Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 8/9 İlkİlk 123456789 SonSon
81 sonuçtan 71 ile 80 arası

Konu: 15.12.2008 Sağlık Haberleri...

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    ABD'de yapılan çalışmalarda, yaygın olarak kullanılan kanser ilacı Avastin'in kemoterapiye eklendiğinde damarlarda pıhtı oluşma riskini arttırdığı belirlendi ancak bu sonucun, hastaları ilacı almaktan vazgeçirmemesi gerektiği açıklandı.

    Çalışmayla ilgili bir makale, ''Journal of the American Medical Association'' adlı bilimsel yayında yayımlandı. Çalışma, 15 klinikte, 8.000 hasta ile yapıldı.
    Çalışmaya katılan bilim adamlarından olan, New York'taki Stony Brook Üniversitesi Kanser Merkezi'nden Dr. Shenhong Wu, ''çalışma, hastaların kemoterapi almaları sırasında Avastin'in ciddi bir risk yarattığını ortaya koydu'' dedi. Wu, bir çok kanser hastasında zaten pıhtı riskinin olduğunu, bu sorunun, ''toplardamar tromboembolizmi'' olarak bilindiğini belirtti. Wu, ''kemoterapi alan 100 hastadan yaklaşık 10'unda pıhtı oluşuyor. Kemoterapiye Avastin de eklendiğinde, pıhtı olan hasta sayısı 13'e çıkıyor'' dedi.
    Wu, bu ilacın, zaten var olan bu sorunu arttırma riski olduğunu belirlediklerini kaydederek, hastaların buna rağmen ilacı kullanmaktan vazgeçmemeleri gerektiğini, bunun yerine doktorların ve hastaların pıhtılaşma sorununu iyi bir biçimde izlemelerinin yeterli olacağını belirtti. A.A

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Antalya Eczacı Odası Başkanı Cihan Dinç, ****** ve Sildegra gibi cinsel performansı artırıcı ilaçların Türkiye genelindeki satışının yüzde 20'sini, Antalya'nın turistik bölgelerindeki 150 eczanenin yapıldığını söyledi.

    Eczacı Odası Başkanı Cihan Dinç, medikal alanında istatistikler hazırlayan uluslararası kuruluş IMS'nin verilerine göre Türkiye genelinde bu ilaçlardan yılbaşından bugüne kadar 355 bin adet satıldığını bildirdi. Oda Başkanı Dinç, sadece Antalya'da bu ilaçlardan 68 bin adet satıldığını, Antalya'yı Muğla ve İzmir'in izlediğini söyledi.

    Yurt dışında bu tür ilaçların reçete ile satıldığını belirten Dinç, o ülkelerde kişinin bu ilaçları alabilmesi için doktor kontrolünden geçmesi gerektiğini söyledi. Bu ilaçları kullanacak kimselerin ayrıca doktor parası vermek zorunda kaldığını kaydeden Dinç, bu ilaçların Türkiye'de daha ucuz olduğunu savundu. Türkiye'de bu ilaçlarda alım sınırlaması olmadığını belirten Eczacı Odası Başkanı Cihan Dinç, bu nedenlerden dolayı turistin cinsel performansı artırıcı bu ilaçları Türkiye tatili esnasında yoğun olarak talep ettiğini söyledi.

    Dinç, bu tarz ilaçları vitaminlerin izlediğini vurguladı.Adının açık yazılmasını istemeyen eczacı H.K., bu tür ilaçlardan yılda 20 bin adet sattığını belirtti. Bu ilaçların tanesini 16- 20 YTL arasındaki fiyatlarla sattıklarını kaydeden H.K., "Turistler kutu kutu alıyor. Bu ilaçlar olmasa hiç abartmıyorum ki hastane uzağında olan eczaneler olarak batardık. Bizi bunlar kurtarıyor" dedi.

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Trabzon Doğum ve Çocuk Bakımevi Başhekimi Uzman Dr. İsmail Topal, hamilelikte düzenli egzersizin sezaryenle doğum riskini azalttığını, doğum sonrası lohusalık süresini kısalttığını ve annenin daha kolay kilo vermesini sağladığını söyledi. İsmail Topal, yaptığı açıklamada, gebelikte belli kurallar çerçevesinde uygulanacak egzersizin pek çok yarar sağladığını belirtti.

    Hamilelerin yapacağı egzersizin solunum ve dolaşım sistemlerinin daha iyi çalışmasına katkıda bulunduğunu ifade eden Topal, "Bu durum, gebenin kendisinidaha iyi hissetmesini, sağlıklı kilo almasını, pozitif duygulara yönelmesini vekendine güveninin artmasını sağlar. Egzersiz, anne adayında gebeliğe bağlıuykusuzluk, bel ağrısı, bacaklarda kasılma, varis, basur gibi şikayetlerinazalmasını sağlar" dedi.Topal, düzenli egzersizin sezaryenle doğum riskini azaltacağına dikkatiçekerek, "Egzersiz, doğum sonrası lohusalık sürecini kısaltır ve annenin dahakolay kilo vermesini sağlar. Sağlıklı yaşamın önemli bir parçası olan egzersiz,hamileler için de vazgeçilmez bir uygulamadır. Bu durum dikkate alınarak, anneadayları, düzenli egzersizleri doktorlarıyla iletişim halinde olarak aksatmadanyapmalıdır" diye konuştu.

    'EGZERSİZ, ANNE ADAYININ FİZİKSEL GÜCÜNÜ ARTIRIR'
    Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Beden Eğitimi Bölümü BaşkanYardımcısı Yılmaz Çakmak ise hamileliği normal seyreden her sağlıklı anne adayı için egzersizin güvenli ve yararlı olduğunu söyledi. Yılmaz Çakmak, hamilelik döneminde sakatlık riski olabilecek spor aktiviteleri ve 5 dakikadan fazla sırt üstü yatılan egzersizler yapılmaması gerektiğini ifade ederek, "Egzersiz sırasında düzgün ayakkabı ve göğüs destekleyici elbiseler giyilmelidir. Hamilelikte yapılan egzersizlerin birinci tehlikesi, vücut ısısının yükselmesi ve bebeğe kan akışının azalmasıdır. Kalp atışı dakikada 140'ı geçmemelidir. Hamileliğin dördüncü ayından başlanarak düzenli yapılan egzersiz, anne adayının fiziksel gücünü artıracaktır" dedi.

    Anne adayının ağrı, kasılma gibi durumlarda egzersize son verilmesi gerektiğine dikkati çeken Çakmak, "Anne adayları, hafif ve orta yoğunlukta egzersizi haftada en az üç defa yapabilir. Egzersiz programının günlük olarak 45dakika tüm vücut hareketleri, 5 dakika nefes eğitimi, 10 dakika gevşemehareketleri olmak üzere toplam bir saate yayılması gerekir" diye konuştu.

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Gaziantep Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi Psikiyatri Servisi'nde tedavi gören 42 yaşındaki Derviş Seçer, doktorunun verdiği ilacı beğenmeyince, bir şişe dolusu benzini servise dökerek çakmakla yaktı. Alevler büyümeden söndürülürken, Seçer gözaltına alındı.

    15 yıldır tedavi gören Derviş Seçer, Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi'ne giderek doktorundan daha önce yazdırdığı ilaçların faydasını görmediğini söyleyerek başka ilaç yazmasını istedi. Ancak, doktoru Seçer'e, "Tedavin için bu ilaçlar gerekli" diyerek daha önce yazdığı ilaçların aynısını yazdı. Sinirlenen Derviş Seçer, yanında getirdiği bir şişe dolusu benzini, içinde bulunduğu Psikiyatri Servisi'ne dökerek çakmakla yaktı. Seçer, yaktığı ateşin içine kendisini de atmak isterken diğer hastalar ve hastane görevlileri müdahale ederek onu engelledi. Hastane polisi ve hastane güvenlik görevlilerinin güçlükle gözaltına aldığı Seçer, hastanedeki polis noktasına götürüldü, alevler de büyümeden söndürüldü.

    Seçer'in polise verdiği ifadeye göre hastaneye planlı geldiği ve "Doktor yine aynı ilaçları yazarsa ya kendimi ya da hastaneyi yakacağım" dediği öğrenildi.

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Adana Hasta ve Hasta Yakını Hakları Dernek Başkanı Avukat Bülent Maraklı, Yargıtay'ın, hastaya eksik bilgi veren hekime 125 bin YTL ceza verilmesi kararını onamasının, hasta- hekim ilişkisinde yeni bir dönem başlattığını söyledi.
    Ameliyat sonrası ses kısıklığının oluşması nedeniyle 2003'de açılan ve 2008'de 'hekim ne kadar kusurlu değilse de, ameliyat yönünde rıza alınmasına rağmen, hastanın ameliyatın yapılması esnasında ve sonrasında meydana gelecek komplikasyonlara ilişkin bilgilendirilmediği, buna ilişkin aydınlatılmış bilgi rızası (onamı) bulunmadığı' gerekçesiyle Yargıtay 13'üncü Daire tarafından, doktorun faiziyle birlikte 125 bin YTL tazminat ödemeye mahkum edilmesi kararını onaması tarihi karar olarak nitelendirildi.
    Adana Hasta ve Hasta Yakını Hakları Dernek Başkanı Avukat Bülent Maraklı, bu kararla aydınlatma yapılarak rıza alınmadan, tedavi ve cerrahi müdahale sonucu, beklenilmeyen ve istenilmeyen sonuç doğar ise, meydana gelecek maddi ve manevi zararlardan, tedaviyi ve cerrahi müdahaleyi gerçekleştiren hekimin sorumlu olduğunun ortaya çıktığını söyledi. Avukat Maraklı, "Olay özel hastanede gerçekleşir ise, özel hastane ile hekim birlikte sorumludur. Devlet ve üniversite hastanelerinde, hekimin kişisel kusuru söz konusu değilse, zarardan kurum sorumludur. Kurumun da rücu hakkı söz konusudur" dedi.'
    'GELECEKTE DAHA DA ÖNEM KAZANACAK'
    Genelde hasta haklarının, özelde ise 'aydınlatılmış onam' işleminin önümüzdeki yıllarda dünyada ve ülkemizdeki insan haklarının gelişimi sürecinde daha da önem kazanacağı ve yasal yaptırımlarının daha titizlikle uygulanacağını belirten Avukat Maraklı, "Bu konuda hekimlerin ve hastaların bilgilendirilmesi, hekimlerimizin aydınlatma işlemini davranış modeli haline getirmelerinin sağlanması için eğitim çalışmaları ve denetimin arttırılması gerekmektedir" diye konuştu.

    Avukat Maraklı, aydınlatma ve rızanın alınmasında hasta ve doktorun dikkat etmesi gereken konuları da şöyle sıraladı: "Aydınlatılmış onam alma ve bilgilendirmeler primer hekim tarafından yapılmalıdır. Hasta dosyasının oluşturulması esnasında, hemşire veya görevli tarafından verilen onam formları imza edilmemeli. Hekim tarafından açıklaması yapılmayan bu bilgilerin kabul edilerek imza edilmesi, aydınlatmanın hekim tarafından yapıldığı sonucunu doğurabilir. Yani bu belge delil teşkil edebilir. Aydınlatılmış onam, hastanın sosyal- kültürel yapısına uygun ve anlayacağı dilden hazırlanmalı ve bu konuda hastadan tarih, saat ve anladığına dair bir not içeren yazı ve imza alınmalıdır. Hasta ve yakını verdiği onamı geri alma hakkına sahip olmalıdır. (Acil durumlarda hekimin itiraz hakkı mevcuttur) Hastanın özgür iradesi ile karar verebileceği ortam sağlanmalıdır. Fiziksel ve psikolojik açıdan hastaya bu olanak ve zaman tanınmalıdır."

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Akdeniz Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Buket Cinemre, şizofreni hastalarının "etiketlenmekten" korktuklarını, ilaç kullanarak ve terapilere katılarak iyileşen hastalarının bile geçmişte şizofreni yaşadığını gizlemeyi tercih ettiğini bildirdi.
    Yrd. Doç.Dr. Cinemre, şizofreninin toplumda daha çok kişilik bölünmesi, çoklu kişilik gibi algılandığını, halbuki bu rahatsızlığın bir beyin hastalığı olduğunu söyledi. Çocuklukta kötü muamele görmenin de bu hastalık üzerinde etkisinin bulunmadığına dikkati çeken Yrd. Doç.Dr. Cinemre, hastalığın hipertansiyon veya diyabette olduğu gibi moleküler düzeydeki bozukluklardan kaynaklandığına işaret etti. Yrd. Doç.Dr.Cinemre, hastalığın ortaya çıktıktan sonra yaşam boyu görüldüğünü, şizofrenlerin önemli bir kısmının ömür boyu ilaç kullanmak zorunda kaldıklarını vurguladı. Bu hastaların aktif dönemde olmayan sesler duyma ve hayaller görme gibi gerçek dışı düşüncelerinin olduğunu anlatan Yrd. Doç.Dr.Cinemre, şöyle konuştu:
    "Hastalarımız arasında zarar göreceğini, birilerinin kendini takip ettiğini, beynine çip yerleştirildiğini düşünenler var. Bunları ilaçlarla düzeltebiliyoruz. Bu dönem geçtikten sonra ise içe kapanıklık, karar verme yetisini kısmen kaybetme, karar verse de hayata geçirememe, işi başlatıp sonlandıramama gibi sorunlar ortaya çıkıyor. Zaten esas sorun da burada. Çünkü hastalık bu süreçte ciddi işlev kaybına neden oluyor. Kişinin benlik saygısı azalıyor, hiç çalışamaz duruma geliyor."
    Hastalığın bu dönemini "kırık bir kolun alçıdan çıktıktan sonraki ilk günlerine" benzeten Yrd. Doç. Dr. Buket Cinemre, "Kırılmış bir kol alçıdan çıktıktan sonra anatomik olarak iyileşmiştir ama kol eski kol değildir. Kaslar zayıflamıştır, eklemlerde zayıflık başlamıştır. Şizofrenide de böyle bir durum sözkonusu. Hastada akut dönem geçtikten sonra içe kapanıklık, işe yaramama duygusu gelişebiliyor" dedi.
    HER 100 KİŞİDEN BİRİ ŞİZOFREN
    Yrd. Doç.Dr.Cinemre, şizofreninin daha çok ergenlik ve genç erişkinlik döneminde ortaya çıktığını ve toplumda görülme sıklığının yüzde 1 oranındaolduğunu bildirdi. Bu dönemin, kişilerin en üretken oldukları, hayatlarıyla ilgili önemli kararları aldıkları dönem olduğuna işaret eden Cinemre, hastalığın bu dönemde ortaya çıkmasıyla hastaların büyük kayıplar yaşadıklarını, en başta geleceklerini kaybettiklerini söyledi. Şizofren kişilerin hastalıklarını farketmediklerine de işaret eden Yrd.Doç. Dr. Cinemre, burada hastanın yakın çevresine büyük görev düştüğünü vurguladı. Hastaların bu dönemde yaşadıkları kurguyu gerçek sandıklarını belirten Yrd. Doç.Dr.Cinemre, şunları kaydetti:

    "Bu kurguyu gerçek sandıkları için de tedaviyi reddediyorlar. Hastalığıdaha çok şizofreni olan kişinin yakın çevresi farkediyor. Örneğin kişinin saçma konuşmalar yapması, kendi kendine konuşup gülmesi buna örnek. Ama şizofreninin sinsi şekilde ortaya çıktığı durumlar var. Hastalık bu şekilde gelişiyorsa içekapanıklık veya depresyon sanılabiliyor. Kişide özbakımda azalma, öğrenciyse ders başarısında düşme oluyor. Buna da ancak uzman kontrolünde karar verilebiliyor."
    ETİKETLENME KORKUSU
    Yrd. Doç. Dr. Buket Cinemre, hastalığın ortaya çıkmasında gen-çevre ilişkisi bulunduğunu, kalıtsal etkinin yanı sıra çevresel koşulların hastalığı hızlandırabildiğini veya engelleyebildiğini bildirdi. Hastalığın toplumda da yeterince tanınmadığını, hastaların, kişilerin kendilerine ön yargıyla yaklaşmasından korktuğunu anlatan Yrd. Doç.Dr.Cinemre, şunları söyledi: "Hastalar etiketlenme korkusuyla, iyileştikten sonra bile kendilerini gizlemek istiyorlar çünkü ön yargılardan korkuyorlar. Bu ön yargılar nedeniyle toplumla hastalar arasındaki mesafe de artıyor. Bu hastalık kimsenin kendi tercihi olamaz. Bana göre şizofreni, hipertansiyondan daha farklı bir hastalık değil. Eğer doğru zamanda ve doğru şekilde müdahale edilirse, şizofrenlerin normale yakın ya da tamamen normal bir yaşam sürdürmeleri mümkün."

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye'de de her geçen gün organ nakli için sıraya giren hasta sayısı artıyor. Türkiye'nin handikapı ise bilgi eksikliği nedeniyle organ bağışı yapan kişi sayısının çok düşük olması.
    Türkiye'de organ bekleyen yaklaşık 45 bine yakın hastanın olduğunu belirten Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi Koordinasyon Birim Sorumlusu Nilgün Bilal Keçecioğlu, bu sene bağış yapan kişi sayısının ise sadece 600'de kaldığını açıkladı.
    Organ bağışının artmasını engelleyen en önemli unsurun yanlış algılamalar olduğunu belirten uzmanlar, ölen bir yakınının organlarını bağışlamayı düşünen bir ailenin kişinin bedensel bütünlüğünün tamamen bozulacağı endişesini taşıdığını söylüyor.
    Organ nakli yapılan kişinin kadavrasının "poşet içinde" aileye teslim edildiği gibi gerçekdışı inanışlar da organ bağışı kampanyalarının yeteri kadar destek görmesine engel oluşturuyor. Uzmanlar ise bu inanışın çok yanlış olduğunu ve ölen kişinin vücut bütünlüğüne büyük saygı gösterildiğini belirtiyor.
    TÜM TÜRKİYE'Yİ İLGİLENDİREN SOSYAL BİR SORUN
    Beyazıt Öztürk ve Meral Okay'ın hazırlayıp sunduğu "Nası Yani" adlı programa konuk olan Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi Koordinasyon Birim sorumlusu Nilgün Bilal Keçecioğlu, "Kişinin yakınını kaybettiği an en acılı andır insanların en acılı oduğu zaman en bencil oldukları andır. O sırada o insanların canı yanıyor. Başkasını düşünme fırsatları pek yok, çok zorlanıyoruz." sözleriyle yaptıkları işin zorluğuna dikkat çekiyor.
    Keçecioğlu ayrıca organ bekleyen hastaların hem çok kalitesiz bir yaşam sürdürdüklerini hem de devletin bu hastalara sosyal güvenlik sitemi vasıtasıyla büyük paralar hartcadığına dikkat çekiyor. "Bir böbrek hastasının bir yıllık maliyeti devlete 23 bin dolar. Organ nakli olsa birinci yıl rakam 20 bin dolara ve sonraki 5 yılda 5 -6 bin dolara kadar iniyor. Devlet bu yaşam standardı sıkıntılı olan hastalara çok ciddi paralar harcıyor" sözleriyle organ bağışının önemine vurgu yapıyor.
    Nilgün Keçecioğlu, birgün hepimizin, "organ vericisi" olmaktan çok "organ alıcısı" olma ihtimali olduğunun altını çizerek "O listede bekleyenlerden biri de olabiliriz" diye konuştu.

    YOĞUN BAKIM DOKTORLARINA ÇOK BÜYÜK GÖREV DÜŞÜYOR
    Memorial Hastanesi'nin Organ Nakli Koordinatörü Mümin Uzunalan organ bağışı konusunda yaşanan algı yanlışlılarını KANALDHABER.COM.TR'ye anlattı.
    * Bağış yapmak için iki şahit getirilmesi gerekiyor. Türkiye gibi bürokratik işlemlerde sorunlar yaşanan bir ülkede bu pek çok bağışçı için büyük bir sorun gibi görünüyor. Bu süreç daha basitleştirilemez mi?
    Kişi sağlığında organ bağışı yapmak istediğinde herhangi bir sağlık kurumuna başvurarak organlarını bağışlayabilir ve organ bağış kartı alabilir. Bu prosedürle uğraşmak istemeyenler ise ailelerine organ bağışında bulunmak istediklerine dair bilgi verebilirler. Sonuçta hayatını kaybeden birinin organları ailesinin onayı alınmadan bağışlanamayacağı için, kişi sağlığında bağış yapsa da yapmasa da geride kalan yakınlarının onayı şarttır. Dolayısıyla sağlığında aile bireylerine vereceği bilgi bir anlamda kişinin bu konudaki vasiyetidir.
    * Ünlü bir kişi var mı topluma örnek olacak organlarını bağışlayan? Bu tip, halkın sevdiği kişiler ile görüşme yapılsa kamuoyuna bağışçı oldukları duyurulsa daha sonraki süreç takip edilse, bağış sayesinde hayata dönen insanlar lanse edilse bağışların artmasına etkili olur mu sizce?
    Çolpan İlhan, Kerem Alışık, İlhan Mansız, Kenan İmirzalıoğlu gibi birçok isim sayılabilir. Aslında birinin ismini vermek ismini vermeyi unuttuğumuz diğer ünlülere haksızlık olacağından hepsinin total desteğinden söz etmek daha doğru olur. Ancak sağlıklı iken yapılan bağışlarla hayatını kaybettikten sonra yapılacak bağışları birbirinden ayırmak gerek. Diğer taraftan sadece ünlülerin hayatını kaybetmesini beklemeye gerek yok. Bir çok organ bağışı oluyor ve bu organlarla bir çok hasta hayata dönüyor. Bunları kamuoyunun gündemine taşımakta da medyanın biraz çaba harcaması gerekiyor. Ayrıca geçmişte ünlülerin organları da bağışlandı ve bu organlarla hayata dönenler haber yapıldı. Sorun bu haberlerin bir stratejinin parçası olmadan bir tek haber bazında ele alınması. Oysa ki uzun soluklu projelerle halka sürekli ve doğru bilgi akışını sağlamak gerekiyor.
    * Bizde "gönüllülük yöntemi" uygulanıyor şu an ve istatistiklere göre bağışçı sayısı da çok yetersiz. Şu anda genç olan nüfusumuzun önümüzdeki yıllarda yaşlanmasıyla beraber organ nakline daha çok ihtiyaç olacak. Peki bu projeksiyonu şimdiden oluşturup batılı ülkelerin "İtiraz yöntemi" uygulamasına geçebilir miyiz? Bizim toplumsal yapımıza uygun mudur bu sistem?
    Dünyada uygulanan bir çok model var. İtiraz yöntemi de bunlardan biri. Ülkemiz şartlarında uygulanabilirliği konusunda ciddi endişelerim var. Ancak bu konular kanun, yönetmelik ve yönergelerle belirlenmiştir. Dolayısıyla ancak kanun koyucuların iradesiyle değiştirilebilir. Toplumda böyle bir beklenti oluşursa dikkate alınır diye düşünüyorum. Hangi sistem uygulanırsa uygulansın bir noktayı göz ardı etmemek gerek. Organ bağışı kültürü oluşmadan sistemler başarılı olamazlar. Doğru mesajlar, doğru bilgiler ve sonuçların insanlara anlatılmasıyla zamanla bir organ bağışı kültürünün oluşacağını düşünüyorum. Bizim çaba harcamamız gereken husus budur. Bazen hepimizin yöneldiği sorunları kolay yoldan çözme girişimleri organ bağışı konusunda asla işe yaramayacaktır. Dolayısıyla hepimiz üzerimize düşeni yapmalı ve organ bağışını arttırmak için insanlara bilgi vermeliyiz.
    * Bu rakamların artırılabilmesi için ne yapılabilir?
    Bu sorunun cevabı aslında çok çok uzun. Yeniden keşifler yapmaya gerek yok. Organ bağışında başarı sağlamış ülkeleri örnek alabiliriz. Halkın bilinçlenmesi şart elbette. Ülkemizde insanların en önemli dostu hiç şüphesiz televizyonlardır. Buradan yola çıkarak televizyonların organ bağışı kampanyalarında aktif rol alması gerektiğini düşünüyorum. Bazen dizilerde son derece yanlış ve çok basit bir telefonla bile alınabilecek bilgilerden yoksun senaryolarla karşılaşıyoruz. En azından doğru mesajların işlenmesi sağlanarak bu olumsuzluklardan sıyrılabiliriz. Rayting kaygısını anlıyorum ama yanlış bilgi vermeden de organ bağışının içerisinde yeterince rayting unsuru olduğunu düşünüyorum. Elbette devlet televizyonları daha güçlü el atmalılar organ bağışına. Bilgilendirici klipler hazırlanarak bunların belirli aralıklarla gösterimleri çok zor değildir diye düşünüyorum. Ayrıca hekimlerin ve sağlık çalışanlarının da çeşitli metotlarla eğitimleri gerekli.

    HANGİ ÜLKE, HANGİ SİSTEMİ UYGULUYOR?
    * Arnavutluk, Hırvatistan - Yasal bir düzenleme yok
    * İrlanda, Litvanya, Malta / Yasal bir düzenleme yok - Geliştirilmiş gönüllülük yöntemi uygulanıyor
    * Danimarka, Almanya, Yunanistan, İngiltere, Yugoslavya, Hollanda, Romanya, İsviçre, Türkiye, Beyaz Rusya / Geliştirilmiş gönüllülük yöntemi
    * Lüksemburg, Avusturya, Polonya, Portekiz, Slovakya, Slovenya, İspanya, Çekoslovakya, Macaristan / İtiraz yöntemi
    * Belçika, Finlandiya, Fransa, İtalya, Ukrayna, Letonya, Liechtenstein, Norveç, Rusya, İsveç, Kıbrıs / Geliştirilmiş itiraz yöntemi
    * Bulgaristan / Sadece olağanüstü durumlarda izin veriliyor
    * Estonya / Komisyon karar veriyor

    ORGANLARINI DOĞAR DOĞMAZ BAĞIŞLIYORLAR!
    Temelde organ bağışı ile ilgili dört yöntem vardır. Bu yöntemler, bağış yapan kendi isteği ile organ bağışı yapmaya hazır olmadığı zamanlarda devreye girer. Bu düzenlemeler şimdilik her yerde aynı şekilde kullanılmıyor. Her ülke kendi kararlarını kendisi veriyor.
    * İtiraz Yöntemi
    * Genişletilmiş İtiraz Yöntemi
    * Gönüllülük Yöntemi
    * Genişletilmiş Gönüllülük Yöntemi
    Bunların içerisinde İtiraz Yöntemi en geniş kapsamlı yöntemdir. Bu yöntemde sağlığında kesin itirazı olmayan herkesin organı bağış olarak kabul edilir.
    Genişletilmiş İtiraz Yöntemi ayrıca şöyle bir hakkı da içerir: Bağışçının ölümünden sonra, potansiyel bağışçının akrabaları organ bağışını, ölen kişinin, yaşarken yaptığı vasiyet olarak kabul ederler.
    Gönüllülük Yöntemi ise bağışçının yaşarken organlarını bağışlayacağını kabul etmiş olması zorunluluğunu getirir. Kesin bir organ bağışı yapmayı kabul etme prosedürü gerektirir. Bu nedenle çok dar kapsamlıdır.
    Genişletilmiş Gönüllülük Yöntemi'nde bağışçının ölümünden sonra, ailesi de bağış için onay verebilir. Bu uygulama Gönüllülük Yöntemi'ni genişletmektedir.
    Bu dört yöntemin yanı sıra iki istisna yöntem daha vardır: Bilgilendirme Yöntemi ve Acil Durum Yöntemi
    Bilgilendirme Yöntemi'nde bağışçının izni şarttır. Eğer potansiyel bağışçının yanında, organ bağışı yapmak istemesi ile ilgili herhangi bir yazılı belge yoksa, bağışçı olmak istemiyordur. Bu durumda ailesine bilgi verilmesi gerekir. Ailenin itiraz etme hakkı vardır.
    Acil Durum Yöntemi'nde, bağışçının kendisinden veya ailesinden bir itiraz olsa bile, her durumda organ alınır.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  8. #8

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hava kirliliğinin, kronik akciğer rahatsızlıklarında, sigara kadar etkili olduğu vurgulandı.

    Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Özer, her kış olduğu gibi bu kış da hava kirliliği ve soğuğun etkisiyle göğüs hastalığı vakalarında artış yaşandığını söyledi.

    Kış mevsiminde genel olarak kronik akciğer hastalarında artış olduğunu belirten Prof. Dr. Özer, bunun sebepleri arasında en başta sigara içilmesi, sigara içilen ortamlarda sigara dumanı solunması ve hava kirliliğinin geldiğini ifade etti.
    Prof. Dr. Özer, kronik akciğer rahatsızlıkların ortaya çıkması ya da nüksetmesinde kışın artan gribal enfeksiyonların da önemli rol oynadığını vurguladı.
    Kronik akciğer rahatsızlıklarında sigara kadar hava kirliliğinin de etkili olduğunu ifade eden Prof. Dr. Özer, şunları kaydetti:
    “Yani bir anlamda hava kirliliğinin yoğun olduğu zamanlarda dışarı çıkan kişiler, zarar verici miktarda sigara içmiş gibi etki altında kalıyor. Bu nedenle hava kirliliğinin arttığı kış aylarında bronşit, astım gibi kronik akciğer rahatsızlığı olanların daha dikkatli olması gerekiyor. Bu hastalıkları taşıyan kişilerin her yıl grip aşısı olması gerekiyor. Kronik akciğer rahatsızlığı olanlar hava kirliliğinin yoğun olduğu saatlerde dışarı çıkmamalıdır. Bu konuda en fazla duyarlı olması gerekenler ise yaşlılar ve çocuklardır.”

  9. #9

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp DamarCerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şah Topçuoğlu, stresin kalpritmini bozduğunu söyledi. Topçuoğlu, dünyada ölüm nedenleri arasında ilk sırada yer alan kalp damar hasatlıklarına artık ileri yaşlarda değil, çocuk ve gençlik çağlarında da sıkça rastlandığını, bunun doğumsal anomaliler, ailesel geçiş, çevresel faktörler ve değişen beslenme alışkanlıkları olmak üzere çeşitli nedenlerin yanı sıra stresten de kaynaklandığını belirtti.

    Günümüzde stressiz bir yaşamın düşünülemeyeceğini belirten Topçuoğlu,"ancak, kalbini seven çağın vebası denilen bu durumu mümkün olduğunca frenlemeli. Tempolu yürüme, koşma ya da spor sırasında daha çabuk hissedilen bu durum, kalbin idare merkezinde yapısal bir sorun ya da ileti yolları olan yani kalbi besleyen damarlarda problem olduğunu gösteriyor. Çoğu kişi tarafından hissedilemeyen ya da hafife alınan bu durumun ani ölümlere yol açtığı görülüyor" dedi.

    Topçuoğlu, gelişen tıp imkanları sayesinde ritm bozukluklarının nedeninin kolayca belirlenerek ilaçlı ve cerrahi operasyonla tedavisinin mümkün olduğunu, normal elektrografide görülmese bile 24 saatlik holter EKG denilen yöntemle tespit edilebildiğini belirterek, şöyle devam etti: "Burada bir bozukluğa rastlanırsa elektro fizyolojik çalışmalar yapıyoruz. Bu tespit bize tedaviyi ilaçlı mı yoksa cerrahi operasyonla mı gerçekleştireceğimiz yönünde bilgi verir. Sürekli ilaç kullanımını her zaman onaylamıyoruz. Çünkü, her ilaçta mutlaka bir yan etki görülür."

    Topçuoğlu, kalp rahatsızlıklarının erken teşhisinde ailelere önemli görev düştüğünü belirterek, "çabuk yorulan, efor sırasında çarpıntı yaşayan çocuk ya da gençlerin mutlaka kalp hastalıkları uzmanına başvurması sağlanmalı" diye konuştu.

    KALP DIŞI NEDENLER
    Adana Kardiyoloi Merkezi uzmanlarından Dr. Farşit Farşidfar ise kalpteki ritm bozukluklarının, kalp dışı nedenlerden de kaynaklanabileceğini, bunlar arasında guatr hastalığı, kansızlık, fazla çay, kahve ve sigara kullanımının sayılabileceğini bildirdi. Aşırı heyecan, öğrencilerdeki sınav kaygısı ve stresin de kalpte ritm boukluğuna neden olduğuna dikkati çeken Farşidfar, özellikle risk faktörleri taşıyan kişilerin yanı sıra hiçbir rahatsızlık hissetmeyenlerin de yılda bir kezde olsa rutin kontrolden geçmesinin olası bir rahatsızlığın erken teşhisi açısından büyük önem taşıdığını kaydetti.

  10. #10

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Aktif bir cinsel yaşama sahipsiniz. Peki ama cinsellikle bulaşabilecek hastalıklardan haberdar mısınız? Sağlıklı bir cinsel yaşamın sırrı bu hastalıklar hakkında bilgi sahibi olmak ve tedbiri asla elden bırakmamaktan geçiyor.
    1. HPV Kansere dönüşebiliyor
    Human papiloma (HPV), genital hastalıklar ve serviks kanserine yol açabilen virüsün adı. Genellikle, bulaşma sıklığı, 20'li yaşların başında daha fazla. Çoğu zaman semptomları belirti vermiyor ve enfeksiyon herhangi bir tedavi olmadan kendiliğinden geçiyor. "Eğer aktif bir **** hayatınız varsa bu virüsün bir türünü taşıma riskiniz artar" diyen konunun uzmanları 30 çeşit HPV virüsü çeşidi olduğunu vurguluyor. Cinsel temasla kolaylıkla geçen ve kimi zaman tehlikeli olabilen bu virüsten korunmak için prezarvatif kullanmak kolay ve basit bir çözüm. Düzenli olarak smear testi yaptırarak da virüs taşıyıcısı olup olmadığınızı veya virüsün kansere dönüşüp dönüşmediğini öğrenebilirsiniz.
    2. Herpers ömür boyu sürüyor
    İstatistikler gösteriyor ki herpes virüsü gittikçe yaygınlaşıyor. "Herpes simpleks" adlı virüsün neden olduğu herpesin tedavisi yok ve bir kez bulaşınça ömür boyu taşınıyor. Özelikle genital herpese yakalananların sayısı İngiltere'de, son yıllarda yüzde 9 artmış. Yaşam kalitesini bozan bir sağlık sorunu olan herpesle savaşta cinsel ilişki sırasında korunmaktan ve tedbiri asla elden bırakmamaktan geçiyor.

Sayfa 8/9 İlkİlk 123456789 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •