Hırs

“Ahmaklarca altın candan da iyidir; padişahların katındaysa cana, gönüle altın saçılır. Ahmaklar, hırsla altına ateş gibi koşarlar; akıllarıysa, ‘hele yavaş gidin’ der onlara. Hırs boş yere seraba koşar; akılsa, ‘iyi bak’ der, ‘su değil o’. Ama hırs üstün olur, altın can kesilirse o vakit aklın nârası işitilmez. Helva, şeker hırsı, çocukların kulaklarını öğütlere sağır eder.” (Hz. Mevlana - Mesnevi)

Serçe, çalışıp çabalamadaki bereketi kanaati unuttu; hırs gösterdi, tuzaktaki buğdaya koştu, şimdi yaramaz bir çocuğun elinde mahpus.

Balık, hırsına yenik düştü, oltadaki yeme saldırdı, şimdi sahildeki kovanın içinde ölümü beklemede.

Nice insan hırs rüzgârı yüzünden şehvet, mal, para, eğlence bataklığında kaybolup gitti.

Nice kahraman, hırs canavarının pençelerinde perişan oldu.

Dünyaya ait birtakım şeyler avlayayım, derken manevi yanınla av olursun.

Bir kuş bile yem yerken, su içerken etrafına bakar, yeme-suya ihtiyatla yaklaşır, uyanık davranır; ama sen, dünyayı eteklerine biriktirirken ölçülü olmayı bırakırsın, aşırı hırsın sana maneviyat ikliminden gıdalanmayı unutturur.

Kaldı ki, dünyaya karşı aşırı hırslanman, aklını, fikrini alır başından, dengesiz hareket etmeye başlarsın, etrafındakileri kırıp geçirirsin.

Hani mal hırsı Salebe’yi sarmıştı da onu Efendimiz’e gelip dua etmeye zorlamıştı.

“Ya Salebe, şükrünü eda ettiğin az mal,

Şükrünü yerine getiremeyeceğin çok maldan iyidir.” ikazı Salebe’nin hırsını yatıştırmaya yetmemişti.

Hırs hırsa eklenmiş, ısrar ısrarı zorlamıştı.

“Ya Salebe, beni misal almak istemez misin?

Allah’ın Resûlü gibi olmak istemez misin?

Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederek söylüyorum ki, dağların benim için altın ve gümüş olmasını dilesem, olurlardı.”

Bu ikaz da gönlü kaymışa, bakışı bulanmışa kâr etmedi. Herkes, ettiğinin karşılığını bulur.

Israrın rengi, hırs zehriyle artık siyaha çalmıştı.

“Allah’ım Salebe’ye mal nasip eyle.” sözü mübarek ağızdan istemeye istemeye döküldü.

Salebe bir miktar koyun edindi.

Koyunlar çoğaldı, böcek sürüsü kadar hızlı,

Koyun hesabıyla kafası, kalbi, ruhu dolmaya başladı. Derken, beş vakti cemaatle kılan Salebe, iki vakte düşürdü cemaat sofrasını.

Manevi sofradan nasibi azaldıkça azaldı.

Salebe sadece cuma namazlarına gelir oldu.

Derken, cumalar da koptu gitti Salebe’den.

Salebe kopmadı cemaatten, cemaat koptu Salebe’den. Efendimiz, bir ara sordular: “Salebe ne yapıyor?” Anlatıldı, dağ, taş, ova, vadi Salebe’nin mallarına yetmez oldu. Buyurdular: “Yazık Salebe’ye, yazık Salebe’ye, yazık Salebe’ye!”

Ah ki ah, vah ki vah! Kutlu ağızdan böyle bir yazıklanma çıkmışsa, Yazık ki yazık