Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 5/6 İlkİlk 123456 SonSon
55 sonuçtan 41 ile 50 arası

Konu: Dindar subayın ihracına MHP den onay

  1. #41

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Alıntı beydemir Nickli Üyeden Alıntı Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    . biliyorsun bazı medya kuruluşları elinden gelse adamı bir kaşık suda boğacaklar
    coçukları çok seviyorya önemsiz şeyler bunlar
    gerçekten böyle düşünüyor olamazsın bence çok büyük bir iftiradır bu.AKP kökenli birileri bu yazdıllarını okursa başın araya gider eleştirilerini daha ılıman yapman daha iyi olur.
    aşağıya başbakanın konuşmasından bu konuyla ilgili bölümü aldım.
    “Yani 1 yıl önce olmuş bir olay hakkında her türlü yasal yollar, bunun yanında ilgili bakanlıkların atması gereken adımlar, valiliğin atması gereken adımlar, hepsi atılmış ve bugün bu tekrar gündeme getiriliyor. Bu gazetecilik değildir” diyen Erdoğan, “Bu bir medya mantığı değildir, bu basın ahlak ilkelerine yakışan bir yaklaşım değildir. Bu tam aksine, gerek o ilimizle ilgili gerek o olayda adı geçenlerle ilgili psikolojik yıkımlara neden olur. Buralarda çok daha dikkatli olmaya bence gerek var diye düşünüyorum.”
    burda ben coçukları çok seviyorya önemsiz şeyler bunlar bu imayı hak eden birşey görmedim sen gördünmü yoksa çamur at yapışmazsada izi kalsınmı diyorsun senin yazdıklarınla başbakanın konuşması arasında bir benzerlik kuramadım doğrusu
    ya ne güzel valla siz seneler önce olmuş olayları ısıtıp ıstıp önümüze koyuyorsunuzda biz yapınca olay terbiyesizlik terbiyesizlik nedir biliyormusunuz terbiyesizlik biz bu olayı kendi aramızda hallettik demek valisiyle kaymakamıyla emniyet midürüyle yazıklar olsun sizin zihniyetiniz bu iktidarı bunun için alet olarak istiyorsunuz gercekten gömleğinizi çıkartmışsınız yarında millete biz kendi aramızda hallettik mi diyeceksiniz allaha emanet olun sende çok yaşa padişahım

  2. #42

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    “Ret Cephesi”ne bak, Ergenekon’u anlarsın!

    Hani “Ergenekon’u sulandırma” ve dolayısıyla “kafaları bulandırma” görevi üstlenen taife, hemen her ağızlarını açtıklarında “elma”larla “armut”ların “Ergenekon sepeti”ne doldurulduğunu söylüyorlar ya; bir “general” ile “profesör”ün, bir “sendikacı” ile bir “gazeteci”nin aynı sepete konulduğunu iddia edip; “Bu birbirine benzemez insanlar, nasıl aynı örgüte dahil ediliyor?” diye soruyorlar ya; gelin, biz de aynı soruyu “Meclis’teki muhalefet” için soralım... Söyleyin Allah aşkına; “sosyal demokrat” olduğunu iddia eden bir CHP ile, “Türk milliyetçisi” olduğunu iddia eden bir MHP, ya da “Kürt milliyetçiliği” yapan bir BDP, nasıl “aynı tavır”da birleşebiliyor?..
    Malûm, “Anayasa değişikliği paketi”nin oylamaları esnasında, CHP’li Milletvekilleri “oylamalara bile katılmayarak”, değişikliğe “karşı” çıktıklarını göstermişlerdi... Değişikliğe o kadar karşıydılar, iradelerine öylesine “ipotek” konulmuştu ki; “Geçici 15. Madde”nin kaldırılmasını, dolayısıyla “12 Eylül Cuntası”nın yargılanmasını “kendileri teklif ettiği” halde, oylamaya bile katılmadılar!..
    Buna, ister “CHP’de Baykal diktası” deyin, ister “faşist baskı” deyin, netice değişmez... Netice ortada: AK Partili Milletvekillerine “evet” oyu kullanmaları yönünde “baskı” yapıldığını iddia eden CHP’li kurmaylar, kendi milletvekillerinin oy kullanmasına bile “yasak” koydular!.. “Oy kullanma” esnasında; bırakın Genel Kurul’da kalmayı, “çiçeklerin bulunduğu yerdeki oy sandıkları tarafına geçmeleri” bile yasak!..
    Tam bir baskı, tam bir faşizanlık!..
    Hitler ve Mussolini ne ki;
    Baykal, onları cebinden çıkarır!..
    Peki, bu “baskı” ve “ipotek” niye?..
    Ola ki; CHP’li vekillerin gönülleri yumuşar da, “evet” deyiverirler diye!.. Amaç, “vicdanlara da pranga” vurmak!..
    Oylamalar, güya “gizli” yapılıyor!..
    “Baykal sultası”na boyun eğen CHP’liler, işte “açık açık” koyuyorlar tavırlarını!..
    MHP VE BDP: “İSTEMEZÜK!”
    “MHP’nin tavrı”na gelince!.. Kabul edelim ki, MHP’liler hiç olmazsa “dürüst” davrandılar... Tabiî, “dürüst” olmaları, “çelişki”lerini ve “çifte standart”larını ortadan kaldırmaz!.. Fakat, yine de “oylama”lara katıldılar ve “Dev-buğ’un buyrukları” doğrultusunda “ret” oyu kullandılar!..
    Öyle bir “retçi” idiler ki;
    “12 Eylül kıyımı”na uğrayan “ülkücü” gençlerin “3 ayaklı sehpalarda asılmaları”na ve “demir parmaklıklar ardında çürütülmeleri”ne rağmen, “12 Eylül’cülere yargılanma yolu” açan teklife bile “ret” oyu verdiler!..
    Düşünebiliyor musunuz;
    Herhalde “ip” yokluğundan, “Apo’yu idam sehpasından kurtaran” bir MHP, “ülkücüleri idam eden” askerî cuntanın yargılanmasına “hayır” dedi!..
    Ya BDP’nin tavrı?.. Anayasa oylamaları sürecinde, onlar da epey “git-gel” yaşadı...
    “Baskı”lardan, “dayatma”lardan ve kendilerine yapılan “zulüm”lerden en çok yakınan, kurdukları “parti”lerin her defasında kapatıldığından şikâyet eden bir BDP, “parti kapatmaları zorlaştıran” Anayasa teklifine bile “hayır” dedi!..
    Şu “çelişki”ye bakın;
    Hem “parti kapatmalar”dan şikâyet ediyorsun, hem de “parti kapatmaları zorlaştıran” teklife “hayır” diyorsun!..
    Demek oluyor ki, baskı da bir “edebiyat”mış, dayatma ve zulüm söylemi de!
    Hani, adamın biri “berber koltuğu”na oturup, sormuş ya berbere; “Saçlarım ak mı, kara mı?”
    Berber de demiş ya;
    “Önüne düşünce görürsün!”
    CHP’nin de, MHP’nin de, BDP’nin de saçları önlerine döküldü ve kimin “ak”, kimin “kara” olduğunu millet gördü!..
    Kim “samimi”dir, kim “rol kesmekte” ve “oynamaktadır”, hepimiz gördük!.. Millet, bu tabloyu elbette değerlendirecektir!.. Meclis’te “oy sandığına gitmeyenleri” de değerlendirecektir, gidip “ret” veya “evet” diyenleri de değerlendirecektir!..
    DARBELERİN SONU NİYE GELMİYOR?
    Sözün burasında, “Meclis’teki önceki gece”den bahsetmek istiyorum... Bana göre; önceki gecenin “2 hatibi” vardı: Biri, aynı zamanda Anayasa Profesörü olan AK Parti Milletvekili Burhan Kuzu, diğeri de Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay...
    Bence, Burhan Kuzu’nun şu sözleri, hem “hafıza kayıtları”na geçmeli, hem de “tarih”e kazınmalıdır:
    ¥ “Bugün yargı bağımsızlığını öne çıkaranlar 28 Şubat’ta, Genelkurmay Başkanı’nın brifing salonuna bir otobüs yetmedi, ikinciyi kaldırarak giden yargıçlara sesleniyorum; bugün getirdiğimiz düzenlemeyi yargı bağımsızlığına aykırı sayan o insanlar, acaba oraya gidip Çevik Bir salona girdiği zaman neden ayağa kalkıp alkışladılar?”
    ¥ “27 Nisan 2007’de Başbakan dik dururken, Bakan açıklama yaparken, bugün ‘12 Eylül yargılansın’ diyenler neredeydi?”
    ¥ “Türkiye’de neden darbelerin sonu gelmiyor? Bunun sebebi, siyaset içerisinde rakibini sandıkta yenemeyenlerin bu tür darbelere bel bağlamasıdır. Türkiye’de sivil generaller var bilesiniz. Evvela kafaların değişmesi lazım. Rakibini sandıkta yeneceksin.”
    DARBECİLERE “EMRİNİZDEYİZ PAŞAM” DİYENLER!
    Ertuğrul Günay’la ilgili tavrımı biliyorsunuz... Bana göre çok “yanlış”lar yaptı ve ben de kendisini eleştiren çok yazı yazdım... Ama, “yiğidi öldürsen de, hakkını yeme” demişler!.. Ertuğrul Günay, önceki gece, “çok güzel bir konuşma” yaptı...
    CHP’ye de, MHP’ye de, Kamer Genç’e de öyle “gönderme”ler yaptı ki; ben olsam; “yer yarılsa da, yerin dibine girsem” derdim... Ama, “sözün adresinde” olanlar o kadar rahattı ki; “yüz”leri “kösele” kaplı olmalı ki, “suçlama”ları kös kös dinlediler!..
    Buyurun, o suçlamalardan bazıları:
    ¥ “Bugün kaldıracağımız hüküm, 1961 Anayasası’ndaki hükümle aynıdır... Bu hukukumuzda 50 yıldan beri var. 7 yılın sorumluluğu bizim ama geride 47 yıl var. Bu akşam hepimiz birlikte, Türkiye demokrasisi, hukuku, Anayasasının alnına sürülmüş bulunan bu kara le***i kaldırmanın onurunu ve sorumluluğunu gelin birlikte paylaşalım.”
    ¥ “Hiçbir hukuk metninde 28 Şubat’ı gerçekleştirenlerin yargılanamayacağına ilişkin düzenleme bulunmuyor... Neden yargılanamıyor biliyor musunuz?.. Çünkü darbe olduğunda Pakistan’da yüksek mahkemenin yargıçları cübbelerini çıkararak darbecilerin önüne atıyorlar, bizde ise yüksek mahkemenin yargıçları darbecilerin önünde ‘Emrinizdeyiz Paşam’ diyorlar.”
    ¥ 12 Eylül, herkesi mağdur etti. Verilen görevleri kabul etmeyen, direnç gösteren bir tavır sergilemek yerine, Danışma Meclisi’nde üyelik kapmak için nice insanlar sıraya girdi, kimileri de ‘Biz hapisteyiz ama fikrimiz iktidarda’ diye 12 Eylül’ü haklı gördüğünü, içselleştirdiğini, bağışladığını söyleyebildi. Bunları toptan hepimizin reddetmesi gerekiyor.”
    Ertuğrul Günay’ın, kendisine yönelik, “dönek deyince ne anlıyorsunuz?” sorusuna verdiği cevap da; CHP’lilerin suratında patlayan “Osmanlı tokadı” gibiydi:
    “Ben sosyal demokrasi, sosyal adalet, milli irade gibi kavramları kullanıp da sonra milli iradenin seçtikleriyle baş edemeyeceklerini gördükleri zaman, postal sesinden umut bekleyen demokrasi düşmanlarını anlıyorum.”
    Bu söz, “CHP’ye kapak” olur herhalde!..
    1961 VE 1982’DEKİ MADDELER
    Bu vesileyle, yine Ertuğrul Günay’ın gündeme getirdiği bir “olay”dan söz etmek istiyorum.
    Malûm, şöyle demişti:
    “Bugün kaldıracağımız hüküm, 1961 Anayasası’ndaki hükümle aynıdır.”
    Ne yalan söyleyeyim; bu “aynılığı” hiç düşünmemiştim... Demek, 1982 Anayasası’ndaki “Geçici 15. Madde” ile 1961 Anayasası’ndaki “Geçici 4. Madde” aynıymış, ha... Hemen “ilgili maddelere” baktım ve gördüm ki; tıpkısının aynısı!..
    Buyurun, “darbeci generaller”in “kendilerini korumak” için “yazdırdıkları” maddelere bir bakalım:
    “1961 Anayasası’nın, Geçici 4. Maddesi” aynen şöyle:
    ¥ “27 Mayıs 1960 tarihinden itibaren Kurucu Meclis’in toplandığı 6 Ocak 1961 tarihine kadar yasama yetkisini ve yürütme görevini Türk Milleti adına kullanmış bulunan Milli Birlik Komitesi’nin ve Devrim Hükümetleri’nin karar ve tasarruflarından ve bunların, idarece veya yetkili kılınan organ ve mercilerce uygulanmasından dolayı, karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar hakkında cezai veya mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.”
    Buyurun, bir de 1982 Anayasası’nın “Geçici 15. Madde”sine bir bakalım:
    ¥ “12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Başkanlık Divanı’nı oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk Milleti adına kullanan, 2356 sayılı kanunla kurulu Milli Güvenlik Konseyi’nin, bu Konsey’in yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisi’nin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai, mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.”
    Nasıl; “aynısının tıpkısı” değil mi?..
    3 PARTİ, NİYE ‘RET CEPHESİ’NDE?
    Gördüğünüz gibi;
    “Cuntacı”lar; asmışlar-kesmişler, yemişler-içmişler ama “kendilerini garantiye almak” için Anayasa’ya hüküm koydurmuşlar:
    “Bize dokunamazsınız!..
    Bize hesap soramazsınız!”
    49 yıl sonra bugün “kaldırılan” hükümler, işte bu hükümlerdir!.. Artık, “darbecilerden hesap sormak” mümkün olacaktır.. Önceki gece, daha doğrusu, dün sabaha karşı, bu yol açılmıştır!..
    Gelin, görün ki;
    “Kendileri teklif ettikleri” halde, “Baykal markajı”nı aşamayan zavallı CHP’liler, bu maddenin oylamasına bile katılamadılar!..
    MHP de, “ülkücü şehitler” edebiyatı yapmasına rağmen, maalesef “ret” oyu verdi.
    BDP’liler de “MHP’nin kuyruğu”na takıldı!..
    Yazımızın başına dönelim... “Birbirleriyle ilgisi olmayan insanlar”ın, nasıl olup da “Ergenekon sepeti”ne konulduğunu merak edenler; “birbirlerine benzemez 3 parti”nin, nasıl olup da “ret cephesi”nde buluştuğuna bir bakmalıdır!..
    Hani, Ecevit, bir “şiir”inde der ya;
    “Sıla derdine düşünce anlarsın
    Yunanlıyla kardeş olduğunu”
    Bana öyle geliyor ki;
    CHP, MHP ve BDP’liler de, “Meclis’e düşünce” anladılar, birbirleriyle “kardeş” olduklarını!
    Evet, “statüko kardeşi” olduklarını!


    Ana muhalefet... Ana Yasa!
    Bizim kültürümüz ve inancımızda “Ana”nın kutsal bir yeri vardır... Her söze eyvallah ederiz de, “Ana”ya söz söyletmeyiz... Bu yüzden de, “mukaddes” bulduğumuz her şeyi, “ana” ile birlikte anarız... Meselâ, “Anadolu” deriz ama “Babadolu” demeyiz!..
    Muhalefetin en büyüğüne de; yine bu saygımızdan dolayı, “Ana muhalefet” deriz... Onlar, “baba bir muhalefet” yapsalar da, adları “ana muhalefet”tir!..
    Meselâ biz, “değişmez yasa”lara “Ana Yasa” deriz... Tabiî, bu yasalara uygunluğu kontrol eden makama da “Ana Yasa Mahkemesi” deriz!.. Öyle ya; “ana”lar şefkatlidir, “ana”lar fedakârdır, koruyucudur, kollayıcıdır!.. Bu yüzden, biz “ana”lara “öf” bile demeyiz!..
    Ama; “evlat”ların olduğu gibi, “ana”ların da “görev ve sorumluluk”ları vardır!..
    Görev ve sorumluluğunu bilmeyen “ana”lara boyun eğilmez!..
    “Ana muhalefet”in genel başkanı Bay Baykal dün demiş ki;
    “Anayasa oylaması Köşk’te onaylandıktan sonra, Anayasa Mahkemesi’ne gideceğiz!”
    Niye “Anadolu”ya gitmiyorlar da “Anayasa Mahkemesi”ne gidiyorlar?.. Demek ki; “Anasının has evlâdı” görüyorlar kendilerini!..
    Demek ki, “Anadolu”ya gitmeye yüzleri yok!..
    Siz olsanız, bu durumda “Ananı da al git!” demez misiniz?
    Kesinlikle derim..

    VAKİT gazetesi yazarı HASAN KARAKAYA nın yazısıdır

  3. #43

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    mesajım 2 kere çıkmış yetkili arkadaşlar bu mesajımı silerse uygun olacak
    Konu tamer41 tarafından (29-04-2010 Saat 13:41 ) değiştirilmiştir.

  4. #44

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    tamer kardeş hoşgeldin özledik seni valla vakit gazetesi yazarına hangi demokraside kullanılaçak oyları akp nin kullandığı oyları biri kamerayla cekiyor diğeri kalemle not alıyor bu ret verdi bu evet verdi diye sonra başbakanı çıkaçak adamlar gruplarını serbest bıraksın diyecek yok böyle birşey böyle komiklik adamlara dokunulmazlığı neden kaldırmıyorsunuz diyorsun tık yok ama hergesi yargılama hakkı istiyorsun tövbe tövbe bunların alayı peygamber soyundan geliyor herhalde ALLAHtan dokunulmama garantisi almış bunlar tamer kardeş bunları o vakit yazarına bir sorsan bakalım ne diyecek

  5. #45

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    ark herkes kendini bilmeli hele askerlikte rütbe olayı vardır eger askeriyede disiplin kaybolur ise ozaman çok deger verdigimiz canımız olan askeriye herkesin elinde oyuncak olur düşünün bir binbaşı baş cavuştan emir alıyor ise orda düzen kalmamıştır kimse kimseye neden namaz kılıyorsun dermi hepimiz askerlik yaptık ama din olayını tugayına taşırsan bu benim dergahımdan dersen olay boyutunu aşar dogrudur devlet bey sesi cıkmaz ama cıktıgında gür cıkar dürst lügünden zerre kadar şüpem olmaz önce devletim sonra ben onu bunu bilmem boş verin şu ülkemizin düştügü duruma bakın sanayii,bitmiş,ciftci bitmiş,hayvancık bitmiş , esnaf kan aglıyor ,benim ne umrumda ana yasa benim ne umrumda vakit gazetesi yazdıkları değil ben acım esnaf ac millet ac benim umrumda olan bu bakın ben şunu derim şunu bilirim milletin garibanın yemin oyunu almış iktidara gelmiş kendi çıkarları kendi cevresi için calışıyorsa allahından şeytanından bulsun

  6. #46

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    A29

    Alıntı ŞAVKÇI09 Nickli Üyeden Alıntı Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    S.A.Sizce hangi gazeteyi okuyalımda memnun olasınız,söyleyin o gazeteyi okuyalım:49:.AEO

  7. #47

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Alıntı senolusta Nickli Üyeden Alıntı Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    ark herkes kendini bilmeli hele askerlikte rütbe olayı vardır eger askeriyede disiplin kaybolur ise ozaman çok deger verdigimiz canımız olan askeriye herkesin elinde oyuncak olur düşünün bir binbaşı baş cavuştan emir alıyor ise orda düzen kalmamıştır kimse kimseye neden namaz kılıyorsun dermi hepimiz askerlik yaptık ama din olayını tugayına taşırsan bu benim dergahımdan dersen olay boyutunu aşar dogrudur devlet bey sesi cıkmaz ama cıktıgında gür cıkar dürst lügünden zerre kadar şüpem olmaz önce devletim sonra ben onu bunu bilmem boş verin şu ülkemizin düştügü duruma bakın sanayii,bitmiş,ciftci bitmiş,hayvancık bitmiş , esnaf kan aglıyor ,benim ne umrumda ana yasa benim ne umrumda vakit gazetesi yazdıkları değil ben acım esnaf ac millet ac benim umrumda olan bu bakın ben şunu derim şunu bilirim milletin garibanın yemin oyunu almış iktidara gelmiş kendi çıkarları kendi cevresi için calışıyorsa allahından şeytanından bulsun

  8. #48

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Alıntı hilalyıldız Nickli Üyeden Alıntı Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    S.A.Sizce hangi gazeteyi okuyalımda memnun olasınız,söyleyin o gazeteyi okuyalım:49:.AEO
    bence siz kendi gazetelerinizi biz kendi gazetelerimizi okumaya devam edeceğiz gibi geliyor bizim yazdıklarımıza cevap bile vermekten çekinen zihniyet abilerinden veya cemaatden habersiz bir iş yapmaz gibi geliyor ALLAH sonumuzu hayırlı kılar inşaallah

  9. #49

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İskender Pala....... bir edebiyat profesörü, yazar… Divan edebiyatının halk kitlelerince yeniden sevilip anlaşılabilmesi için klasik şiirden ilham alan makaleler, denemeler, gazete yazıları yazdı. Seminerler, konferanslar tertip etti. Bugün geniş kitleler onu “Divan edebiyatını sevdiren adam” olarak tanıyor. Baskıları yüz binlere ulaşan iki romanın da yazıcısı o.
    12 Eylül’ün hemen ardından başlayıp 28 Şubat sürecinde YAŞ kararıyla son bulan Deniz Kuvvetleri’nin subayı iskender pala'nın...ordumuzda görev yaparken ...acı hikayesi...

    İskender Pala TSK'dan niçin atıldı
    İskender Pala'nın, 15 yıllık askerlik sürecini anlattığı İki Darbe Arasında adlı kitabı yayımlandı. Pala, dindar bir subay olarak orduda yaşadığı haksızlıklardan söz ediyor.

    Yazar ve edebiyat araştırmacısı İskender Pala'nın İki Darbe Arasında adlı anı kitabı Kapı Yayınları tarafından yayımlandı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni bitirdikten sonra askeriyenin sınavına giren ve 1982 yılında edebiyat öğretmeni olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'nde istihdam edilen İskender Pala, 12 Eylül darbesinden sonra başlayan ve 28 Şubat sürecine kadar süren 15 yıllık askerlik yaşamını İki Darbe Arasında'da özetlemiş. Dindar bir subay olarak meslek yaşamı boyunca çeşitli haksızlıklara uğrayan ve 1996'da Yüksek Askeri Şûra kararıyla ordudan ihraç edilen İskender Pala'yla, kitabı ve Türkiye'yi 28 Şubat müdahalesine götüren sürece ilişkin tanıklıkları hakkında konuştuk.

    Askerlik yaptığınız 15 yılın anılarını kaleme almaya nasıl karar verdiniz? Amacınız neydi?

    Hakikatlerin bilinmesini, görülmesini istedim. Benimle aynı kaderi paylaşan 3 bin civarında insan var Türkiye'de. Bu insanlar benim kadar şanslı değillerdi. Benim elimde başka bir mesleğim ve akademik kimliğim olduğu için kendime başka bir hayat kurabildim. Ama onlar benim gibi hayatlarının ikinci kısmını anlamlandıramadılar.

    Kimi, çocuğunu okutamadı, evine ekmek götüremedi. Bu kitabı yazmamın amaçlarından biri de ordudan uzaklaştırılan bu insanların hakkını aramaktı. Çünkü onların itibarlarının iade edilmesi gerekiyor.
    Ayrıca askerlik mesleğine halel getirebilecek uygulamalar varsa bunlar görülsün ve ortadan kaldırılsın istedim. Kitabın buna da vesile olmasını umdum.

    Orduda, inancınız ve eşinizin kıyafet tercihi yüzünden diğer subaylardan farklı görüldüğünüzü ne zaman hissettiniz?

    1982 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri'nde göreve başladım ve ilk görev yerim Heybeliada Deniz Lisesi'ydi. O yıllarda, TSK'de, başörtüsü konusunda hassasiyet oluşmaya başlamıştı. Bir süre sonra, doktorasını tamamlamış bir edebiyat öğretmeni olmama rağmen bahriyenin en gözde okullarından biri olan Heybeliada Deniz Lisesi'nden alınıp Astsubay Hazırlama Okulu'na tayin edildim. Bu şekilde bana, “Seni bu halinle istemiyoruz” mesajı verdiler. İlk o zaman hissettim farklı görüldüğümü. Maddi sıkıntı çektiğimiz için lojmana taşındık. Komşularım ve meslektaşlarım, eşimin başörtülü olduğunu görünce birden değişiverdiler.

    Ordudayken herhangi bir cemaat ya da tarikatla ilişkiniz var mıydı?

    Hayır, yoktu. Askerlik yaptığım dönemde benim namaz kıldığımı gören sadece tek kişi olmuştu. O da tesadüfen gördü. Namaz kıldığımı kimse görmese de bu biliniyordu ve bilinmesi yeterliydi. Üniformalıyken eşimi koluma takıp “Bakın işte benim eşim başörtülü” demiyordum. Hatta TSK'nin bu konuda hassasiyeti olduğunu bildiğimden eşimle birlikte bir yere gideceğim zaman sivil kıyafet giymeye gayret ederdim. Ancak namaz kıldığınız, oruç tuttuğunuz ya da eşinizin başörtülü olduğu bilinince, size karşı bakış açıları da değişiyor. Sizi dindar değil de “irticacı” olarak değerlendiriyorlar.

    Heybeliada'daki Subay Gazinosu'na eşinizle birlikte gittiğinizde size yemek servisi yapılmamış ve restoranı terk etmeniz gerektiği söylenmiş. Bu olaydan sonra eşinizle birlikte hiçbir askeri tesise, orduevine gitmediniz mi?

    Hayır gitmedik. O olaydan sonra ne eşim ne de ben bunu göze alabildik. Askeriye'ye ait hiçbir gazinoya gidip çay içemedim eşimle birlikte. Heybeliada'daki olay tam bir travmaydı bizim için. Düşünün herkesin yemek yediği bir askeri gazinoda size servis yapılmıyor, üstelik önünüzdeki tabaklar toplanıyor. Tüm gözlerin size çevrildiğini hissettiğiniz anda şöyle bir teklifle karşılaşıyorsunuz: “Ya eşinin başörtüsünü çıkar ya da burada yemek yiyemezsin.

    Doktoralı bir edebiyatçı olmanıza rağmen, Astsubay Hazırlama Okulu'ndaki edebiyat öğretmenliği görevinizden de alınmış ve askerlik hayatınız boyunca mesleğinizle ilgisiz işlerde istihdam edilmişsiniz. Bunun nedeni neydi sizce?

    Okullarda okutulan Türk Dili Edebiyatı kitaplarını yazmış birini ilgisiz işlerde görevlendirmenin bir mesai israfı olduğunu düşündüm hep. Bu, bana verilen bir cezaydı. Ancak sicile işlenen bir ceza değil, örtülü bir ceza. Askeri liselerin tüm sınıflarında bir kamera vardır, tüm dersler izlenir. Böyle bir ortamda öğretmenin inancının bir önemi var mı?

    1996 yılında, YAŞ kararıyla, Milli Görüş'e mensup olduğunuz gerekçesiyle ordudan atılmanızda o dönemde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan'ın sizden “Bizim İskender” diye söz etmesinin de payı olduğunu yazmışsınız kitabınızda.

    Tabii, Tayyip Bey o sözü söyledi diye atılmadım TSK'den. Sonuçta süreç işlemiş ve Tayyip Bey'in o sözü bardağı taşıran son damla olmuş. Ben o sırada Beşiktaş'taki Deniz Müzesi'nde çalışıyordum. Taksim'deki Preveze Deniz Zaferi kutlamalarında Kuzey Deniz Saha Komutanı İlhami Erdil'le Tayyip Bey sohbet ediyor. O günlerde de Barbaros Türbesi'nin aydınlatılması ve onarımı gündemde. Komutan, Belediye'nin de bilgisi olsun diye konuyu Tayyip Bey'e açıyor ve “Bizde İskender Pala adlı bir binbaşı var. Barbaros'un vasiyetini okumuş.

    Dediğine göre Barbaros, türbesinin aydınlatılmasını vasiyet etmiş” diyor. Tayyip Bey de,” Siz, bizim İskender'den söz ediyorsunuz” diyor. Sonra Kuzey Deniz Saha Komutanı İlhami Erdil dönüyor yanındaki subaya ve “Nereden onların İskender'i oluyor araştırın, icabına bakın” şeklinde talimat veriyor. Bu olayı bana törende fotoğraf çeken bir arkadaşım anlattı. Bundan sonra süreç işledi aralık şûrasında ordudan ihraç edildim.

    Tayyip Erdoğan sizden neden “Bizim İskender” diye söz etmiş peki?

    Belediye'nin düzenlediği kültürel etkinlikler kapsamında konferanslar veriyor ve belediyenin çıkardığı dergilerde yazıyordum. Tayyip Bey beni o vesileyle tanıyordu. Yoksa ben, hiçbir zaman bir partinin üyesi olmadım. TSK'de üniforma giydiğim 15 yıl boyunca asla politikayla uğraşmadım.

    Kitabınızda, YAŞ'a ihraç edilmesi istemiyle gönderilen askerlerin dosyalarının 1/3 oranında arttırıldığı yönünde ilginç bir ayrıntı da var.

    Evet, daha sonra içerden edindiğim bir bilgiye göre YAŞ'ın asker kanadı, ihraç dosyalarının sayısını 1/3 oranında arttırmış. Başbakan itiraz ettikçe bu dosyaları elemeyi böylece ihraç edilmesi gereken kişileri ihraç etmeyi planlamışlar. Yani şüpheli personel dosyalarını da sakıncalı personel gibi göstermişler. Ama Erbakan direnmedi ve şûraya katılan hiç kimse “163 çok büyük bir rakam” demedi. Dolayısıyla 163 kişi ordudan ihraç edildi.

    Sohbetimizin başında ihraç edilen bu 163 kişinin itibarlarının iade edilmesi gerektiğini ve bu kitabı yazma nedenlerinizden birinin de bu olduğunu söylediniz. Bundan YAŞ kararlarının yargı yoluyla kaldırılmasını mı kast ediyorsunuz?

    YAŞ kararları yargıya açılabilir. Olmadı, insanların itibarları iade edilir. Çünkü o insanların sicilleri bozuldu. Mesela ben oğlumun ileride üst düzey bir devlet yetkilisi olabileceğini sanmıyorum.

  10. #50

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Alıntı wtwt99 Nickli Üyeden Alıntı Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    benim merak ettigim bir konu var herkes hükümeti mensuplarını eleştirebiliyor kimse bir şey demiyor peki tsk mensuplarını eleştirdikleri zaman neden nerdeyse vatan haini muamelesi yapılıyor onların hata yapma olasıkları sıfırmı

    Ben Kıbrısta yaşıyorum ve size ordu ile ilgili bir şey aktarayım. Şimdi biliniyor ki kuleli askeri lisesi orduya alınmak üzere vatan evlatlarımızın eğitildiği bir yer. Ancak bilmem kabul edecek misiniz ama 8. sınıfı bitirmiş bir çocuk askeri okulda okuyabilmek için başvuru yapıyor sınava giriyor ve Anne babası hakkında bi takım sorular yöneltiliyor( annesinin baş örtüsü baba ve annesinin ise namazı vs). Peki bu sorular neden soruluyor? Durumu kestiremeyen çocuk dürüstçe cevaplar veriyor ve sonuç 'elendiniz' oluyor. Sorarım size ordu dine karşı değilde yıllarca benim ülkemde neden bu tür olayları duyuyorum. Türkiyedeki durumu Türkiyedeki kardeşlerim daha iyi bilirler ama benim bölgemde durum bu? Ordunun dine tutumu neden olumsuz

Sayfa 5/6 İlkİlk 123456 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •