Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 1/2 12 SonSon
12 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: 22.02.2009 Saglık Haberleri...

  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Icon12 22.02.2009 Saglık Haberleri...

    Komadan hayata böyle bağlandılar

    Nesrin COŞKUN/İZMİR, (DHA)

    .hurriyet2008-detailbox-newslink { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:none; color:#000000;}.hurriyet2008-detailbox-newslink:hover { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:underline; color:#990000;}İZMİR'de akut karaciğer yetmezliği nedeniyle komaya giren ve nakil için ‘acil çağrı’ yapılan iki hasta, arka arkaya çıkan bağış organlarla, zamana karşı yarışan hekimler sayesinde hayata döndü.

    Konya'daki organın yetişmesi için kaldırılan helikopter hava muhalefetinden uçamadı, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. aktarmalı Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. uçağına zorunlu rötar yaptırıldı, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'daki organ ise tarifeli uçağa yetişmeyince özel uçakla gönderildi. İki organ da hastalara başarıyla nakledildi. Birkaç saat arayla iki nakli gerçekleştiren Doç.Dr. Murat Zeytunlu, “İki hastamız da genç, ikisi de komadaydı. Acil çağrı yapmıştık. Arka arkada iki organ çıkınca tercih kullanmak zorunda kalmadık” dedi. Komadan çıkan iki hasta ise büyük bir mucize mucize yaşadıklarını söyledi.

    Açıköğretim Fakültesi öğrencisi 22 yaşındaki Serhan Nizam, 10 gün önce rahatsızlandı. Hepatit B nedeniyle akut karaciğer yetmezliğine giren genç, gittikçe kötüleşti ve 11 Şubat günü Ege Üniversitesi Hastanesi'ne yatırılarak yoğun bakıma alındı. Karaciğeri iflas eden gence bağış organ bulunması için acil çağrı yapıldı. Türkiye genelindeki tüm hastaneler alarma geçirildi. 1 çocuk annesi 28 yaşındaki Esengül İlkhan da geçen 1 Şubat'ta rahatsızlandı. Ne olduğunu anlayamayan İlkhan, bir anda kendini hastanede buldu. Egekent Devlet Hastanesi'nden sevk edildiği Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde bir hafta yatan İlkhan, iyice kötüleşti. Serhan Nizam gibi bilinci kapanıp komaya giren Esengül İlkhan da 12 Şubat'ta sevk edildiği Ege Üniversitesi Hastanesi'ne yatırıldı. Gastroenteroloji Kliniği Yoğun Bakım ünitesinde yaşam savaşı veren genç anne için de çarenin karaciğer nakli olduğu bildirildi. Her an ölüme yaklaşan İlkhan için de acil çağrı çıkarıldı, kadavradan uygun bağış olması halinde organın Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'de beklendiği duyuruldu.

    MUCİZE BEKLEDİLER

    Babasını kaybeden, annesiyle yaşayan ve bir ağabeyi olan Serhan Nizam ile kocası 34 yaşındaki Tugay İlkhan metal sektöründe çalışan, 3 yaşında Gizem adlı bir kızı bulunan Esengül İlkhan, ‘akut karaciğer yetmezliği’ teşhisiyle, her an ölüme yaklaştıklarını bilmeden yaşama tutunmaya çalışırken; sevdikleri de umutsuzca mucize bekledi. İki genç için de umutsuz bekleyiş 14 Şubat Cumartesi günü “mucize” gibi yaşam umuduna dönüştü. İlk bağış müjdesi o gün saat 19.00'da Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'dan geldi. Kendisini asarak yaşamına son vermek isteyen, kaldırıldığı Vakıf Gureba Hastanesi'nde kurtarılamayıp beyin ölümü gerçekleşen 40 yaşındaki Hakan Akalın ailesi tarafından organlarının bağışlandığı bildirildi. İkinci bağış haberi ise iki saat sonra Konya'dan geldi. Konya'da Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde tanı amaçlı tetkik yaptırırken gelişen komplikasyon sonucu beyin ölümü gerçekleşen 33 yaşındaki Fatma Tuzla'nın organlarının bağışlandığı bildirildi.
    İki saat arayla gelen iki bağış Ege Üniversitesi Hastanesi'nde yatan Nizam ve İlkhan için adeta mucize oldu. Bağışların ardından iş, organların en kısa sürede Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'e getirtilmesine kaldı. Hayat kurtaracak iki operasyon için bu kez zamana karşı yarış başlatıldı; karayolu, havayolu her yol denendi. İki organın da zaman kaybedilmeden hastalara ulaşmasının sistemin başarılı olduğunu belirten Doç.Dr. Murat Zeytunlu, yaşananları şöyle anlattı:

    “İstanbul'daki bağış organın çıkartılması işini Çapa Tıp Fakültesi'ndeki meslektaşlarımız üstlendi. Ancak Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'dan Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'e 23.50'de kalkan tarifeli THY uçağına organ yetişmedi, bunun üzerine özel uçak tutuldu ve Cumartesi'yi Pazar'a bağlayan gece saat 02.30 sıralarında Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'daki organ elimize ulaştı. Konya'daki bağış organı da sabah Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'den 112 acil helikopteri gidip getirecekti. Ancak hava muhalefeti yüzünden helikopter kalkamadı. Bunun üzerine Konya Selçuk Üniversitesi'ndeki meslektaşlarımız organ çıkarma işlemini üstlendi. Organlar karayoluyla Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'ya götürüldü. Saat 09.45'teki direkt Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. uçağına yetişmeyen organların yetişmesi için 10.30 Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. aktarmalı Antalya- Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. uçağı zorunlu rötar yaptı, ekibi bekledi. Yaklaşık yarım saatlik bir rötarla Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. üzerinden gelen Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. uçağıyla bağış organ saat 14.00 sıralarında elimize ulaştı. İki hastamız da genç, ikisi de akut karaciğer yetmezliği nedeniyle komadaydı. Serhan Nizam'ın hastalığı hepatit B'ye bağlıyken, Esengül İlkhan'ın karaciğeri ise ilaç kullanımı nedeniyle iflas etmişti. Bir organ çıksa ikisi arasında tercih yapmak zorunda kalacaktık. İşin en güzel tarafı iki bağışın olması, tercih yapma durumunda kalmadık. Organların bize zamanında ulaşması sistemin başarısı. Önce Serhan Nizam'a Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. 'dan, ardından Esengül İlkhan'a Konya'dan gelen organları naklettik. Hastalarımızın ikisinin nakli başarıyla geçti, sağlık durumları iyi.”

    Birkaç saat arayla Doç.Dr. Murat Zeytunlu başkanlığındaki ekip tarafından nakil ameliyatları gerçekleştirilen Nizam ile İlkhan bir mucize yaşadıklarını söyledi. Hayat bulmaları için hekimden hemşireye, ambulans şoföründen hizmetliye onlarca kişinin çok emek verdiğini belirten Nizam ve İlkhan, “Emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Bize organlarıyla hayat verenlere rahmet, acılı ailelerine başsağlığı diliyoruz” dedi.

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Yanlış detoks sara nedeni



    .hurriyet2008-detailbox-newslink { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:none; color:#000000;}.hurriyet2008-detailbox-newslink:hover { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:underline; color:#990000;}Son yılların modası detoks diyeti yanlış uygulandığı zaman ciddi sonuçlar doğurabiliyor. Uzmanlar şu noktalara özellikle dikkat çekiyor:


    Detoks vücuttaki toksinleri atmak için ideal bir yöntem. Vücuttan toksinler atılmazsa yorgunluk, güçsüzlük, bitkinlik, aşırı uyku ya da uykusuzluk gibi sonuçlar doğurabilir.
    “Vücuttan toksinleri atalım” derken dikkatli olunması gerekir. Yanlış detoks diyeti aşırı oranda sıvı ve tuz kaybına neden olur. Bu da zihinsel bulanıklık, epilepsi (sara) gibi hastalıklara yol açabilir.
    Kilovermek için detoks yapmayın. Çünkü, programın amacı bu değil. Ayrıca, sadece kanser hastası hariç yetişkinlerde uygulanmalı. Çocuk ve ergenlik dönemindekilere tavsiye etmiyoruz.
    En büyük hata yalnız taze ve sebze tüketilmesine bağlı programlar. Tek bir besin grubuna bağlı kalındığında vücut yeterli oranda protein, demir, çinko, fosfor ve B vitamini alamaz.

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Doğum sonrası kontrolü ihmal etmeyin

    A.A

    .hurriyet2008-detailbox-newslink { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:none; color:#000000;}.hurriyet2008-detailbox-newslink:hover { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:underline; color:#990000;}Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Füsun Varol, yüksek riskli gebelik geçirmiş kişilerde görülen hipertansiyon ve albuminüri durumunda, tansiyon ile doğum sonrası kan ve idrar takiplerinin devam ettirilmesi gerektiğini bildirdi.

    Prof. Dr. Varol, gebelikte kilo ve tansiyon ölçümlerinin temel vazgeçilmez tetkikler olduğunu belirterek, sağlıklı bir gebelik geçirmek için çeşitli tetkiklerin yapılması gerektiğini söyledi.

    Öncelikle gebeliğin normal ya da yüksek riskli bir gebelik olup olmadığının tanımlanması gerektiğini anlatan Prof. Dr. Varol, normal bir gebelikte tam kan, idrar ve kan şeker tahlillerinin yapıldığını, duruma göre tiroid testlerinin de incelenebileceğini belirtti.

    Prof. Dr. Varol, şöyle konuştu:

    “Kanda seroloji tahlili de ilave edilmelidir. Fakat kızamıkçık gibi gebelik için zararlı olabilecek infeksiyonlara bağışık olup olunmadığı ve aşılanması gerektiği planlanan gebelikten en az 6 ay içinde incelenmesi uygun olabilir. Kilo, tansiyon ölçümleri temel vazgeçilmez takiplerdir. Yüksek riskli gebeliklerde kişinin tıbbi problemleri ilgili dalların da danışmanlığı da alınarak takip edilmelidir.”

    YAPILAN TETKİKLER

    Gebeliğin ikinci üç ayında uygulanan üçlü testin bir fetüsün bazı kromozom anomalilerini test etmek için kullanıldığını ifade eden Varol, toplumun bazı istatistik verilerine dayanan bu tarama testinde bulunabilecek riskin amniosentez gibi ileri testlerle incelenmesi gerektiğini vurguladı.

    Anne karnından alınan sıvının incelemesinin ise 16. haftada uygulanmasına amniosentez adı verildiğini belirten Varol, şunları kaydetti:
    “Alınan sıvıda sıklıkla anöploidi grubuna ait kromozom anomalileri, bazı metabolik hastalıklar incelenebilir. Bu konuda kişinin hikayesi, geçmişteki doğumlarındaki anomalileri bir genetikçi danışmanlığında aydınlatılabilir ve ona göre testler genişletilebilir.

    Yüksek rizikolu gebeliklerde ise tanım ve takibi özellik gerektirir. Gebelikte beslenme doğal ve dengeli olmalıdır. İlk üç ayda folik asit ve çinko desteği önerilmektedir. Daha sonra kişinin gereksinimine göre demir, kalsiyum, magnezyum desteği sağlanabilir, çoklu vitamin desteğinde de gebenin ihtiyaçları göz önüne alınmalıdır.

    Anne adayı gebelik boyunca sigara ve alkol kullanımdan kaçınmalıdır. Bebeğin beslenmesini etkileyerek düşük tartılı bebeklerin doğumuna neden olabileceği gibi, değişik gelişim problemlerine neden olabilir.”

    DOĞUMDAN SONRA

    Varol, doğumdan sonra kişinin lohusalik durumu, fizik bulgularının göz önüne alınması gerektiğini ifade etti.

    Lohusalıkta ateş, akıntı, kanamanın uzun sürmesi, süt vermedeki problemleri, kişinin yorgunluk, depresyon gibi problemlerine göre incelemelerin derinleştirilebileceğini anlatan Varol, “Örneğin yüksek riskli gebelik geçirmiş kişilerde görülen hipertansiyon ve albuminüri durumunda, tansiyon ile doğum sonrası kan ve idrar takipleri devam ettirilmelidir” dedi.

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Stresle başa çıkma yöntemleri

    A.A

    .hurriyet2008-detailbox-newslink { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:none; color:#000000;}.hurriyet2008-detailbox-newslink:hover { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:underline; color:#990000;}Uzmanlar, hayatın her anında kişinin karşısına çıkabilen strese karşı “kendi kendine konuşmak, şarkı söylemek, bağırmak, yastığı yumruklamak ya da havaya tekmeler savurmak” gibi ilginç yöntemler öneriyor.

    Psikolog Göksu Göktaş, kişinin ruh haliyle ilgili olan stresin, kontrol edilmediğinde birçok biyolojik rahatsızlıkları da beraberinde getirdiğini bildirdi.

    Göktaş, yaşamın neredeyse her anının stresle karşı karşıya geçtiğini belirterek, “sabah asansör bozuksa, trafik kötüyse, iş yerinde herkes gerginse, borçlar birikiyorsa, çocukların istekleri bitmek bilmiyorsa... Bu listeyi sonsuza kadar uzatabilirsiniz, ama bu, strese mahkum
    yaşayacağımız anlamına gelmez” dedi.

    Birçok kişinin strese mahkum olmamak için her konuda olumlu şeyler düşünmeye çalıştığını, ancak olumlu düşünerek stresi yok etmenin mümkün olmadığını belirten Göktaş, şunları söyledi:

    “Olumlu düşünme, boşa gösterilen bir çaba olarak kalacaktır, ama kontrol altına alabiliriz. Stresle baş etme yöntemleri herkes tarafından uygulanması zor ve 'nerede bende o şans' dedirtecek kadar imkansız görünüyor, oysa, o kadar zor değil.”

    Göktaş, maça giden erkeklerin evlerine döndüklerinde her zamankinden daha rahat göründüklerinin aile fertleri tarafından fark edilebildiğine dikkati çekerek, “Bunun nedeni maç sırasında bağırıp, bir süreliğine de olsa sorunlardan uzaklaşmadır. Bu nedenle, çevrenizde kimsenin olmadığına emin olduğunuzda kendi kendinize konuşun, bağırın, şarkı söyleyin. Kendi kendine konuşmak hakkındaki olumsuz yargıları da bir tarafa bırakın. Sizin ruh sağlığınız başkalarının ne düşüneceğinden daha önemlidir” dedi.

    Parkta oturmayı da stres atma yöntemi olarak gösteren Göktaş, “bir parkta oturup kuşları, çocukları, bekçileri, köpekleri izlemenin, sadece 15 dakika beyni bu doğal akışa bırakmanın gergin vücudun ve dolu zihnin rahatlamasını sağlayacağını” ifade etti.

    BİRKAÇ DAKİKADA RAHATLAMA TEKNİĞİ

    Göktaş, evde strese girildiğinde komik bir şarkı söylemenin, hatta komik hareketler yapmanın, zorla da olsa gülmek ve çocuk ruhunu yakalamanın birkaç dakika içinde kişiyi rahatlatacağını bildirerek, şöyle devam etti:

    “Zaman zaman fiziksel bir yük hissederiz. İçinizden bir şeyler devirmek, fırlatmak gelir. Bu gerçekten o anki bir ihtiyaçsa birkaç yastık yumruklayabilir, yerinizde hızlı koşma hareketi yapabilir, havaya tekmeler savurabilirsiniz. Bunları yalnız bir ortamda yapmak daha doğal olmanızı ve rahatlamanızı sağlar.”

    Göktaş, stresi kontrol altına almada sporun gücüne de dikkati çekerek, “araştırmalar sürekli yapılan sporun stresi kontrol altına almadaki etkisini kanıtladı. Örneğin yürüyüş, yüzme, koşu ve tenis. Kendinizi yorgun hissetseniz bile spor yapmanız, akşam eve huzur içinde dönmenizi sağlayacaktır” dedi.

    Psikolog Göktaş, bu önerilerin bazı kişilere komik gelebileceğini belirterek, “komik olduğunu düşünmeyin, mutlak uygulayın. Stresi kontrol altına aldığınızda komik bulduğunuz bu önlemleri yaşam tarzınız haline getireceğinizden emin olun” diye konuştu.

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bahar yorgunluğuna yakalanmayın



    .hurriyet2008-detailbox-newslink { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:none; color:#000000;}.hurriyet2008-detailbox-newslink:hover { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:underline; color:#990000;}Anadolu Sağlık Merkezi’nden Dahiliye Uzmanı Prof.Dr. Birsel Kavaklı, bahar yorgunluğu ile ilgili soruları yanıtladı.


    Bahar yorgunluğu nedir? Belirtileri nelerdir?
    Bahar yorgunluğu, hemen herkesin mevsim dönüşlerinde hissedebildiği bir takım ruhsal ve bedensel belirtilere verilen genel isim olarak ele alınıyor.
    Havaların ısınmasıyla birlikte birçoğumuz için yataktan kalkmak çok daha zor bir hal alırken gündelik işleri yaparken daha isteksiz olabiliyoruz. Bu durumu genellikle değişen hava koşullarına bağlasak da, uzun süren yorgunlukların ciddiye alınması, altta yatan başka bir sorunun da geçiştirilmesini engellemiş oluyor.
    Bazı dönemlerde yeterli besin alınmaması, vitamin ve minerallerin eksik kalması, tiroit bezinin çalışma düzensizlikleri, tansiyon - kalp - enfeksiyon hastalıkları, sigaranın fazla kullanılması yorgunluk belirtilerini artıran unsurlar olarak sıralanıyor.
    Bahar aylarında yorgunluk neden artıyor?
    Bahar aylarında havadaki elektrik yükü artıyor. Pozitif ve negatif yüklü iyonların artması da insan biyoritminde olumlu ya da olumsuz etkiler yaratıyor.
    Pozitif iyonlar insanı daha zinde hissettirirken, negatif iyonların artması insanın kendini daha halsiz hissetmesine ve yorgunluk belirtilerinin ortaya çıkmasında etkili oluyor. Ayrıca bahar aylarında, aslında vücudumuz daha aktif olmamızı sağlayacak hormonlar salgılanmasına karşın eğer ortada vitamin eksikliği, beslenme bozukluğu varsa, vücut buna aynı uyumu gösteremiyor ve yorgunluk hissi artıyor.
    Ayrıca bu aylarda neşeli ve enerjik olunmasının da temel nedenlerinden biri yine hormonlar. Bazı hormonlar karanlık ortamlarda daha fazla salgılanırken, bazı hormonlar ise insan metabolizması gereği güneş ışığı gördüğünde daha fazla salgılanıyor.
    Yazın güneşin fazla görüldüğü dönemlerde ise depresyondan çıkışı kolaylaştıracak, daha neşeli hale getirecek hormonlar salgılanıyor.
    Ancak kişinin ruhsal yapısı da bu durumdan ne kadar etkileneceğinde belirleyici oluyor. Örneğin eğer kişi depresif bir yapıya sahipse herkesin neşelendiği bir ortamda kendini daha depresif hissedebiliyor.
    Yorgunluktan korunmak için neler yapılabilir?
    Yorgunluğu gidermek için vitamin ve besin destek ürünlerinin alımı büyük önem taşıyor. Mümkün olduğu kadar sadece bahar aylarında değil, kış aylarında da eksik olan vitaminlerin alınması bahar yorgunluğunu fazla hissetmeden o dönemin geçirilmesini sağlar. Özellikle B ve C vitaminleri, potasyum ve çinko içeren besinler önemlidir. Yeterli düzeyde karbonhidrat alımı yorgunluktan korunmada önemlidir. Vücut enerjisinin yüzde 50-60’ı karbonhidratlardan sağlanmaktadır.
    Rafine edilmemiş karbonhidratların tüketimine ağırlık vermeliyiz. Bunlar taze meyve ve sebzelerde, tam buğday ekmeği ve tahıllarda bulunan karbonhidratlardır. Protein, dokularımızın temel taşı olduğundan diyetimizde yeterli düzeyde proteine yer verilmeli.
    Mevsim meyve ve sebzeleri de daha az kimyasal maddeye maruz kaldığı için daha sağlıklıdırlar. Bu nedenle sebze ve meyvelerin mevsiminde tüketilmesi önem taşıyor.
    Enerjimizi doğru kullanmanın da yorgunluk giderilmesinde faydası var mıdır?
    Yorgunlukla baş edebilmek için öncelikle enerjinin doğru kullanılmasının öğrenilmesi gereklidir. Çalışma ve dinlenme periyotlarımızı ayarlamalıyız. Kısa ve sık dinlenme aralıkları yorgunluğun ortaya çıkmasını önleyebilir.
    Çalışırken vücut mekaniklerini doğru kullanarak kas ağrılarını engelleyebiliriz. Çalışma ortamının iyi havalandığından emin olmalıyız. Çok sıcak veya çok soğuk ortamlar vücudumuzda ekstra bir stres yaratır.
    Vücudun susuz kalması yorgunluğu artırır mı?
    Vücudun çok hafif düzeyde susuz kalmasının dahi metabolizmayı yavaşlattığını hatırlatan Dr. Yaprak Ataker, günde en az 8-10 bardak su içilmesi ve kahve ile çayın mümkün olduğunca az tüketilmesi gerekiyor.
    Düzenli egzersiz olarak neler yapılabilir?
    Düzenli egzersiz ile metabolizma hızlanır ve dinlenmiş duruma göre daha fazla enerji oluşumu sağlanır. Kalp damar sisteminin ve solunumun düzenlenmesini, dokulara yeterli düzeyle oksijen taşınımını sağlar. Özellikle aerobik tipte olan yürüyüş, koşu, bisiklet, yüzme, dans gibi egzersizler tercih edilmelidir.
    Sürekli yorgunluk hissi ne gibi hastalıkların belirtisi olabilir?
    Yorgunluk, vücudumuzun fiziksel çalışmaya, psikolojik strese, uykusuzluğa verdiği fizyolojik bir cevap olarak tanımlanıyor. Yorgunluk fizyolojik bir cevap olabildiği gibi bazı hastalıkların ön belirtisi olarak da ortaya çıkabiliyor. Bu nedenle yorgunluk uzun sürdüğünde mutlaka altta yatan nedenlerin araştırılması gerekiyor.
    Kansızlık, enfeksiyonlar, bağışıklık sistemi hastalıkları, tümörler, yeme bozuklukları, tiroit hastalıkları, kronik yorgunluk sendromu, fibromiyalji, uyku bozuklukları, stres, depresyon gibi sebepler yorgunluk için araştırılması gereken sorunlar arasında geliyor.
    Ne zaman doktora başvurmak gerekir?
    Yorgunluk uzuyor ve kişinin gündelik işlevlerini bozuyorsa, ya da okul veya işyerindeki performansını engelliyorsa artık onu bahar yorgunluğu diye geçiştirmemek gerekiyor.
    Elbette bu durumun ortaya çıkmasında mevsimlerin, ışığın, ısının rolü var. Ama bahar yorgunluğu diye geçiştirildiği takdirde tedavisi gecikebilecek bazı psikiyatrik durumlar da var. Sadece psikiyatrik değil, hem bedensel hem ruhsal belirtilerle giden başka durumları da unutmamak gerekli.
    Uzun süren yorgunluklarda, en başta depresyon, daha sonra, kaygı bozuklukları, demans, eşzamanlı alkol ve/veya madde kullanımı, birincil uyku bozuklukları, yeme bozuklukları, hatta şizofreninin bile tanılar arasında düşünülüp dışlanması gerekiyor.
    Bir de, toplumda daha az bilinen, esas olarak fonksiyonel bedensel belirtilerle giden, eskiden “nevrasteni” tanısı altında ele alınan bazı rahatsızlıklar var. Bunların başında da fibromiyalji ve kronik yorgunluk sendromu geliyor.

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Annesine can oldu

    İZMİR, (DHA)

    .hurriyet2008-detailbox-newslink { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:none; color:#000000;}.hurriyet2008-detailbox-newslink:hover { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:underline; color:#990000;}İZMİR'de Ege Üniversitesi Hastanesi'nde gerçekleştirilen karaciğer nakliyle, Konyalı 43 yaşındaki Melek Çıkrık, oğlu 23 yaşındaki Yahya Çıkrık sayesinde şifa buldu.

    Son 10 yıldır Hepatit B'ye bağlı karaciğer yetmezliği nedeniyle tedavi gören evli ve 2 çocuk annesi Melek Çıkrık, uzun bir süre tedavi görmesine ve yapılan müdahalelere rağmen sağlığına kavuşamadı. Bu arada karaciğerinde kitle olduğu görüldü. Doktorları iyileşmesi için tek çözümün organ naklinde olduğunu söyledi. Bunun üzerine nakil için Ege Üniversitesi Hastanesi'ne geldi. Doç. Dr. Murat Kılıç, Doç. Dr. Murat Zeytunlu ve Plastik Cerrahi'den Prof. Dr. Mehmet Alper başkanlığındaki ekip, oğul Yahya Çıkrık'ın karaciğerinin bir parçasını, anne Melek Çıkrık'a nakletti.

    Nakil gündeme geldiğinde oğlu Yahya'nın gönüllü olarak gerekli testleri yaptırdığını anlatan Çıkrık, “Oğlum sayesinde sağlığıma kavuşacağım için

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Korkularla nasıl baş edilir

    Uğur İlyas Canbolat

    .hurriyet2008-detailbox-newslink { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:none; color:#000000;}.hurriyet2008-detailbox-newslink:hover { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:underline; color:#990000;}Korku sırasında kişide çarpıntı, tansiyonda değişiklikler, yüzde kızarma, nefes darlığı boğazda düğümlenme, boğulma hissi, yutma güçlüğü, bulantı, kusma, karın ağrısı, terleme , titreme, sıcak basması, baş dönmesi görülür.


    Korku sadece çocuklara özgü müdür? Yetişkin korkularını görmezden gelmek mümkün müdür? Korkusuz insan var mıdır? Korkusuz görünen kişiler gerçekte korkularını iyi bastırabilen kişiler midir? Korkunun bir gerçekliği var mıdır? Korkuda mantık aranır mı? Korku öğrenilmiş bir davranış olabilir mi? Korkan kişi ne gibi tepkiler verir? Korkuya hangi psikiyatrik tablolar eşlik eder? Yetişkin korkuları nelerdir ve nasıl baş edilir? Bu başka soruları NPİSTANBUL Nöropsikiyatri Hastanesi'nden Uzman Psikolog Elif Kandaz ile konuştuk.
    -Korku nedir?
    Belirli dışarıdan ya da içeriden gelen uyaranlara karşı gösterilen duygusal tepkidir. Günlük hayatımızda huzursuzluk halinden panik duygusuna kadar kişiye özel olarak değişen korku dereceleri yaşarız.
    - Kuşku ile korkuyu akraba sayabilir mi?
    Kuşku; bir durumla ilgili gerçeğin ne olduğunu kestirememekten dolayı ortaya çıkan bir duygudur, korkuyla ilişkisi ancak bilinmezlik sebebiyle kişide ortaya çıkabilecek olumsuz duygular sonucu verilen tepkiler olabilir.
    - Korku ile güvensizlik duygusu arasında sebep sonuç ilişkisi var mıdır?
    Güvenilemeyen durumlarda korkudan ziyade kuşku daha fazla görülür. Ancak belirsizlik sebebiyle bir korku duygusunun oluşması da mümkündür.
    - Korku çeşitleri nelerdir?
    Patolojik korkular dediğimiz fobiler vardır, burada durum biraz daha farklıdır, aslında korkulmaması gereken bir durum ya da olay karşısında korku duygusu vardır, bunları genel olarak üç başlıkta ele alabiliriz: Beklenmedik bir biçimde ortaya çıkabilecek bir panik benzeri belirtilerin ortaya çıkması durumunda yardım sağlanamayacağı ya da kaçmanın zor olduğu yerlerde bulunmaktan korkmayı içeren agorafobi, yılan , uçakla seyahat etme , yükseklik gibi özgül bir nesne ya da durumun varlığı ya da böyle bir durumla karşılaşacak olma beklentisi ile başlayan, aşırı ya da anlamsız, belirgin, sürekli olarak korkma durumunu içeren özgül fobiler ve tanımadık kişilerin yanında ya da toplumsal bir eylemi gerçekleştirmesi gerektiği durumlarda aşağılanma ayıplanma korkusunun içeren sosyal fobi.
    - Yetişkin korkuları ile çocuk ergen döneminde yaşanan korkuların temel farkı nedir?
    Yetişkinler korkularını daha kolay kontrol edebilirken çocukların soyut düşünme yeteneği yetişkinlerle eşit düzeyde olmadığından daha farklı olduğundan daha abartılı biçimde anlamlandırabilirler, korktuklarını gösterme yöntemleri açısından farklılıklar olabilir, ergenlerde ise durum biraz daha farklıdır, ergenler yetişkinlik ve çocukluk dönemlerinin arasında bir dönem olması sebebiyle daha korkusuzca davranmaya çalıştıklarını gözlemlemekteyiz. Ancak geçiş dönemi olduğundan abartılı algılama ve abartılı tepkilerde gözlemlememiz mümkün olmaktadır.
    - Korkunun temeli ne zaman atılır?
    Korkular her yaşta başlayabilmekle birlikte özellikle fobik korkular çocukluk çağında başlamaktadır. Bunun dışında, deprem gibi yaşanan travmatik bir olayın ardından da korkular başlayabilir.
    - Çocukluk döneminde yaşanan korkular doğru yaklaşılmazsa yetişkinliğe taşınır mı?
    Evet. Erken müdahale edilmediği takdirde ya da ailelerin istedikleri bir şeyi çocuklarına yaptırnak için bilerek korkutmaları yetişkinlik döneminde başka korkulara yol açabilmektedir.
    - Korkunun mantığı var mıdır?
    Korkmak korkmamak kadar doğal bir duygudur, insanlığın varlığıyla başlayan çoğu zaman insanın hayatını kurtaran bir duygudur, dolayısıyla tabiî ki mantığı vardır ancak mantığı olmayan korkular da vardır o tür korkulara patolojik korkular yani fobiler adını veriyoruz.
    - Hangi korkular hayatı sıkıntıya sokar?
    Fobik türdeki her korku, korkusu sebebiyle kendine yönelmesi ve kaçınma davranışlarının ortaya çıkması sonucunda insan hayatını sıkıntıya sokar, işlevselliğini düşürür, sosyal ilişkilerini etkiler, kendisine olan inancını etkiler, dolayısıyla sıkıntılı bir süreç kaçınılmaz olur.
    - Korkunun oluşma mekanizması nedir?
    Buna yönelik çok fazla kuram olmakla birlikte bilişsel davranışçı açıdan değerlendirmesini yapmak istiyorum. Korkular öğrenilmiş bir süreç olarak kabul edilir, örneğin fiziksel şiddete uğrayan bir çocuk canı acıdığında dayağın can yakan bir durum olduğunu öğrenir ve dayaktan korkmaya başlar, ya da depremde evi yıkılan bir kişi herhangi bir eve girmekten korku duyabilir, bu nokta da korkunun nedeni olayın kendisi değil, bu olayın kişi tarafından nasıl yorumlanmasıyla ilgili olduğu ortaya çıkmaktadır.
    - Beyin ile korku ilişkisi nasıldır?
    Beynin korkuyla ilişkili kısmı amigdala çekirdeğidir, korku anında amigdala çekirdeğinin aktivasyonunda işlev artışı görülür.
    - Korku ile kişilik bağlantıları söz konusu mudur?
    Kaygılı, bağımlı, çekingen ya da takıntılı kişiliklerin, diğerlerine oranla daha fazla korku tepkisi gösterdiği gözlenmiştir.
    - Yetişkinlerde gelecek korkusu giderek artıyor diyebilir miyiz?
    Böyle bir genellemeye gitmek doğru olmamakla birlikte, ekonomik durumla bağlantılı olarak özellikle bu kriz döneminde geleceğe yönelik olarak beklentilerin karşılanmayacağına dair inanç zayıflamakta ve belirgin bir kaygı yaratmaktadır, aynı zamanda ebeveynlerde çocuklarının geleceğine yönelik kaygıların da daha fazla görüldüğü gözleniyor. Uyuşturucunun, gelişigüzel ilişkilerin yaşanması vb gibi durumlarda ki artış, ailelerin korkularını arttırmaktadır.
    -Günümüz insanları sanırım sorumluluk konusunda da korku yaşıyorlar? Evlilikten kaçışlar, sorumluluk alamamak gibi davranışlar görülebiliyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
    Sorumluluk duygusu çok erken yaşlarda verilmesi ve pekiştirilmesi gereken bir duygudur, aksi takdirde sorumluluk duygusu yetişkinlikte verilmeye kalkıldığında bu çok zor olmaktadır. Bütün bunların yanında ekonomik özgürlüğün artmış olması, cinsel partnerin kolay bulunuyor olması gibi sosyal durumların günümüzde sık görülüyor olmasıyla evliliği cezbeden özellikler yitirilmiş olmaktadır ne yazık ki…

    - Cinsel korkularda sanırım ülkemizde az değil… Bu korku vajinismusa sebep oluyor mu?
    Özellikle katı cinsel eğitim verilmiş kadınlarda vajinismus görülme olasılığı çok yüksek, bunun yanında cinselliğin bir erkeklik simgesi şeklinde erkek çocuklarına öğretilmesi sonucunda erkekler de de performans kaygısına bağlı olarak erekte olamama ya da erken boşalma sorunları görülmektedir.
    - Evlilikte aldatılma korkusu da önemli yetişkin korkularından… Burada yaşanan kişinin kendine olan güvensizliği mi, yoksa eşine olan güvensizliği mi?
    Bu durum, geçmiş yaşantılara, kişinin öğrenmelerine göre değişebilir. Daha önce aldatılıp bu durumu travmatik bir şekilde yaşamışsa bu kişinin tekrar aynı durumu yaşayacağına dair korkular geliştirmesi muhtemeldir. Bu kendisine ya da başkasına güvenle ilişkisinden ziyade olayı yorumlamasına bağlıdır. Ancak bunun dışında herhangi böyle bir yaşantısı olmamış kişinin daha önce hiç aldatılmamasına rağmen korkusu varsa bu kişinin kendisine olan güvensizliğinden söz edebiliriz ancak direk buna bağlıdır diyemeyiz.
    -Başaramama, sonuca ulaşamama, tek başına bir işin üstesinden gelememe korkusu da yaygın mı?
    Bu durumu kaygı olarak adlandırabiliriz, genel olarak durumları olumsuz algılama ve olumsuz sonuçlar doğacağına yönelik beklentiler geliştirme, özetle bardağın boş tarafını görmek şeklinde değerlendirebiliriz. Bu durum özgüven eksikliği olan kişilerde ya da kaygılı, takıntılı kişilerde daha yaygın biçimde görülür.
    - Bu kişiler risk alamadıklarından büyük organizasyonlarda sanırım yer alamıyorlar?
    Genelde yer alamıyorlar ancak küçük sorumluluklar alabilirler. Böylece kendilerine olan güvenleri yavaş yavaş gelişim gösterebilir.
    -İleri yaşlarda yeti kaygı korkusu da yaşanıyor mu?
    Yaşanabilir ancak bunları evrensel korkular şeklinde değil patolojik korkular başlığı altında alabiliriz, daha çok yaygın anksiyete bozukluğu olabilir.
    - Boş ev sendromu da sanırım önemli… Çocukların evlenerek evden ayrılmaları ya da başka nedenlerle evden uzak yaşamaları ebeveynler tarafından önemli bir korku nedeni?
    Bu da daha çok bağımlı, kaygılı kişiliklerde gördüğümüz bir sendrom. Neticede kendileri de bir zamanlar ailelerinin evlerinden ayrılıp şimdiki evlerinde yaşamaya başladılar bu doğal bir süreç ve bu şekilde yorumlanmadığında bu tip sendromların yaşandığını görüyoruz.
    - Burada temel faktör yalnızlık korkusu mu?
    Yalnızlık korkusu olabilir, çocukların evden ayrılmalarıyla birlikte bu kadınların çoğunda aynı zamanda menopoz dönemine denk geldiğinden annelikten çıkmış olma duygusunu da beraberinde getirebiliyor. Bir kadın için annelik duygusu çok önemli bir duygudur ve bu süreçte çocukların evden ayrılmış olması kadında işe yaramazlık duygusunu ortaya çıkartabilmekte ve depresif belirtilere yol açmaktadır. Erkekler bu durumu daha olası biçimde karşılamaktadır.
    - Hastalık korkusu da var mı yetişkin korkuları arasında?
    Hastalık korkusu da aynı şekilde fobik bir durum olarak ele alınabilir.

    - Korku ile seyreden başka psikiyatrik bozukluklar var mıdır?
    Obsesif kompulsif bozukluk, kirlenmekten, hastalık, mikrop bulaşmasından korkma gibi ya da travmatik bir yaşantının ardından aynı şeyleri yaşamaktan korkma dediğimiz travma sonrası stres bozukluğu, panik atak gibi bozuklukları sayabiliriz.
    - Korku ne gibi fiziksel belirtilere sahiptir?
    Korku sırasında; çarpıntı, tansiyonda değişiklikler, soluk renk ya da yüzde kızarma, nefes darlığı hava açlığı, boğazda düğümlenme, boğulma hissi, yutma güçlüğü, bulantı, kusma, karın ağrısı, terleme , titreme, sıcak basması, baş dönmesi görülebilir.
    - Korku tedavi edilir mi?
    Korku kesinlikle tedavi edilebilir, ilaç tedavisi ve psikoterapi yöntemleri, stres yönetimi teknikleriyle korkunun tedavisi yapılmaktadır.

  8. #8

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kötü anıları silen ilaç

    A.A

    .hurriyet2008-detailbox-newslink { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:none; color:#000000;}.hurriyet2008-detailbox-newslink:hover { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:underline; color:#990000;}Hollanda'nın Amsterdam Üniversitesinden bilim adamları, insan hafızasındaki acı ve korku veren, kötü anıları silen bir ilaç geliştirdiğini açıkladı.

    İngiltere'de yayımlanan Daily Mail gazetesinin haberine göre, bilim adamları, geliştirdikleri ilacın özellikle kötü olayların ardından ortaya
    çıkabilen “travma sonrası stres bozukluğu”nun tedavisinde olumlu etki yaratabileceğini düşünüyor.

    Hollandalı bilim adamları, kötü anıların genellikle kalp hastalarında kullanılan “beta bloke edici” ilaçlarla silinebildiğini öne sürüyor.
    Hayvanlar üzerinde yapılan denemelerde, ilacın beyindeki kötü anıların canlanma mekanizmasına müdahale edebildiği görüldü. İlaç daha sonra 60 kadın ve erkek denek üzerinde denenirken, bu kişilere gösterilen fotoğraflarla önce hafızalarında rahatsızlık verici anılar oluşturuldu, sonra da bu anıların aynı fotoğraflar gösterilerek canlandırılmasına çalışıldı.

    Deneklerin bir bölümüne ilacın kullandırıldığını, diğer gruba ise placebo verildiğini belirten uzmanlar, ilacı kullanan grubun korku uyandıran fotoğraflar karşısında az tepki verdiğini, diğer grubun tepkilerinin ise daha güçlü olduğunu belirtti.

    Bir gün sonra ilaç kullandırılan deneklerin ilacın etkisinden çıkmalarından sonra aynı teste tekrar tabi tutuldukları, yine ilacı kullanan grubun, placebo kullanana göre çok daha zayıf tepki verdiği tespit edildi.

    Bilim adamları, bu testler sonucunda ilacın kötü ve ürkütücü anıları silmekte etkili olduğu sonucuna vardı. Bilim adamlarına göre ilaç kötü anının yeniden canlanmasını önlüyor ve beynin bu anıyı tekrarlamasının önüne geçiyor.

    İngiliz uzmanlar ise ilacın İngiltere'de büyük bir etik tartışmasına yol açacağına işaret ediyor. Uzmanlara göre, pek çok kesim, insanı insan yapanın yaşadığı acılar olduğunu ileri sürerek, ilaca etik açıdan karşı çıkacak.

    Uzmanlar, ilacın ayrıca, insanların hatalarından ders alma imkanını da ellerinden alacağına işaret ediyor ve bunun da zararlı psikolojik etkilerini hatırlatıyor.

    St. George's Üniversitesi Tıp Etiği Bölümü öğretim üyelerinden Dr. Daniel Sokol, “Kötü anıları hafızadan kazımak bir siğili ya da et benini yok etmeye benzemez. Bu, insanı anılarından kopararak, kişiliğini değiştirir. Bazı durumlarda faydası dokunabilir, ama genelde anıları silmenin şahıslar, toplum ve insanlık üzerindeki yıkıcı etkilerinin iyi hesaplanması gerekir” dedi.

  9. #9

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Sütyeninizi doğru seçin



    .hurriyet2008-detailbox-newslink { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:none; color:#000000;}.hurriyet2008-detailbox-newslink:hover { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:underline; color:#990000;}Yapılan araştırmalar kadınların çoğunun iç çamaşırları seçimini yanlış yaptığını ortaya çıkardı.


    Gazi Üniversitesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Selahattin Özmen, 18 yaş üstü 100 kadın hastayla doğru sutyen kullanımıyla ilgili bir araştırma gerçekleştirdiklerini söyledi.
    Buna göre araştırmaya katılan kadınların yüzde 59'u doğru sutyen numarasını bilmiyor, yüzde 45'i de sutyen kullanmıyor.
    ÖNCELİKLE RAHAT OLMALI

    Doç. Dr. Özmen, ''Büyük memeli kadınlar, göğüslerini küçük göstermek için küçük kalıp ölçülü, sıkan sutyenleri tercih ediyor. Lenf dolaşımını bozacak kadar sıkı olmayan, geniş askılı, bantları ve askıları baskı yaratmayan, yan destekli, memeleri kavrayan, sırta binen ağırlığı hafifleten ve hareket özgürlüğü sağlayan sutyenler tercih edilmelidir'' dedi.

  10. #10

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kolon kanseri düşmanı madde

    A.A

    .hurriyet2008-detailbox-newslink { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:none; color:#000000;}.hurriyet2008-detailbox-newslink:hover { font-family: Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:13px; font-weight:bold; text-decoration:underline; color:#990000;}Bugüne kadar birçok faydası olduğu belirlenen aspirinin etken maddesi olan salisilik asitin kolon kanserini önlediği, bu asitin yeşil sebzelerin içinde de bol miktartarda bulunduğu bildirildi.


    Türk Gastroenteroloji Derneği Bursa Şubesi Başkanı Prof. Dr. Faruk Memik, kolon (kalın bağırsak) kanserinin sindirim sistemi kanserleri arasında, batı ülkelerinde birinci, Türkiye'de ise mide kanserinden sonra ikinci en sık görülen kanser türü olduğunu söyledi.

    Bu kanser türünün en çok bağırsağın son 25-30 santimetrelik bölümünde görüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Memik, kendisini karın ağrısı, şişkinlik, aşırı kabızlık veya ishal ile gösteren hastalıkta erken teşhisin çok önemli olduğunu belirtti.

    Prof. Dr. Memik, dışkıda kan görülmesinin mutlaka tetkik edilmesi gereken bir bulgu olduğuna işaret ederek, şöyle konuştu:

    “Kolon kanserinin teşhisi, endoskopi veya röntgen yardımıyla erkenden yapılabilir. Batı ülkelerinde hiçbir şikayeti olmayan insanlar bile periyodik olarak yıllık kolonoskopi uygulaması yapılarak, taramadan geçirilir. Zamanında teşhis edilen hastalar ameliyat edilerek başarılı sonuçlar alınabilir. Maalesef ülkemizde bu tarama testleri gelişmemiştir.”

    Prof. Dr. Memik, son yıllarda hem hayvan hem de insan deneylerinde, kalın bağırsak kanserinden korunmak için bazı anti romatizmal ilaçların kansere karşı bir koruyucu etkisinin olduğunun tespit edildiğini vurguladı.

    Özellikle kolondaki “Poliplerin” azaltılmasında, günlük olarak aspirin kullanımının faydalı olduğunun bilindiğini ifade eden Prof. Dr. Memik, şunları kaydetti:

    “Son çalışmalar gösterdi ki bitkiler, bazı böcekler, mantarlar ve mikrobik hastalıklardan kendilerini korumak için aspirinin etken maddesi olan salisilik asit üretiyorlar. Yeterli derecede sebze yiyen kişilerin vücutlarındaki salisilik asit oranının belirli bir doza yükseldiği görülmüş. Bu demek oluyor ki bitki yiyerek, kansere karşı bir koruyuculuk kazanmış oluyoruz. Salisilik asit birçok meyve ve sebzenin yapısında bulunuyor. Salisilik asitin özellikle kolon poliplerinin kansere dönüşmesini engellediği biliniyor. Bağırsaklarında polip olan hastalar, yıllarca aspirin kullanıyorlardı. Ancak yapılan çalışmalarla yenilen yeşil bitkilerle de kanda düşük doz salisilik asit olduğu belirlenmiştir.”

    Sadece bitkiyle beslenen vejetaryenlerin kanındaki salisilik asit miktarının, her gün doktor tavsiyesiyle küçük doz aspirin alanlardaki kadar olduğunun belirlendiğini söyleyen Prof. Dr. Memik, “Bu bulgular ve besinlerdeki diğer sayısız kanser önleyici maddeler ve vitaminler de gözönüne alınırsa ülkemizde bol ve ucuz temin edilen taze meyve ve sebzeyi daha çok tüketmek gerekiyor” dedi.

Sayfa 1/2 12 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •