Ýmam-ý Eþari



Ehl-i sünnetin iki itikad imamýndan biridir. Ýsmi, Ali bin Ýsmail’dir. Künyesi, Ebu'l-Hasen'dir. 260 veya 266 (m. 879) senesinde Basra'da doðdu. 324 veya 330 (m. 941) da Baðdat'ta vefat etti. Basra kapýsý ile Kerh arasýndaki kabristana defnedildi. Soyu, Eshab-ý kiramdan büyük bir sahabeye dayanmakta olup, þeceresi þöyledir: Ali bin Ýsmail bin Ýshak bin Sâlim bin Ýsmail bin Abdullah bin Musa bin Bilal bin Ebi Bürde bin Ebu Müsel-Eþari'dir.



Ýmam-ý Eþari, üvey babasý ile mutezile kelamcýlarýndan olan Ebu Ali Cübbai'nin talebesi olduðundan, bu bozuk yol üzerine yetiþtirilmiþti. 40 yaþýna kadar mutezile fýrkasýnda bulundu. Bu fýrkanýn meþhurlarýndan oldu. 40 yaþýndan sonra, Ramazan-ý þerifte gördüðü rüyada Peygamber efendimizin emri üzerine, bu bozuk yoldan dönüp, ehli sünnet itikadýna girdi.



Bu rüyasýndan sonra onbeþ gün evinden çýkmadý. Meseleleri derinlemesine inceleyip, gözden geçirdi. Sonra Basra Camii'ne gidip, kürsüye çýktý. O sýrada mutezile bozuk yolunun meþhur ve kuvvetli âlimlerinden sayýlan ve böyle bilinen imam-ý Eþari, kürsüden cemaate þöyle hitap edip: "Ey insanlar! Çoktan beri size görünmez oldum. Dikkatle düþündüm. Ýnsafla inceledim. Yanýmdaki delilleri gözden geçirdim. Tercih hususunda zorlandým. Sonunda Allahü teâlâdan beni hidayete, doðru yola kavuþturmasýný istedim, dua ettim. Allahü teâlâ beni hidayete, doðru yola kavuþturdu. Mutezile yoluna ait itikadlarýmýn hepsinden vazgeçip, kurtuldum" diyerek, Ehl-i sünnet itikadýna girdiðini herkese ilan etti.



Önceden mutezile yolu üzere yazdýklarýný ve bildirdiklerini iptal etti. Ehl-i sünnet itikadý üzere kitaplar yazýp, daðýttý, ömrünün sonuna kadar bu doðru itikadýn yayýlmasý için uðraþtý



Ebu'l-Haseni Eþari hazretlerinin Ehl-i sünnet mezhebine geçmesi ile, kelam ilmi, mutezilenin elinden kurtulmuþ oldu. Onlarýn elinde tehlikeli ve zararlý iken, doðru yolda gidenlere rehber oldu. Onun Ehl-i sünnete geçmesi, Ehl-i sünnet itikadýnýn yayýlmasýnda büyük bir zafer olmuþtur. O zaman tesirli ve zararlý olan mutezile yolu mensuplarý, imam-ý Eþari hazretleri tarafýndan susturulmuþtur. Onlarý öyle zorlayýp sýkýþtýrdý ki, hepsi küçük ve güçsüz karýncalar gibi kaldýlar. Daha önce hocasý olan mutezilenin ileri gelenlerinden Ebu Ali Cübbai ile yaptýðý münazarada onu maðlup etti. Çok meþhur olmasýna raðmen, Eþari hazretlerinin karþýsýnda cevap vermekten aciz kaldý.



Ebu Sehl Sulûki þöyle anlatýr:

"Basra'da bir mecliste Ebu'l-Hasen Eþari ile mutezililer arasýnda çetin bir münazara oldu. Mutezililer çok kalabalýktý. Onunla münazaraya giren herkes yeniliyor, susmak mecburiyetinde kalýyordu. Öyle oldu ki, o gün artýk kimse onun karþýsýna çýkamadý. Ýkinci defa böyle bir münazara için gittiðimizde, mutezileden kimse gelmemiþ, münazaraya cesaret edememiþlerdi. Bunun üzerine bir zat imam-ý Eþari'ye, "Firar ettiler, kaçtýlar yaz, kapýya as" dedi.



Ýmam-ý Eþari hazretleri; tefsir, hadis ve fýkýh ilmini zamanýn meþhur âlimlerinden olan Zekeriyya bin Yahya es-Saci'den, Ebu Halife el-Cumhi, Sehl bin Serh, Muhammed bin Yaküb el-Mukri, Abdurrahman bin Halef ed-Dabi'den öðrenmiþtir.



Baðdat’ta Cami-i Mensür'da Cum'a günleri Ebu Ýshak Mervezi'nin hadis derslerine devam etmiþ, kendisi de Ebu Ýshak Mervezi'ye kelam ilmini öðretmiþtir.



Ýmam-ý Eþari hazretleri tasavvuf ilminde de âlim ve evliya idi. Ebu Ýshak Ýsferani þöyle demiþtir: "Benim ilmim, Þeyh Ebu'l-Hasen Bahili'nin ilmi yanýnda, deniz yanýnda bir damla gibidir. Ebu'l-Hasen Bahili'nin de, (benim ilmim, Ebu'l-Hasen Eþari'nin ilmi yanýnda, deniz yanýndaki bir damla gibidir) dediðini iþittim."



Ýmam-ý Eþari, gayet tatlý, açýk ve ikna edici konuþurdu. Bu sebeple hocasý Cübbai, daha önce münazaralara kendi yerine onu gönderirdi. Hakkýn, doðrunun ortaya çýkmasý için mücadeleyi sever, yazarak ve anlatarak hak uðrunda müdafaadan yýlmazdý.



Ýmam-ý Eþari hazretlerinin zamaný, mutezile fýrkasýnýn Ehl-i sünnete çok saldýrdýðý, hatta zorbaya baþ vurduðu bir döneme rastlamaktadýr. Valilik, kadýlýk gibi makamlar, mutezile fýrkasýndan olanlarýn elinde bulunuyordu. Böylece bozuk itikadlarýný yayýyorlar, insanlarý saptýrýp, imanlarý ile oynuyorlardý. Bu sýrada imam-ý Eþari ve diðer Ehl-i sünnet âlimleri, kitaplar yazarak onlarý reddediyor, bozuk fikirlerini çürütüyorlardý. Ýmam-ý Eþari ayrýca, mutezile fýrkasýnýn ileri gelenleri ile çetin münazaralara girip, onlarý susturdu. Kendisine, neden onlarýn yanlarýna, hatta devlet erkanýndan olanlarýnýn makamýna gittiði sorulunca, þöyle cevap vermiþtir: "Onlar valilik, kadýlýk gibi makamlarda bulunuyorlar. Kibirleri sebebi ile bize gelmezler. Biz de gitmezsek, hak nasýl ortaya çýkacak? Ehl-i sünneti anlatanlarýn, onu yayýp, hizmet edenlerin bulunduðunu nasýl bilecekler ve nasýl anlayacaklar?"



Ebu Abdullah ibni Hafif þöyle anlatmýþtýr:

"Gençliðimde, imam-ý Eþari hazretlerini görmek için Basra'ya gitmiþtim. Basra'ya vardýðýmda, heybetli ve güzel yüzlü, yaþlýca bir zat gördüm. Ona, "Ebu'l- Hasen Eþari hazretlerinin evi nerededir?" dedim. "Onu niçin arýyorsun?" dedi. "Onu seviyorum ve görüþmek istiyorum" dedim. Bana, "Yarýn erkenden buraya gel" dedi. Ertesi gün erkenden söylediði yere gittim. Beni yanýna alýp, Basra'nýn ileri gelenlerinden birinin evine götürdü, içeri girince, o zata yer gösterdiler. O da oturdu. Mutezilenin meþhur âlimleri, münazara için orada toplanmýþtý. Biz girip oturduktan sonra, o mecliste bulunanlar, aralarýnda oturan bir mutezile âlimine çeþitli meseleler sormaya baþladýlar. O þahýs cevap vermeye baþlayýnca, beni oraya götüren zat karþýsýna çýkýp, söylediði yanlýþ þeyleri reddediyor, doðrusunu söyleyip, onu susturuyordu. Öyle konuþuyordu ki, dinleyenleri tam ikna edip, doyurucu bilgi veriyordu.



Ben, bu zatýn haline ve ilmine hayran oldum. Yanýmda bulunan birine "Bu zat kimdir?" dedim. "Ebu'l-Hasen Eþari'dir" dedi. Ýmam-ý Eþari evden çýktýktan sonra, yine peþinden gittim. Yanýna yaklaþýnca, Ýmam-ý Eþari'yi ve hizmetini nasýl buldun?" buyurdu. "Fevkalade" dedim.



Sonra, "Efendim, o mecliste neden siz baþtan bir mesele sormadýnýz? Baþkalarý sorduktan sonra mevzuya girdiniz?" dedim.

“Biz, bunlarla konuþmak için söze girmiyoruz. Ancak Allahü teâlânýn dininde yanlýþ ve sapýk þeyler söylediklerinde reddediyoruz. Yanlýþ olduðunu isnat edip, kendilerine doðrusunu bildiriyoruz” buyurdu."



Ýmam-ý Eþari; eser yazmak, münazaralara girmek ve kýymetli talebeler yetiþtirmek suretiyle, Ehl-i sünnet itikadýnýn yayýlmasý ve böylece insanlarýn saadete kavuþmasý hususunda büyük hizmetler yapmýþtýr. Yetiþtirdiði talebelerinden bir kýsmý þu zatlardýr: Ebu Abdullah Muhammed bin Abdullah, Ebu'l-Hasen Bahili, Ebu Abdullah bin Hafif Þirazi, Hafýz Ebu Bekr Cürcani el-ismaili, Þeyh Ebu Muhammed Taberi el-Iraki, Zahir bin Ahmed Serahsi, Ebu Abdullah Hameveyh es-Sayrafi, Dimyani.



Bunlardan Ebu Abdullah Tai, imam-ý Ebu Bekr Bakýllani'nin hocasýdýr. Ebu'l Hasen Bahili de Ebu Ýshak isferani'nin ve hocasý olan Ebu Bekr Fürek'in hocasýdýr. Bu zat, önceden imamiyye fýrkasýndan iken, Ebu'l-Hasen Eþari hazretleri ile yaptýðý bir münazara ve ilmi mübahese sonunda hatasýný anlayýp, imamiyye fýrkasýný terk edip, Ehl-i sünnet itikadýna girdi, imam-ý Eþari'nin bildirdiði itikadý Basra'da yaydý, ibni Hafif ise, Ýmam-ý Eþari'nin en meþhur talebelerinden olup, (Þeyh-i Þiraziyyin) Þirazlýlarýn þeyhi, üstadý ismiyle meþhur olmuþtur.



Diðer meþhur bir talebesi olan Dimyani ile Ýbni Hafif, Ýmam-ý Eþari'nin münazara meclislerinde yanýnda bulunurlardý. Talebelerinden Ebu Abdullah Hameveyh es-Sayrafi, uzun müddet imam-ý Eþari'nin yanýnda bulunmuþtur. Sonra memleketi Sirafa dönüp, orada ders verip, talebe yetiþtirmiþ; imam-ý Eþari'nin bildirdiði itikad bilgilerini memleketinde yaymýþtýr.



Þeyh Ebu Ali Zahir de, hocasý imam-ý Eþari'den öðrendiði Ehl-i sünnet bilgilerini Horasan'da yaydý. Böylece imam-ý Eþari'nin bildirdiði itikad bilgileri, Ehl-i sünnet mezhebi, doðuda ve batýda yayýldý. Hicri 300 senesinden itibaren Irak havalisinde, Ýran'da yayýldý. Selçuklu devleti hükümdarlarýnýn resmi mezhebi oldu. Daha sonra Atabekler tarafýndan müdafaa edilip, Þam ve Baðdat çevresinde yayýldý. Selahüddin Eyyübi Mýsýr'ý fethedince, orada da yayýldý.



Eserleri:


Ýmam-ý Eþari hazretlerinin eserleri, beþ grupta toplanýr:

1. Kýrk yaþýndan önce mutezile iken yazdýðý eserler. Bunlarý sonradan iptal etmiþtir.

2. Felsefecilere, yahudi, hýristiyanvemecusilere yazdýðý reddiyeler.

3. Hariciye, mutezile, þia ve zâhiriyye fýrkalarýna yazdýðý reddiyeler.

4. Makalatlar

5. Kendisine sorulan suallere cevap olarak yazdýðý risaleler ve diðerleri.



Ýmam-ý Eþari hazretlerinin pek çok eseri vardýr. Bunlarý ibni Asakir "Tebyin" isimli eserinde, ibni Fürek'den nakledip, isimlerini yazmýþtýr, ibni Fûrek ise, "Ebu'l-Hasen el-Eþari, el-Umed (veya el-Gamed) adlý kitabýnda, kendi eserlerini saydýðýný bildirmektedir. Bu eserler, onun yanýnda dersini dinleyenlere söyleyerek yazdýrdýklarý, çeþitli Ýslam memleketlerinden sorulan suallere verdiði cevaplarý ihtiva eden, üçyüzyirmi senesine kadar yazdýðý kitaplardýr. Bundan sonra üçyüzyirmidört senesine kadar da pek çok eser yazmýþtýr" demektedir, Ýbni Fürek ayrýca, Ebu'l-Hasen el-Eþari'nin el-Umed adlý eserinde isimlerini bildirdiði eserlerden baþka kitaplarýný da bildirmektedir.



"El-Umed" adlý eserde bildirilen kitaplardan bazýlarý:

1) Kitab-ül-F'usül: Mülhidler (dinsizler), tabiatçý felsefeciler, dehriler, zamanýn ve âlemin kadim olduðuna inananlara reddiyedir. Bu kitapta; brehmenler, yahudiler, hýristiyanlar ve mecusilere de cevaplar vermiþtir. Bu kitap büyük bir eserdir.



2) Mücez:
On iki kitaptan ibarettir.

3) Halk-ül-efal

4) Ýstitaa hakkýndaki kitap

5) Sýfatlar hakkýndaki kitap



6) El-Luma fi'r-reddi ala ehli'z-zeygi ve'l bida':
Kur'an-ý kerim, Allahü teâlânýn iradesi, Allahü teâlânýn görülmesi, kader, istitaa, va'd ve va'id ve imamet meselelerinden bahseden on bölüm ihtiva eden kýymetli bir kitaptýr, Ýmam-ý Eþari hazretlerinin bu mevzularda söyledikleri hakkýnda iyi bir kaynaktýr. Yakýn zamanda Mýsýr'da ve Beyrut'ta basýlmýþtýr. Beyrut baskýsýnda, ayrýca Richard J.Mc. Carthy tarafýndan bir mukaddime ve Ýngilizce’ye tercümesi vardýr. Spitta, bu eseri hülasa ederek, Joselp Heli tarafýndan Almancaya tercüme edilmiþtir.



7) Risalet-ül-iman:
Spittabu kitabý Almancaya tercüme etmiþtir.

8) Kitab-ul-Funün: Mulhidlere (dinsizlere) cevap olarak yazýlmýþtýr.

9) Kitab-ün-Nevadir: Kelam ilminin inceliklerini anlatýr.



10) Dehrilerin (dinsizlerin) Ehli tevhide karþý yaptýklarý bütün itirazlarýnýn toplandýðý bir kitap.

11) El-Cevher fi'r-Reddi ala ehli'z-Zeygi vel-Münker.

12) Nazar, istidlal ve þartlarý hakkýnda Lübbai'nin suallerine verilen cevaplar.



13) Mekalat-ül-felasife:
Felsefecilere cevap olarak yazýlmýþ bir eserdir. Kitap üç makaleyi ihtiva eder. Eserde ibni Kays ed-Dehri'nin bazý þüpheleri, Aristo’nun sema (gök) ve alem hakkýndaki fikirleri çürütülmüþ; hadiseleri, saadet ve þekaveti yýldýzlara baðlýyanlara lazým gelen þeyler açýklanmýþtýr.



14) Cevab-ül-Horasaniyyin:
Çeþitli meseleleri ihtiva eder.



El-Umed'de bildirilenlerden baþka, ibni Fürek'in zikrettiði eserlerinden bazýlarý da þunlardýr:

1) Tenasühe inananlar hakkýndaki eser.

2) Mantýkçýlara dair yazýlan eser.

3) Hýristiyanlar hakkýnda yazýlan kitap.

4) Delail-ün-nübüvve hakkýndaki kitap.



Ýmam-ý Eþari'nin ayrýca: Risale ketebbiha ila ehli's-sagr bi bab-ül-ebvab adlý eseri vardýr. Kitap, Kafkas daðlarýnýn Hazar denizi ile bitiþtiði yerde bab-ül-ebvab (Demirkapý yahud Derbend) denilen kasabanýn âlimlerine yazýlmýþtýr. Bu eser, Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimlerini geniþ olarak anlatmaktadýr.



Bunlardan baþka þu eserleri de meþhurdur:

Makalat-ül-islamiyyin: Bu eserinde itikadi fýrkalardan ve kelam ilminin ince meselelerinden bahsetmektedir. Matbudur.



El-ibane an usül-üd-diyane;
Ehl-i sünnet dýþý fýrkalarýn reddi için yazýlmýþ olup, bu husustaki delilleri içinde topladýðý eseridir.



Kavl-ül-cumlat, Eshab-ül-hadis ve Ehlüs-Sünne fi'l-itikad
(basýlmamýþtýr.)

Risalet-ül-istihsan el-Havdu fi ilm-il-kelam, basýlmýþtýr, ingilizce tercümesi vardýr.



Ýzah-ül-Bürhan et-Tebyin ala usülid-din

Kitab-ül-ulüm

Tefsir-ül Kur'an- eþ-Þerh vet-tafsil.






Doðru yolun temel bilgileri

Ýmam-ý Eþari hazretlerinin, Kafkas sýradaðlarýnýn Hazar Denizine ulaþan ucunda Bab-ül-ebvab (Demirkapý veya Derbend) denilen kasaba âlimlerine, Ehl-i sünnet itikadýný bildirmek için yazdýðý "Risaletün ila ehli's-sagr" (Hudüd ahalisine bir mektub) adlý eserinde bazý bölümlerin tercümesi þöyledir:



Allahü teâlâya hamd olsun ki, bizi, doðru yola ulaþtýran sünnet-i seniyyeye uymayý sevdirdi. Helake götüren bid’atlerden uzaklaþtýrdý. Kalblerimizi, yakînin (kat'i ve kuvvetli imanýmýzýn) hasýl ettiði serinlik ve huzur ile doldurdu. Müslümanlýk ile bizi aziz kýldý. Bizi, Resulüne uyanlardan, Onun rehberliðine yapýþanlardan eyledi. Bid’atlere dalýp, Resulullahýn ve Eshab-ý kiramýn yolundan ayrýlarak yalnýz kalmaktan kurtarýp, cemaatle beraber olmayý ihsan etti.



Resulullaha salat-ü selam olsun ki, bizi Allahü teâlânýn emir ve yasaklarýna davet etti. Allahü teâlâ bu hususta ona âyetleriyle yardým etti. Kendisine mucizeler vererek, hakkýndaki þüpheleri giderdi. Kendi rýzasýna nasýl ulaþýlacaðýný Onun ile bildirdi, içlerinde kendisine delalet eden deliller bulunduðunu en açýk bir þekilde haber verdi. Nihayet bâtýl, sönüp gitti. Hak, galip ve muzaffer olarak parladý.

Resulullah, Peygamberlik vazifesini yerine getirdi. Kendisine bildirilenleri teblið edip, ümmetine nasihatte bulundu.



Þimdi! Ey Bab-ül-ebvab halkýndan olan âlimler ve büyükler! Allahü teâlâ sizleri yüce kudreti ile muhafaza buyursun. Sizlere yardým eylesin. Medinet-üs-Selam'da (Baðdad'da) mektubunuzu aldým. Allahü teâlânýn nimetleri içerisinde olduðunuzu, halinizin düzgünlüðünü yazýyorsunuz. Bu sebeple, kederim ve üzüntülerim daðýldý.



Allahü teâlâya çok þükrettim. Size olan ihsanýný tamamlamasýný, size ve bize olan nimetlerini artýrmasý için Allahü teâlâya yalvardým. Dualarý kabul eden Odur. Büyük lütuflarda bulunmak Ona layýktýr.



Allahü teâlâ yardýmcýnýz olsun. Geçen sene 267 (m. 881) bir takým sualler sormuþtunuz.



Mektubunuzda bundan da bahsediyorsunuz. Verdiðim cevaplarý beðendiðinizi, faydalý olduðunu, doðruluðunu kabul ettiðinizi, þüphelerinizin gittiðini, sizi kendilerine inandýrmak isteyen (o kimselerden) yüz çevirdiðinizi yazýyorsunuz.



Bunlarý okuyunca, dinde saptýranlarýn, Resulüne uymaktan alýkoyanlarýn þüphelerinden bizi ve sizi muhafaza buyurduðu için Allahü teâlâya hamd ettim.



Yine siz mektubunuzda, benden Selef-i salihinin asýl kabul edip, dayandýklarý bazý hususlarý (yazmamý) istiyorsunuz.



Sonra gelenler de bu asýllara (bilgilere) uymak suretiyle, bid’at sahiplerinin düþtüðü, Kur'an-ý kerim ve Sünnet-i seniyyeye muhalefet durumuna düþmekten kurtulmuþlardýr. Bu bilgilere þiddetle ihtiyacýnýz olduðunu bildirdiðiniz için, size olan hürmetim ve üzerimdeki hakkýnýzdan dolayý, suallerinize ve isteklerinize cevap vermekte acele ettim.



Size bazý temel bilgileri, delilleri ile beraber bildirdim. Bu deliller, sizin Selef-i salihine tâbi olmakta haklý olduðunuzu, Ehli bid’atin ise, Selef-i salihine muhalefet edip, daha önce üzerinde bulunduklarý haktan sapmakla hata ettiklerini, bununla þer'i delillerden, Resulullahýn bildirdiði þeylerden ayrýldýklarýný gösterecektir. Yine bu delilleri red eden, Peygamberlerin getirdiklerini inkâr eden felsefecilerin yollarýna uyduðunu da gösterecektir. Size ve söylediklerimi düþünen diðer kimselere söylenmesi gerekenleri söyledim. Allahü teâlâdan yardým dileyerek ve Ona güvenerek, sizin isteklerinizi yerine getirmekle, sevaba kavuþacaðýmý ümit ediyorum. Allahü teâlâ bana kâfidir ve O ne güzel vekildir.



Allahü teâlâ sizi doðru yola hidayet eylesin. Biliniz ki, Selef-i salihinin ve onlarýn yolunda giden halefin (sonra gelen âlimlerin) yolu þudur:



Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselamý bütün dünyaya Peygamber olarak gönderdiði zaman, insanlar, birbirine zýt bir takým fýrkalara ayrýlmýþlardý. Onlardan bir kýsmý kitabi idi. Bunlar, Allahü teâlânýn gönderdiði Tevrat ve Ýncil'i deðiþtirmiþler, kendi uydurduklarý þeyler ile insanlarý Allahü teâlâya davet ediyorlardý.



Bir kýsmý felsefeci idi. Bunlar, akýl ile elde ettikleri bir takým bilgilerde, yanlýþ neticelere varmalarý sebebiyle, bir çok bâtýl ve yanlýþ yollar ortaya çýkmýþtý.



Bir kýsmý, brehmen idi. Bunlar, Allahü teâlânýn Peygamberlerini inkâr ediyorlardý.



Bir kýsmý, dehri idi. Bunlar da, kâinatýn sonsuz olarak devam edeceðini, yok olmayacaðýný iddia ediyorlardý.



Bir kýsmý, mecusi idi. Bunlar ise, hiç tecrübe etmedikleri, bilmedikleri þeyleri iddia ediyorlardý.



Bir kýsmý putperest idi. Bunlar, putlara tapýyorlardý. Bunlar da þaþkýnlýk içerisinde kalmýþlardý.



Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam ise, insanlarýn, kâinat ve içindekilerin sonradan yaratýlmýþ birer mahluk olduðuna, onlarýn hepsinin yaratýcýsý, sahibi ve maliki olan Allahü teâlânýn varlýðý ve birliði inancýna davet etti.



Onlara, üzerinde bulunduklarý yolun yanlýþ olduðunu, böyle bâtýl yollarý terk etmelerini istedi. Resulullah onlarýn yollarýnýn bozukluðunu, kendisinin ise, Allahü teâlâdan bildirdiði hususlarda doðru olduðunu, apaçýk âyetler ve mucizelerle ispat etti. Sonra Allahü teâlâya nasýl kulluk edileceðini açýkladý. Allahü teâlâ Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamý bunlarý insanlara bildirmesi ve izah etmesi için gönderdi. Resulullah, insanlara, kendilerinde dil, suret ve daha baþka yönlerden farklýlýklar bulunduðunu, böyle deðiþikliðin ise onlarýn sonradan yaratýlmýþ olduklarýný gösterdiðini bildirdiði gibi, gerek kendilerinde ve gerekse, onlarýn dýþýndaki varlýklarda, Allahü teâlânýn varlýðýna, iradesine ve tedbirine delalet eden þeyler ile, Allahü teâlâyý tanýma yolunu da bildirdi. Þöyle ki; Allahü teâlâ Kur'an-ý kerimde mealen, "Arzda da gerçekten tasdik edenler için birçok ibretler vardýr. Nefslerinizde de (hücrelerde vücut yapýnýza kadar;) bir çok alametler vardýr (ki, hep Allahü teâlânýn kudretine, ilmine azamet ve iradesine delalet ederler;) Hâlâ görmeyecek misiniz" buyurdu. (Zariyat 20-21)



Yine, insanýn yaratýlýþ safhalarý, suret ve þekillerindeki deðiþik durumlara da mealen þu âyet-i kerime ile iþaret buyuruldu:

"Andolsun ki, Biz insaný
(Âdem'i) þüphesiz ki, çamurun özünden yarattýk. Sonra Âdem'in neslini, saðlam bir yerde (rahimde) bir nutfe (az bir su) yaptýk. Sonra o nutfeyi bir kan pýhtýsý haline getirdik. Ondan sonra kan pýhtýsýný bir parça et yaptýk. O et parçasýný da kemikler haline çevirdik. Kemiklere de et giydirdik. Sonra ona baþka bir yaratýþla (ruh ve nutuk verip) insan haline getirdik. Bak ki, þekil verenlerin en güzeli olan Allahü teâlânýn þaný ne kadar yücedir." (Müminun 12-13-14)



Bunlar, Allahü teâlânýn varlýðýnýn muhakkak lazým olduðunu ifade eden, Onun irade ve tedbirine delalet eden en açýk delillerdendir.



Ýnsan çamur özünden yaratýldý. Çamur özünün bir çok þekil ve durumlara kabiliyeti vardýr. Fakat, insanýn baþka bir suretle deðil de, kendisine has özellikleriyle malum olan ve en güzel surette meydana gelmesi mutlaka bir yaratýcýnýn varlýðýný göstermektedir.



Ýnsana baktýðýmýzda þunlarý görüyoruz:

1- Ýnsanýn baþka varlýklarda bulunmayan, kendisine mahsus bir sureti vardýr.



2-
Ýþitmek, görmek, koklamak, hissetmek, tatmak gibi, ihtiyaçlarýný temin edebilmesi için hazýrlanmýþ bir takým vasýtalara (duyu organlarý) sahiptir.



3-
Ýhtiyaç hasýl oldukça, tertip üzere hazýrlanmýþ gýda aletleri, mesela, yeni doðmuþ çocuk gýdasýný, önce annesini emmek suretiyle temin eder. Çünkü o, bu sýrada diþsizdir. Gýdasýný kendiliðinden temin edemez. Bir müddet sonra, diþlerle donatýlýr. Gýdasýný yemekle elde eder.



4-
Aðýzdan alýnan gýdalar, mideye gelir. Mide, kendisine ulaþan gýdalarý piþirir. Bu gýdalara öyle bir incelik verir ki, bunlar en ince yollardan geçerek, tâ saçlara ve týrnaklara kadar ulaþýr.



5-
Karaciðer, öd (safra) çýkarmak, vücudun þeker durumunu ayarlamak, zehirleri bir dereceye kadar zararsýz hale getirmek gibi bazý vazifeler için hazýrlanmýþtýr.



6-
Akciðer, dýþarýdan temiz havayý (oksijen) alýp, kan dolaþýmý ile dokulara iletmek ve kandan (karbondioksit alarak) kirlenen havayý nefesle dýþarý vermek için hazýrlanmýþtýr.



7-
Ayrýca alýnan gýdalardaki fazlalýklarýn atýlmasý için gerekli aletler (a'zalar). Bunlardan baþka, tesadüfi olarak düþünülmesi imkansýz olan, mutlaka bunlarý tertip ve düzenleyen bir yaratýcýnýn varlýðýný gerektiren sayýlamayacak kadar çok þey vardýr.



Bütün bunlarýn çamur özü ve su ile düzenlenip, kýsýmlara ayrýlmasý, mutlaka bir yaratýcýyý, bir düzenleyiciyi gerektirir. Bunu, düþünen her akýl sahibi anlar. Ayný þekilde, bir plan dairesinde düzenleyen, kasteden bir bina yapýcýsý olmadan, bir binanýn meydana gelmesi bile mümkün olmayýnca, yukarýda saydýðýmýz hallerin de bir yapýcý ve yaratýcý olmadan çamur ve su ile kendiliklerinden, tertip ve düzen içerisinde meydana gelmeleri mümkün olamaz.



Sonra Allahü teâlâ mealen: "Gerçekten, göklerin ve yerin yaratýlýþýnda, gece ile gündüzün birbiri ardýnca geliþinde, akýl sahipleri için, Allah’ýn varlýðýný, kudret ve azametini gösterir, kesin deliller vardýr" âyet-i kerimesiyle [Al-i imran 190]bu hususu (Allahü teâlâdan baþka her þeyin sonradan yaratýldýðý, bunlarý Allahü teâlânýn yarattýðýný) ve bunda çeþitli hikmetler bulunduðunu daha ziyade beyan eyledi. Feleklerin (Dünya, Ay, Güneþ v.s.) hareketiyle, meydana gelen faydalarýn büyüklüðüne ve miktarýna iþaret buyuruldu.



Mesela, gece, insanlarýn istirahatý olduðu gibi ve mahsüllerine fazla gelen güneþ hararetini (sýcaklýðýný) serinletmektedir.



Gündüz ise, mahlukatýn daðýlýp hareket etmeleri, geçimlerini temin etmeleri için yaratýlmýþtýr. Eðer devamlý gece olsa idi, karanlýk, onlarýn fayda temin edecek þeylerin peþine düþüp, bunlarý elde etmeye mani olacaktý. Ayný þekilde devamlý gündüz olsa idi, bu da zararlý olurdu. Gündüzün aydýnlýðý fýrsat bilinerek takatin (gücün) üstünde hýrsla çalýþýlýr, kâfi miktarda istirahat etmedikleri için insanlar helak olurlardý.



Bundan dolayý, onlara, çalýþmalarý için takatlarýný geçmeyecek þekilde, zamanýn bir kýsmý gündüz, istirahatlarý için yeterli bir miktarý da gece kýlýndý. Böylece, onlarýn halleri mutedil (normal) olarak gecenin serinliðinden, gündüzün sýcaklýðýndan, kendileri, ekinleri, mallarý ve hayvanlarý için lazým olan kadarýný alacaklardýr.



Böyle yapmakla, Allahü teâlâ mahlukatýna merhamet buyurmuþ, lütuf ve ihsanda bulunmuþtur. Yine, mahlukatý kuþatan renk tabakasý, onlarýn gözlerine münasip ve muvafýk gelen renklerden yaratýlmýþtýr. Eðer bu renk, þimdi alemi saran renkten olmasaydý, gözleri bozacaktý.



Cisimlerin büyük ve aðýr olmasýna raðmen, yer ve göklerin ve onlarda bulunan hükümlerin (kanunlarýn); Allahü teâlânýn tutmasýna muhtaç olduðuna, mealen "Doðrusu, gökleri ve yeri zeval bulmaktan Allahü teâlâ koruyup, tutuyor. Andolsun ki zeval bulurlarsa, onlarý Ondan baþka kimse tutamaz. Gerçekten O, hâlimdir. Azap için acele etmez, gafurdur (çok baðýþlayýcýdýr) âyet-i kerimesiyle iþaret buyuruldu. (Fatýr 41)

Bu âyet-i kerime ile bize, yer ve göklerin yerlerinde durmalarýnýn Allahü teâlâdan baþkasý tarafýndan olmadýðý ve onlarý bir durduran olmadan da yerlerinde durmalarýnýn mümkün olmadýðý bildirildi.



Sonra felsefecilerin tabiatçý inanýþlarýndan dolayý, aðaçlarýn ve onlardan çýkan meyvelerin ancak, yer, su, ateþ ve havanýn tesiri ile meydana geldiði hakkýndaki iddialarýnýn bozukluðunu bize; Allahü teâlâ mealen "Arzda birbirine komþu kýt'alar (kara parçalarý), üzüm baðlarý, ekinler, çatallý ve çatalsýz hurmalýklar vardýr ki, hepsi bir su ile sulanýyor. Halbuki yemiþlerin de bazýsýný bazýsýna üstün kýlýyoruz. (Tad, renk ve kýymetleri baþka baþkadýr.) Þüphesiz ki, bunlarda da düþünen bir topluluk için pek çok ibretler (alametler) vardýr" buyurdu. (Rad 4)



Daha sonra Allahü teâlâ, her þeyin yaratýcýsý olduðuna, bir olduðuna, iþlerinin intizam ve tertip dairesinde cereyan etmesi ile delil getirdi. Allahü teâlâ iþlerinde hiçbir ortaðý bulunmadýðýný mealen, "Eðer yer ile gökte, Allah’tan baþka ilahlar olsaydý, bunlarýn ikisi de fesada uðrar, yok olurdu" âyet-i kerimesi ile bildirdi. (Enbiya 22)



Sonra, önce yaratýldýklarýný kabul ettikleri halde, öldükten sonra tekrar diriltilmeyi inkâr edenlere karþý tekrar yaratýlmalarýnýn mümkün olduðunu bildirdi. Onlar tekrar yaratýlmayý uzak görerek, çürümüþ kemikleri kim diriltecek dedikleri zaman mealen "(Ey Resulüm) de ki: "Onlarý ilk defa yaratan diriltir ve O her yaratýlaný tamamiyle bilir" buyurdu. (Yasin 79)



Sonra bunu onlara: Mealen "O (Allah) ki, size yeþil aðaçtan bir ateþ yaptý da, þimdi siz ondan yakýp duruyorsunuz" âyet-i kerimesi ile beyan eyledi. (Yasin 80)



Yaþ ve yeþil iki aðaç olan ve rüzgar sebebi ile biri diðerine sürtülünce tutuþan uþar ve murah denilen aðaçlardan ateþin çýkarýlmasýný, çürümüþ kemiklere, parçalanmýþ derilere, hayatý iade etmenin caiz olduðuna delil getirdi. (Uþar ile murah) eskiden Araplarýn ateþ çýkarmak için kullandýklarý iki aðaçtýr.)



Sonra putlara tapanlarýn yüzlerine vurarak, kendi yonttuklarý þeylere ibadet etmenin bozukluðunu mealen, "Siz kendi yonttuðunuz þeylere mi tapýyorsunuz?" kavli ile beyan etti. (Saffat 95)

Sonra mealen "Sizi de, yaptýklarýnýzý da Allahü teâlâ yarattý" buyurdu. (Saffat 96)



Böylece putlara deðil, kendisine ibadetin vacip olduðunu beyan etti. Eðer sizin yontmanýz olmadan, put, put olmuyorsa, Allahü teâlânýn yaratmasý olmadan da, sizin suret ve heyetlerinizin olmayacaðý, evvel emirde (kolayca) bilinen bir þeydir. Bundan dolayý, sizi ve sizin yonttuðunuzu yaratmak sureti ile, yonttuðunuz þeyleri de ben yaratmýþ olduðumdan, ibadete onlar deðil ben layýðým; çünkü sizi, iþlerinizi yapmanýza muktedir kýlan benim, buyuruyor.



Allahü teâlâ. Peygamberlerini inkâr edenleri de Enam suresi 91. âyet-i kerimesinde red buyurdu. Mealen; "Yahudiler, Allahü teâlânýn kadrini, gereði gibi tanýyamadýlar. Çünkü: "Allah hiçbir insana bir þey indirmedi" dediler. (Vahy ve kitaplarý inkâr ettiler.) Onlara de ki: "Musa'nýn insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiði ve sizin de parça parça kaðýtlar haline koyup hesabýnýza geleni açýkladýðýnýz fakat çoðunu gizlediðiniz o kitabý kim indirdi? Sizin bilmediðiniz ve atalarýnýzýn da bilmediði þeyler, size (Peygamber diliyle Kur'an-ý kerimde) öðretilmiþtir. Ey Resulüm! Sen, Allah (indirdi) de! Sonra onlarý býrak. Bâtýl dedikodularýnda oynaya dursunlar."

Nisa suresi 165. âyet-i kerimesinde ise mealen: "(iman edenleri Cennetle) müjdeleyici, (küfredenleri Cehennemle) korkutucu olarak Peygamberler gönderdik ki, bu Peygamberlerin geliþinden sonra insanlarýn (yarýn) kýyamette "Bizi imana çaðýran olmadý" diye Allahü teâlâya bir hüccet ve özürleri olmasýn" buyuruldu.



Resulullahýn Ehl-i kitaba karþý onlarýn kitaplarýnda, kendi vasýflarýnýn bildirilmesi, isim ve hususiyetlerine iþaretlerin bulunmasý ile delil getirdi. Ehl-i kitap bunlarý gizledi.



Allahü teâlâ, Resulullaha hak Peygamber olduðu ve bildirdiklerinin doðru olduðu hakkýnda, mucizelerle yardým eyledi. Resulullaha en büyük mucize olarak Kur'an-ý kerim verildi. Müþrikler, Kur'an-ý kerimin Allahü teâlânýn kelamý olduðuna inanmýyorlar, Hz. Muhammed'in sözüdür, diyorlardý. Allahü teâlâ, o zaman en fasih ve edebiyatta zirveye ulaþmýþ olanlarýndan, Kur'an-ý kerimin on suresi veya bir suresi gibi bir söz söylemelerini istedi, insanlar ve cinler bir araya gelseler bunu yapamayacaklarýný bildirdi. Nitekim onlar, böyle bir söz söylemekten aciz kaldýlar. Böylece onlarýn, Resulullaha iman etmeme hususunda özürleri ortadan kalkmýþ oldu.



Hz. Musa da Firavun'un sihirbazlarýný, asasýyla rezil ve rüsva etmekle, hem sihirbazlarýn ve hem de diðer insanlarýn kendisine iman etmeme mazeretlerini gidermiþti. Musa aleyhisselamýn asasýndan meydana gelen harikulade hallerin kendi güçleri dýþýnda olduðuna, böyle bir þeyi yapabilmenin hatýrlarýndan bile geçmediðine, böyle bir þeyi ancak Allahü teâlânýn yapacaðýna, hem sihirbazlarý ve hem de baþkalarý kanaat getirdi. (Nihayet, bu mucize karþýsýnda sihirbazlar, Hz. Musa'ya iman ettiler.)



Hz. Ýsa da ölüleri ilaçsýz diriltmek, anadan doðma körleri ve derisi alaca olanlarý iyileþtirmek, o zamanda insanlarý aciz býrakan þeylerle (mucizelerle), o devre göre týpta en yüksek dereceye ulaþan tabiplerin kendisine inanmama mazeretlerini ortadan kaldýrdý. (Çünkü böyle iþleri, ancak Allahü teâlânýn yardým ettiði bir kimse yapabilirdi.)



Resulullah da, kendi kavminden olan, edebiyatta yüksek dereceye ulaþan edebiyatçýlarýn, kendisine iman etmeme hususunda bu mazeretlerini bertaraf etti. Çünkü, Kur'an-ý kerimin edebi yüksekliðini onlar da kabul ediyorlardý.



Ýþte Resulullah efendimiz, yukarýda bildirilen yanlýþ yollara sapmýþ kimselere, getirdiði deliller ve mucizelerle, yollarýnýn bozuk olduðunu, davet ettiði yolun ise doðru olduðunu anlatýyordu. Resulullah efendimiz, onlara daima karþýsýnda duramayacaklarý deliller getirdiði, aralarýnda uzun müddet kaldýðý halde, fevkalade ihtiraslarýndan dolayý, iman etme þerefine kavuþamadýlar.



Allahü teâlânýn Resulullaha verdiði mucizelerden bazýsý þöyledir:

Þiddetli açlýk vakitlerinde, kalabalýk cemaatý, az bir yiyecek ile doyurmasý, susuzluk zamanlarýnda, mübarek parmaklarý arasýnda fýþkýran suyla, hayvanlarý ve sahiplerini kanana kadar su içirmesi, kurdun kendisine konuþmasý, kýzartýlmýþ koyunun ben zehirliyim diye haber vermesi, ayýn ikiye bölünmesi, çaðýrmasý üzerine aðacýn yerinden sökülerek huzurlarýna gelmesi, emri üzerine aðacýn tekrar yerine gitmesi, insanlar kalblerinde saklayýp da haber vermesini istedikleri þeyleri haber vermesi.



Allahü teâlâ gizliyi, gizliden daha gizli olanlarý da bilir. Her þey Onun yanýnda hazýr gibidir. Yer ve gökte hiç bir þey ondan gizli kalamaz.



Kýyamet günü müminler Allahü teâlâyý göreceklerdir. Allahü teâlâ, Kur'an-ý kerimde mealen: “Nice yüzler vardýr ki, o gün (kýyamette) güzelliði ile parýldar. (O yüzleri) Rablerine bakar” buyurmaktadýr. (Kýyamet 22-23)

Resulullah da:

"Ayý gördüðünüz gibi, kýyamet gününde Rabbinizi mutlaka göreceksiniz. Onu görmekte güçlük çekmeyeceksiniz" buyurmaktadýr.



Allahü teâlâ yarattýklarýndan hiçbirine muhtaç deðildir. O istediðini saptýrýr, istediðini hidayetiyle doðru yola iletir, istediðini aziz, istediðini fakir, istediðini zengin eder. Onun iþlerinde asla noksanlýk yoktur. O, her þeyin mutlak sahibi ve malikidir. O istediðini yapar.



Allahü teâlâ mahlukatýný iki kýsma ayýrdý. Cennete gidecekleri, isimleri ve babalarýnýn isimleri ile beraber yazdý. Cehenneme gideceklerin isimlerini de yazdý. Resulullah efendimizle Hz. Ömer arasýnda þöyle bir konuþma oldu. Hz. Ömer Peygamber efendimize "Ya Resulallah! Bizim evvelce hesap ve kitabýmýz görülüp bitmiþ mi, yoksa, daha yeni baþlanmýþ bir iþ mi?" diye sorunca, Resulullah efendimiz:"[Allahü teâlâ ezeli ilmi ile kimin cennetlik, kimin cehennemlik olduðunu bildiði için] Bunlar, hesabý ve kitabý görülüp bitmiþ iþlerdir" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Öyleyse niçin ameller yapýyoruz (çalýþýp, çabalýyoruz) ya Resulallah?" diye sorunca Peygamber efendimiz: "Ýbadet yapýnýz! Herkese ezelde takdir edilmiþ olan þeyi yapmak kolay olur" buyurdu.



[Ýnsanýn iþlerini Allahü teâlânýn ezelde takdir etmesi demek, insanýn neleri irade edeceðini bilmesi ve dilemesi demektir. Bunlarý Levh-i mahfuz’da yazmýþtýr. Böyle olduðu için, kulun mecbur olmasý gerekmez.



Takvimlere, bir sene içinde güneþin ne zaman doðup, ne zaman batacaðý, hesaplanarak yazýlmýþtýr. Güneþ, takvimde bildirilen saatlerde doðup batar. Güneþ, takvime öyle yazýldý diye bilinen saatlerde doðup batmaz. Takvime yazýlmasý, güneþin doðmasýna ve batmasýna tesir etmez.



Ýþte Allahü teâlânýn da, ezeli ilmi ile, kullarýn kendi istekleri ile günah veya sevap iþleyeceklerini bilmesi, kullarýn iþlerine cebri bir müdahale deðildir.]



Allahü teâlâya ve Peygamber efendimizin iman etmeye davet ettiði þeylere iman eden kimseleri, küfürden baþka hiçbir günah imandan çýkarmaz, imanlarýný, ancak küfür giderir. Ehl-i kýble, günahlarý sebebiyle imandan çýkmayýp,dinin bütünemirleriyle mükelleftirler.



Ehl-i kýbleden olup, günahkâr olanlarý da, Allahü teâlâ mealen: "Ey iman edenler! Namaza kalktýðýnýz zaman yüzünüzü ve ellerinizi (dirseklerinizle beraber) yýkayýn, baþýnýzý mesh edin ve ayaklarýnýzý yýkayýn. Eðer cünüp iseniz boy abdesti alýn" Maide suresi, 6. âyet-i kerimesi ile mümin diye isimlendirmiþtir. Eðer akidesi bozuk olan Kaderiyye'nin [ve vehhabilerin] dediði gibi günahkârlar, günahlarý sebebiyle imandan çýkmýþ olsalardý, onlara abdest farz olmazdý. Allahü teâlânýn hitabý da bütün müminlere deðil, yalnýz itaat edenlere olurdu. Yine Allahü teâlâ, mealen "Ey iman edenler! Cuma günü namaz için ezan okunduðu zaman, Allahü teâlânýn zikrine (hutbe dinlemeye, namaz kýlmaya) koþunuz. Alýþ-veriþi býrakýn" buyurdu. (Cum'a 9)



Bu hitabý yalnýz itaat edenlere tahsis buyurmadý. Bu hitap ayný zaman da günahkârlarý da içerisine almaktadýr.



Küfrü gerektiren bid’at ve iþlerden baþka herhangi bir günahý yaparak, günahkâr olanlardan hiçbir kimse hakkýnda Cehennemliktir diye hükmedilemez. Allah’ýn ve Resulünün Cennetle müjdelediklerinden baþka hiçbir müslüman için isim vererek Cennetliktir denilemez.



Allahü teâlâ Kur'an-ý kerimde mealen, "Muhakkak ki, Allahü teâlâ, kendisine ortak koþanlarý baðýþlamaz. Bu günahtan baþkasýný dilediði kimseden maðfiret buyurur (affeder)" âyet-i kerimesi ile delalet ediyor. (Nisa 6)



Çünkü, Allahü teâlâ kendisi haber vermedikçe, asiler hakkýndaki iradesinin ne olduðunu bilmeye kimse için yol yoktur. Peygamber efendimiz: "Ehl-i kýbleden hiç kimseyi, kendi kendinize Cennete, yahut Cehenneme koymayýnýz" buyurdu.



Ýnsanlarýn amellerini yazan hafaza melekleri vardýr. Allahü teâlâ bu hususa mealen, "Halbuki üzerinde gözetleyici melekler var. (Amellerinizi yazan ve Allah katýnda) kerim olan katip melekler var" âyet-i kerimesi ile delalet buyurdu. (Ýnfitar 10-11)



Kabir azabý haktýr, insanlar, kabirlerinde diriltildikten sonra imtihan edilecek.



Kabirde sual sorulacak, Allahü teâlâ dilediði kimseye cevap vermeyi kolaylaþtýracaktýr. Kýyamet günü ilk sur üfürülünce, göklerde olanlar ve Allahü teâlânýn diledikleri bayýlýp düþecek, (ölecekler) ikinci surun üfürülmesi üzerine hepsi bakarak ayaða kalkacaklar (dirilecekler). Allahü teâlâ insanlarý, ilk yaratmasýnda olduðu gibi, yalýn ayak ve çýplak olarak diriltecek, (Dünyada iken) Allahü teâlâya itaat eden ve isyan eden bedenler, kýyamet günü diriltilecektir. Yine dünyada iken sevap ve günah iþleyen eller, ayaklar ve diller de diriltilecek, sahipleri hakkýnda þahidlik edeceklerdir. Allahü teâlâ insanlarýn amellerini tartmak için terazi koyacak. Kimin sevabý aðýr gelirse, o kurtulacaktýr. Kimin de sevabý hafif gelirse, hüsran ve zarara uðrayacaktýr. Kýyamet gününde insanlara, amel defterleri verilecek. Amel defteri sað eline verilen kimsenin hesabý kolay görülecektir. Amel defteri sol eline verilenler azap göreceklerdir.



Sýrat, Cehennem üzerine kurulmuþ bir köprüdür, insanlar oradan amellerine göre süratli veya yavaþ olarak geçecekler. [Yalnýz kýyamette köprü, terazi vardýr denince, dünyadaki köprü ve teraziler akla gelmemelidir. Sýrat köprüsü için de durum böyledir. Ahirette amellerin tartýlmasý için terazi kurulacaðýna inanmalý, fakat nasýl, ne þekilde olduðunu düþünmemelidir. Mesela, (Sýnýf geçmek için imtihan köprüsünden geçilir) diyoruz. Halbuki imtihanýn köprüye benzer tarafý yoktur. Sýrat köprüsü de, bilinen köprülere veya imtihan köprüsüne hiç benzemez. (S.Ebediyye)]



Kalbinde zerre miktarý imaný olan kimse, Cehennemde günahý kadar yandýktan sonra, Cehennemden çýkacaktýr.



Resulullahýn þefaati, ümmetinden büyük günah sahipleri için olacaktýr.



Ümmetinden bir kavmi yanýp, kara kömür olduktan sonra ateþten çýkarýlarak hayat nehrine atýlacaklar, vücudu hiç azap görmemiþ gibi terü taze olacak. Kýyamet gününde Resulullahýn havzý bulunup, içmek için ümmeti oraya gelecektir. Ondan içen kimse, bir daha susamýyacaktýr.Tuttuklarý doðru yolu; Peygamber efendimizden sonra deðiþtirenler, o havuzdan uzaklaþtýrýlacaklar.



Resulullahýn mirac gecesi semaya çýkarýldýðýna dair habere iman etmek vaciptir.



Deccal'e, Ýsa aleyhisselamýn inerek Deccal'i öldüreceðine, güneþin batýdan doðacaðýna, Dabbet-ül-ardýn çýkacaðýna ve bunlardan baþka, sika (güvenilir) zatlarýn Peygamberden bize nakledip, doðruluðunu bildirdikleri, diðerleri gibi kýyametten önce vukua geleceklerine dair tevatür ile bildirilen diðer alametler hakkýnda gelen haberlere iman etmek lazýmdýr.



Peygamber efendimizin, gerek Allahü teâlânýn kitabýnda ve gerekse sahih olan hadis-i þeriflerinde, bütün getirdiklerini tasdik etmeye, bunlarýn muhkemleriyle amel, müþkil, müteþabih olanlarýn nassýný ikrar etmenin (kabul etmenin) tefsirini, ilim ihata edemeyecek olanlarýn hakikatini, ilmi ilahiyeye havale etmek vaciptir.



Müminlerin üzerine, emr-i maruf ve nehy-i anil-münker (iyiliði emredip, kötülükten alýkoyma) vaciptir. Muktedir olurlarsa, yapýlan kötülüðe el ve dil ile mani olurlar. Muktedir olmazlarsa kalbleri ile o iþi kötü görürler.



Peygamber efendimizin hadis-i þerifi gereðince, asýrlarýn hayýrlýsý, Eshab-ý kiramýn zamanýdýr (asrýdýr) Sonra Tabiin ve Tebe-i tabiin asýrlarýdýr.



Eshab-ý kiramýn en üstünü, Bedir muharebesine katýlanlardýr. Bunlarýn en üstünü, Aþere-i mübeþþeredir (Cennetle müjdelenen on Sahabi). Aþere-i mübeþþerenin en üstünü dört halifedir. [Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali (radýyallahü teâlâ anhüm)] Bunlarýn halifelikleri, o zamandaki müslümanlarýn rýzasý ile olmuþtur. Müslümanlar bu tertip üzere ittifak ettiler (birleþtiler).



Muhacir ve Ensardan ibaret olan Bedir ehli arasýnda, Aþere-i mübeþþereden sonra efdaliyet, hicret ve önce müslüman olmaya göredir. Peygamberimizin da'vet ettiði þeylere iman ederek, bir saat olsun kendisi ile görüþen yahut onu bir defa gören Eshab-ý kiram, Tabiinden üstündür.



Eshab-ý kiram için, haklarýnda söylenen hayýr sözlerden baþkasýndan sakýnmalýdýr. Onlarýn iyiliklerini yaymalý, yaptýklarý iþler için sahih ve doðru tevil yollarý aramalý, takip ettikleri yolun en iyi yol olduðuna hüsni zan etmelidir.



[Eshab-ý kiram arasýnda olan muharebeleri iyi sebeplerden dolayý bilmelidir. Bu ayrýlýklar, nefsin arzularý, mevki, rütbe, sandalye kapmak, baþa geçmek sevgisinden dolayý deðildi. Çünkü, bütün bunlar, nefs-i emmarenin kötülükleridir. Eshab-ý kiramýn nefsleri ise, insanlarýn en iyisinin (aleyhisselam) sohbetinde, karþýsýnda tertemiz olmuþtu.



Þu kadar var ki, Emir'in yani Hz. Ali'nin halifeliði zamanýnda olan muharebelerde, o haklý idi. Ondan ayrýlan hata etti. Fakat ictihad hatasý olduðundan bir þey denemez. Nerde kaldý ki, fasýk denilsin, ictihad hatasý, fýsk, günah deðildir. Hatta ayýplamaya bile izin yoktur. Çünkü, ictihadda hata edene de bir sevap vardýr. Eshab-ý kiramýn hepsi müctehid idi. Hepsi adil idi.



Herbirinin verdiði haber makbul idi. Hz. Ali'ye uyanlarýn ve ondan ayrýlanlarýn verdikleri haberler, doðrulukta ve güvenilmekte farksýz idi. Aralarýndaki muharebeler, itimadýn gitmesine mani olmamýþtýr.



O halde hepsini sevmek lazýmdýr. Çünkü, onlarý sevmek. Peygamber efendimizin sevgisinden dolayýdýr. Bir hadis-i þerifte, "Onlarý seven, beni sevdiði için sever" buyurulmuþtur. Onlara düþmanlýk, Peygamberimize düþmanlýk olur. Hadis-i þerifte, "Onlara düþmanlýk eden, bana düþman olduðu için eder" buyurulmuþtur. O büyükleri tazim etmek, hürmet etmektir. Onlara hürmetsizlik, tahkir etmek, Onu tahkirdir. Evliyanýn büyüklerinden Ebu Bekr-i Þibli buyuruyor ki: "Eshab-ý kirama tazim etmeyen, kýymet vermeyen bir kimse, Resulullaha iman etmemiþ olur."] Bu hususta Selef-i salihin, Peygamber efendimizin "Eshabýmý zikrederlerse, siz kendinizi tutunuz" hadis-i þerifine uydular. Ehli ilim, bu hadis-i þerifin manasý için "iyiliklerinden baþkasý ile onlarý zikretmeyiniz (anmayýnýz) demektir, dediler.



Yine Peygamber efendimiz: "Esbabým hakkýnda bana eziyet etmeyiniz. Nefsim kudretinde olan Allahü teâlâya yemin ederim ki, eðer sizin biriniz hayýr yolunda Uhud daðý kadar altýn infak etse, onlarýn küçük ölçek, hatta yarým ölçeklerine bile varamazsýnýz" buyurdu. Yine Allahü teâlâ mealen "Muhammed (aleyhisselam) Allahü teâlânýn Peygamberidir. Onun beraberinde bulunanlar (Eshab-ý kiram) kâfirlere karþý çok þiddetli, kendi aralarýnda gayet merhametlidirler. Onlarý rüku ve secde eder halde (namaz kýlarken) Allahü teâlâdan sevap ve rýza, istediklerini görürsün. Secde eserinden (çok namaz kýlmalarý yüzünden meydana gelen) niþanlarý yüzlerindedir. Ýþte onlarýn Tevrat'taki vasýflarý budur" âyet-i kerimesi ile meth ve sena eyledi. (Feth 29)



Þeyhaynýn (yani Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'in), diðer bütün ümmetten üstün olduðu muhakkaktýr. Buna inanmayan ya cahildir veya inatçýdýr.



Yakub aleyhisselamýn oðullarý arasýnda meydana gelen iþler, onlarýn kýymetini düþürmeyeceði gibi, dünya iþlerinde, Eshab-ý kiram arasýnda olup-biten iþler de onlarýn kadr-u kýymetlerini düþürmez. Ýster icma ettikleri, ister ihtilaf ettikleri þeylerde olsun, Selef-i salihinin sözlerinin dýþýna çýkmak hiçbir kimseye caiz deðildir.



Peygamber efendimizin, "Ehli havaric Cehennemin kelbleridir" ve "iki fýrka var ki, onlara þefaat etmem; mürcie ve kaderiyye" diye rivayet edilen, hadis-i þeriflerine binaen Eshab-ý kiramý sevmeyenler, hariciler, kaderiyye ve mürcieden ibaret olan Ehl-i bid’ati zem ve onlardan uzak olup, onlarla beraber olmamak gerektiðini islam âlimleri bildirmiþlerdir.



Yine Peygamber efendimiz, "Kaderiyye bu ümmetin mecusileridir" buyurdu.



Bunlar, Allahü teâlânýn yaratmasý gibi yaratabileceklerini iddia ettiler.



Müslümanlarýn birbirlerine iyilik etmesi ve seviþmesi lazýmdýr. Fakat Peygamberimizin Eshabýndan birisini, yahut Ehl-i beytini ve ezvacýný (mübarek zevcelerini) kötüleyenlerden uzaklaþmak gerekir.



Ýþte Selef-i salihinin üzerinde bulunduðu temel bilgiler bunlardýr. Selef-i salihin, bilgilerde kitap ve sünnetin hükmüne tâbi oldular. Halef (sonra gelen âlimler) de bu hususta onlara uydu. Allahü teâlâ bizi ve sizi faydalandýrsýn.)