Teþekkur Teþekkur:  0
Beðeni Beðeni:  0
2 sonuçtan 1 ile 2 arasý

Konu: Üstad BedÝÜzzaman SaÝd NursÝ Hz.

  1. #1

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart Üstad BedÝÜzzaman SaÝd NursÝ Hz.

    ÜSTAD

    BEDÝÜZZAMAN

    Said Nursi



    Bediüzzaman, Ýslam’ýn inanç, moral ve vicdani enginliðini, hem de en katýksýz ve tesirli þekilde ortaya koyan çaðýn bir numaralý insanýdýr. Bu iddianýn hakikati, onun hayatýna bakýldýðý zaman apaçýk bir þekilde görülecektir.

    Bediüzzaman’ýn ideali, yaþadýðý çaðla hesaplaþmasý, iman ve ihlasýnýn azameti, insani enginliði, vefasý, sadeliði, iffeti, tevazuu, cesareti ve saymakla bitiremeyeceðimiz daha nice özelliði, o kadar derin ve boyutludur ki, niçin kendisine “Bediüzzaman” (Zamanýn eþsiz güzelliði) ve “Müceddid’üd-din” (Dinin yenileyicisi) ünvanlarýnýn verildiðini bize apaçýk bir þekilde anlatýrlar. Bu yazýda Bediüzzaman’ýn faziletlerini anlatmamýzýn ve onu övmemizin nedeni, onun, çaðýn vazifelisi olduðunu ve dolayýsýyla onun eserlerine yönelmek gerektiðini vurgulamaktýr.

    Ýþte Bediüzzaman deryasýndan bir kaç damla…



    ÝLMÝ ve FÝKRÝ YÖNÜ

    Keskin zekasý, harikulade hafýzasý ve üstün kabiliyetleriyle çok küçük yaþlardan itibaren dikkatleri üzerine toplayan Said Nursi, normal þartlar altýnda yýllar süren medrese eðitimini 3 ay gibi kýsa bir zamanda tamamlamýþtýr.

    Said Nursi daha çocuk yaþlardayken rüyasýnda kýyametin koptuðunu ve kendisinin mahþer meydanýnda bulunduðunu görür. “Peygamberimizi bulmalýyým” diyerek Sýrat köprüsünün baþýna gider. Bütün peygamberleri tek tek gördükten sonra Efendimiz Aleyhissalatü Vesselamla görüþür ve ondan ilim talep eder. ALLAH Resulü “Ümmetimden kimseye soru sormamak þartýyla sana ilim verilecektir!” buyurur. Budan sonra Said Nursi için ilim tahsili hayat tarzý olur.

    Öðrenim hayatý boyunca pek çok hocasý olmuþtur. Bunlardan biri olan Fethullah Efendi bir gün kendisine “Geçen sene Suyuti okuyordun, bu sene Cami mi okuyorsun?” diye sorar. Said Nursi

    “Cami’yi okudum!” cevabýný verir.

    Bunun üzerine, Fethullah Efendi, hangi kitabýn ismini söylediyse, Said Nursi’nin, o kitabý okuduðunu beyan etmesi, onu kendisi hakkýnda hayrete düþürür. Sonunda Said Nursi’ye “Sen geçen sene deliydin, bu sene de mi delisin?” der.

    O zaman Said Nursi, saydýðý kitaplardan imtihana hazýr olduðunu ifade eder ve fiilen de kendisine yöneltilen bütün sorularý en ufak bir tereddüt göstermeksizin cevaplar. Bu da Fethullah Efendi’yi dehþete düþürür. Nihayet kendisine “Pek ala, zekanýz harika, fakat ezberleme gücünüz nasýl? Þu kitaptan birkaç satýrý iki defa okuyarak ezberleyebilir misiniz?” deyip “Makamat-ý Hariri” isimli kitabý uzatýr. Said Nursi’nin kitabý alarak bir sayfasýný bir defa okumakla ezberlemesi Fethullah Efendi’yi þaþkýna çevirir ve þöyle demesine sebep olur: “Zeka ile hafýza kuvvetinin aþýrý derecede bir kimsede toplanmasý nadirdir.”

    Daha sonra Said Nursi burada Usul-i Fýkýh ilmine dair büyük bir kitap olan “Cemul-Cevami” kitabýný bir haftada, her gün bir iki saat çalýþarak okur. Bu okumasý, kitabý ezberlemesine yeter ve Fethullah Efendi’yi kitabýn kapaðýna þu ifadeyi yazmaya sevk eder: “Cemul-Cevami isimli kitabýn bütününü bir haftada ezberledi!”

    Bir keresinde Tillo’da ibadet için itikafa girdiði bir yerde çok büyük bir sözlük olan “Kamus-u Muhit”i Sin harfine kadar ezberler. Kendisine niçin böyle yaptýðý sorulduðunda ise “Kamus, her kelimenin kaç manaya geldiðini gösteriyor; ben de, her mananýn kaç kelimeye denk geldiðini gösteren bir sözlük yazma merakýna düþtüm!” demiþtir.

    Zamanýn Bitlis Valisi Ömer Paþa, kendisini çok ýsrarlý bir þekilde davet ettiðinden bu arzuyu geri çeviremez ve bir dönem Vali’nin konaðýnda kalýr. Said Nursi burada kelam, mantýk, nahv, tefsir, hadis ve fýkýh ilimlerine dair bir çok kitap okuyup Ýslami ilimlerin ana kaynaklarýndan 80 kitaptan fazlasýný ezberler. Bunlarý her gün ezberden okumak suretiyle 3 ayda bir devreder.

    Yüksek ilminden dolayý kendisine çok büyük ikram ve ihtiramlar olur.

    Baþka bir zaman Van’a gider ve Tahir Paþa’nýn konaðýnda kalýr. Burada bulunan kütüphaneden büyük ölçüde faydalanýr. Kýsa zamanda tarih, felsefe, coðrafya, matematik, jeoloji, fizik, kimya, biyoloji, ve astronomi gibi bilimleri, bu bilimlerde uzmanlaþacak kadar öðrenir. Daha sonra pozitif ve dini ilimlerin bir yerde okutulmasý fikriyle “Medreset’üz-Zehra” isimli bir üniversite kurmaya karar verip Padiþaha baþvurduysa da, çeþitli nedenlerden dolayý bu proje gerçekleþmez.

    Genç yaþlarýndan beri ilmi münazaralara katýlmakta olan Said Nursi, bu münazaralarda gösterdiði akýl almaz baþarý sayesinde diðer alimler tarafýndan çok büyük bir takdir görmüþ ve “Said-i Meþhur” ve “Bediüzzaman” diye anýlýr olmuþtur.

    1907 senesinde Ýstanbul’da, Fatih semtindeki Þekerci Hanýna yerleþir ve odasýnýn kapýsýna þöyle bir levha astýrýr: “Burada her suale cevap verilir, her müþkül halledilir. Fakat sual sorulmaz.”

    Hasan Fehmi Baþoðlu bu konudaki hatýrasýný þöyle anlatýyor: “Bir gece, ilahiyat ilimlerinden bahseden gayet derin ve ancak birkaç kitapta bulunan mevzularý soru halinde hazýrladým. Ertesi gün kendisini ziyarete gittim, sorularý sordum. Sanki o akþam beraber imiþiz ve kitaba beraber bakýyormuþuz gibi, sorularýmýn cevabýný tam olarak verdi. Ben tamamen mutmain oldum ve kesin olarak anladým ki, onun ilmi bizimki gibi kesbi (gayret gösterilerek elde edilen) deðil, vehbi (ALLAH vergisi)dir.

    Fatih Dersiamlarýndan Harbizade Tavaslý Hasan Efendi isminde bir zat, 90 sene gibi uzun ömrünü ders vermekle geçirmiþti. Bu süre zarfýnda sadece bir gün derse gidememiþti. O da Bediüzzaman’ý ziyaret ettiði gündü. Ertesi gün derse gelip talebelerine hissiyatýný þöyle ifade etti: “Böylesi görülmemiþtir. Böyle bir zat nadire-i hilkattir. Bu zat gibisi henüz gelmemiþtir.”

    Ýþte Bediüzzaman, bu ilmi enginliðindendir ki, Risale-i Nur Külliyatýyla, asrýn ihtiyaçlarýna uygun ve yüzde yüz Kurani, yepyeni bir fikri akým diyebileceðimiz bir anlayýþ ortaya koymuþtur. Materyalizm ve Darwinizm sayesinde artan dinsizlik cereyaný karþýsýnda, geleneksel kelam ilminin Ýslami hakikatleri savunmadaki yetersizliðini fark etmiþ ve Ýslam’a yapýlan büyük saldýrýlar karþýsýnda iman esaslarýný akli ve mantýki sahada, o kadar orijinal ve benzersiz delillerle ispatlamýþtýr ki, bütün bunlarýn neticesinde þu iddialý sözü pervasýzca söyleyebilmiþtir: “Kur'ân-ý Hakîmin kuvvetiyle, sizin dinsizleriniz dahil olduðu halde bütün Avrupa'ya meydan okuyorum. Bütün neþrettiðim iman nurlarýyla, onlarýn tabiat dedikleri saðlam kalelerini mahvetmiþim. Onlarýn en büyük dinsiz filozoflarýný hayvandan aþaðý düþürmüþüm. Dinsizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa, Allah'ýn tevfikiyle, beni o mesleðimin bir meselesinden geri çeviremezler, inþaallah maðlûp edemezler.”

    Nadide mütefekkirlerimizden Cemil Meriç, onun bu fikri boyutunu “asýrlarý kucaklayan bir tefekkürün çaðdaþ idrake sesleniþi” olarak deðerlendirmiþ ve þöyle bir açýklama yapmýþtýr: “Bediüzzaman ve eserlerine olan alakasýzlýðýmýz tam bir yüz karasýdýr.”



    ÝZZET, ÝSTÝÐNA ve CESARETÝ

    Bediüzzaman, çocukluk dönemlerinde dahi izzet ve haysiyetine uygun düþmeyen hallerden kaçýnýr ve kendisine yapýlan ufak bir aþaðýlamaya bile dayanamaz, hemen mantýki bir cevap verirdi. Ve çok büyük zahmet ve meþakkatlere katlanma uðruna, kesinlikle insanlarýn minneti altýna girmezdi. Bunu kendi adýna bir zillet kabul ederdi.

    Risale-i Nur’un tesirini kýrma adýna “Milletin sýrtýndan geçiniyor!” iftirasýna maruz kalmamak ve insanlara minnet çekmemek için kendisine gönderilen hediyeleri kabul etmez, her hangi biri yemek benzeri bir þey gönderdiði zaman mutlaka ücretini öderdi.

    Bediüzzaman’ýn kendi tabiriyle “Eski Said”i “Yeni Said”e dönüþtüren olaydan sonra Üstad’daki bu benzersiz izzet; tevazu ve hilme dönüþmüþtür. Üstad bu yeni döneminde kendisine yapýlan en aðýr hakaretlere bile karþýlýk vermemiþtir.

    Bediüzzaman’ýn cesareti ise tek kelimeyle “eþsiz”dir. Bu cesaret, Üstad’ýn çocukluk dönemlerinden beri kendisini aðýrlýðýyla hissettirmiþtir. Mesela çocukluk döneminde kendisini dövmeye çalýþan arkadaþlarýný hocasýna þikayet ederken þöyle demiþtir: “Hocam, þunlara söyleyin ikiþer ikiþer gelsinler.”

    Bitlis'de iken bir gün kendilerine Vali ile bir kýsým memurlarýn içki içtikleri ihbar olununca, hiddetlenerek, "Bitlis gibi dindar bir memlekette hükûmeti temsil eden bir zatýn iþlediði bu muameleyi kabul edemem!" diyerek içki meclisine gider. Evvelâ içki hakkýnda bir hadis-i þerif okuduktan sonra pek acý sözler söyler. Valinin vurdurmak için iþaret etmesi ihtimaline binaen de bir elini rovelverinin bulunduðu yerde tutar. Fakat Vali fevkalâde sabýrlý ve hamiyetli bir zat olduðundan, katiyen ses çýkarmaz. Oradan ayrýlýnca Valinin yaveri, Genç Said'e, "Ne yaptýnýz? Söyledikleriniz, idamýnýzý gerektirir!" der.

    Genç Said, "Ýdam hayalime gelmedi; hapis ve sürgün zannederdim. Her ne ise, bir kötülüðü def etmek için ölürsem ne zararý var?" cevabýnda bulunur.

    Oradan döndükten bir iki saat sonra, iki polis vasýtasýyla Vali kendisini istetir. Valinin odasýna girerken, Vali hürmet ve tâzimle genç Said'i karþýlayarak elini öpmek ister. Ýltifatla yer göstererek, "Herkesin bir üstadý vardýr. Sen de benim üstadýmsýn" der.

    Bediüzzaman bir vesileyle Sultan Abdulhamitle görüþür. Mevcut sistemdeki bazý eksiklikleri eleþtirir. Bundan dolayý Sultan’ýn yakýnýndaki bazý adamlar onu askeri mahkemeye sevk ederler. Bu mahkemede öyle büyük bir cesaretle konuþur ki, mahkeme reisi Bediüzzaman’ýn deli olup olmadýðýný tespit ettirmek için onu bir doktora yollatýr. Doktor kendisini muayene ederken Bediüzzaman öyle bir açýklama yapar ki doktor þöyle demek zorunda kalýr: “Eðer Bediüzzaman da zerre kadar bir delilik varsa, bütün yeryüzünde tek bir akýllý insan yok demektir.”

    Bundan hemen sonra Bediüzzaman Emniyet Müdürlüðüne gönderilir ve Emniyet Müdürü kendisine þöyle der: “Padiþah sana selam etmiþ, bin kuruþ da maaþ baðlamýþ.” Bediüzzaman da “Ben maaþ dilencisi deðilim… Kendim için gelmedim, memleketim için geldim” der. Müdürün, “Ýradeyi reddediyorsun. Ýrade reddolunmaz” demesine mukabil, o “Reddediyorum, ta ki Padiþah darýlsýn, beni çaðýrsýn, ben de doðrusunu söyleyeyim!” der. Müdür “Bu iþin neticesi vahimdir!” deyince de þu müthiþ açýklamayý yapar: “Neticesi deniz olsa, geniþ bir kabirdir. Ýdam olunsam bir milletin kalbinde yatacaðým. Hem de Ýstanbul’a geldiðim vakit, hayatýmý rüþvet getrmiþim. Ne ederseniz ediniz. Bunu da ciddi söylüyorum!”

    31 Mart hadisesi meydana gelir. Bediüzzaman’ýn gizli düþmanlarý bu hadiseyi bahane ederek, hiçbir alakasý olmamasýna raðmen onu da mahkemeye çýkarýrlar. Bu hadiseye ismi karýþan on beþ kadar hoca idam edilir. Bediüzzaman, onlar mahkeme binasýnýn bahçesinde asýlý durduklarý ve kendisi de pencereden onlarý gördüðü bir halde, sert bir þekilde muhakeme olunur. Üstad’ýn tavrý ise daha sert olmuþtur: “Bu asýlanlarla beraber gitmeye hazýrým. Nasýl ki, bir bedevî, Ýstanbul'un güzelliðini iþitmiþ, fakat görmemiþ; nasýl müthiþ bir arzuyla görmeyi ister! Ben de acayip ve garip þeylerin sergisi olan ahiret alemini öyle büyük bir arzuyla görmek istiyorum. Beni oraya sürmek, bana ceza deðil! Sizin elinizden gelirse, beni vicdanen azaplandýrýn! Ve illâ baþka suretle azap, azap deðil, benim için bir þandýr!”

    Bediüzzaman bu dehþetli mahkemeden idamýný beklerken beraat etmiþ ve mahkemeye teþekkür etmeyerek, yolda Bayezid'den tâ Sultanahmed'e kadar, arkasýnda kalabalýk bir halk kitlesi mevcut olduðu halde, "Zalimler için yaþasýn Cehennem! Zalimler için yaþasýn Cehennem!" nidâlarýyla ilerlemiþtir.

    Bediüzzaman 1. Dünya Savaþýnda gönüllü alay kumandanlýðý yapmýþ ve talebeleriyle yaptýðý müdafaalarla Ermenilerin ve Ruslarýn gönlüne korku salmýþtýr. Üstad’ýn savaþtaki hünerleri saymakla bitmez. Ayrýca fevkalade bir þekilde vücuduna pek çok gülle isabet etmesine raðmen kendisine hiçbir þey olmadýðý bizzat talebelerinin þahitliðiyle sabittir. Üstad bu savaþýn sonunda hem yaralý, hem de ayaðý kýrýk bir þekilde 33 saat su ve çamurun içinde kalýr. Fedakar talebeleri de kendisiyle beraberdir. Üstad talebelerine “Beni býrakýn, siz kendinizi kurtarýn!” demesine raðmen talebeleri kendisini býrakmaz.

    Daha sonra Üstad Hazretleri Ruslar tarafýndan esir edilir. Esir kampýnda baþýndan þöyle bir olay geçer. Rus ordularý Baþkumandaný Nikola Nikolaviç esir kampýný teftiþe gelir. Herkes ayaðý kalkar, fakat Bediüzzaman kalkmaz. Nikolaviç bir tercüman vasýtasýyla “Beni tanýmadýlar mý?” der. Üstad da “Evet, tanýdým. Nikola Nikolaviç’tir” der. Nikolaviç “O halde niçin kalkmadýlar?” der. Üstad Hazretleri “Ben Ýslam alimiyim. Eðer sana kýyam etseydim mukaddesatýma hürmetsizlik etmiþ olurdum. Onun için ben sana kýyam etmem” deyince de, Üstad’ýn infazýna karar verilir. Çevresindekiler kendisine “Özür dile, belki kurtulursun” derler. Fakat Üstad’ýn kararý kesindir: “Ben ahiret diyarýna göçmek ve Huzur-u Resulullah’a (s.a.v.) varmak istiyorum. Bana bir pasaport lazýmdýr. Ben imanýma muhalif hareket etmem!”

    Üstad Hazretleri infazdan evvel namaz kýlmak istediðini söyler. Kendisine izin verilir. Nikolaviç kendisini hayranlýkla izler ve daha sonra Üstad’a þu açýklamayý yapar: “"Beni affediniz. Sizin beni aþaðýlamak için bu hareketi yaptýðýnýzý zannediyordum. Hakkýnýzda kanunî muamele yaptým. Fakat þimdi anlýyorum ki, siz bu hareketinizi imanýnýzdan alýyorsunuz ve mukaddesatýn emirlerini yerine getiriyorsunuz. Hükmünüz iptal edilmiþ; dinî salâhatinizden (salihliðinizden) dolayý þâyân-ý takdirsiniz. Sizi rahatsýz ettim, tekrar tekrar rica ediyorum, beni affediniz."

    Bediüzzaman’ýn müthiþ cesaretine bir misal de, Ýngilizlerin Ýstanbul’u iþgali sýrasýnda Hutuvat-ý Site isimli, Ýngilizlerin aleyhinde bir risale yazmasýdýr. Ýngiliz Baþkumandaný Bediüzzaman’ý idam etmekten alýkoyan tek sebep, Üstad’ýn tek bir kýlýna bile zarar geldiði takdirde doðuda önü alýnamayacak bir isyanýn patlak verme ihtimaliydi. Yine bu dönemde kendisinden, Anglikan Kilisesi Baþpapazý tarafýndan sorulan altý soruya altý yüz kelime ile cevap vermesi istendiðinde þöyle demiþtir: “Altý yüz kelimeyle deðil, altý kelimeyle deðil, hattâ bir kelimeyle deðil, belki bir tükürükle cevap veriyorum. Çünkü o devlet, iþte görüyorsunuz, ayaðýný boðazýmýza bastýðý dakikada, onun papazý maðrurane üstümüzde sual sormasýna karþý yüzüne tükürmek lâzým geliyor. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!”

    Evet, Bediüzzaman’da cesaret öylesine doruklaþmýþtýr ki, arkasýndan çevrilen onca oyuna ve yapýlan onca suikaste raðmen boynundaki kefeniyle ölüme meydan okuduðunu göstermiþ ve kendisi hakkýnda söylenmiþ bir söz olan “O, mahkumken bile hükmediyordu!” sözünü tamamen hak etmiþtir. Mesela bir mahkemede kendisinden sarýðýný çýkarmasýný isteyen bir hakime þöyle kükremiþtir: “Bu sarýk ancak bu baþla birlikte çýkar!”

    Baþka bir yerde de þöyle demiþtir: “Yüzer milyon baþlarýn feda olduklarý bir kudsî hakikate baþýmýz dahi feda olsun. Dünyayý baþýmýza ateþ yapsanýz, Kuran hakikatine feda olan baþlar, inkarcýlara teslim-i silâh etmeyecek ve kudsi vazifelerinden vazgeçmeyecekler inþaallah!”

    “Zararlý fikirlerini baþkalarýna da yayýp bizim dünyamýza karýþacak” kuruntusuyla kendisini hapishane hapishane gezdiren bir kesim Üstad Hazretleri hakkýnda “Said elli bin nefer kuvvetindedir. Onun için serbest býrakmýyoruz” demiþ, Üstad Hazretleri de buna cevap olarak þöyle demiþtir: “Ey bedbaht ehl-i dünya! Bütün kuvvetinizle dünyaya çalýþtýðýnýz halde, neden dünyanýn iþini dahi bilmiyorsunuz, divane gibi hükmediyorsunuz? Eðer korkunuz þahsýmdan ise, elli bin nefer deðil, belki bir nefer elli defa benden ziyade iþler görebilir. Yani, odamýn kapýsýnda durup bana "Çýkmayacaksýn" diyebilir. Eðer korkunuz mesleðimden ve Kur'ân'a ait dellâllýðýmdan ve imanýmýn manevi kuvvetinden ise, elli bin nefer deðil, yanlýþsýnýz, meslek itibarýyla elli milyon kuvvetindeyim, haberiniz olsun!

    SABIR, TAHAMMÜL ve TEVEKKÜLÜ

    Bediüzzaman Hazretlerinin hayatýna bakýldýðýnda, hep bir sýkýntý, çile ve ýzdýrap halinin kendisinde hükümferma olduðu görülür. Onun ömrü hep nurlu vadilerde geçmiþtir. Karanlýk vadilerde dolanan yarasalarýn nurdan hoþlanmamasý misali, belli çevreler de hakikatin nuruna gözlerini kapamýþ ve o nuru temsil eden nurani zata etmediklerini býrakmamýþlardýr. Fakat neredeyse ömrünün yarýsýný hapis ve sürgünlerde geçiren bu iman mücahidini hiçbir menfi tesir sindirememiþtir. Üstad Hazretleri defalarca zehirlendiði, kýþýn en soðuk günlerinde hücresinde ýslatýldýðý ve akla hayale gelmedik iþkencelere maruz kaldýðý halde, davasýna olan sadakatinden zerre miktar taviz vermemiþtir.

    Üstad Hazretleri bir yerde “****en küsur senelik bütün hayatýmda dünya zevki namýna bir þey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarýnda, esaret zindanlarýnda, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediðim cefa, görmediðim eza kalmadý. Divan-ý harplerde, bir câni gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandým. Memleket zindanlarýnda aylarca ihtilâttan menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldým. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eðer dinim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altýnda çürümüþ gitmiþti” der, fakat kesinlikle bunu þikayet vesilesi yapmaz. “Kader, benim hatalarýma binaen beni zalimlerin eliyle cezalandýrýyor” düþüncesiyle “Ey adil kader!” der ve sabýr içinde þükreder.

    Üstad Hazretleri çok sýkýntýlý bir zamanýnda bir talebesine gönderdiði mektupta þöyle demiþtir: “Üstadlarýmdan Mevlânâ Celâleddin'in nefsine dediði gibi dedim: “O ‘Ben senin Rabbin deðil miyim?’ dedi; sen ‘Evet, Rabbimsin” dedin. ‘Evet’ demenin þükrü nedir? ‘Bela’ çekmektir.”

    Denizli hapsinde bir insanýn çok zor dayanacaðý baský ve iþkencelere maruz kaldýðý halde “Denizli hapsindeki bir günlük sýkýntýyý, Emirdað ikametinde bir günde çekiyordum” demiþtir.

    Üstad bir keresinde bir talebesine þöyle demiþtir: “Ben de on hastalýk var ki, bunlardan bir tanesi sende olsaydý, ayaðý kalkamazdýn!”

    Bütün bu çile, ýzdýrap ve sýkýntýlara raðmen Üstad Hazretleri baþka bir yerde þöyle demiþtir: “Bana ýzdýrap veren, Ýslam’ýn maruz kaldýðý tehlikelerdir. Yoksa þahsýmýn maruz kaldýðý tehlikeleri düþünmeye bile vaktim yoktur. Keþke bunun bin misli sýkýntýya maruz kalsam da, Ýslam kalesinin istikbali selamette olsa!”

    Üstad Hazretleri, baþýna gelen bu sýkýntýlarýn ALLAH’tan geldiðini bilir ve tevekkül eder. Bir eserinde tevekkülsüz insaný, sultanýn emniyetli gemisine bindiði halde yükünü gemiye býrakmayan adama benzetir. Üstad Hazretlerinin lügatinde darýlma, yýlma ve bezme gibi kelimeler yoktur. O, ALLAH’a tevekkül eder ve sa’ye ram olur. Ýþte sürgünde, garip, kimsesiz, yalnýz, hasta, ihtiyar ve sayýsýz düþman sahibi bir insanýn vesile olduðu bu oluþumun büyüklüðünün sebebi, onun hiçliðini bilerek ALLAH’a tevekkül etmesinde aranmalýdýr.



    ÝNSANÝ ENGÝNLÝÐÝ

    Bediüzzaman Hazretleri, milyonlarca insana insanlýðýn gerçek mana ve mahiyetini duyurmuþ hakiki bir insandýr. O, bin bir günahýn sel olup aktýðý karanlýk bir çaðda, aklýný, kalbini, fýtratýný, dolayýsýyla insanlýðýný bozulmaktan korumuþ bir irade insanýdýr. Bu haliyle o, sanki 20. asra Asr-ý Saadet’ten düþmüþ gibidir.

    Üstad Hazretleri, ruh, akýl, kalp, vicdan, irade, duygu ve düþünce yönüyle tam, kusursuz ve mükemmeldir. Bir insan hem aþýrý duygusal, hem de aklen kusursuz olabilir mi? Ýþte bunu Üstad Hazretlerinde görüyoruz. O, akýl, mantýk ve muhakeme yönüyle o kadar derindir ki, bu zamana kadar hiç kimse tarafýndan akýlla izah edilememiþ imani ve Ýslami meseleleri, mantýk ve muhakeme zemininde apaçýk ispat etmiþ ve kendisine ne sorulursa sorulsun cevap veremediði bir mesele olmamýþtýr. Yine ayný Bediüzzaman’ýn kalbi inceliðini, kendisine ait olan þu söz çok güzel ifade eder: “Fýtratýmda rikkat-i cinsiye (insanýn kendi cinsinden olana acýmasý) ile acýmak hissi ziyade bulunduðundan, kendi acýmdan baþka, binler kardeþlerimin acýlarýný da o þefkat sýrrýyla çektiðimden, yüzler sene yaþamýþ gibi ihtiyarým. Ve siz ne kadar ayrýlýk belâsýný çekmiþseniz, benim kadar o belâya mâruz kalmamýþsýnýz. Çünkü oðlum yoktur ki yalnýz oðlumu düþüneyim. Bendeki fýtrî olan bu ziyade acýma duygusu ve þefkat, binler Müslüman evlâtlarýnýn, hattâ mâsum hayvanlarýn acýlarýna karþý dahi bir rikkat, bir acý, o þefkat sýrrýyla hissediyordum. Hususî bir hanem yoktur ki fikrimi yalnýz ona hasredeyim. Belki bu memleketle ve belki âlem-i Ýslâmýn kýtasýyla, hanem gibi, hamiyet-i Ýslâmiye noktasýnda alâkadarým. Ve o iki büyük hanedeki dindaþlarýmýn elemleriyle müteellim ve firaklarýyla mahzun oluyorum.”

    Ýþte Bediüzzaman’ýn bu müthiþ cazibesine kapýlanlar, hakiki insanlýðý onunla tanýdýklarýný itiraf etmektedirler. Üstad Hazretleri talebeleri tarafýndan o kadar sevilmektedir ki, kendisi hapishanedeyken talebeleri ondan ayrý kalmaya dayanamaz ve “Bizi de içeriye alýn!” diyerek müracaat ederler.

    Üstad da “Benim etimi cýmbýzla çeksinler, ama talebelerime dokunmasýnlar” diyecek kadar talebelerine baðlýdýr.

    Üstad Hazretlerinin karakterinin en etkileyici yönü, zýt ahlak özelliklerini kendisinde toplamasýdýr. Mesela Üstad Hazretleri, olanca izzet, azamet ve cesaretine raðmen müthiþ bir tevazua sahiptir. Kendisine “Asrýn eþsiz güzelliði” denilen bir insanýn kendisini beðenmemesi ve hatta kendisini aþaðýlýk bir varlýk olarak görmesi çok müthiþ bir hadisedir. Üstad Hazretleri eserlerinde bizzat kendi nefsine “Ey gafil Said!” diye hitap eder. Kader Risalesinde kendisine þöyle hitap etmektedir: “Sen, ey maðrur nefsim! Üzüm aðacýna benzersin. Kendini beðenme! Salkýmlarý o aðaç kendi takmamýþ; baþkasý onlarý ona takmýþ.”

    Zaten Üstad Hazretleri kendisine büyük bir insan nazarýyla bakýlmasýný hiç hazmedememiþ, kendisini talebelerinden yüksek bir konumda göstermemiþ ve her zaman talebelerine “Hepimiz Kuran’ýn rahle-i tedrisi altýnda ders gören talebeleriyiz” mesajýný vermiþtir.

    O, insanlarýn dertleriyle dertlenme yolunda kendini unutmuþ, yaþatma zevkiyle yaþamayý hayatýnýn düsturu edinmiþ ve insanlarýn ebedi hayatýný kurtarma adýna dünyasýný ve ahiretini feda etmiþ bir gönül eridir. Bir keresinde þöyle demiþtir: “Bana ‘Sen þuna buna niçin sataþtýn?’ diyorlar. Farkýnda deðilim. Karþýmda müthiþ bir yangýn var. Alevleri göklere yükseliyor. Ýçinde evladým yanýyor, imaným tutuþmuþ yanýyor. O yangýný söndürmeye imanýmý kurtarmaya koþuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiþ de ayaðým ona çarpmýþ; ne ehemmiyeti var? O müthiþ yangýn karþýsýnda bu küçük hadise bir kýymet ifade eder mi? Dar düþünceler, dar görüþler!”

    Ýþte onun hasbiliðinin derecesini gösteren müthiþ söz: “Bu milletin âsâyiþine, hususan mâsum çocuklarýn ve muhterem ihtiyarlarýn ve biçare hastalarýn ve fakirlerin dünyevî istirahatlarýna ve uhrevî saadetlerine binler hayatýmý ve binler þerefimi feda etmeye hazýrým.”

    Evet, Üstad Hazretlerinde þefkat ve merhamet o kadar inkiþaf etmiþtir ki, kalbinin hafakanlarýnýn þu þekilde dile getirmiþtir: “Milletimin imanýný selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmaya razýyým. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül-gülistan olur!”

    Onun bu þefkat ve merhametinden hayvanlar dahi nasibini almýþtýr. Yediði çorbanýn tanelerini karýncalara verdiði, bir köpeðin bile dedikodusunu yaptýrmadýðý ve herhangi bir hayvana yapýlan ufak bir zulüm karþýsýnda bile müthiþ hiddetlendiði, talebeleri tarafýndan anlatýlmaktadýr.







    ÝMAN, ÝHLAS ve TAKVASI

    Üstad Hazretlerinin dini yaþamadaki hassasiyeti, imaný, ihlasý, iffeti, takvasý, tasavvufi yönü, sünnete baðlýlýðý ve Ýslam’ý yaþama ve yaymadaki cihadý da benzersizdir.

    Ömrü boyunca bir kere bile laubali hareket ettiðine, yalan söylediðine ve günah iþlediðine þahit olunmamýþtýr. O, ýsmarlama bir zattýr. Bu yüzden Cenab-ý Hakk onu her türlü kötü þeyden muhafaza buyurmuþtur.

    Ýman bütün faziletlerin gerçek kaynaðýdýr. Dolayýsýyla Üstad Hazretlerinin bütün faziletlerinin kaynaðý da onun o muhteþem imanýdýr. Kendisine ait bir söz olan “Hakiki imaný elde eden adam kainata meydan okuyabilir” sözüyle adeta kendisini anlatmýþtýr. Bir talebesine gönderdiði bir mektupta þöyle demiþtir: “Eðer bütün dünya bana verilse, bir iman hakikatini feda edemiyorum… Ýman hakikatlerinin her birisinin aksini aklen imkansýz kabul ediyorum.”

    O, eserlerinde anlattýðý ve çevresine telkin ettiði þeyleri öncelikle nefsinde azami derecede yaþar. Onun beyanlarý ve telkinleri o yüzden bu kadar tesirlidir. Ýþte ondaki bu ihlastýr ki, savaþta gönüllülere cesaret vermek için atýyla avcý hattýnda saða sola koþtururken kendi kendine “Acaba þu en ileride öne çarpan halim sakýn bir kendini beðenmiþlik olmasýn!” muhasebesiyle, Hz. Ali’nin “Ýnsanlar içinde insanlardan bir insan ol!” sözüyle ifade ettiði hakikat gereðince, kendi talebelerinin arasýna dönmeye onu sevk etmiþtir. Ve ondaki bu ihlastýr ki, hayatý boyunca katlandýðý bütün çilelere raðmen, davasýndan bir adým geri dönmemiþ ve taviz vermemiþtir. Ve ondaki bu ihlastýr ki, bir kaza sonucu daðdan düþme tehlikesiyle karþý karþýya geldiði anda “Davam!” diye haykýrmýþ, hayatýný dava endeksli yaþadýðýný göstermiþtir. Bu, o denli derin bir dava þuurudur ki, Bediüzzaman Hazretlerine ev, eþ ve eþya sahibi olma düþüncesini unutturmuþtur.

    Üstad Hazretlerinin takvasý da dudak uçuklatacak mahiyettedir. Mesela Üstad Hazretleri gençlik yýllarýnda Ýstanbul’dayken, gözüne haram bir manzara iliþmesin diye mutlaka þemsiyeyle dolaþýr. Ve bir keresinde þöyle demiþtir: “Aah, ah, Eski Said’i sevmezdim. Ama on yýl Ýstanbul’da kaldý, bir kere bile haram nazar etmedi.”

    Tahir Paþa’nýn konaðýnda kaldýðý sýrada Tahir Paþa’nýn kýzlarý Üstad Hazretlerini babalarýna þöyle þikayet etmiþlerdir: “Baba, bu genç kendi bulunduðu odaya bizi sokmuyor.”

    Üstad’ýn ibadet yönü o kadar derindir ki, Rusya’da esaretten döndükten sonra ömrünün sonuna kadar bir maðarada inzivaya çekilmeye karar verir. Fakat sürgün döneminin baþlamasýyla bu arzusu gerçekleþmez. Zaten onun ömrünün büyük bir bölümü inzivada geçmiþtir.

    Takvanýn bir boyutu da vakti en iyi þekilde deðerlendirmedir. Üstad Hazretlerinin gününde kesinlikle boþ geçen bir ana rastlamak mümkün deðildir. O, gününü, hep bir ibadet, dua, tefekkür ve zikir dantelasý örerek geçirir. Kendisi devamlý surette her gün Þah-ý Nakþibend, Abdulkadir-i Geylani ve Ýmam-ý Rabbani gibi büyük zatlarýn dualarýnýn içinde bulunduðu “Mecmuat’ül-Ahzab” adlý dua kitabýný ve Cevþen’i hatmeder ve talebelerine de bu dualarý okumalarý gerektiðini söyler. Günde iki-üç saat uyuyan Üstad Hazretleri her gece teheccüt namazýnýn ardýndan, geçmiþte yaþamýþ büyük zatlardan kendisiyle alakasý bulunan en küçük zatlara kadar bir çok insanýn isminin yazýlý bulunduðu koca bir listeyi hatmeder ve listede adý geçen her bir zata dua eder. Ve Üstad Hazretleri bu iþlemi her gün tekrarlar.

    Onun tefekkür boyutunun baþdöndürücülüðünü anlatmak ise bizi aþar. Bunu, Risale-i Nur’u okuyarak siz kendiniz keþfetmelisiniz.

    “Bizi, lezzeti þükür için isteyenlerden kýl!” diye dua eden Üstad Hazretleri, yemek için yaþayanlardan deðil, yaþamak için yiyenlerdendir. O kadar ki, bir senede 36 ekmekle yetindiði, talebelerinin þahitliðiyle sabittir.

    Üstad Hazretleri sürgün hayatýnýn baþlamasýndan sonra hiç çalýþmamýþtýr. Bu yüzden kendisine “Ne ile yaþýyorsun? Çalýþmadan nasýl geçiniyorsun? Memleketimizde tembelce oturanlarý ve baþkasýnýn çalýþmasýyla geçinenleri istemiyoruz” diyenler de olmuþtur. Kendisi bu ithamlara “Bereket ve ikram-ý Ýlâhî ile yaþýyorum. Gerçi nefsim her hakarete, her ihanete müstehak ise de, fakat Kur'ân hizmetinin kerameti olarak, erzak hususunda, ikram-ý Ýlâhî olan berekete mazhar oluyorum. “Rabbinin nimetini yad et!” ayetinin sýrrýyla, Cenâb-ý Hakkýn bana ettiði ihsanlarý yad edip, manevi bir þükür türünden birkaç örneðini söyleyeceðim. Manevi bir þükür olmakla beraber, korkuyorum ki, bir riya ve gururu hissettirmesi neticesinde o mübarek bereket kesilsin. Çünkü övünerek gizli bereketi açýklamak, kesilmesine sebep olur. Fakat, ne çare, söylemeye mecbur oldum” þeklinde karþýlýk vermiþ ve ne kadar az yemek yediðini, yedi senedir ayný elbiseyle idare ettiðini ve iktisat prensibine baðlýlýðýný anlatmýþ, meselenin sonunu da þöyle baðlamýþtýr: “Bir tavuðum var. Þu kýþta yumurta makinesi gibi, pek az fasýlayla her gün rahmet hazinesinden bana bir yumurta getiriyordu. Hem bir gün iki yumurta getirdi, ben de hayrette kaldým. Dostlarýmdan sordum, "Böyle olur mu?" dedim. Dediler: "Belki bir ihsan-ý Ýlâhîdir." Hem þu tavuðun yazýn çýkardýðý bir küçük yavrusu vardý. Ramazan-ý Þerifin baþýnda yumurtaya baþladý, tâ kýrk gün devam etti. Hem küçük, hem kýþta, hem Ramazan'da bu mübarek hali bir ikram-ý Rabbânî olduðuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin þüphemiz kalmadý. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o baþladý, beni yumurtasýz býrakmadý.”

    Üstad Hazretleri ömrü boyunca kesinlikle iktisada zýt hareket etmemiþtir. Ve para namýna eline ne geçmiþse, mutlaka onu iman hakikatlerinin neþri adýna matbaalara yatýrmýþtýr. O, hayatýný hep Ý’la-yý Kelimetullah (ALLAH’ýn adýnýn gönüllerde yücelmesi) ve cihad eksenli yaþamýþtýr. Risale-i Nur sayesinde milyonlarýn imanýnýn kurtulmasý ve Risale-i Nur’un dilden dile çevrilerek dünyanýn dört bir yanýna yayýlmasý, onun cihadýnýn büyüklüðünü kör olmayanlara gösterecektir.

    Ýþte Üstad Hazretlerinin Ýslam’ý temsil ve tebliðdeki bu ihlasý neticesinde etrafýndaki daire devamlý geniþler. Hapisteyken, caniliðiyle meþhur birinin ruhunda öyle bir inkýlaba vesile olmuþtur ki, bu zat kendisine “Üstadým, yataktaki pireleri öldürmek zorunda kalýyoruz, günah mýdýr?” demiþtir.



    MANEVÝ ÞAHSÝYETÝ

    Bediüzzaman Hazretlerinin bütün bu özelliklerini düþündüðümüzde ortaya müthiþ bir tablo çýkmaktadýr. Evet o, eþi-benzeri olmayan çok nadide ve muhteþem bir þahsiyettir. Onun hayatý ve eserleri tedkik edildiðinde anlaþýlacaktýr ki, böyle büyük bir tesire ancak seçilmiþ bir insan mazhar olabilir. Bununla beraber çocukluðundan beri baþýndan geçen fevkalade hadiseler ve keramet nevinden olaylar, onun vazifeli ve seçilmiþ bir þahýs olduðunu teyid etmektedir.

    O, daha doðmadan bir çok evliya tarafýndan müjdelenmiþ bir zattýr. Mesela Gavs-ý Hizan Seyyid Sýbðatullah, sýradan bir köylü olan Üstad’ýn babasýna çok büyük hürmet gösterir. Bu davranýþý çevresinde bulunan insanlar yadýrgar. “Niçin böyle yaptýnýz?” diye sormalarý üzerine “Bu zatýn sulbünden öyle birisi gelecek ki, yüz kutbiyet (çok büyük evliyalýk mertebesi) onunderecesine yetiþemez” der.

    Üstad Hazretlerinin pek çok kerameti de görülmüþtür. Onu öldürmek için kalkan eller kurumuþ, ona atýlan kurþun yolunu deðiþtirmiþ, ona verilen zehir tesirini inkar etmiþ, nehirlerden yürümüþ, kelepçeleri çözmüþ, dilediðinde hapishane kapýlarý otomatik çalýþýr gibi açýlmýþ, kurak bir beldeye adým atýnca yaðmurlar yaðmýþ, bereket ve bolluk gelmiþ, kediler onun yanýnda iken farelere iliþmemiþ, kuþlar hizmetini tebrik için etrafýnda pervane olmuþ, vahþi hayvanlar onun yanýnda boyunlarýný büküp oturmuþ, kabir ehlinin halini keþfetmiþ, uzaktaki hadiseleri þahit gibi anlatmýþ, insanlarýn içlerinden geçenleri söylemiþ, geleceðe dair haberler vermiþ, yanýna gelenleri hiçbir haber ulaþmadýðý halde talebelerine karþýlatmýþ, insanlarýn soy kütüklerini söylemiþ, bir anda bir çok yerde görülmüþ, hapishanedeyken Cuma namazlarýnda görüldüðü resmi kayýtlara geçmiþ, ateþe atýlan cüppesi yanmamýþ, dokunduðu hasta veya duasýný alan kiþi þifa bulmuþtur.

    Evet, burada anlatýlan olaylarýn hepsi pek çok þahidin þehadetiyle sabittir.

  2. #2

    Kullanýcý Bilgi Menüsü

    Standart

    Üstad Bediüzzaman Hazretleri'nin Risale-i Nur Külliyatýndan paylaþýmlarý Bu Linki Görmeniz Ýçin SupersatForuma Uye Olmanýz Gerekmektedir. adresinden ulaþabilirsiniz. Bu Linki Görmeniz Ýçin SupersatForuma Uye Olmanýz Gerekmektedir.

    Ayrýca Twitter ve Facebook ta paylaþmanýz için derlenen kýsa yazýlarý Bu Linki Görmeniz Ýçin SupersatForuma Uye Olmanýz Gerekmektedir. adresinden bulabilirsiniz Bu Linki Görmeniz Ýçin SupersatForuma Uye Olmanýz Gerekmektedir.

    ---------Paylaþmak Güzeldir----------
    ---------Sosyal Bahçe ----------
    --------Güzelliklerin bahçesi..-------

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Þu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanýcý var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajýnýzý Deðiþtirme Yetkiniz Yok
  •