Matrix Reloaded tıpkı birinci Matrix filmi gibi baştan sona kadar sembollerle donatılmış bir film. Film içinde saklanmış semboller fark edilmeden ve bunların tekabül ettiği şeyler düşünülmeden seyredilirse ancak bir sürü saçmalıkla doldurulmuş Hong Kong malı kung-fu filmlerinden bir tanesi daha seyredilmiş olur. Öte yandan semboller tespit edilip üzerlerinde kafa yorulmaya başlanırsa filmin aslında anlatmaya çalıştığı pek çok şey olduğu fark edilecektir.

Filmi ikinci kez seyrettikten ve internetteki tartışma gruplarındaki yazışmaları biraz takip ettikten sonra tespit edebildiğimiz noktaları paylaşmak istiyoruz. Filmi bu noktaların ışığında tartışmanın bizi daha verimli neticelere ulaştıracağını düşünüyoruz.

Filmin daha ilk karelerinde hemen logodan sonra Matrix kodunun bir noktaya dönüştüğünü görüyoruz. Aklımıza “Big Bang” teorisi geliyor. Yani kainatın genişlemesine bakarak her şeyin tek bir noktadan (ak delik?) başlayan bir patlama ile vücuda geldiğini ileri süren teori! Daha sonra bu noktadan geri doğru çekilmeye başlayan kameranın bize gösterdiği “fraktal” grafikleri görüyoruz.


Fraktallar

Fraktal grafikler matematikçilerin son otuz senedir uğraştıkları bir alan. İnsanların yıllarca çalışsalar yapamayacakları kadar çok sayıda hesaplama gerektiren bu grafikleri görmek ancak bilgisayarların kullanılmaya başlamasıyla mümkün oldu. Bir tarafıyla kaos teorisinin matematiğe yansımalarından biri olan fraktal grafiklerin temel iki hususiyeti şöyle hülasa edilebilir:

1.Fraktal grafikler matematikte “kompleks” denilen sayılarla yapılan bir dizi hesaplamanın sonucunda üretilmiş hiçbir düzen takip etmeyen (kaotik) sayıların bir izdüşümü alınarak elde edilir.

2.Fraktal grafiklerin küçük bir bölümü seçilip büyütülürse asıl resmin çok benzeri olan bir resim elde edilir.

Birinci maddenin filmdeki aksini “determinizm-kaos” ikilemi olarak belirleyebiliriz. Determinizm ilkesi aynı sebep (etki) sağlanabilirse her zaman aynı netice (tepki) elde edileceğini söyler. Peki aynı sebebi oluşturmak mümkün müdür? Kaos teorisyenleri göre mümkün değildir. Zira kontrol edilmesi mümkün olmayan sayısız etken başlangıç şartlarında çok küçük farklılıklar meydana getireceklerdir. Bu farklar ise ilk başta olmasa bile belli bir noktadan sonra önceki tecrübeden çok uzaklaşan gelişmeleri müteakip tamamen alâkasız neticeler husule getireceklerdir. Filmde Merovingian karakteri determinizmin müdafii olarak karşımıza çıkacak ama inkar ettiği kaos onu bulmakta gecikmeyecektir.

İkinci madde ise filmde cevabını bulamadığımız “acaba Matrix içinde Matrix mi var?” sualinin cevabına dair ipuçları ihtiva ediyor.


Saat 00:00 – Aynı anda hem başlangıç hem de son…

Kamera geri çekilişini (zoom-out) sürdürüyor. Bir saatin iç aksamı içinde çarklar ve miller arasında biraz dolaştıktan sonra nihayet Matrix’in içine çıkıyoruz. Matrix’de ilk gördüğümüz eşya az önce içinde dolaştığımız saat ve bu saat tam gece yarısını yani günün başladığı ve bittiği anı gösteriyor!. Bu sahnenin aslında filmin düğümünün de atıldığı sahne olduğunu düşününce taşlar yerine oturuyor. İleride her şeyin bittiği ve yeniden başlayacağı anın bu an olduğunu göreceğiz. Tıpkı bir gün gibi!


Rüya: Uyanışın uykuda gelen ipuçları…

Bu ana kadar seyrettiklerimizin filmin kadın kahramanı Trinity vurulunca dehşetle uyanan Neo’nun gördüğü bir rüya olduğunu anlıyoruz. Neo aslında herhangi bir rüya görmüyor. Seçilmiş kişi (the one) rüyasında geleceği görüyor. Aslında uyuma uyanma ve rüya argümanlarına ilk filmden de aşinayız. “Uyanan” Neo’nun kendini içinde bulduğu geminin adı “Nebukadnezar” idi. Nebukadnezar eski Babil krallarından biri. Hz. Danyal (Daniel) peygamberin kıssasında ismi geçiyor. Hikayesinin Tevrat’ın Danyal bölümünde anlatıldığını okuduk. Rivayete göre Nebukadnezar bir rüya görür ve kahinlerini çağırıp rüyasını tabir ettirmek ister ancak rüyasını hatırlamamaktadır. Kahinler hem ne rüya gördüğünü bilip hem tabir edecekler veya öleceklerdir. Hz. Danyal bu imkansız görünen işi yapar ve kahinleri kurtarır. Bazı kaynaklar Hz. Danyal’ın rüya yorumları remil ve kehanetler üzerine “Kitab-ül Cifr” isimli bir kitabının olduğunu söylerler. “Cifir” kelimesinin etimolojik incelemesi de son derece heyecan vericidir. Bu kelimenin Arapça’dan batı dillerine cifreé – cipher diye geçtiğini oradan Türkçe’ye “şifre” olarak geri geldiğini biliyoruz. Hatta bunun İngilizce’deki “cyber” kelimesi ve bizdeki “sıfır” kelimesiyle akrabalığı bulunabileceğine dair gayet akla yatkın iddialar mevcuttur. Birinci filmde mürettebata ihanet eden karakterin ismi adeta bu iddialara bakarak konulmuştu: “Cypher”. Yani biraz “cyber” biraz “şifre” biraz “sıfır”…

Rüyalara dönelim… Rüyalar tarih boyunca filozofların zihinlerini meşgul etmişlerdir. Rüya ile gerçeği birbirinden ayıran nedir sualini biraz daha provakatif hale getirmek için hafifçe değiştiren filozofun dediklerini hatırlayalım: “Eğer her gün her uykuya yattığınızda aynı rüyayı görseydiniz ve her rüyanızda kelebek olsaydınız şöyle düşünmez miydiniz: ‘acaba ben rüyasında kelebek olduğunu gören bir insan mı yoksa rüyasında insan olduğunu gören bir kelebek miyim!’” İşte bu sorunun bir benzerini ilk filmde soran Neo’nun ikinci filmde artık uyuyamadığını görüyoruz? Neo uyuduğunda hep aynı rüyayı görmektedir ve ilk filmde olduğu gibi gördüğü rüyaların kendi gerçekliğinin üzerinde bulunan başka bir gerçeklikten “haberler” ihtiva ettiği fikrini aklından çıkaramamaktadır.

Matrix filmi batıda bizde olduğundan çok daha fazla tartışılıyor ve derinlemesine inceleniyor. “Büyük uyanıştan önce görülen rüyalar” argümanının Budizm ve Gnostisizm’den alındığı iddiasını internette okuduk. Farklı kiliselerin gösterdikleri farklı (ve taraflı) tepkileri karşılaştırarak bir neticeye ulaşmaya çalıştık. Gnostisizm kavramı birçok yerde karşımıza çıktı.


Gnostisizm – Bilinircilik

Matrix’im Gnostisizm ile bağı o kadar kuvvetli görünüyor ki Gnostisizmin ne olduğunu bilmeden filmin tam olarak anlaşılmayacağı görülüyor. Bilgilenmeler edinilen bilgiyle aydınlanmaya yaklaşmalar rüyaların ve sezginin ehemmiyeti ışıklı kapılardan geçerek bilgi kaynağına ulaşmalar ve daha bir çok öğe Gnostik referanslar taşıyor. Bu yazı yazıldığı zaman google arama motoru internette Matrix ve Gnostisizm kelimelerinin geçtiği iki bine yakın web sayfası buluyordu. Şimdi bu malumat deryasından süzebildiklerimizi kısaca sıralayalım:

1.Gnostisizm M.Ö. 5. ve 4. yüzyıllardan itibaren ortaya çıktığı sanılan ve orta doğuda yayılan bir dini felsefi akımdır. Bu akım İsa’dan sonra birinci asırda bazı Hıristiyan toplulukları içinde kendini göstermiş ve beşinci asra kadar etkinliğini devam ettirmiştir.

2.“Gnosis” kelimesinin etimolojisinden yola çıkılarak bu akımın bir “bilgi ile kurtuluş” akımı olduğu söylenmektedir. Ancak “gnosis” kelimesinin bugün İngilizce’de ki “know=bilmek” kelimesinin atası olduğu göz önüne alınarak varılan bu netice yanıltıcı olabilir. Gnostikler peşinde oldukları “kainat bilgisinin” teslimiyet ve ibadetle değil de sezgiyle ve bu bilgiye ulaşmayı sağlayacak bir takım sihirli formülleri bulup öğrenmekle elde edilebileceğine inanırlar.

3.Misallendirmek gerekirse “Maniheizm’in” ve “Sâbiîliğin” tamamıyla gnostik inanç ve öğretileri temsil eden dini gelenekler olduğu ileri sürülürken bazı din ve felsefe tarihçilerince “Mandeizm Hermetizm” vs. gibi mistik inançlar da Gnostisizm olarak nitelenir. Bu yaklaşıma dayanarak Kabala’yı bir Yahudi Gnostisizm’i Batıniliği de bir Müslüman Gnostisizm’i sayanlar vardır.

4.Gnostisizm bir çok araştırmacı tarafından dini sapkınlık olarak görülmektedir.

5.Tarih sahnesine İsa’dan sonra yeniden çıkan Gnostikler eski Yunan Felsefesi’ni esoterizm ve Hıristiyanlıkla kaynaştırıp eklektik bir inanç sitemi kurmaya çalışan dini-mistik düşünürlerdir. Temel olarak mutlak bilgi’nin anlık sezişlerle kavranabileceğine inanırlar. Tüm dinleri mutlak bilgiye ulaştırma noktasında yetersiz bulan Gnostikler mistik tarikat adamlarıdır Özellikle antik Yunan filozoflarından Eflatun’un felsefesini esas aldıkları için mutlak bilgiyi dini bilgilerin çok üstünde bulunan kurgusal bir bilgi sayarlar. Hz. İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğunu doğduğunu ve büyüdüğünü çarmıha gerildiğini kabul etmediklerinden Hıristiyanlarca sapkın sayılırlar. Bertrand Russell Hz. İsa’yı bir insan saydığı için Hz.Muhammed’i Gnostik saymıştır.

6.Gnostisizmin temel kültleri şöyle sıralanabilir:
a.Zıtlıklar üzerine inşa edilmiş bir düalizm.. Burada bu yazıyı yazarken Gnostisizm konusunda çok kereler başvuru kaynağı olarak kullandığımız Şinasi Gündüz’ün makalesinden bir paragrafı iktibas edeceğiz:

“Gnostik öğretinin arka planında madde-mana aydınlık-karanlık ruh-beden ve dünya-öte dünya gibi değerler arasında var olduğuna inanılan katı bir düalizm bulunur. Gnostikler makro planda alemi ışık alemi ve karanlık alemi şeklinde ikiye ayırırlar. Işık ya da nur alemi iyiliği hakikat ve gerçeği temsil ederken karanlık ve zulmet alemi kötülüğü yalanı ve gerçek olmayanı temsil etmektedir. Işık alemiyle karanlık alemi arasında bitmek tükenmek bilmeyen bir mücadele ve çekişme vardır. Madde ve maddi olan her şey yani içinde yaşadığımız dünya bedenlerimiz ve bu dünyaya ait olan her şey kötülük alemine aittir ve dolayısıyla bizatihi kötüdür. Ruh ve ruhsal olan varlıklar ise ışık alemine aittir ve yapısı gereği iyidir. Kötülük alemiyle iyilik alemi ya da ışık ile karanlık veya nur ile zulmet arasındaki bu mücadelede başarılı olacak olan iyilik yani ışık veya nurdur. Makro hayatın sonunda kötülük ve zulmet ışık tarafından dizginlenerek tahakküm altına alınacak ve onun emrinde olan madde ve maddi alem yok edilecektir. Mikro hayatı temsil eden insan açısından da aslolan iyilik alemine ait olan ruhsal varlığına değer vermek ve kötülüğe ait olan maddi yapısına yani bedenine ve bedenin istek ve arzularına boyun eğmemektir. Varlık itibarıyla kötü olan bu dünya ve dünyevi şeyleri terk etmek ışık ve iyiliğin timsali olan ruha ve ruhsal aydınlanmaya kulak vermek gerekir. Böylesi bir düalizm konusunda Gnostisizm diğer düalist geleneklerden ayrılır. Örneğin Zerdüştlükteki düalizm daha ziyade ahlakî bir karakter taşır. Gnostik düalizm adını verdiğimiz gnostiklerin düalizminde ise -etik bir karakter taşımanın yanı sıra- maddi aleme karşı bir tavır söz konusudur. Gnostik düalizmde madde ve maddeden kaynaklanan her şey kötülükle özdeşleştirilir. Gnostik gelenekte hayatî olan bu tasavvur örneğin Zerdüştlükte görülmez.”

Matrix filmlerinin hepsinde sözü edilen düalizmi müşahede etmek mümkündür. Matrix’in içinde (yani karanlık zulmet ve yalanlar aleminde) her yerde yeşilin tonları hakimdir. Zaten başta Matrix’in kodları yeşildir. Eğer film dikkatle izlenirse Matrix’in içinde bulunan hemen her sahnenin yeşil tonlarında görüntülendiği fark edilir. Özellikle zulmün yoğunlaştığı yerlerde yeşil iyice vurgulanmaktadır. Mesela birinci filmde ajanların Neo’yu sorguladıkları sahne tuzağa düştükleri otel odası hep yeşil tonlarda görüntülenmiştir. Aslında yeşil olmaması icap eden kahinin (oracle) odasının neden yeşil olduğu ikinci filmde anlaşılır: Kahin de aslına Matrix’in bir parçasıdır. ******** Matrix’in içindeyken yeşil bir kravat takarken gerçek dünyada kravat takmaz. Gerçek dünya (yani ışık ve hakikat dünyası) genelde mavi tonlarda görüntüleniyor. Bunun mahsus yapıldığını filmin yazarları Wachowski kardeşler bir mülakatlarında kendileri söylüyor.

b.Alâmet-i farikası hayat ve ışık olan tanrı inancı. Gnostik çevrelerde tanrı “hayat ağacının” özünde yahut kökünde bulunur onun mahiyetinin tam olarak anlaşılmasına imkan yoktur ve “hayat” “nur” “ışık kralı” gibi isimlerle anılır. Filmin sonuna doğru Neo’yu Matrix’in “kaynağına ulaştıracak olan ışıktan kapıyı hatırlayalım.

c.Yüce varlığın dışında maddî alemi yaratan varlık: demiurg. İnanılan yüce varlığın bütün kötülüklerin tecessüm ettiği “maddenin” yaratıcısı olamayacağına inanan Gnostikler bu işi yapan başka bir yaratıcı güce inanırlar. “Demiurg” Yunanca demiourgos (halk için çalışan) kelimesinden üretilmiştir. Kainatı ve insanın maddi varlığını yaratan güçtür. Kimi Gnostik gruplar için Demiurg doğrudan şeytandır. Filmde kendini “mimar” olarak tanıtan şahsın tanrı olduğunu düşünen bazı kimselerin gösterdiği tepki bu bağlamda manasızlaşır. Gnostik teolojide “Matrix’in” mimarı yani dünyanın yaratıcısı tanrı değil insanlığı hapsetmek isteyen şeytanın ta kendisidir.

7.Gnostikler maddeyi ruhun bozulmuş bir şekli olarak görürler. Onlara göre insanın varoluş amacı maddi varlığından sıyrılıp esas olana yani tanrıya dönmektir. Bu bizim tarikatlardaki “fenafillah” makamına ulaşmaya benzetilebilir. Gnostiklere göre bu “kurtuluş” ancak tanrının göndereceği seçilmiş bir kişi eliyle başlatılabilir ve kolaylaştırılabilir. Filmde Neo işte bu beklenen “mürşit” yahut başka bir değişle insanları kurtarmak için tanrının seçtiği kişidir.

8.Gnostikler “bilen” ve bilgileri ile tüm varlıklar arasında üstün hale gelen bilgisizlere nispetle geçmiş ve gelecekte bambaşka statüler kazanan kişilerdir.

Özetlemeye çalıştığımız noktalardan çok daha fazlasının internette bulunduğunu belirtmek isteriz. Gnostisizm ile ilgili yazıları okurken filmde ki argümanların hemen hemen tamamının kaynaklarını tespit edebildiğimi gördük. Bundan sonra da yeri geldikçe Gnostisizm ile filmi irtibatlandırdığımız noktaları vurgulamaya çalışacağız.


TOPLANTI

Nebukadnezar ve onun gibi birçok gemi kaptanı karşı karşıya bulundukları tehlikeli vaziyeti tartışmak ve ne yapacaklarına karar vermek üzere Matrix’in içinde buluşuyorlar. Osirus isimli gemiden gelen haber konuşuluyor. Filmde bazı yerler havada kalmış gibi görünse de işin aslı böyle değil. Matrix 2’den kısa süre önce bitirilen Animatrix isimli filmler serisini seyretmiş olanlar Osirus’u ilk defa işitmiyorlar. Dokuz kısa filmden oluşan koleksiyonun birinci filminin adı “Osirus’un son uçuşu” idi. Bu kısa filmde Osirus isimli gemi makinelerin saldırısına uğruyor ve kaçarken yeraltından yer yüzüne çıkmaya mecbur oluyor. İşte o anda gemi mürettebatı dev bir makinenin yeri kazarak Zion’a doğru ilerlediğini görüyor ve bu haberi canları pahasına merkeze gönderiyorlar. Gemi kaptanlarını bir araya getiren haber de işte bu haber. Sembolleri ve referansları bulma çabamızı Osirus’un manasını anlamaya çalışarak sürdürelim.


Osirus

Osirus Mısır mitolojisinde yeraltı ve tarım tanrısı olarak biliniyor. Kaynaklarda “Usire” diye de anılıyor. Nephis ve Seth’in kardeşi Isis’in kocası olarak bilinen Osirus “ölümlü tanrılardan” sayılmakla beraber ölümden sonraki hayatı ve ruhun ölümsüzlüğünü simgeliyor.

İnsanlara tarımı ve medeniyeti öğreten tanrı sayılan ve bir yandan da hayatın ortadan kaldırılamayışını sembolize eden Osirus’u filmde (Animatrix’ten bahsediyoruz) yerine oturtmakta zorluk çekmiyoruz. Osirus gemisi filmde “yeraltından” toprak üstüne çıkıyor. Bu çıkış ile de “medeniyetin” (Zion) tehdit altında olduğunu ve sonunun yaklaştığını anlıyoruz. Filmin (Matrix Reloaded) genelini düşündüğümüzde Osirus’un Zion’a gönderdiği mesajla yeniden hayata dönüş sürecini sayılabilecek reaksiyonlar zincirini başlatan geminin ismi olduğunu fark ediyoruz.

Osirus’tan gelen haberi alan gemi kaptanları strateji belirlemek üzere bir araya geliyorlar. Aslında ne yapılacağı belli. Komutan “Lock’un” emirleri açık: Bütün gemiler yayın seviyesini terk edip Zion’a dönecekler. Komutanın ismi felsefeye azıcık ilgi duymuş herkesin mutlaka işitmiş olduğu bir ismi çağrıştırıyor: John Locke. Bu filozofun genel çerçeveye nasıl oturduğunu tartışmadan önce hakkında neler biliyoruz bir bakalım:


John Locke

John Locke’un fikirlerinin özü 1690 tarihli “Essay Concerning Human Understanding – İnsanın Anlayışı Hakkında Makale” isimli eserinde bulunabilir. Modern emprisizmin (Amprizm veya Empirizm de deniyor) temelleri bu eserle atılmıştır. John Locke’dan başka Francis Bacon David Hume Stuart Mill ve Herbert Spencer gibi düşünürler de emprisistlerden sayılırlar. Emprisistlere göre insan beyni doldurulmayı bekleyen bomboş bir kağıda levhaya yahut tabloya (tabula rasa) benzer. Yaşadıkları tecrübeleri ile her geçen gün bu boş tabloyu dolduracak olan insan için tecrübeden başka bir bilgi kaynağı olamaz.

Filmdeki komutan Locke’un filozof John Locke ile bir alakası olabileceği varsayımından yola çıkarak yaptığımız araştırmalar bizi son derece ilginç neticelere ulaştırdı. Amprizm nedir başlıklı Türkçe muhtevalı bir web sitesinde rastladığımız cümleyi aynen iktibas ediyoruz:

“Emprizmin batı dillerindeki kökü deney ve görgü anlamlarını dile getiren empeiria deyimidir. Bu yunanca deyim bilimsel bilgi anlamındaki yunanca episteme deyimle sezgisel ve tinsel bilgi anlamındaki yunanca gnosis deyimine karşıt bir anlam taşır ve görgüsel bilgi (insanın doğrudan doğruya gördüklerinden çıkardığı bilgi) anlamını dile getirir.”

Bu satırları okurken aklımıza Kahin’in “Bingo!” deyişi geliyor. Tahmin ettiğimiz gibi Locke ismi öylesine seçilmiş bir isim değil! Bu ismin arkasında bir felsefi okulun görüşleri saklanıyordu.

Filmde ******** ile kumandan John arasında yaşanan çekişme aslında Gnostiklerle Emprisistler arasındaki felsefi çatışmaya işaret ediyor. Sezgisel bilgiye aydınlanmaya kahinin (bilgisiyle yücelen kişinin) ve Neo’nun (seçilmiş kurtarıcının mesihin) yol göstericiliğine iman eden Gnostik kaptan ******** ile bilgiye ancak tecrübeyle ulaşılabileceğine iman eden ve her türlü sezgisel (intuitive) bilgiyi saçmalık sayan emprisist komutan Lock çatışıyor. Bu çatışmayı anlaması mümkün olmayan seyirciyi de ihmal etmek doğru olmayacağından senaristlerimiz ortaya herkesin kolayca anlayabileceği bir çatışma unsuru atıyorlar: Kaptan Niobe. Böylece her anlayış seviyesinden seyirci tatmin edilmiş oluyor. Felsefeden uzak olan ve “meseleyi kurcalamaktan” hoşlanmayan herkes için hadise çözülmüştür! Mesele “kız” meselesidir!...

Bu kadarı da fazla denecek biliyoruz ama Niobe ismi de öylesine uydurulmuş bir isim değil!


Niobe

Yunan mitolojisinde değişik hikayesiyle öne çıkan Niobe Tantalus’un kızı Thebes kralı Amphion’un karısı yani Thebes kraliçesidir. Babası mühim bir kişi olmakla beraber tanrı değildir. Annesi ise bir tanrıçadır. Hikaye Yunan mitolojisinin en değerli kaynaklarından sayılan Homeros’un İlyada’sında da anlatılır. Efsaneye göre Niobe kendisi tam bir tanrıça olmadığı halde Titan’ın kızı tanrıça Latona’yı (kaynaklarda Leto diye de geçiyor) küçümser. Latona’nın iki çocuğuna karşılık kendisinin yedi kızı ve yedi oğlu olması hasebiyle ondan çok daha fazla saygı hak ettiğini ileri sürer. Bu sözlerden alınan Latona kendini bir tanrıça ile karşılaştıran Niobe’yi cezalandırmaları için çocukları Apollon ve Artemis’i vazifelendirir. Apollon ve Artemis attıkları oklarla Niobe’nin on dört çocuğunu da öldürürler. Evlatlarının acısıyla dört gün boyunca hiç durmadan ağlayan Niobe sonunda yaşlar akıtan (ağlamaya devam eden) bir taşa dönüşür ve Sipylon yahut Sipylas denilen dağın zirvesine nakledilir.

Bu ismin bu efsanenin filmle alâkasını bir takım zorlamalara girmeden kurmak zor. Belki de üçüncü film bize neden bu ismin tercih edildiğini gösterecektir.


Upgrades

Toplantıda ********’un gemi kaptanlarından yardım istediğini görüyoruz. Gemisi Nebukadnezar’ın yeniden şarzolabilmesi için 36 saate ihtiyacı vardır. Bundan sonra yeryüzüne yakın olan “yayın seviyesine” tekrar çıkacaktır. Yayın seviyesinde mutlaka birisinin bulunması gerekmektedir çünkü ******** kahinin tekrar irtibata geçmesini beklemektedir. Bu davranış komutan Lock’un açık emirlerine itaatsizlik manasına gelecek olsa da orada toplanan insanlar zaten otoriteye “itaatsizlik” ettikleri için orada bulunabilen insanlardır. Neticede gemi kaptanlarından birisi bu vazifeyi kabul eder. Bu sırada birinci filmden tanıdığımız ajan Smith toplantı yapılan yerin kapısından Matrix’le irtibatını sembolize eden kulaklığını bir mesajla birlikte Neo’ya gönderir: Neo onu özgür bırakmıştır. Belki vazifesinde başarısız olduğu için belki ilk filmde Neo içine girdiğinde kodu değiştiği için artık bir Matrix ajanı değildir.

Bundan sonra toplantı yerine gelen ajanlar Neo ile nafile yere dövüşecektir. Neo bunlarla dövüşürken “upgrades” diyecektir. Yani versiyon yükseltmeleri. Ajanlar iyileştirilmiş geliştirilmiş programlardır ama Neo’yu durduramayacaklardır.

Bu sahnelerde doğrudan bir keşiş kıyafeti içinde görünen Neo dikkatimizi çekiyor. Siyah cüppesinin etekleri ayak bileklerine kadar uzanıyor. Tam bir dindar mümin zangoç kıyafeti.


ZİON

Son insan şehri Zion’u ilk kez görüyoruz. Mürettebatı genç bir çocuk karşılıyor. Bu çocuğun hikayesi de Animatrix’de anlatılıyor. Zion’un ilk göze çarpan özellikleri karanlık olması eski moda makinelerle donatılmış olması ve halkının genellikle zenci ve “Hispanic” olması. Aslında Zion’un bu demografik yapısı film üzerinde yapılan bir takım spekülasyonları boşa çıkarıyor. Matrix’ten kurtarılmış insanların kurduğu şehrin sakinleri sarı saçlı beyaz tenli mavi gözlü “efendiler” değil!

********’un kumandan Lock ile tartıştığı sahnede adeta John Locke’un hiddetle konuştuğunu işitiyoruz. Aynen şunları söylüyor kumandan: “Kahinleri de kehanetleri de Mesihleri de umursamıyorum!”