Evliyanın büyüklerindendir. “Vilayet-i Uzma” sahibi, dörtler diye isimlendirilen kutuplardan biridir. İsmi Ahmet b. Sultan’dır ve baba tarafından soyu Efendimiz’e (s.a.v.) dayanır. Anne tarafından da nesebi, Ebu Eyyüb el-Ensari’ye (r.a.) dayanır. Bunun için kendisine Ebu’l-Alemeyn künyesi verilmiştir. Ahmet Rıfai Hazretlerinin dayısı, büyük alim Mensur (r.a.) şöyle anlattı: “Bir gün manevi alemde Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) gördüm. Bana, “Ey Mensur! Kız kardeşin kırk gün sonra Ahmet isminde bir çocuk dünyaya getirecek. Bu çocuğu, Aliyyül Kari Vasıti’nin (r.a.) terbiyesine teslim et. Bu Zat, ALLAH indinde azizdir, sakın ihmal etmeyiniz.” buyurdular. Tam kırk gün sonra Ahmet dünyaya teşrif etti.

Ahmet Rıfai Hazretleri çok iyi bir şekilde yetiştirildi. Talebelik yıllarında bir çok ilme vakıf oldu. Daha çocukken Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Hakiki bir fıkıh, hadis, tefsir alimi ve hakiki bir mutasavvıftı. Ayrıca çok mükemmel bir hatipti de... Seyyid Ahmet Rıfai (r.a.); orta boylu, nur yüzlü ve buğday benizli idi. Saçları siyah, sakalı seyrek, alnı açık ve geniş idi. Gözlerine sürme çeker, devamlı tebessüm eder halde bulunurdu. Öyle güzel konuşurdu ki, kalpleri harekete geçirir, sohpetine doyum olmazdı. Hatta bir keresinde cemaate vaaz-ü nasihat ediyordu. Cemaatte bulunan alimlerin Ahmet Rıfai Hazretlerine çok fazla soru sorduğunu gören Ebu Zekeriyya (r.a.) onlara müdahale etti. Bunun üzerine Ahmet Rıfai (r.a.) tebessüm edip, “Ey Ebu Zekeriyya! Bu dünya fanidir. Bırakınız ben hayatta iken sorsunlar.” buyurdular. “Bu dünya fanidir” buyurduğunda, cemaat fevkalade heycana kapıldı, içlerinden beş kişi orada vefat etti. Orada hazır bulunanlar içinden, ibadetlerini tam olarak yapamayan binlerce kişi tövbe edip doğru yola geldi.

Misafirler için verdiği yemek haricinden başka bir şey yemezdi. Kendisine ait olan misafirhane, devamlı olarak dolup boşanırdı. Eli ayağı olmayan veya cüzzam gibi ağır hasta olan kimseleri yanına alır, onları bizzat kendi elleriyle yıkar, temizler ve elbiselerindeki yırtıkları yamardı. Çok mütevazi idi. Daima az konuşurdu ve “Sukutla emrolundum.” buyururdu. Namaz kılarken benzi sararır, kendinden geçerdi. Bir gün kendisi, “Namaza kalktığım zaman sanki ALLAH Teala bana Kahhar sıfatıyla tecelli edecek diye korkuyorum.” buyurdu. Ahmet Rıfai Hazretleri hayvanlara karşı çok şevkatliydi. Kimsenin bakmadığı temiz olmayan ve cüzzamlı bir köpeğe baktı, onu yıkadı ve besledi. Bir gün paltosunun eteğinde evin kedisi uyuya kaldı. Namaz vakti geldiğinde kediyi uyandırmaya kıyamadı ve bir müddet onu şevkatle seyretti. Uyanmayacağını anlayınca kedisinin yattığı yeri kesti. O haliyle namaza gitti. Geri geldiğinde kedi uyanıp oradan gitmişti. Kesik parçayı paltosuna tekrar dikti.

Aşırı derecede alçakgönüllü ve takva sahibi idi. Bir gün, “İçinizde benim ayıbımı, kusurumu görüpte söylemeyen var mıdır? Varsa lütfen söyleyiniz.” buyurdular. Orada bulunanlardan bir tanesi dedi ki: “Efendim, ben sizde bir kusur görüyorum.” Bunu işiten Seyyid Hazretleri hiç üzülmedi, söyleyeni kınamadı ve, “Ey kardeşim, lütfen kusurumu söyleyiniz.” buyurdu. O kimse, “Bizim gibi, size layık olmayan kimseleri huzurunuza kabul buyurmanızdır.”deyince, başta Ahmet Rıfai (r.a.) olmak üzere oradakiler ağlamaya başladılar. Bir ara Ahmet Rıfai Hazretleri, “Hepinizden daha aşağı olduğumu biliyorum ve ben sizlerin hizmetçinizim.” buyurdu. İbrahim Besti isminde birisi, bir gün Ahmet Rıfai Hazretlerine hakaretlerle dolu bir mektup yolladı. Bu mektubu alan Ahmet Rıfai (r.a.), yanında bulunan birisine mektubu okuttu. Her türlü iftiranın içinde bulunduğu bu mektup okununca, Seyyid Hazretleri sükunetle dinlediler ve, “Doğru söylemiş. Eğer ALLAH Teala’nın indinde şüpheli bir durumum yoksa, insanların bana ettiği iftiralara hiç aldırış etmem.” buyurdular ve mektuba cevap olarak şunları yazdırdılar: “Muhterem İbrahim Besti Hazretleri, ALLAH Teala beni dilediği gibi ve istediği yerde yarattı. Sizin doğruluğunuza güveniyorum. Hayır dualarınızdan beni mahrum bırakmamanızı ve haklarınızı helal etmenizi yüksek zatınızdan istirham ediyorum.”

Ahmet Rıfai Hazretleri, Efendimiz’in (s.a.v.) mübarek türbelerini ziyareti esnasında şu mealdeki manzumeyi söylemişti: “Uzaktık, toprağını öpmek için Efendim. Kendim gelemez, vekil ruhumu gönderirdim. Şimdi Seni ziyaret nimeti oldu nasib. Ver mübarek elini, dudağım öpsün Habib!.” Şiir bitince, Efendimiz’in (s.a.v.) kabrinden mübarek elleri göründü. Seyyid Hazretleri de, son derece tazim ve hürmetle o mübarek eli öptü. Orada bulunan herkes, bu olayı müşahede etti. Seyyid Hazretleri bir kapının eşiğine yattı ve ağlayarak oradaki cemaate, “Üzerime basarak geçiniz!” buyurdu. Orada bulunan cemaatin bir çoğu Seyyid Hazretlerinin üzerine basarak dışarıya çıktılar.