Allah, çekişip duran birçok ortakların sahip olduğu bir adam (köle) ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Hamd Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler. Zümer / 29.

De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek İlâh olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline! Fussilet / 6.

* Ebû Zer(-i Gifârî) radiya'llâhu anh'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ben (bir seferde) Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem ile berâber bulundum. (Avdetde) Resûlullâh onu yâni Cebel-i Uhud'u görünce: - Benim için Uhud'un altın olmasını, ondan (meselâ) bir dînârın üç günden fazla yanımda beklemesini arzu etmem. (O) bir dînârı (da) ben, yalnız borç (ödemek) için hazırla (mak iste) rim, buyurdu. Sonra Resûlullâh (devâmla): - (Malca) çok (zengin) ler vardır ki, onlar, (sevabca) çok azdırlar. Meğer ki, onlar mallarını şöyle böyle (nâsa ve vücûhü birre) sarf etmiş olalar. Bu (seciyyede insa) nlarsa her halde azdır, buyurdu. Sonra Resûlullâh bana: - (Ben yanına gelinceye kadar) yerinde dur! buyurup uzak değil (şöyle yakın) gitti. Bu sırada ben bir ses işittim de Resûlullâh'ın yanına gelmek istedim. Sonra Resûlullâh'ın: ben gelinceye kadar yerinde bekle! buyurduğunu hatırladım (da vaz geçtim). Resûlullâh gelince: - Yâ Resûla'llâh! O işittiğim (ne idi?); yâhud o işittiğim ses (ne idi?) diye sordum. Resûlullâh: - Sen de (böyle bir ses) işittin mi? buyurdu. Ben de: - Evet, dedim. Resûlullâh: - Yanıma Cebrâil Aleyhi's-selâm gelmişti de bana o: - Ümmetinden her kim Allâh'a hiç bir şey'i şerîk koşmayarak (tevhîd akîdesiyle), ölürse, Cennet'e dâhil olur, dediğini hikâye buyurdu. Ben: - (Yâ Resûla'llâh!) şöyle (zinâ gibi), şöyle (sirkat gibi) bir günâh işlerse de mi? diye sordum. Resûlullâh: - Evet! diye tasdîk buyurdu. [/b]

* Ebû Hüreyre radiya'llâhu anh'den: Şöyle demiştir: (Bir kere) "Yâ Resûlâ'llâh, Kıyâmet gününde Sen'in şefâatin en ziyâde kime râyegân olacak?" diye sordum. Buyurdu ki: "Yâ Ebâ Hüreyre, hadîs (bellemek) için sende gördüğüm hırsa göre bu hadîsi senden evvel kimsenin bana sormayacağını (zâten) tahmîn ediyordum. Kıyâmet gününde halk içinde şefâatime en ziyâde mazhar olacak kimse kalbinden (yâhud içinden) hâlis olarak Lâ ilâhe illâ'llâh diyendir."

1- Arkadaş! Tevhid iki çeşit olur:

Birisi amiyane tevhiddir ki : ‘Allahın şeriki yok ve bu kâinat O’nun mülküdür’ der. Bu kısım tevhid sahiblerinin fikirce gaflet ve dalalete düşmeleri korkusu vardır.

İkincisi ve hakiki tevhiddir ki : ‘Allah birdir, mülk O’nundur’ der; lâyetezelzel bir itikada sahibtirler. Bu kısım tevhid sahibleri her şeyin üstünde Cenab-ı Hakkın sikkesini görür ve her şeyin cephesinde bulunan mührünü, damgasını okur ve bu sayede huzuri bir tevhid melekesi maliki olurlar ki, dalalet ve evhamın taarruzundan kurtulurlar… M.N. 10.

2- Şimdi İstanbulda, daha dehşetli bir fikirde, anarşi fikirli küfr-ü mutlaka düşmüş bazı münafıklar, Risale-i Nur gibi ekmek ve suya ihtiyaç derecesinde herkes muhtaç olduğu imani hakikalerine ihtiyacı düşürmek desisesiyle diyorlar ki: “Her millet, herkes Allahı bilir, onu, daha yeni ders almaya ihtiyacımız çok yok” diye mukabele etmek istiyorlar. Hâlbuki Allahı bilmek, bütün kâinata ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz’i ve külli her şey Onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat’i iman etmek ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve Lâ ilâhe illallah kelime-i kudsiyesine, hakikatlerine iman etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa “Bir Allah var” deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnad etmek –hâşâ- hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci tanımak ve her şeyin yanında hâzır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, Peygamberlerini bilmemek, elbette, hiçbir cihette Allaha iman hakikati onda yoktur. Belki küfr-ü mutlaktaki manevi Cehennemin dünyevi tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözler söyler. Evet, inkâr etmemek başkadır, iman etmek bütün bütün başkadır… E.L.