İHLAS

İhlas, yapılan her şeyi Allah (cc) için yapma ve yapılmayanı da yine Allah için yapmama, demektir. Peygamberler, daha işin başında işte böyle bir ihlâsa erdirilmiş şahsiyetlerdir. Gerçi çalışıp çabalama ile insan, ihlâsta bir noktaya ulaşabilir; ne var ki, diğer insanların varabileceği son nokta nebîler için sadece bir başlangıç noktasıdır. Onlar, âdetâ ihlâsın özü haline gelmiş ve muhlasînden kılınmışlardır. Kur’ân-ı Kerîm onların bu hususiyetini bazı peygamberlerde müşahhaslaştırarak şu şekilde anlatır: “Kitab’ta Musa’yı da an! Gerçekten o, ihlâsa erdirilmiş, bir Resûl ve bir peygamberdi (Meryem, 19/51).

Ve Hz. Yusuf için “...Şüphesiz o, ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandır” (Yusuf, 12/24).

Ve Allah Resulü’nün şahsında ümmetine şöyle sesleniyor:

“Şüphesiz ki kitab’ı sana hak olarak indirdik (O halde sen de) dini ona has kılarak Allah’a kulluk et!” (Zümer, 39/2).

Yine Allah (cc), Habibini şöyle konuşturuyor:

“De ki: Ben dinimi sadece O’na has kılarak Allah’a kulluk ederim” (Zümer, 39/14).

Kulluğun sebebi Allah’ın emridir; neticesi, Cenâb-ı Hakk’ın rızasıdır; meyve ve semeresi ise Rabb’in ahirette verecekleridir. Kulluk bütün bir hayatı içine alır ve mü’minin bütün davranışlarında bir şuur ve iz’ân olarak kendisini hissettirir.

Asrımızın büyük mütefekkiri: “Allah için işleyiniz, Allah için başlayınız, Allah için çalışınız ve O’nun rızası dairesinde hareket ediniz”, derken ihlâsın hem tarifini yapmakta hem de ehemmiyetini dile getirmektedir.60

İhlâs, insanın dosdoğru ve müstakîm olmasının adıdır. İhlâslı insanın hayatında zikzaklar yoktur. Ruhânî seyri hep yukarıya doğru ve dimdiktir. Onun içindir ki, onlar işe başladıkları günkü mahviyetlerini, zirvelere çıktıkları zaman da koruyup muhafaza edebilmişlerdir. Ancak onlar ne kadar azdır!.

İnsanlık tarihinde, bu ufkun zirvesinde sadece bir insan vardır; O da Allah Resûlü’dür. Nasıl olmasın ki, da’vâsını ilk yaymaya başladığı günkü tavrıyla Mekke’yi fethettiği gün arasında mahviyet ve tevazu bakımından zerre kadar değişme göstermemiştir.

Mekke sulhla alınmıştır. Münferit bir-iki hâdise olsa bile, bunu umuma teşmil etmek doğru değildir. İki Cihan Serveri, senelerce evvel çıkarıldığı bu mübarek yere girerken fâtih bir kumandan edasıyla girmiyordu. O gün merkûbe binmiş ve başını o kadar eğmişti ki, mübarek başı neredeyse eğerin kaşına değecekti.61

O, Medine’de bulunduğu devre içinde de tavrını hiç değiştirmemişti. Sahâbe, O içeriye girdiğinde ayağa kalkardı.. kalkmalıydılar da. Hatta O girdiğinde cenazeler dahi kabirlerinden fırlayıp, O’na ihtiram etmeliydiler.. O bütün bunlara fazlasıyla lâyıktı. Ancak kendisi, sahâbenin böyle ayağa kalkmasından ciddî rahatsızlık duyar ve her defasında : “Acemlerin (büyüklerine) ayağa kalktığı gibi ayağa kalkmayın” 62 der ve tekdîr ederdi.

Evet O, kudsî vazifeye nasıl başladıysa, öyle de bitirdi.. O’nun hayatı âdeta bir musîki ahengi içinde geçmişti. Başladığı işi başladığı perdede bitiriyordu ve bu çok üstün muvaffakiyet demekti. Hatta O, bir yönüyle bu ilâhî musîkiye pestle başlamış ve neticede arz-ı semâ’yı velveleye verecek tize ulaşmıştı.

O, bütün hayatı boyunca dini Allah’a tahsis ederek sadece O’na kulluk yaptı.. gönlü sadece O’nun marifetiyle doldu-taştı.. gözü her yerde O’nun asârını süzüp durdu.. bütün duyguları O’ndan gelen mânevî zevklerle coştu ve köpürdü.. O, Hakk’a uyanmış, hakikate yelken açmış ve doyma bilmeyen bir iştiha ile hep “Allah” deyip dolaşmıştı. Çünkü O, bir ihlâs insanıydı...

O’ndaki ihsan şuuru da buna ayrı bir buud teşkil ediyordu. Çünkü bizzat O’nun tarifi içinde ihsan, Allah’ı görüyor gibi kulluk yapmaktı 63. Mes’eleyi bir teşbihle anlatacak olursak, başkası kıbleye dönüp namaz kılarken, O, namazını Kâ’be’nin içinde kılıyordu.



Fasıldan fasıla 2, s.62, 103, 175.

İhlas ve Samimiyetle

Yapılan bütün işler ihlas ve samimiyet içinde yapılmalıdır. Perspektifte daima Cenab-ı Hakk’ın rızası bulunmalı ve yapılacak her iş ona göre ayarlanmalıdır. Gidilecek olan yol ve tatbik edilecek olan strateji, öncelikle Rabbimizin rızası yönünden değerlendirmeye tâbi tutulmalı ve eğer O razı olacaksa yapılmalı, yoksa o yol, kat’iyen terkedilmeli ve herhangi bir kimsenin aldatılmasına da meydan verilmemelidir.







Fasıldan fasıla 1, s.102, 212



İhlâs ve Yakîn

İnsan günde yüz defa ihlâs ve yakîn istese, yine de fazla istemiş sayılmaz. Yalnız bunu kavlî duâ ile mi istemeli, yoksa fiilî duâ ile mi? Yani davranışları zapt u rapt altına alarak mı? Bence ikincisi; ama bu, kavlî duâya mani değil. O halde, hem dille, hem davranışlarla istemeli.

Evet, eğer sizlere tavsiyemin bir ma’nâsı varsa, evvel ve ahir tavsiyem: “Allah’ın hoşnutluk ve rızasını taleb etmenizdir. Duâlarınızda cennet talebini unutabilirsiniz, cehennem azabından azad edilmeyi unutabilirsiniz ama, ihlâs veya yakîn istemeyi asla unutmamalısınız. Zira bunun unutulmaya tahammülü yoktur. İhlâs ve yakîn olmayınca insanlar boşlukta yaşarlar. Söylediklerini gırtlak üstü söylerler, davranışları da hep hay-huy olur.







İhlasla Okunan Kur’ân

Soru: “Kur’ân’ı seslerinizle güzelleştiriniz.” hadîsini izah eder misiniz?

Cevap: Bunu teyid eden “Kur’ân-ı Kerim’i telhini üzerine okuyunuz” hadîsi de var. Ma’nâsı şu olsa gerektir: “Kur’-ân-ı Kerim’in, kendine has üslubu, edası, musikisi vardır. Öyle ise siz de onu, kendi kametine uygun şekilde seslerinizle güzelleştiriniz.” Efendimiz’in (sav) herkesten Kur’ân-ı Kerim dinlediğine dâir fazla birşey bilmiyoruz. Ama Übeyy b. Ka’b’tan, Abdullah b. Mes’ud’dan dinliyordu. Evet, herkes güzel okuyamayabilir, ama ihlaslı olması mümkündür. İhlaslı olunca, kimse dinlemese Bediüzzaman’ın dediği gibi “melekler dinler.” Evet, sizin nice kerih gördüğünüz şey vardır ki, o Allah indinde çok kıymetlidir. Mesela, oruçlunun ağız kokusu, Allah indinde miskten daha enfesdir. İhlâsla okunan Kur’ân-ı Kerim’de öyledir.