Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 2/2 İlkİlk 12
20 sonuçtan 11 ile 20 arası

Konu: Dini Hikayeler

  1. #11

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    ALLAH NASIL MİSAFİR EDİLİR?
    Musa Aleyhisselâmın ümmeti:

    - Ya Musa! Rabbimizi yemeğe davet ediyoruz. Buyursun bir gün misafirimiz olsun. Nemiz varsa ikram etmeye hazırız, dediklerinde Musa Aleyhisselâm, onları azarladı. «Nasıl olur, Allah (haşa) yemekten, içmekten ve mekândan münezzehtir» diyerek bir daha böyle bir şeyi akıllarından bile geçirmemelerini tenbihledi. Fakat Musa Kelîmullah Turu Sina'ya çıkıp, bazı münasaatta bulunmak istediğinde, Allah tarafından şöyle nida olundu:

    - «Ya Musa neden kullarımın davetini bana getirip söylemiyorsun?»

    Musa Aleyhisselâm: «Ya Rabbi, böyle daveti size gelip söylemekten haya ederim. Nasıl olur, Zatı Ulûhiyetiniz onların söylediklerinden beridir» dedi.

    Allah (c.c.): «Söyle kullarıma, onların davetine Cuma akşamı geleceğim» buyurdu.

    Musa Aleyhisselâm gelip kavmini durumdan haberdar etti, hazırlığa başlandı, koyunlar, sığırlar kesildi. Mümkün olduğu kadar mükellef bir yemek sofrası hazırlandı. Çünkü misafir gelecek olan ne bir vali, ne bir padişah, ne bir başka yaratıktı. Kâinatın yaratıcısı misafir olarak gelecekti. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra, akşam üstü uzak yollardan geldiği belli; yorgun argın, üstü-başı birbirine karışmış bir ihtiyar gelip: «Ya Musa! Uzak yollardan geldim, acım, bana bir miktar yemek verin de karnımı doyurayım» dedi. Hz. Musa:

    - Acele etme, hele şu testiyi al da biraz su getir bakalım. Senin de bir katkın bulunsun. Biraz sonra Allah (c.c.) gelecek, dedi.

    Tabii adam daha fazla diretmeden çekip gitti. Yatsı vakti oldu, beklenen misafir halâ gelmedi. Sabah oluncaya kadar beklediler, halâ gelen giden yoktu. Neyse ümidi kestiler. Hz. Musa taaccüp içinde idi.

    İkinci gün Hz. Musa Tur'a gidip:

    - Ya Rabbi, mahcup oldum, ümmetim: «Ya Sen bizi kandırdın, ya Allah sözünde durmadı» diyorlar dediğinde, şöyle hitap olundu:

    - Geldim ya Musa, geldim. Açım dedim, beni suya gönderdin, bir lokma ekmek bile vermedin. Beni ne sen, ne kavmin ağırladı.» Bunun üzerine Hazreti Musa Kelîmullah:

    - Ya Rabbi bir ihtiyar geldi sadece, o da bir kuldu, Allah değildi. Bu nasıl olur? dediğinde Cenabı Allah:

    - «İşte ben o kulum ile beraberdim. Onu doyursa idiniz, beni doyurmuş olacaktınız. Çünkü ben ne semalara, ne yerlere sığarım, ben ancak aciz bir kulumun kalbine sığarım. Ben o kulumla beraber gelmiştim. Onu aç olarak geri göndermekle, beni geri göndermiş oldunuz» buyurdu.

    Demek ki, Allah için yapılan her şey, bizzat Allah'ın kendisine yapılmış gibi olmakta, Allah o kimseden razı olmaktadır.


    Kaynak:
    Büyük Dini Hikayeler, İbrahim sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi

  2. #12

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Allah'ın Emaneti
    Hz.Ümm-i Süleym, gayet temiz ahlak sahibi bir hatun idi. Çocuğu vefat ettiği zaman, sabır ve metanetle bizzat kendisi yıkadı ve kendisi kefenledi ve bir tarafa bırakıp, komşularına dönerek:


    - Babasına haber vermeyin.

    Hz. Ebu Talha orada bulunmamaktaydı. Akşam eve döndüğünde, çocuğu sordu, hanımı:


    - Gördüğünden şimdi çok iyidir, der.

    Sonra yemek yediler, oturdular, birlikte oldular. Bir müddet sonra Hz.Ümm-i Süleym, beyine gayet metanetle şöyle der:


    - Ebu Talha, ödünç alınmış bir şeyi geri vermek icap eder mi etmez mi?


    - Söylediğin bu söz nasıl bir söz, elbette ki ödünç alınan şey geri verilmeli.


    - O halde, Hak Teala da sana emanetten vermiş bulunduğu çocuğu aldı.


    Ebu Talha bu sözü duyunca :


    - Biz Allah için halk edilmiş bulunuyoruz ve hep onun tarafına döneceğiz, der ve şükreder.

    Sabah olunca gidip Resulullah'a (s.a.v.) anlatır. Resulullah (s.a.v.):


    - Ya Rabbi bunun daha iyi bir karşılığını Ebu Talha'ya ver, diye dua eder.

    Nitekim, dokuz ay dokuz gün sonra Abdullah diye bir çocukları olur. Çocuk, Peygamberimizin himayelerinde büyürler, İslam Tarihinde önmeli bir şahsiyet olur.

  3. #13

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    ALLÂH'I BİLMEYE YÜZ DELİL...

    Fahreddîn-i Râzî Herat ve civarında bozuk inançları yaymakla meşgul olanlarla mücâdele ediyor, Müslümanlar'ı bunların tehlikelerine karşı korumaya çalışıyordu. Üç yüz kadar atlı talebe ve âlim ile Herat'a geldiğinde; hem devlet, hem din büyükleri akın akın ziyaretine gelmiş, alâka göstermişlerdi. Ama birileri vardı ki; ne geliyor, ne de gelme arzusu ızhâr ediyordu. Acaba Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin muhâliflerinden miydi?

    Halktan bir zengin, bir gün Fahreddîn-i Râzî hazretlerini bahçesinde yemeğe dâvet etti. Maksadı; ziyaretine gelmeyen zâtı da orada bulundurup, görüşmelerini ve bir yanlış anlamanın meydana gelmemesini temin etmekti.

    Fahreddîn-i Râzî hazretleri, yemekte karşılaştığı ziyaretine gelmeyen zâta,

    - Niçin bizi ziyârete gelmediniz? diye sordu. Şöyle cevap verdi o zât:

    - Ben fakirin biriyim. Ne ziyâretinize gelişim size bir şeref kazandırır, ne de gelmeyişim size bir şey kaybettirir. Siz mühim kimselerle meşgul olun.

    Bu cevap Fahreddîn-i Râzî hazretlerini düşündürdü. Bu defa büsbütün meraklanarak ısrarla suallerini peşi peşine sıraladı:

    - Bu, sıradan birinin sözüne benzemiyor. Kalbi-gönlü uyanık birinin cevabıdır bu. Şimdi daha çok meraklandım. Söyleyin lütfen niçin gelmiyorsunuz? Bize vermek istediğiniz bir mesajınız olmalı.

    - Sen, 'Müslümanlar'ın benim ziyâretime gelmeleri vâciptir' diyormuşsun. Neden senin ziyâretine gelmek vâcip olsun?

    - Ben ilim ehli biriyim. Benim ziyâretime gelenler aslında benim değil, ilmin ziyâretine gelmiş olurlar. Mücâdelemde bana yardımcı olmuş, beni desteklemiş sayılırlar.

    - Öyle ise anlat bakalım... İlmin hedefi Allâh'ı bilmek olduğuna göre, nasıl biliyorsun Hazret-i Mevlâ'yı?

    - Yüz delil ve burhan ile biliyorum Allah Teâlâ'yı...

    - Peki öyleyse, söyler misin; burhan ve delil, şüpheleri gidermek için değil midir? Demek sende bu kadar şüphe varmış ki her birine delil aramış; ancak bu delillerle şüpheni gidermişsin. Halbuki Allahü zû'l-Celâl bana, öyle bir îman verdi ki; şüphenin zerresi bile kalbimde yoktur. Olmayan şeyi gidermek için ne diye delil ve burhan arayayım?

    Bu cevaptan sonra bir suskunluk başlar. Neden sonra yerinden kalkan büyük müfessir Fahreddîn-i Râzî hazretleri,

    - Uzat elini de öpeyim. Sen sıradan biri değil, bir îman ve ihlâs numûnesi mâneviyât sultânısın. Kim isen söyle de beni daha fazla merakta bırakma.

    Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin kulağına eğilen birinin, fısıltı hâlinde söyledikleri şundan ibârettir:


    - Konuştuğun zât, Necmüddîn-i Kübrâ hazretleridir.

    Fahreddîn-i Râzî hazretleri hemen diz çöküp rica eder:

    - Lütfen beni de kabul buyurun tâlipleriniz arasına da, ben de iştirak edeyim sohbetlerinize...

    * * *

    İşte zâhirî ilimle bâtınî ilmin farkı... İşte zâhirî ilim ehli ile, zû'l-cenâhayn olan mâneviyat erbâbının seviye ve dereceleri... Keza, aralarındaki diyaloğun güzelliği ve hakkı teslim ile neticelenişi... Ve, biribirlerine karşı olan nezâket ve saygıları...

  4. #14

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    ALLÂH'I BİLMEYE YÜZ DELİL...

    Fahreddîn-i Râzî Herat ve civarında bozuk inançları yaymakla meşgul olanlarla mücâdele ediyor, Müslümanlar'ı bunların tehlikelerine karşı korumaya çalışıyordu. Üç yüz kadar atlı talebe ve âlim ile Herat'a geldiğinde; hem devlet, hem din büyükleri akın akın ziyaretine gelmiş, alâka göstermişlerdi. Ama birileri vardı ki; ne geliyor, ne de gelme arzusu ızhâr ediyordu. Acaba Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin muhâliflerinden miydi?

    Halktan bir zengin, bir gün Fahreddîn-i Râzî hazretlerini bahçesinde yemeğe dâvet etti. Maksadı; ziyaretine gelmeyen zâtı da orada bulundurup, görüşmelerini ve bir yanlış anlamanın meydana gelmemesini temin etmekti.

    Fahreddîn-i Râzî hazretleri, yemekte karşılaştığı ziyaretine gelmeyen zâta,

    - Niçin bizi ziyârete gelmediniz? diye sordu. Şöyle cevap verdi o zât:

    - Ben fakirin biriyim. Ne ziyâretinize gelişim size bir şeref kazandırır, ne de gelmeyişim size bir şey kaybettirir. Siz mühim kimselerle meşgul olun.

    Bu cevap Fahreddîn-i Râzî hazretlerini düşündürdü. Bu defa büsbütün meraklanarak ısrarla suallerini peşi peşine sıraladı:

    - Bu, sıradan birinin sözüne benzemiyor. Kalbi-gönlü uyanık birinin cevabıdır bu. Şimdi daha çok meraklandım. Söyleyin lütfen niçin gelmiyorsunuz? Bize vermek istediğiniz bir mesajınız olmalı.

    - Sen, 'Müslümanlar'ın benim ziyâretime gelmeleri vâciptir' diyormuşsun. Neden senin ziyâretine gelmek vâcip olsun?

    - Ben ilim ehli biriyim. Benim ziyâretime gelenler aslında benim değil, ilmin ziyâretine gelmiş olurlar. Mücâdelemde bana yardımcı olmuş, beni desteklemiş sayılırlar.

    - Öyle ise anlat bakalım... İlmin hedefi Allâh'ı bilmek olduğuna göre, nasıl biliyorsun Hazret-i Mevlâ'yı?

    - Yüz delil ve burhan ile biliyorum Allah Teâlâ'yı...

    - Peki öyleyse, söyler misin; burhan ve delil, şüpheleri gidermek için değil midir? Demek sende bu kadar şüphe varmış ki her birine delil aramış; ancak bu delillerle şüpheni gidermişsin. Halbuki Allahü zû'l-Celâl bana, öyle bir îman verdi ki; şüphenin zerresi bile kalbimde yoktur. Olmayan şeyi gidermek için ne diye delil ve burhan arayayım?

    Bu cevaptan sonra bir suskunluk başlar. Neden sonra yerinden kalkan büyük müfessir Fahreddîn-i Râzî hazretleri,

    - Uzat elini de öpeyim. Sen sıradan biri değil, bir îman ve ihlâs numûnesi mâneviyât sultânısın. Kim isen söyle de beni daha fazla merakta bırakma.

    Fahreddîn-i Râzî hazretlerinin kulağına eğilen birinin, fısıltı hâlinde söyledikleri şundan ibârettir:


    - Konuştuğun zât, Necmüddîn-i Kübrâ hazretleridir.

    Fahreddîn-i Râzî hazretleri hemen diz çöküp rica eder:

    - Lütfen beni de kabul buyurun tâlipleriniz arasına da, ben de iştirak edeyim sohbetlerinize...

    * * *

    İşte zâhirî ilimle bâtınî ilmin farkı... İşte zâhirî ilim ehli ile, zû'l-cenâhayn olan mâneviyat erbâbının seviye ve dereceleri... Keza, aralarındaki diyaloğun güzelliği ve hakkı teslim ile neticelenişi... Ve, biribirlerine karşı olan nezâket ve saygıları...

  5. #15

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    ALLAHÜ TEÂLÂYI BİLİR MİSİN?

    Abdullah bin Mübarek, bir gün yolda gidiyordu. Önünde birkaç koyunla bir çoban çocuk gördü. Ona acıdı ve; "Zavallı, çocuklukta çobanlık yaparsa, büyüdükte Allahü teâlânın ibâdet ve mârifetine nasıl erişir?" dedi. Sonra kendi kendine; "Gideyim, ona Allahü teâlâyı tanımakta bir mesele öğreteyim." deyip, çocuğun yanına geldi ve:

    -Evlâdım, Allahü teâlâyı bilir misin? buyurdu.

    Çocuk:

    -Kul nasıl sâhibini bilmez?" dedi.

    -Allahü teâlâ'yı ne ile biliyorsun?

    -Bu koyunlarımla.

    -Bu koyunlarla, O'nu nasıl bilirsin?

    -Bu birkaç koyun çobansız işe yaramaz. Bunlara su ve ot verecek, kurttan ve diğer tehlikelerden koruyucu birisi lâzımdır. Bundan anladım ki, kâinat, insanlar, cinler, hayvanlar ve canavarlar ve bu kanatlı kuşlar bir koruyucuya muhtaçtır. Bu binlerce çeşit mahlûkatı korumaya kâdir olan, Allahü teâlâdan başkası değildir. İşte bu koyunlarla Allahü teâlâyı, böylece bildim

    -Allahü teâlâyı nasıl bilirsin?

    -Hiç bir şeye benzetmeden bilirim.

    -Böyle olduğunu nasıl bildin?

    -Yine bu koyunlardan.

    -Nasıl?

    -Ben çobanım. Onların koruyucusuyum. Onlar benim korumam ve tasarrufumdadırlar. Onlara dikkatle bakıyorum. Ne onlar bana benzerler, ne de ben onlara benzerim. Buradan, bir çoban koyunlarına benzemezse, Allahü teâlânın elbette kullarına benzemiyeceğini anladım. Abdullah bin Mübârek:

    -İyi söyledin. İlimden bir şey öğrendin mi? buyurdu.

    Çocuk:

    -Ben bu sahrâlarda, nasıl ilim tahsîl edebilirim, dedi.

    -Peki başka ne öğrenmişsin?

    -Üç ilim öğrendim. Gönül ilmi, dil ilmi ve beden ilmi.

    -Bunlar nelerdir, ben bunları bilmiyorum.

    -Gönül ilmi şudur ki, bana kalb verdi ve kendi mârifet ve muhabbeti yeri eyledi ki, bu kalb ile O'nu bileyim. O'nun sevdiklerine gönülde yer vereyim, sevmediklerine yer vermiyeyim ve böylelerinden uzak olayım. Dil ilmi şudur ki, bana dil verdi ve dili zikretmek, O'nun ismini söylemek yeri eyledi. Bununla O'nu hatırlatanları dile getirmeği, O'ndan bahsetmiyen sözden onu korumayı, böyle sözden uzak olmayı îmâ etti. Beden ilmi şudur ki, bana beden vermiştir ve onu kendine hizmet yeri eylemiştir. Böylece O'na hizmet olan her şeyi yaparım, hizmet olmayan şeyi ise bedenimden uzaklaştırırım.

    Abdullah bin Mübârek, bunun üzerine:

    -Ey çocuğum! Evvelki ve sonraki ilimler, senin bana bu öğrettiklerindir! dedikten sonra: Ey oğul, bana nasîhat ver, buyurdu.

    -Ey efendi! Âlim olduğun yüzünden belli oluyor. Eğer ilmi Allah rızâsı için öğrendiysen, insanlardan istemeyi, beklemeyi kes. Yok, dünyâ için öğrenmişsen, Cennet'e kavuşamazsın, dedi.

  6. #16

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Şöyle anlatılır: Bir genç fesad ve içki meclisi kurup, eğlenirdi. Birgün kölesine dört dirhem (gümüş) verip, meze almasını söyledi. Köle yolda giderken
    Mansûr bin Ammâr'ın meclisine uğradı. "Biraz oturup ne söylediğini anlayayım", diye düşündü. Mansûr, bir fakir için bir şey istiyor ve kim dört dirhem
    verirse, ona dört duâ edeceğim diyordu. Köle, bu dört dirhemi ondan daha iyi bir yere veremem deyip, elindekinin hepsini Mansûr'a verdi. Mansûr hazretleri
    nasıl duâ istersin deyince, köle: Birincisi; âzâd olmayı, kölelikten kurtulmayı, ikincisi; Allahü teâlânın efendime tövbe nasîb etmesini, üçüncüsü; dört
    dirhemin karşılığında dört yüz dirhem vermesini, dördüncüsü; bana, efendime, sana ve bu mecliste bulunanlara rahmet etmesini istiyorum." dedi. Mansûr hazretleri
    duâ etti. Köle evine döndü. Efendisi; "Nerede kaldın ve ne getirdin?" diye sorunca, köle de; "Mansûr bin Ammâr'ın meclisinde idim. Verdiğin dört dirhemle
    dört duâ satın aldım. Efendisi nasıl duâlar deyince, köle durumu efendisine anlattı. Efendisi: Seni âzâd ettim, bir daha içki içmeyeceğime Allahü teâlâya
    söz verip tövbe ettim, dört dirhem yerine sana dört yüz dirhem bağışladım. Dördüncü duân bana âid değildir, ben elimden geleni yaptım dedi. Efendi, gece
    rüyâsında bir sesin; "Sen elinde olanı, kendi eksikliğin ile yaptın, bana havâle ettiğini ise, eksiksiz yaptım: Sana, köleye, Mansûr'a ve meclisine merhamet
    ettim." dediğini işitti.
    süper Teklif sende üye ol sende kazan!!!!
    İşte Davet Linkin!!

    http://www.superteklif.com/SuperUye/...9-f6001b6878a1

  7. #17

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    arkadaşlar sagolun var olun şimdiki insanlara bir bakın her şey menfaat olmuş nerden bulacaksın fatih gibi devlet adamını

  8. #18

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Birgün Resul-i Ekrem SallAllahu aleyhi vessellem'e ,
    "
    Ey Allah'ın Elçisi!
    En büyük sıkıntılar kimin başına gelir?"
    diye sordum.
    Şöyle buyurdu:
    "
    Belaların en ağırı Peygamberler'e gelir;
    sonra onlara en yakın olanlardan başlayarak
    derece derece aşağı doğru iner.
    İnsan, dindarlığı derecesinde sıkıntıya uğrar.
    Çok dindarsa sıkıntısı da çok olur.
    Dindarlığı gevşekse, sıkıntısı hafif olur.
    Bir kul günahlarından arınmış olarak yürüyüp gidene kadar
    sıkıntılar onun peşini bırakmaz.


    Kaynak: Tırmizi
    süper Teklif sende üye ol sende kazan!!!!
    İşte Davet Linkin!!

    http://www.superteklif.com/SuperUye/...9-f6001b6878a1

  9. #19

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart cenneti satın almak mümkünmü?

    Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır, ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.
    Öğretmeni, onun bu halini fark etti:
    - Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin?
    Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:
    - Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
    - Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksın bakalım?
    - Ahmet arkadaşımız var ya…
    - Evet, ne olmuş Ahmet’e?
    - Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor.
    - Eee?
    - Ona yardım etmek istiyorum. Ama benim yardım ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?

    Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardım etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu.

    Nurhan Öğretmen:
    - Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum?
    - Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.
    - Nerede çalışıyorsun?
    - Simit satıyorum.

    Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi? Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.

    Nurhan Öğretmen, Ali’ye dondu:
    - Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
    - Çok zengin bir işadamı…
    - Niçin?
    - İnsanlara daha çok yardım etmek için…
    - Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak simdi Ali, Ahmet’in ailesinin durumu pekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme. Çok zengin olduğun zaman insanlara yardım edersin. Olmaz mı?
    - Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.
    — Neden olmaz?
    — Üç sebepten dolayı olmaz.

    Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor.

    İkincisi: ‘Ağaç yas iken eğilir.’ deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam.

    Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.

    Nurhan Öğretmen, karsısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:
    - Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi.

    - Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet’i gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennet’in fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet’e girebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu?

    Nurhan Öğretmen’in gözleri dolmuştu. Başını ‘Evet’ anlamında sallarken Ali’yi evine yolladı.

    Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali’nin bıraktığı paraların masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı.
    Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. Bu paralar, bu bozuk SİMİT paraları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.

    Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin dolduğunu, Tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı… Ağladı… Ağladı.

    Kendine geldiğinde aksam olmuştu. Yavaş adımlarla sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken bekçi Sadık ’Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak, Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak’ diye Nurhan öğretmenin sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde, ‘Ne dediniz hocam?’ demesini bile duymayan Nurhan öğretmen, bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti

    · Hikayeyi beğenmişseniz ve Ali’den utanmışsanız, maddi durumunuz iyi değilse bile, iki tane ekmek alıp bölgenizdeki bir fakirin kapısına bırakın.
    · Bir okul önünde biraz bekleyip yırtık ayakkabısı olan bir çocuğa ayakkabı alın.
    · Maddi ihtiyacı olan bir akrabanıza yardım edin.
    · Yeter ki boş durmayın!
    · Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir.
    · Bunları yapabilenler gerçekten yüreklidirler.
    süper Teklif sende üye ol sende kazan!!!!
    İşte Davet Linkin!!

    http://www.superteklif.com/SuperUye/...9-f6001b6878a1

  10. #20

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart şeyh sadi

    BAĞDAT KADISI ve HARAMİ
    Geçmiş zamanda Bağdat şehrinde ilmiyle tanınmış,dini bütün,adil bir kadı var idi kî; gece gündüz ahiretini düşünür,doğruluktan hiçbir zaman ayrılmaz idi.İlminin derinliği ve merhametiyle tanınmış bu zatın seveni çok idi.

    Kadı efendi,bir gece yatak odasında kitap okurken uykusu ağır bastı.Kitabı kapayıp uykuya kara vermiş iken bir de gördü ki,kitabın üzerinde "UYKU ÖLÜMÜN KARDEŞİDİR" diye yazılmış.Kendi kendine ; "Madem ki uyku ölümün kardeşidir,öyle ise niçin uzun uzun yatıyorum,uyuyorum.Bu reva mıdır! Bari gecenin geri kalan kısmını ibadet ve mevlayı düşünmekle geçireyim." dedi.Böylece uykunun ağırlığından kurtulup,eline ibadet üzre bir kitap aldı.Kitabı okurken gördü kî; "NAMAZI BAĞ BAHÇE,BOSTAN GİBİ GÖNÜL AÇICI YERLERDE KILINIZ " diye yazıyor.

    Kadı bunu okuyunca,şehrin dışındaki bahçesini hatırladı.Bahçesi güzel,güllük-gülistanlık iç açıcı bir bahçe idi.Hemen bu bahçeye varıp sabah namazını orada kılmaya niyetlendi.Gecenin hangi vakti olduğunu düşünmeden,hizmetkarlarından birini de uyarmaya kıyamayıp,atını eğerledi,binip bahçesine doğru yola çıktı.


    Şehir dışına çıkalı bir saat kadar olmuş,yol boyu da Kuran-ı Kerim okumuştu kî,birdenbire karşısına heybetli ve silahlı bir atlı çıkıverdi.Adam kılıcını kadı efendinin üzerine çevirip haykırdı:
    -Dur kimsin ? ve hemen atından in,soyun,mallarını bana teslim et.Yoksa aman vermeden seni pişman ederim.

    Kadı efendinin korkudan konuşamadığını görünce harami tekrar seslendi :

    -Bu vakitte nereye gidersin? Sen kimsin söyle ?

    -Ben Müslümanların kadısıyım.

    -Peki bu saatte nereye gidersin ?

    -Bahçeye namaz kılmaya giderim.

    -Evin başına mı yıkıldı ki,böyle vakitsiz bir zamanda bahçeye namaza gidersin.

    -Bir kitapta gözüme ilişti "NAMAZI BAĞ BAHÇE,BOSTAN GİBİ GÖNÜL AÇICI YERLERDE KILINIZ " diye yazıyor.O sebepten giderim.

    -Sen cahilin birisin; zira Resul-ü Ekrem: "MÜMİNİN NİYETİ AMELİNDEN HAYIRLIDIR" buyurmuştur.

    -Gaflet eyledim,kerem eyle,beni incitme.

    -Senin hizmetkarların nerdedir?

    -Günaha girmeyim diye onları uykularından uyarmadım.

    -Sen gafilin birisin; Hadis-i şerif ne diyor? "ÖNCE YOLDAŞ SONRA YOL" demiyor mu? Eğer hizmetkarların şimdi yanında olsaydı,ben sana dokunabilir miydim ?

    Kadı yalvar yakar olmuştu ;

    -Ey kâmil adam ! Bari Hak Taalâ Hazretlerinden utan.Resul-ü Ekrem "UTANMAK İMANDANDIR" buyurmuştur.

    -Evet öyledir.Lâkin Resul-ü Ekrem diğer bir hadisi şerifinde buyurur kî :"UTANMAK İNSANI RIZIKTAN EDER" .Hemen şimdi

    atından aşağı in,soyun eşyalarını ve malını bana teslim eyle.Yoksa seni aman vermeden helak ederim.Ve tez soyun,zira sabah yakındır.

    -Ey kâmil adam! Lütf-ü kerem eyle.Beni incitme kî Resul-ü Ekrem : "BENİM ÜMMETİM DALâLETE SAPMAZ" yani ötü işlere girişmez buyurmuştur.

    -Evet öyledir.Lâkin Hak Taalâ Kur'an-ı Keriminde "BİZ SİZİN KISMETİNİZİ BİRBİRİNİZDEN TAKSİM EYLEDİK" diye buyurmuş.Öyleyse benim kısmetim sendedir.Hemen soyun eşyanı teslim eyle.

    -Ey kâmil adam! Beni incitme,bana zulmü reva görme.Zira Hak Taalâ zalimlere lanet eder.

    -Zalim ben değilim,zalim sensin kî kendi zulmüne vakıf değilsin.Kendine zulmedip gecenin bu vaktinde yola çıktın ve benim elime düştün.Hak Taalâ : "ZALİMLER KENDİLERİNE ZULM EDERLER" buyurmamış mıdır?.

    -Ben sabah yakın zannettim,gece imiş.Gaflet eyledim.

    -Senin yıldızlar ilminden haberin yok mudur?

    -Resul-ü Ekrem "HER KİM YILDIZLAR İLMİNİ ÖĞRENİRSE KAFİRDİR" Buyurmuşlardır." O sebepten öğrenmedim.

    -Sen ne biçim alimsin kî,bir hadis-i şerif ile Ayet-i Kerimeleri inkar edersin ?

    -Oku bakayım o ayeti kerimeleri ?

    : Kadının bu sözü üzerine harami,Hak Subhaneve Hak Taalâ Hazretlerinin Kurân-ı Azminde buyurduğu âyet-i kerimeleri bir bir okudu.Kadı haraminin alim biri olduğunu anlamıştı.

    -Ey kâmil adam! Anlaşıldı kî sen her ilimde mahirsin ve yıldızlar ilmine de vakıfsın.Kerem eyle bu vakit ve saatte yedi yıldız akrep burcundadır.

    -Bu saat hırsızlara ve haramilere çokuygun bir saattir.Zaten o sebepten karşına çıktım.Kadılara bağ,bahçe zevki uygun değildir.İşlerin rast gitmez.

    -Kur'an-ı Azimüşanı nice okursun ?

    -Yedi türlü okurum.

    -Ey kâmil adam! Anladım kî, her konuda bilgilisin;hem hafız,hem müftü,hem alimsin.Bilirsin kî benim burda soyunup giysilerimi teslim etmem uygun olmaz.Benimle bahçeme gel,orda teslim edeyim.

    -Tehlikeli yere varmak akıllı adam işi değildir.Hak Taalâ : "TEHLİKEDEN SAKININIZ" buyurmuştur.Bundan çok tehlike olmaz. Bahçende hizmetkarlarına emreyleyip beni yakalatırsın,elimi kolumu bağlatırsın sonrada sedire oturup halime gülersin.Sabah yakındır,tez eşyalarını teslim eyle.

    -Vallahi sana hıyanet etmem.

    -Zaruret halinde yalan yere yemin etmek ve yalan söylemek caizdir kî Şeyh Sadi "İş bitiren yalana izin vardır,fitneyi engeller" buyurmuştur.Sen de zaruretten yemin edersin.Selamete vardıran yemini caiz görürsün.O sebepten hemen şimdi soyun eşyanı teslim et.

    *: Kadı baktı ki çare yok,her ne dediyse hepsine cevap aldı.Haraminin bilgisine hayran kalıp attan indi.Önce atını teslim etti,sonra diğer eşyalarını teslim etti.Bacağında bir esvap ve sırtında bir gömlekten gayrısı kalmadı.Harami ;

    -Resul-ü Ekrem : "İHSAN EDİNCE TAMAM ET" buyurmuştur.Öyle yapmak gerekir.

    -Namaz vakti yakındır.Kerem eyle,gömleğimi alma kî namazımı uygun halde kılayım.

    -Doğru söyle evde başka gömleğin yok mudur ?

    -Vardır.

    -Öyle olduğuna göre evdeki sana kâfidir.Kaldı kî zaruret halinde bu hal ile namaz kılmak da caizdir.

    SPİKER : Kadı gömleğini de çıkarıp verdi.O esnada parmağındaki yüzük haraminin dikkatini çekti.

    -Başka bir şeyin yok mudur ?

    -Yoktur.

    -Parmağındaki altın yüzük nedir ?

    -İnsaf eyle bana lazımdır.

    -Altın yüzük erkeğe haramdır.Lakin ben onu satıp ihtiyçalarımı gidereceğim.Onu hemen bana ver.

    -----: Kadı yüzüğü de çıkarıp ona verdi.Harami gayet memnun olmuştu.

    -Ey kadı,seni Allaha ısmarladım.Allah bin bereket versin.Hadi Allaha ısmarladık.

    ----- : Harami vedalaşıp,gayet ***ifli halde çekti gitti.

    Kadı ise ah-vah ederek,perişan halde evine döndü.Evinin kapısına geldiğinde kadıyı perişan halde gören kâhya Amber ağa az kalsın şaşkınlıktan bayılacaktı.Kadı efendi seslenip ağayı kendine getirince,Amber ağa sordu;

    -Bu perişan hâliniz nedir ?

    -Hiç sorma.Hemen giyecek gömlek getir.

    Amber ağanın getirttiği giysileri giyen kadı efendi,asık bir suratla yerine oturdu.Sonra merakla bekleyen Amber ağaya başına gelenleri bir bir anlattı.

    * * * * * * * * * *



    Haramiye eşyalarını,malını kaptırıp perişan halde evine dönen kadı efendi,başına gelenleri Amber efendiye anlatmış,diğer hizmetkarlar ve ev halkı da olanı biteni öğrenmişti.

    Vakit geçti nihayet sabah oldu.O sırada bir hizmetkar telaşla odaya girip kadıya seslendi :

    -Efendi hazretleri,bir kimse sizin atınıza binmiş ve giysilerinizi giymiş,elinde de bir kitap olduğu halde kapıdan içeri girdi.

    --------- : Kadı efendi telaşla ayağa fırladı,yanındakiler : "-Koşun,yakalayın,kaçırmayın" diye bağırmasını bekledi ama kadı :

    -Bre medet ! Sokman bu adamı ! Geceden beri elinde kitap olmadan beni soydu,soğana çevirdi.Şimdi elinde kitap ile gelmiş.Halimiz nice olur !..

    Hizmetkarlar kapıya koştular ama harami hiç birini dinlemeyip,içeri girdi.Kadı'nın huzuruna çıkıp selam verdi ve korkusuzca oturdu. Kadı :

    -Acaba size bir borcumuz mu kaldı,niçin geldiniz ?

    Harami elindeki kitabı gösterdi;

    -Bu gece şu kitabı okurken bir hadis,i şerif gördüm.Müşkülümü çözemedim.Sizden sormaya geldim kî,siz çözümleyesiniz,halledesiniz.

    Kadı efendi "Bunun içinde başka bir iş var ya!" der gibi manalı manalı konuştu :

    -Senin ne güzel kitap okuduğunu ben bilirim ! Lakin... söyle bakalım hadis-i şerif-i.

    -"CÜMLE MÜMİNLER KARDEŞTİR." diyen hadis-i şerif doğru mudur, sahte midir? Onu öğrenmek istiyorum.

    -Doğrudur.

    -Madem kî, bu peygamberimizin sözüdür.Siz de mümin,ben de mümin olduğumuza göre kardeş sayılırız.Siz nimet içinde olun,biz zahmet içinde olalım.Bu hak mıdır,reva mıdır ? Hemen geldim kî, malımızı kardeş gibi taksim edelim.

    Kadı elini kaldırıp feryada başladı :

    -Bu başımıza gelen ne felakettir Ya rabbi? Bu harami ile bizim sonumuz neye varacak ?

    -Dün geceden beri benden çok şeyler öğrendiniz.Hazreti Ali :"BANA BİR HARF ÖĞRETENİN KULU,KÖLESİ OLURUM" buyurmuşlardır.Bu sebeple bizim halis kulumuz oldunuz.

    Kadı efendi bir şey söylemedi.O esnada sofra kurulmuştu.Harami sofra başına geçip oturdu.Sofraya bir kaz getirdiler.Kadı haramiye dönerek :

    -Önce şu getirilen kazı adaletli olarak taksim et,paylaştır.

    -Baş üstüne .

    Harami, kadı efendinin ailesini sorup eşi, 1 kızı, 1 oğlu olduğunu öğrendikten sonra kazı önüne çekti. Başını kesip kadı efendinin önüne koydu.Gerdanını kesip hanımına gönderdi.İki kanadını kesip oglu ve kızına gönderdi.İki ayağını kesip kadı'nın hizmetkarlarına verdi.Ve kazın gövdesini kendi önüne koydu. Kadı öfkelendi :

    -Bu ne biçim adil taksimdir,ne edepsizliktir kî bütün kazı kendi önüne koydun ?

    -Ben hak üzre taksim eyledim.

    -Hele anlat da biz de anlayalım,bu nice hak gözetmedir.

    -Zatı aliniz cümlenin başı olduğunuz için kazın başı size münasiptir.Ve hanımınız size boyun eğer,boyun ona münasiptir. Çocuklarınız kolunuz,kanadınızdır kanat onlara düşer.Hizmetkarlarınız işlerinize koşar ,ayaklar onlara münasiptir. BENDENİZE GELİNCE KOLSUZ,KANATSIZ,AYAKSIZ KURU BİR GÖVDEYİM.GÖVDE DE BANA MÜNASİPTİR.

    Kadı bunun üzerine kızamadı,bu güzel benzetmeden sonra,ilmine,aklına hayran olduğu bu gence "Aferin" dedi. Yemekleri yediler,kalktılar.Kadı haramiyi karşısına aldı;

    -Ey kâmil adam ! Sen her bakımdan yüksek bir zatsın.Kötü hareketler sana uygun değildir.Hemen tövbe et,yanlıştan dön. Kimim kimsem yok diyorsun. Benim bir kerimem,bir kızım var. Kızımı sana nikahlamak istesem, .Malımın yarısını da size vereyim, afiyetle namus üzre yaşayın desem, ne dersin.

    -'Başüstüne' derim.

    Harami kalktı,kadı'nın elini öptü.Haramilik yapmaya da tövbe etti.Kadı efendi gülümsedi;

    -Bana güvendin, hemen kabul eyledin.Yalnız sana söylemem gerekir ki benim kızım, helal süt emmiş, haram yememiştir amma kördür !

    -Allah’tan gelene ben bir şey demem.

    -Benim kızım sağır-dilsizdir !

    -Nasibimize ne yazılmışsa o gelir başımıza.

    -Benim kızım elsizdir, ayaksızdır !

    -Allah kızınıza neylediyse, bize de eyleyebilirdi..Kimseyi hakir görmem, kimseyi küçük görmem. Bir kere ‘tamam’ dedim. Kusurlarıyla kabulumdür ki ben haktan geleni kusur saymam.

    Kadı her seferinde haraminin itiraz etmesini bekledi ama nafile. Bunun üzerine kadı da Bağdat'ın cümle alimlerini davet edip,kızını nikah eyledi. Nikah tamam olmakla beraber gelini düğün bitmeden göremeyecekti.

    Nikah tamam olunca,o ana kadar geçmişinden söz etmeyen eski harami kadıya dedi kî :


    -Efendi hazretleri,ben aslımı size anlatayım. Ben ‘hoca Farah’ ,denen tacir'in oğluyum.İsmime "Selim" derler.Babam öldükten sonra bana çok miktarda mal kaldı.Ama ben elimde mal tutmadım,sarf eyledim.Okumaya çok büyük hevesim vardı,ticaretle hiç uğraşmayıp hep ilim tahsil eyledim.İlmi Kur'an ,İlmi Fıkıh ,İlmi Farisi,İlmi Hikmet ,İlmi Hey'et ,İlmi Nücüm,İlmi Hendese,İlmi Remil,İlmi Usturlap ,İlmi Aruz ,İlmi Talep ,İlmi Şiir velhasıl ne kadar ilim varsa heveslenip,tahsil eyledim.Ne var kî,hazıra dağ dayanmaz,sonunda malım bitti,fakir düştüm.Çaresiz kaldığım için dün gece "Talihimi bir deneyim, bakalım sonum nice olur" dedim.Yolda size rastladım. Ve gördüm ki,bana büyük bayram oldu.Bağdat kadısının helal süt emmiş kızı ve helal malı bana kısmet oldu.Yoksa bu güne kadar asla bir kişi benden bir zarar,kötülük görmemiştir.

    Kadı efendi damadının geçmişinin de temizliğini öğrenip daha bir bahtiyar oldu.

    Sonunda düğün gerçekleşti, damatla gelin bir odaya konuldu. Harami gelinin duvağını açtığında gördüğü güzel gözlere öyle şaşırdı, sendeledi ki, nerdeyse yere düşüyordu;

    -Fakat, fakat babanız ‘kör’ olduğunuzu söylemişti!

    Genç kız billür gibi bir sesle cevapladı;

    -Ben harama bakmam, gözlerim harama karşı kördür.

    Damat Selim sevinçle karışık şaşkınlığına devam etti;

    -Fakat ne konuştuğumu duydunuz, cevap verdiniz. Oysa babanız kadı efendi sağır-dilsiz olduğunuzu söylemişti !

    -Benim dedikoduya sağır-dilsizimdir. Ne duyduysam orda kalır, laf taşımam.

    Gelin, Selim’in şakın bakışları altında ayağa kalkıp ellerini uzattı;

    -Elleriniz, ayaklarınız !.. Elsiz-ayaksız olduğunuzu da söylemişti !

    -Allah’ın yasakladığına, harama elim-ayağım gitmez. Harama elsiz-ayaksızım annem-babam beni böyle yetiştirdi.

    Selim sevinçten gözlerinin yaşardığını hissetti, abdes alıp şükür namazı kıldı.İki genç de murada erdi,ömür boyu saadet içinde yaşadılar.

    * * * *

    Dileğimiz odur kî; Hak Taala hepinize ilim öğrenme hevesi ve sonuçta her iki dünya saadeti nasip etsin. AMİN-

    Hikaye : Şirazlı Şeyh Sadi (Şirazî)

Sayfa 2/2 İlkİlk 12

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •