KİTAB-I KEBİR-İ KAİNAT











1-EVREN:





a)Big Bang:İçinde bulunduğumuz uçsuz bucaksız evrenin nasıl var olduğu, nereye doğru gittiği, içindeki düzen ve dengeyi sağlayan kanunların nasıl işlediği, her devirde insanların merak konusu olmuştur. 19. yüzyılda hakim olan görüş, evrenin sonsuz boyutlara sahip, sonsuzdan beri var olan ve sonsuza kadar da var olacak bir maddeler bütünü olduğu şeklindeydi. Materyalist felsefeninde temelini oluşturan bu anlayış, evren için bir başlangıç yada sonun sözkonusu olmadığını savunurken bir Yaratıcının varlığınıda reddediyordu.

Oysa 20. yüzyılda gelişen bilim ve teknoloji, materyalizmin bu ilkel anlayışını kökünden yıktı. Ayrıca evrenin materyalistlerin sandığı gibi durağan olmadığı, tam tersine sürekli olarak genişlediği saptandı. Evrenin bir başlangıcı olduğu, yokken bir anda büyük bir patlamayla yaratıldığı modern fizik tarafından pek çok deney, gözlem ve hesapla ispatlandı.

1929 yılında Mount Wilson gözlem evinde Amerikalı astronom Edwin Hubble astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden birini yaptı. Hubble, kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken yıldızların ve galaksilerin devamlı olarak bizden ve birbirlerinden uzaklaştıklarını tespit etti. Herşeyin birbirinden uzaklaştığı bir evren karşısında varılabilecek tek sonuşsa, evrenin her an genişlemekte olduğuydu. Konuyu daha iyi anlamak için evreni şişirilen bir balonun yüzeyi gibi düşünmek mümkündür. Balonun yüzeyindeki noktaların balon şiştikçe birbirlerinden uzaklaşmaları gibi evrendeki cisimlerde evren genişledikçe birbirlerinden uzak- laşır. Aslında bu gerçek daha önceden teorik olarak keşfedilmişti. Yüzyılın en büyük bilimadamı sayılan Albert Einstein teorik fizik alanında yaptığı hesaplamalarla evrenin durağan olamayacağı sonucuna varmıştı. Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre de evrenin sürekli olarak hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar.

Peki evrenin genişliyor olması ne anlama geliyordu? Evren genişliyor olduğuna göre zaman içinde geriye doğru gidildiğinde evrenin tek bir noktadan başladığı ortaya çıkıyordu. Yapılan hesaplamalar evrenin tüm maddesini içinde barındıran bu tek noktanın sıfır hacme ve sonsuz yoğunluğa sahip olduğunu gösterdi. Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Evrenin başlangıcı olan bu büyük patlamaya İngilizce karşılığı olan Big Bang ismi verildi ve bu teoride aynı isimle anıldı.

1948 tılında George Gamow, Big Bang’e bağlı olarak yeni bir iddia ortaya sürdü. Buna göre; evrenin büyük patlamayla oluşması durumunda evrende bu patlamadan arda kalan bir radyasyonun olması gerekiyordu. Üstelik bu radyasyon evrenin her yerinde eşit olmalıydı. Olması gereken bu kanıt, 1965 yılında Arnold Penzias ve Robert Wilson adlı iki araştırmacı tarafından bulundu. Farklı tarihlerde farklı kişiler tarafından yapılan araştırmalarda da bu radyasyon tespit edildi. 1989 yılına gelindiğinde ise Amerikan uzay araştırmaları dairesi NASA, bu radyasyonu araştırmak üzereuzaya bir uydu gönderdi. Cobe adındaki bu gelişmiş uyduya yerleştirilen hassas tarayıcıların Penzias ve Wilson’ın ölçümlerini doğrulaması yanlızca 8 dakika sürdü. Cobe, evrenin başlangıcındaki büyük patlamanın kalıntılarını bulmuştu. Bütün zamanların en büyük astronomik keşfi olarak adlandırılan bu bulgu Big Bang’in açık bir ispatıydı.

Big Bang’in diğer bir önemli delili ise uzaydaki hidrojen ve helyum gazlarının miktarı oldu. Yapılan ölçümlerle anlaşıldı ki; evrendeki hidrojen-helyum oranı, bu gazların teorik olarak Big Bang’den günümüze kadar geçen süre içinde ulaşmaları gereken orana uyuyordu. Ayrıca eğer evrenin bir başlangıcı olmayıp sonsuzdan beri var olsaydı içindeki hidrojen tamamen yanarak helyuma dönüşmüş olurdu. Zaten elektronların hareketi, çekirdek fiziğindeki sır, devamlı radyasyon neşreden Güneş’teki esrarlı işleyiş ve termodinamik kanununun kainat çapındaki geçerliliği herşeyin bir sonu olacağını ispat etmektedir. Sonu olan herşeyin bir başlangıcının bulunması ise üzerinde münakaşa yapılmayacak kadar açık ve bedihidir.

Tüm bu açık deliller Big Bang’in bilim dünyasında kabul görmesine yol açtı. Big Bang’in bu bilimsel zaferi ile birlikte materyalist felsefenin temeli olan sonsuz madde kavramı da tarihe karışmış oldu. Peki o zaman Big Bang’den önce ne vardı ve yok olan evreni bu büyük patlamayla var hale getiren güç neydi? Elbetteki bu sorunun cevabı çok açıktır. O güç, tüm maddi alemi yaratıp şekillendiren ve her an maddeye hükmeden, sonsuz akıl, bilgi ve kudret sahibi ALLAHU Teala’nın gücüdür.

Ayrıca Big Bang evrenin yanlızca yoktan var edildiğini değil, aynı zamanda çok planlı, düzenli ve kontrollü biçimde var edildiğini göstermektedir. Büyük patlama, evrenin tüm maddesini ve enerjisini barındıran noktanın patlaması ve büyük bir hızla yayılmasıyla gerçekleşmiştir. Ancak korkunç bir hızla her tarafa dağılan maddeden galaksiler, yıldızlar, Güneş, Dünya ve tüm gökcisimlerini içine alan çok büyük bir denge çıkmıştır. Dahası insanların fizik kuralları olarak adlandırdığı, evrenin her yerinde aynı olan kanunlar oluşmuştur. Büyük patlamayla ortaya çıkan bu fizik kuralları, aradan geçen 15 milyar yıllık zamanda hiç değişikliğe uğramamıştır. Üstelik bu kurallar öyle ince hesaplar üzerine kuruludurlar ki, bugünkü değerlerinden milimetrik sapmalar bile tüm evrendeki yapıyı ve düzeni ortadan kaldırabilecek hassasiyettedir.

Tüm bunlar büyük patlamanın ardından büyük bir düzen ortaya çıktığını göstermektedir. Oysa ki patlamalar düzen oluşturmaz. Örneğin atom ve hidrojen bombalarının patlaması, giruzu patlamaları, volkanik patlamalar, doğalgaz patlaması, Güneşte meydana gelen patlamalar; kısacası ne tür patlama incelenirse incelensin, etkilerinin hep yıkıcı olduğu görülecektir. Hiçbir zaman bir patlamanın neticesinde görünüm olarak yapıcı ve olumlu bir sonuç çıkmaz. Ama günümüz teknolojisi ile ortaya konmuş olan bilimsel sonuçlara göre büyük patlama, yokluktan varlığa, hem de çok düzenli ve ahenkli bir varlığa geçişe sebep olmuştur.







b)Dengeler:Evrenimizi, içinde yer aldığımız Samanyolu Galaksisini, Güneş sistemimi-zi ve üzerinde yaşadığımız Dünya gezegenini kuşatan sayısız kanun, denge ve ölçü vardır. Bu kanun, denge ve ölçülerin her biri insan yaşamına imkan sağlıyacak bir evreni oluşturacak mucizevi bir biçimde özel olarak hesaplanmış ve düzenlenmişlerdir.

Evrenimizi detaylı olarak incelediğimizde en temel kanunlardan en kritik fiziksel değerlere, en küçük değerlerden en ince hesaplara kadar hepsinin ayrı ayrı son derece hassas ölçülere göre ayarlanmış olduklarını görürüz. Bu ayarların ise evrende insanlık diye bir kavram oluşması için olması gereken en ideal değerlerde olduklarını hayretle farkederiz. Evrenin genişleme hızından Dünya’nın Samanyolu galaksisindeki konumuna, Güneş’in yaydığı ışığın cinsinden suyun akışkanlık değerine, Ay’ın Dünya’ya olan uzaklığından atmosferdeki gazların oranlarına kadar daha burada sayamadığımız sayısız faktör insan yaşamının var olması için en ideal ölçülerde ayarlanmışlardır. Öyle ki bu ayarların sadece birindeki en ufak bir sapma dahi evrende canlı yaşamının asla var olmaması anlamına gelecekti.

Söz konusu ayarlamaların birinin dahi tesadüfen canlılık için gereken en ideal değere sahip olması ihtimal dışıdır. Evrendeki binlerce ölçünün hepsinin ayrı ayrı özel olarak ayarlı olması ise insan aklının kavrama sınırlarının çok ötesinde bir mucizedir. Bu da bize içinde yaşadığımız evrenin sonsuz akıl, ilim ve kudret sahibi bir Yaratıcı tarafından var edildiğini ve her an hakimiyeti altında bulunduğunu göstermektedir. O Yaratıcı, tüm alemlerin Rabb’i olan yüce ALLAH’tır.