hastalar henüz tümörün belirtisi varken ilerde hastalıklarının ne dereceye ulaşabileceğini öğrenip ona göre tedavi altına alınıyorlar. Şikago Üniversitesi'nde kanserlerin erken teşhisine yönelik pek çok araştırma yapılıyor. Şu sıralar yapılan en popüler araştırmalardan biri mesane kanserine ilişkin olan araştırma. Bugüne kadar 75 hasta üzerinde denenmiş ve başarılı olmuş, yüz hasta üzerinde başarılı olursa üç yıl içinde tüm dünyada kullanılan bir tetkik olarak FDA'den onay alabilecek.
    İKİ HAFTADA SONUÇ BELLİ
    Yapılan araştırmaya göre mesane kanserinin türü basit bir idrar testi ile çözülebiliyor. Şikago Üniversitesi Üroloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Arieh Shalhav'ın başkanlığını yürüttüğü çalışmayı "Mesane kanserlerinin hangisinin güvercin, hangisinin şahin olduğunu anlayabiliyoruz" diye açıklıyor. Alınan idrar testi iki haftada sonuç veriyor. Mesanenin içindeki küçük oluşumun dışına çıkıp çıkmayacağını başka organlara yayılma riskini açıkça gösteriyor. Prof. Dr. Shalhav: "Test tümörün agresif olduğunu gösterirse bekleme dönemi ile hastaya vakit kaybettirmiyoruz. Mesaneyi hemen alıyoruz, o bölgede hiçbir kanser olasılığını bırakmamaya çalışarak son derece etkili bir tedavi uyguluyoruz. Bu hastanın ömrünü uzatıyor." (Sabah)

  7. #57

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Soğuk havada yaşayabilen mikropların aktif hale geçtiğini belirten uzmanlar, bu mikroorganizmaların kışın uygun ortam oluştuğu için vücutta daha kolay tutunabilecekleri yer bulduğunu ve solunum enfeksiyonlarına neden olabildiğini belirtiyorlar.

    Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Levent Akın, havaların soğumasıyla birlikte kişilerin bağışıklık sisteminin zayıfladığını, soğuk havada üreyerek yayılabilen mikroorganizmaların kolaylıkla insanlarda tutunarak solunum yolu enfeksiyonlarına yol açtığını söyledi.

    Sonbahar ve kış mevsiminde, enfeksiyonlar yönünden çeşitli risk faktörleri olduğunu belirten Prof. Dr. Levent Akın, “Soğuk havayla birlikte kapalı mekanların yeterince havalandırılmaması, çocukların okul ve kreşlerde uzun süre vakit geçirmesi ve temizlik koşullarına dikkat edilmemesi ortamdaki mikrobun yayılmasına fırsat veriyor” diye konuştu.

    Akın, mikroorganizmaların her dönemde insan vücudunda bulunduğunu ancak uygun ortam olmadığı için hastalıklara yol açmadığını, bazılarının sıcak bazılarının da soğuk havalarda etkili olduğunu anlattı.
    Yaz aylarında ishal gibi bağırsak sistemini etkileyen mikroorganizmaların yaygın olarak görüldüğünü belirten Akın, kış aylarında ise grip, nezle, sinüzit, zatürre, bronşit, beta, orta kulak, bademcik ve ses teli iltihabı gibi çeşitli solunum yolu enfeksiyonlarıyla karşılaşıldığını kaydetti.
    “ODALAR ARASINDAKİ SICAKLIK HASTALIK NEDENİ”
    Akın, mikroorganizmaların sıcaklık değişimlerinden çok etkilendiğini ifade ederek, “Sıcak havada etkili olan mikrop, hava sıcaklıkları düştüğünde ölmüyor ancak aktif olma özelliğini kaybediyor. Bu nedenle de hastalık yapamıyor” dedi.
    İnsanların, bağışıklık sistemlerinin ve savunma mekanizmalarının da hava değişiminden olumsuz etkilendiğini dile getiren Akın, mevsime bağlı sıcaklık farklılıkların yanı sıra özellikle kış aylarında odalar arasındaki ani ısı farkının da mikroorganizmaların harekete geçmesini tetikleyen bir unsur olduğunu vurguladı. Akın, şunları kaydetti: “Odalar arasındaki ani sıcaklık değişimi, kişinin savunma sistemini olumsuz etkilemektedir ve ortamdaki herhangi bir mikrobun kişiye tutunarak üremesine ve hastalık yapmasına fırsat vermektedir. Evin bir odasının diğer odalara göre daha sıcak ya da soğuk olması kesinlikle sağlıklı değildir. Tüm odalardaki sıcaklığın benzer olması halinde kişilerin savunma mekanizması kendini ona göre ayarladığı için hastalık söz konusu olmamaktadır. 2-3 derecelik oynamalar doğaldır.”
    KAPALI MEKANLAR RİSK FAKTÖRÜ
    Havaların soğumasıyla birlikte kapalı mekanlarda geçirilen zamanın arttığını, bunun mikropların daha kolay yayılmasını kolaylaştırdığını dile getiren Akın, “Odalar, ortamdaki havanın soğumaması için, gün içerisinde yeterli havalandırılmıyor. Bu durumda içerdeki hava daha çok solunmak zorunda kalınıyor. Özellikle, okul, kreş gibi ortamlarda, çocuklardan birinde bulunan mikrop, kısa zamanda bir çok çocuk tarafından solunarak alınıyor” diye konuştu.
    Akın, toplu taşım araçlarının da hastalıkların yayılması açısından önemli bir risk faktörü olduğunu belirterek, sınıfların, ev içerisindeki odaların, otobüs, minibüs gibi toplu taşım araçlarının mutlaka gün içerisinde bir kaç defa en az 15-30 dakika havalandırılması gerektiğini söyledi.
    Oda sıcaklığının 20-22 derecede tutulmasının uygun olduğunu ifade eden Akın, odanın mümkün olduğunca nemlendirilmeye çalışılması gerektiğini de belirtti.
    “BOL SIVI ALINMALI”
    Akın, solunum yolu hastalıkların, ani ateş, boğazda yanma hissi, nefes alıp vermede sıkıntı ile kendini gösterdiğini söyledi.
    BETA dışında bu hastalıklar için antibiyotik kullanımının faydalı olmadığına dikkati çeken Akın, “Bol sıvı alınmalı, gün içerisinde taze meyve suyu tüketilmeli ve kesinlikle gazlı içecekler tüketilmemeli. Çünkü, bunlar mikroplar için uygun ortam hazırlanmasına yardımcı olur” diye konuştu.
    Akın, hastalıktan korunmak için ve hastalık sürecinde C vitamini desteğinin önemli olduğunu belirterek, şunları kaydetti:
    “C vitamini, doku tamiri için faydalıdır. Ayrıca, tarhana, mercimek, şehriye çorbası gibi enerjiden zengin gıdalar alınmalı, protein ihtiyacının karşılanması için bol yoğurt tüketilmeli. Baş ağrısına karşı ağrı kesici kullanılmalı. Gerektiğinde burun akıntısı için tuzlu su (serum fizyolojik) kullanılmalı. El temizliğine özen gösterilmeli, eller gün içerisinde 3-4 kez yıkanmalı.”

  8. #58

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesinde 172 büro çalışanının katılımıyla yapılan araştırmada, çalışanların en çok boyun bölgelerinin ağrıdığı tespit edildi.

    Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gamze Çan, Farabi Hastanesi büro çalışanlarının anatomik ölçümlerinin, mevcut kas iskelet şikayetleri ile ilişkisinin araştırılması amacıyla 172 sekreter ve büro personelinin katıldığı bir çalışma gerçekleştirdiklerini belirtti.

    Prof. Dr. Gamze Çan, çalışma ortamında iş görenlerin 4’te 3’ünün oturarak çalışmasına ve oturma yerleri konusu da birçok araştırma yapılmasına rağmen, büyük çoğunluğunun hala kötü tasarlanmış, genellikle çok yüksek ve rahatsızlık veren sandalye ve koltuklarda oturduğunu ifade etti. Prof. Dr. Çan, “kötü tasarlanmış bu iş yerlerinde çalışmaya bilgisayar kullanımındaki artış da eklenince, sağlık sorunlarında önemli artışlar olmuştur” dedi.

    Çalışmaya katılan 25-43 yaş arasındaki büro personelinin, son 12 aydaki kas ve iskelet yakınmalarının Nordic kas, iskelet şikayetleri anketi ile sorgulandığını anlatan Çan, “bu anket bir grup araştırmacı tarafından ergonomik programlarda kullanılmak üzere kas ve iskelet şikayetlerini taramak ve epidemiyolojik çalışmalara ışık tutmak için geliştirilmiştir. Bu anket formunda kas iskelet yakınmaları; boyun, omuz, sırt, dirsekler, bilekler, eller, bel, kalça, uyluk, dizler, ayak bilekleri ve ayaklar için vücut kısımlarını belirten bir resim üzerinde sorgulanmıştır” diye konuştu.
    BÜRO ÇALIŞANLARININ BOYUN, BEL VE SIRT BÖLGELERİ AĞRIYOR
    Çan, personele her vücut kısmı için 4 soru sorulduğu ve hiç şikayetleri olmasa dahi bu soruların her birini yanıtlamaları istendiğini belirterek, şunları söyledi: “Belirtilen bu bölgeler için son 12 ay boyunca fiziksel bir şikayet yaşayıp yaşamadıkları, bu sorun nedeniyle işten geri kalıp kalmadıkları, hekime görünüp görünmedikleri ve son 7 gün içinde şikayet yaşayıp yaşamadıkları sorgulanmıştır. Anket sonuçlarına göre 95 kişi (yüzde 55,2) boyun bölgesindeki şikayetlerden, 92 kişi (yüzde 53,5) bel bölgesindeki şikayetlerden ve 79 kişi de (yüzde 45,9) sırt bölgesindeki şikayetlerden yakınmakta oldukları tespit edildi.”
    İşle ilgili kas iskelet sistemi hastalıklarının azaltılması için kişinin değil, işin kişiye uydurulmasının sağlanması gerektiğini vurgulayan Çan, şöyle konuştu: “Böylece asgari yoğunlukla optimal randıman elde edilmelidir. Yüksekliğe uzanarak çalışma, tekrarlı hareketler, oturma sırasında uygunsuz beden duruşuyla çalışma, baskı, yorgunluk ve aşırı güç uygulamayı gerektiren çalışmalar gibi işleri olabildiğince azaltacak iş düzenlemeleri yapılmalıdır. Bilgisayar başında ve her yerde insana uygun iş kuralları uygulanmalı, insanın fiziksel ve ruhsal sınırları göz önüne alınmalıdır.”
    Gamze Çan, çalışma ortamında ölçüleri ayarlanabilir eşyalar olmasının, normal popülasyona göre farklı ölçüleri olan kişilerin iskelet kas hastalıkları şikayetlerini daha az yaşamalarını sağlayacağını kaydetti.

  9. #59

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Microsoft tarafından yapılan bir araştırmaya göre, internette yakalanıldığından şüphelenilen bir hastalığın belirtilerini, teşhisini ya da tedavisini aramak endişeyi artırıyor.

    Araştırma, sayısız bilgi kaynağıyla internetin, özellikle bir teşhis arandığında, tıp konusunda bilgisi az olan ya da hiç bu bilgiye sahip olmayan kişilerde endişeyi artırabileceğini gösterdi.

    CİDDİ BİR HASTALIĞIN İŞARETİ SANILABİLİR
    Araştırmayı kaleme alan Ryen White ve Eric Horvitz, “hastalık hastalarının” sıradan ve zararsız belirtileri ciddi bir hastalığın işaretleri olarak yorumlayabileceklerine dikkati çekerek, başı ağrıyan bir “hastalık hastasının” internette araştırma yaptıktan sonra beyninde tümör olduğu sonucuna varabileceğini ya da göğsünde ağrı hisseden bir başkasının kalp krizi geçirdiğini sanabileceği örneğini verdi.

    Bu tür çıkarımların endişenin yanı sıra, vakit kaybına ve gereksiz sağlık harcamalarına neden olabileceği de vurgulandı.

  10. #60

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İngiltere'de yapılan bir araştırma bazı bebek arabalarının çocuğun gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecek bir tasarıma sahip olduğunu ortaya koydu. Araştırmaya göre, arabayı iten ebeveynle bebeğin yüzyüze gelemeyeceği şekilde tasarlanan bebek arabaları çocuğun gelişimini ters yönde etkiliyor, okul çağında sıkıntılara neden oluyor.
    Vatan Gazetesi yazarlarından Rifat Sarıcaoğlu'nun köşesine taşıdığı araştırma çocuğun 1-3 yaş döneminde yetişkinlerle ileştişim kurmasının geleceği için hayati önemde olduğunu kanıtladı. Dundee Üniversitesi tarafından yapılan araştırma gezintideyken ebeveyni ile yüz yüze gelemeyen çocuğun daha az konuştuğunu, gülen bir bebek olmadığını ve ebeveyni ile iletişim kuramayan çocuğun giderek artan bir biçimde strese girdiği gibi çarpıcı tespitlere yer veriyor.

    NASIL YAPILDI?
    Dundee Üniversitesi Psikoloji bölümünden Dr. Suzanne Zeedyk bir iki yaş grubundan 2 bin 722 bebeği 1 km boyunca ebeveyni görmeksizin, geri dönüşte ise ebeveyni ile yüz yüze yürütmüş. Daha sonra yüz yüze bakmadan gezdirilen çocuklar bu kez ebeveyni ile yüz yüze gezdirilmiş ve güleç olanların oranı yüzde 50'lerin üstüne çıkmış. Değişiklikle birlikte çocukların kalp atışları düzene girmiş, uyku süreleri uzamış.

    BEBEĞİNİZ İÇİN DİKKATLİ OLUN
    Araştırma, yapılan pek çok araştırma gibi insan beyninin algılamaya en müsait döneminin 1-3 yaş dönemi olduğunu kanıtlıyor. Küçücük, masumane bir tercihin bile bebeğinizde onarılması güç yaralar açabildiğini gösteriyor. Bu nedenle siz siz olun bebek arabası alırken seçiminizi çocuğunuzla yüzyüze iletişim kurabileceğiniz tasarımlardan yana kullanın, içiniz rahat etsin!

Sayfa 6/9 İlkİlk 123456789 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •