BAŞBAKAN dün kürsüde ağladı…
Doğrusunu isterseniz ben de ağlayacaksam ağlarım, ama bağırarak…
Sivrihisar kavşağında yanımdan geçen TIR şoförü ile göz göze geldiğimizde,
var gücümle bağırarak ağladığımı gördüğünde, arkada içinde iki sehpa, bir
çekmeceli dolap olan uzun sandığa bakıp “Abi başın sağolsun, genç miydi?..”
demişti…
Ağzımı kapatamadığım için, ona radyodan Şebnem Kısaparmak’ın “Canım Annem”
destanını dinlediğimi söyleyememiştim…
*
Başbakan, 12 Eylül’de asılan gençlerin mektuplarını okurken ağladı…
12 Eylül’den otuz yıl, kendi iktidarından sekiz yıl sonra, o zaman idam
edilen gençlere ağlaması ve bunu da ucundan çekip çekiştirip “Şimdi bu
Anayasa paketine hep birlikte evet diyeceğiz”e bağlaması karşısında, şu
Silivri’de olup bitenler geldi aklıma…
Kendi şakağına kurşun sıkan genç askerler…
İple hücresinde kendini asanlar…
Mehmet Haberal gibi kaç bilim adamına mahkûmiyet kararı olmadan süren
infazlar…
Bizim Mustafa Balbay’ın bebeğine yazdığı mektup…
Doktor yüzü görmeden hücresinde ölen yaşlı kanser hastaları…
Yıkılan yuvalar, tükenen hayatlar, suçunu dahi bilmeden biten yaşamlar…
Gel de ağlama…
*
O 12 Eylül’e şimdi ağlıyor…
Bir de “12 Eylül’deki fişlemelerden” yakınmaz mı, Anayasa paketine istediği
“evet”in gerekçesi olarak…
İnsanların telefonlarının dinlendiği, yatak odalarının gözlendiği şu
günlerde…
Günahsız-masum insanların özel hayatları Silivri dosyalarında teşhir
edilirken… Ve koca bir toplum telekulak dehşeti yaşarken…
*
Özet olarak Başbakan, referandumda “evet” denilmesini istedi… Bunu da otuz
sene önce idam edilenlere bağlayarak ve kürsüden ağlayarak yaptı…
İşte o ağlama sahnesiydi dün…
Bekir Coşkun
Yer imleri