Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 3/10 İlkİlk 12345678910 SonSon
92 sonuçtan 21 ile 30 arası

Konu: islamda evlilik ve cinsel hayat

  1. #21

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Cinselliğe Hükmetmek
    İnsanı kendinden ve çevresinden nefrete sürükleyen en büyük hata, cinselliği doğal ve ahlaki biçiminden, evlilik öncesine veya dışarısına taşırmaktır. Konu ciddidir, zira yeryüzü cinayetlerinin birinci sebebi cinsellik kaynaklıdır. Şiddetli çatışmaların çoğunun ardında cinsel nedenler gizlenir. İnsanlarının öz-benlerini sevmemesinin birincil nedeni, cinselliğin saptırılmasıdır.
    Ne yazık ki popüler kültür insanlığın başına evlilik dışı cinsellik belasını sarmıştır.Meşru çerçevede tutulduğu sürece cinsellik doğaldır, onurlucadır.Erken uyandırılması, hayata tutunma aşamasındaki genci bunaltır, çaresiz bırakır;erdemden uzaklaştırır ve genellikle vicdan azabına boğar.Sınırlı olan cinsellik deposunu erken tüketenin evliliği genellikle faciaya dönüşür.

    Cinsel sapmaların ve cinsiyet değiştirme eğiliminin birinci sebebi erken uyanış, fazla tahrik ve evlilik öncesi ilişkilerdir. Hayatta herkes bir zorlukla sınanır. Bazılarının hayatı biraz da genetik eğilimlerinden gelen cinsel zafiyetleri olacak. Şunları önereceğim:

    Zihinsel Kontrol
    Cinselliğe sürükleyen, cinsel çağrıştırıcılardır. Resim, film veya hayal aynı etkiyi üretir. Hayali veya algısı merakı besler, merak yaklaştırır, yakınlık içine çeker, içine giren de çıkamaz. Çok utangaçsa, kişisel tatmine başvuracak, yetmeyince şiddeti deneyecek, utanç perdesini yırtarsa da, çok eşli ilişkilere girecek, doyumsuzluk gittikçe şiddetlenecektir. Dolayısıyla, fiilen uzaklaşmanın ilk adımı hayalden uzak tutmak, gözleri, kulakları sakındırmak, meraka direnmek, cinsiyetine uygun giyimle, eğlence ve meşguliyet türüyle ilgilenmek, karşı cinsle ilişkilerde sınırlarını özenle korumaktır.

    Zararların Hatırlanması
    Evlilik öncesi-dışı cinsellik, evlilik cinselliğini derinden tatminsiz bırakır. Aşırı kullanıma yol açarak hafızaya zarar verir, ömür kısalır, öz onuru zedeler, bir ömür yalancılığa sürükler, aileler, akrabalar birbirine girer, çoğu zaman kanlı biter ve ebedi hayat da mahvolur.

    Vicdanın Kullanılması
    Ana-babamıza, eşimize, kardeşimize uygun görmediğimizi başkalarına yapmayı onurumuza yedirmeyiz. Dünyada gizlediklerimiz ebedi hayatta karşımıza çıktığında, çocuklarımızdan ve insanlıktan utanmak istemeyiz. Dünyadaki tüm cinsellikler toplansa, tek bir cennet cinselliğini karşılayamaz. Cennete fahişelikle varılmaz. Gizlice ihanet eden ihanete uğrar.

    İdeallerinize Odaklanın
    Bir şekilde erken uyarılmış ve çağında evlenememiş gençler, cinsel enerjiyi müthiş üretimlere dönüştürebilirler. İdealizm, heyecanlı hobiler, düzenli, azimli çalışmalar, yoğun ve hareketli hayat bu türden arzuları unutturacaktır. Erteleyeceğiniz bu ihtiyacın yerine zararsız zevkler koymalısınız. İnsan hedefsiz, hobisiz kalırsa zevkçi yanı depreşir, eser üretmekten bulamadığı manevi tatmini nefsani zevklerde arar.

    Tövbe-Duaya Başvurun
    Tövbe nefsin düşmanıdır. Vicdan tövbe ettikçe nefis susar ve isteğinden usanır. Kötülük eğiliminin en güçlü düşmanı tövbe, iyilik eğiliminin en güçlü destekçisi duadır. Tövbeyi diline pelesenk yapanın nefsi küçülür ve ortaya melek gibi bir insan çıkar.

    Tarihi Hatırlayın
    Nefsine söz geçiremeyen, nefsini korkutmayı denemelidir. Lut kavmi veya Pompei halkı örneklerinden bildiğimiz birçok cinsel sapkın millet felaketlerle yok edilmiştir. Bir doğal afetle değilse, cinsel hastalıklarla nesi sönüyor. Cinsellik, onurluca ve amacına uygun kullanalım diye yaratıldı. Hatalı kullanım bu kaynağın Sahibini rencide ediyor. Ayrıca, bir eylem onurlucaysa, herkesin yapması alkışlanır. Herkes cinselliğini saptırırsa toplumsal düzen çöker.

    Kutsallıktan Destek Alın
    İnsan, imandan doğan kutsallığa yöneldiğinde, cinselliği önemini yitirir. Allah, peygamber, melek, ölüm, diriliş, cennet ve cehennem ilgisini, kutsallık algısını beslemek insana manevi önemlilik hissi kazandırır ve sapmaları tamir eder. Geleceklerine, millete ve insanlığa yönelik kutsal ideallerin hayalleriyle dolu zihinlerde, yemek içmek gibi zorunlu ihtiyaçlar bile önemini yitirir.

    Psikolojinizi Besleyin
    Beyin kimyanızı dengeleyecek, mutluluk hormonlarınızı yükseltecek gıdalarla beslenebilirsiniz. Bol spor, yeterli uyku, erken yatıp erken kalkmak, düzenli ve planlı çalışmak, zaman zaman aç kalmak, acılı ve ıstıraplı insanlarla ilgilenmek, hastaneleri, hastaları ve mezarlıkları ziyaret etmek, ölümü düzenli hatırlamak cinselliğin vicdan sızlatan formlarına eğilimi azaltacaktır.[1]

  2. #22

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Çatlayan Evlilikleri Onaran Cümleler
    Evliliklerde tartışma kaçınılmazdır. Ama hataları onarmayı bilirseniz, ilişkiniz dinamikleşir. Onarma girişimlerinde anahtar bazı cümleler vardır ki işinizi kolaylaştırır

    Kelimeleri küçümsemeyin

    Evliliğin çetin meselelerini kadın gündeme getirirken kocanın bunları tartışmaktan kaçınmasına rastlanma oranı yüzde 80’in üzerindedir. Bu, evliliğin sorunlu olduğuna ilişkin ilk belirti değil; en mutlu evliliklerde de bu geçerlidir. Evliliklerde tartışma kaçınılmazdır. Ama doğru onarma girişimlerini bilirseniz, bu evliliğinize dinamik bir yapı kazandırır.
    Onarma girişimlerinde anahtar bazı cümleler vardır. Bunları kullanırsanız işiniz kolaylaşır.

    Sakinleşin

    Kendimi daha güvenli hissetmemi sağlayabilir misin?

    Sakinleşmeye ihtiyacım var.

    Desteğine ihtiyacım var.

    Şimdi sadece beni dinle ve anlamaya çalış

    Onu geri alabilir miyim?

    Lütfen daha nazik davran.

    Lütfen sakinleşmeme yardımcı ol.

    Lütfen sus ve beni dinle

    Bu benim için önemli.
    Lütfen dinle.

    Dur da sözümü bitireyim.

    Taşmaya başladığımı hissediyorum

    Biraz ara verebilir miyiz?

    Özür dilerim

    Aşırı tepki verdim. Özür dilerim.

    Çuvalladım, kabul ediyorum.

    Tekrar denememe izin ver.

    Durumu nasıl düzeltebilirim.

    Yani diyorsun ki...

    Özür dilerim. Lütfen affet.

    Dur!

    Ben hatalı olabilirim

    Lütfen bir süreliğine duralım

    Bir ara verelim.

    Bana biraz izin ver. Hemen dönerim.

    Taştığımı hissediyorum.

    Lütfen dur.

    Burada anlaşamadığımız konusunda anlaşalım.

    Her şeye baştan başlayalım

    Konuyu değiştirelim.

    Takdir ediyorum

    Hatanın sende olmadığını biliyorum.

    Bu sorunda benim payım...

    Ne demek istediğini anlıyorum.

    ... için teşekkür ederim.

    İyi bir noktaya değindin,

    İkimizin de dediği gibi.

    Anlıyorum.

    Seni seviyorum.

    ... için müteşekkirim.

    Sende hayran olduğum şeylerden biri de...

    Bu senin değil, bizim sorunumuz.

  3. #23

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Çocuk Terbiyesi
    Çocuk terbiyesi (Alm. Kındererziehung, Fr. Education, de l'enfant, İng. Bringing up children), çocuğun iyi yetenek (kâbiliyet, istidat) ve eğilimlerini geliştirme ve kötülerini silme işi. Terbiye, sistemli olarak çocuğu etkileme ve iyi alışkanlıklar vermekle mümkündür. Etkileme ve iyi alışkanlıkların verilmesine ne kadar erken başlanırsa sonuç o kadar mükemmel olur.

    Ferdin fıtratında, doğuştan getirdiklerine tabiat, sonradan kazandıklarına kültür diyecek olursak terbiyeyi daha vecîz bir ifâdeyle; “Terakkî eden, ilerleyen insanlık kültürünü yeni nesillere aktarma ve doğuştan getirdiği kapasitelerini geliştirme, inkişâf ettirme faaliyetidir.” diyebiliriz.

    Terbiye, konuşmakla değil icrâatla, yâni fiiliyâtla olmalıdır. Diğer taraftan yetenek ve eğilimleri geliştirirken, yâni çocuğa şahıs terbiyesi verilirken, aynı zamanda çocuğun sosyal eğilimlerini de geliştirmek gerekir ki terbiye sosyal bir yönde kazanılmış olsun. Böylece çocuk bencil olmaktan kurtulur. Kazandığı niteliklerle cemiyete faydalı bir fert olur. Sosyal olarak yetiştirilmeyen çocukların nitelikleri ne olursa olsun, kendilerini cemiyete ve cemiyet kurallarına uyduramazlar. Her zaman her yerde şahsî çıkarlarına bakarlar. Hattâ bazen o kadar ileri giderler ki, menfaatleri için her şeyi yapabilirler. Topluma karşı gelirler. Örf, âdet, kânun tanımazlar.

    Demek ki, terbiyenin gâyesi, iyi bir insan yetiştirmek ve bu insanı cemiyete faydalı hâle getirmektir.

    Bilindiği gibi insanı insan yapan dört özellik vardır:

    1.Zekâ ve fikir,
    2.Ruh,
    3.İrâde,
    4.Konuşma.
    Bu özelliklerin de sosyal yönde ayrıca geliştirilmesi ve terbiyesi gerekir. Çocuk terbiyesinin esâsını, insandaki bu dört unsurun terbiyesi teşkil eder.

    1. Zekâ ve fikir terbiyesi
    Çocuğun müşâhede kâbiliyetinin geliştirilmesi, zekâ ve fikir terbiyesinin esâsını teşkil eder. Meselâ çocuklar umûmiyetle ilk gördükleri eşyâyı tetkik etme, yoklama, kurcalama veya dâimâ sorular sorarak öğrenme heveslisidirler. Onun için çocuklara hep iyi ve güzel şeyler gösterilmeli ve soruları doğru cevaplandırılmalıdır. Böyle çocuğun düşünme ve karar verme kâbiliyeti gelişmiş olur ve yeni yeni bilgi ve görgü sâhibi olmaya başlar.

    2. Rûh terbiyesi
    Bâzı çocuklar rûhen çok hassastırlar. Her şeyden alınıp kırılırlar. Hayâta çabuk küserler. Böyle çocuklara çok dikkatli bir şekilde (acı da olsa) gerçekleri görmesini ve tahammül edebilmesini, fedâkârlığı, merhâmetli, şefkatli olmayı öğretmek lâzımdır.

    Rûhen hassas olmayan, katı rûhlu çocuklar ise daha fazla alâka, sevgi, şefkat göstererek, duygulanacak, ibret dersi alınacak hâdiseler anlatarak, örnekler vererek, rûhen hassaslaştırılmalı, olgunlaştırılmalıdır.

    3. İrâde terbiyesi
    İrâde terbiyesinden gâye, irâdesi güçlü şahsiyet yetiştirmektir. Kendi kendine (nefsine) mücâhede, yâni şahsî arzu ve ihtiyâçlara gem vurabilmesini veya yok edebilmesini öğretmek, nefsine hâkim bir şahsiyet yetiştirmek, irâde terbiyesinin esâsını teşkil eder. Tabiî olarak çocukların bir kısmında irâde zayıf, bir kısmında kuvvetli olur. Zayıf irâdeli çocukları lüzûmundan fazla itaate zorlamak doğru değildir. Böyle çocukları biraz serbest bırakmalı ve kendine olan güvenini arttırmaya çalışmalıdır.

    İrâdesi kuvvetli çocuklarda ise terbiye biraz sert olmalıdır. Fakat sert bir terbiye ile berâber sevgi, şefkat ve anlayış gösterilmesi de şarttır.

    İrâde, terbiye edilirken çocuğun inat dönemlerinden istifâde edilmelidir. Çocuklar 3-4 yaş arası ve buluğ çağında inatçı olurlar. Bu dönemler irâde terbiyesi için müsâit zamanlardır.

    4. Konuşma terbiyesi
    Normal olarak çocuklar 1.5 yaşından sonra az çok konuşmaya başlarlar. İki yaşını bitirdiği halde konuşmayan çocuklarda zekâca bir gerilik düşünülürse de, tek başına konuşamama zekâ geriliğinin katî delîli sayılamaz. Konuşma öğrenimine yardım edilen çocuk, daha çabuk konuştuğu gibi, yardım edilmeyen çocuktan daha fazla kelime bilir.

    Çocuklar konuşmaya başladıkları andan îtibâren öğretilen her kelime doğru olmalı ve çocuk tarafından doğru telaffuz edilmeli, normal dille söylenmeli, ayrıca kelimeleri yerinde ve zamânında kullanması da öğretilmelidir

    Büyüklerine karşı saygıyı, hitap etmesini ve edebini gözetmesini belletmelidir.

    Çocuk terbiyesinde, en başta anne ve baba olmak üzere, bütün âile efrâdının, mürebbiyenin, öğretmeninin rolü inkâr edilemez. Ancak annenin yerini hiçbir kimse tutamaz. Fakat anne sevgi ve şefkati dolayısıyla, çocuğun yalnız iyi taraflarını değil, noksan ve kötü taraflarını da görmesini bilmelidir. Öyle yetiştirmeli ki kendine olan güven duygusunun tek başına hareket etme ve karar verme yeteneğinin gelişmesine yardımı olsun.

    Anne ve baba, çocuk için tam bir örnek olmalıdır. Çocuğun yanında büyükler çok titiz davranmalı, konuşma ve hareketlerine son derece dikkat etmelidir. Hele konuşmaları ile hareketleri aslâ çelişmemelidir. Çocuk büyüdükçe evdeki büyüklerin birbirlerine saygı ve sevgi ile davrandıklarını görerek kendisi de aynı şeyi yapacak, söylemesi istenen nezâket sözlerini ise, ancak âilesinden duya duya öğrenecektir.

    Diğer taraftan anne baba tam bir fikir ve görüş birliğinde olmalıdır. Yâni anne ve babadan biri sert davrandığı zaman diğeri şefkat göstermemeli, biri tarafından verilen cezâ, diğeri tarafından affolunmamalıdır. Bilinmelidir ki, yerinde ve haklı olarak verilen cezâ, çocuğun sevgisini hiçbir zaman azaltmaz. Bilakis ciddî ve yerinde cezâ veren anne baba, körü körüne sevgi gösteren, her şeye göz yuman anne ve babadan daha çok sevilir, sayılır. Demek ki çocuk terbiyesinde sevgi, şefkat ve bağlılık mühim olmakla berâber, ciddiyet ve geçici sertlik de çok önemli birer faktördür.

    Çocuğa iyi bir terbiye verebilmek için, anne baba ve diğer âile fertlerinin bütün terbiye prensiplerini tam uygulamasıyla berâber, âile hayâtının düzenli olmasının yanında anne babanın da iyi geçimli olması şarttır. Anne baba geçimsizliği, hele ayrılığı kadar çocuk rûhunda fırtınalar koparan bir hâdise yok gibidir.

    Unutulmamalıdır ki, çocuklar anne babayı ideâl birer insan olarak görürler. Onlar gibi olmak ve onlar gibi hareket etmek isterler. Huy ve alışkanlıklarını çabuk kaparlar. Onun için çocuk dünyâya geldikten sonra, anne ve baba bütün yönleriyle, olduklarından daha iyi olmak mecbûriyetindedirler.

    Kardeşi olmayan çocukların terbiyesi daha zor ve hattâ bir problem olabilir. Halbuki birkaç çocuğun terbiyesi daha kolaydır.Her çocuk kendiliğinden itaat etmesini ve uysallığı öğrenir. Kardeşlerinin de istekleri olabileceğini ve onların da anne baba sevgisine en az kendisi kadar ihtiyâcı olduğunu anlar. Daha doğrusu her şeyini kardeşleriyle paylaşmasını bilir. Böylece karşılıklı sevgi ve hürmeti erkenden öğrenen çocuklar, cemiyete kendini hazırlayarak yetişir. Ancak anne ve babanın her çocuğa aynı sevgi ve bağlılığı göstermesi şarttır.

    İyi bir terbiye verebilmek ve cemiyete faydalı bir fert yetiştirmek için para ve servete ihtiyaç yoktur. Hattâ zenginlik ve lüks hayat, ekseriyâ çocuğun fenâ yetişmesine sebep olabilir. Çünkü acı da olsa, varlık içindeki bâzı anne babaların kendi zevk ve eğlencesini düşünerek, çocuklarını ihmâl ettikleri bir gerçektir. Hâlbuki anne babanın bu ihmalleri çocuk rûhunda fırtınalar koparabilir ve bu fırtınaların, çocuğu nereye sürükleyeceği belli olmaz. Diğer taraftan, zenginlik ve hudutsuz imkânlar, çocuğu kötü yollara saptırabilir.

    Müşâhede ve tecrübelere göre, yokluk içerisinde büyümesine rağmen iyi terbiye alan çocuk, daha fazla insan sevgisiyle yetişmekte ve cemiyete daha faydalı olmaktadır. Fakat bu, “Âilelerin çocuklarının daha iyi yetişmesi için fakirlik şarttır.” mânâsına alınmamalıdır; ama âile varlıklı olsa bile, bu varlık çocukta şuurlaştırılmamalı ve çocuk âile servetine güvenmeden yetiştirilmelidir.

    Garp müellifleri çocuk terbiyesinde din, cezâ ve mükâfât, oyun ve oyuncaklar, okul gibi faktörlerin önemli olduğunu bildirirler.

    Çocuk terbiyesi eğitimciler kadar dinlerin de belli başlı mevzularındandır. Hayâtı, dünyâ ve âhiret olmak üzere iki büyük safhada, ikincisini birincisinin devâmı olarak takdim eden İslâm dîni; insan ömrünü de doğum öncesinden başlayarak çocukluk, erginlik, yetişkinlik, olgunluk ve yaşlılık olarak safha safha, fakat bir zincirin halkaları şeklinde bütün olarak ele alır. Bu arada çocuk terbiyesinin esaslarını, modern pedagogların uzun araştırmalar sonucu elde ettikleri umdeleri de içine almış bir halde, mükemmel bir sistem şeklinde tespit etmiştir. Çocuk terbiyesiyle ilgili hükümler incelendiğinde, garp müelliflerinin saydığı faktörlerin asırlardır İslâm dîninde var olduğu görülür.

    İslâm dîninde çocuk terbiyesinin esasları şunlardır:

    Din
    Pedagoji, yâni çocuk terbiyesi İslâm dîninde çok kıymetli bir ilimdir. İslâm dîninde çocuk terbiyesinden maksat, çocuğun Allah-ü teâlânın râzı olduğu, kulların beğendiği, devletine, vatanına, milletine, âilesine, cemiyete ve insanlığa faydalı bir insan olarak yetişmesidir. Bunların tahakkuku için çocuk, çeşitli güzel vasıflarla donatılmalıdır. İslâm âlimlerinin büyüklerinden olan İmâm-ı Gazâlî hazretleri çocuk terbiyesi hakkında eserlerinde şunları yazmaktadır:

    “Evlâd, ana, baba elinde bir emânettir. Büyük bir nîmettir. Nîmetin kıymeti bilinmezse elden gider. Çocukların temiz kalpleri, kıymetli bir cevher gibidir. Mum gibi her şekli alabilir. Küçükken hiçbir şekle girmemiştir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa hangi tohum ekilirse, onun meyvesi hâsıl olur.”

    Çocuklara îmân, Kur'ân-ı kerîm ve Allah-ü teâlânın emirleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve dünyâ saâdetine ererler. Bu saâdete anaları, babaları ve hocaları da ortak olur. Eğer bunlar öğretilmez ve alıştırılmaz ise, bedbaht olurlar. Yapacakları her fenâlığın günâhı baba ve hocalarına da verilir. Allah-ü Teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; “Kendinizi ve evlerinizde ve emirlerinizde olanları ateşten koruyunuz.” buyuruyor. Bir babanın, evlâdını Cehennem ateşinden koruması, dünyâ ateşinden korumasından daha mühimdir. Cehennem ateşinden korumak da îmânı, farzları ve haramları öğretmekle ve ibâdete alıştırmakla ve dinsiz, ahlâksız arkadaşlardan korumakla olur. Bütün densizliklerin ve fenâlıkların başı, fenâ arkadaştır. Peygamberimiz (S.A.V.); “Bütün çocuklar Müslümanlığa uygun ve elverişli olarak dünyâya gelir. Bunları sonra anaları babaları Hıristiyan, Yahûdî ve dinsiz yapar.” buyurmuşlardır. Ana baba, evvelâ evlâdının hakîkî istikbâlini, sonsuz saâdete kavuşmasını düşünmelidir. Dînin esaslarını ona öğretmelidir. Bunu öğrenip yaptığı zaman, dünyâ saâdeti kendiliğinden gelecektir. Zîrâ dînimiz insanlara dünyâ ve âhirette rahat ve mesut olmanın yollarını göstermektedir.

    İslâm dîninin ahlâkî esasları, insânî ve sosyal yönleri, çocuk terbiyesi için bulunmaz bir hazîne niteliğindedir. Ancak dînî telkinler, şuurlu, bilgili, müşfik ve mâhir, ehliyetli ve yetkili kimseler tarafından yapıldığında çok iyi netîceler alınmaktadır.

    Çocukta kökleşmesi ve kafasına iyice yerleştirilmesi gereken ilk ve temel şey; her şeyin üstünde, her şeye muktedir, bütün iyilik ve güzelliklerle berâber her şeyin yaratıcısı bir Allah'a ibâdet etmeyi, hürmet etmeyi, sevmeyi en büyük vazîfe bilmektir. Ayrıca Allah-ü teâlânın ancak iyi, çalışkan ve dürüst kullarını sevdiğini, onun için karşılık beklemeden dâimâ iyilik yapması, yarattığı her şeyi, özellikle insanları sevmesi, usanmadan çalışması telkin edilmelidir. Eğer çocuk bu inançlara sahip olursa, dürüst, vicdanlı, iyi ahlâklı, cemiyete yararlı bir kimse olmanın yolunu tutmuş demektir.

    Cezâ ve mükâfât
    Çocuk terbiyesinde cezâ ve mükâfât önemli bir faktör sayılırsa da, iyi ve ideâl anne baba için başvurulması gereken bir terbiye vâsıtası olmaması icap eder. Çünkü çocuk anne babayı örnek tutarak büyüdüğünden, onları taklit etmekle zâten terbiyeli büyüyor demektir. Bu usûl daha ziyâde kötü yetişen ve problemleri olan çocuklarda uygulanır. Mamafih, küçük süt çocuklarında arzu edilen veya edilmeyen bir hareketinden sonra derhal yapılırsa faydalıdır. Çünkü çocuk cezâ ve mükâfâtın ne demek olduğunu öğrenir. İyi alışkanlıkları mükâfâtla kökleştirilir. Kötü alışkanlıkları cezâ ile giderilebilir.

    Bugünkü pedagojik esaslara göre dayak bir terbiye sayılmamaktadır. Oyun ve okul çağlarındaki çocuklara, yerinde ve zamânında aşırı olmamak şartıyla, tatbik edilirse tesirli bir cezâ ve terbiye vâsıtasıdır.

    Küçük süt çocuklarında cezâ, anne babanın sert mimikleri ve onunla ilgilenmemesidir. Yâni süt çocuklarına daha ağır cezâ verilmemeli, bilhassa dayak atılmamalıdır.

    Büyük çocuklara cezâ, yaşına uygun olmalı ve çok dikkatle tatbik edilmelidir. Cezâ kalp kırıcı olmamalı, kimsenin önünde yapılmamalı, cezâdan sonra ilgilenmemeli, bilhassa sevilip öpülmemeli, araya şefâatçi girmemeli, sözde kalmamalı, yâni derhal uygulanmalıdır.

    Anlatıldığına göre Sultan İkinci Murad'ın oğlu Fâtih Sultan Mehmed Han şehzâdeliğinde Manisa'da vâliydi. Babası bu şehzâdenin yetişmesi için birçok âlim gönderdi. Fakat şehzâde Mehmed yaratılış îcâbı zekî ve celâlli olduğundan, dersten kaçınır ve hiçbir muallim onu zaptedemezdi. Doğru dürüst eğitilemiyordu. Hattâ Kur'ân-ı kerîmi bile hatmetmemişti. Sultan İkinci Murad heybetli ve hiddetli bir muallim olan Molla Gürânî'yi bu vazîfeye tâyin etti ve emrini dinlemediğinde dövmesi için de bir sopa verdi. Hocaya; oğlu emrini dinlemediği zaman hem kendisini hem de şehzâdeyi sopa ile korkutmasını ve kovalamasını, hattâ dövmesini emretti. Molla Gürânî, birgün şehzâdeye bağırınca o da hocayı babasına şikâyet etti. Babası “Olamaz öyle şey!” diye hocaya geldi. Ancak, Molla Güranî, Şehzâde'den önce babasına çıkıştı. Sonunda Sultan Murâd; “Oğlum görüyorsun ya, senin yüzünden ben de azarlandım. Okumaktan başka çare yok!” dedi. Şehzâde, bu hâl karşısında okumaktan başka yol bulamadı. Kısa zamanda Kur'ân-ı kerîmi hatmetti ve nice ilimler öğrendi.

    Mükâfât da bir terbiye vâsıtası olabilir. Fakat daha çok dikkat isteyen bir husustur. Her şeyden önce çocuk iyice bilmeli ve inanmalıdır ki dürüst, mert, çalışkan, fedâkâr ve nâmuslu olmak, daha doğrusu iyi ahlâklı olmak, üstünlük değil, insanların en tabiî hâlidir. Ayrıca yine bilmelidir ki, çalışmak, sorumlu olduğu bir işi yapmak, sınıf geçmek de, en tabiî bir vazifedir.

    Mükâfât ancak üstün bir başarıdan sonra verilmelidir. Yoksa her iyi, güzel hareketten,basit başarılardan sonra mükâfâta alışmış ve karşılık bekleyen çocukta sorumluluk hissi belirmez veya gelişmez, ayrıca menfaatçi kimse olur.

    Oyun ve oyuncaklar
    Çocuğun dikkatini ruh ve zekâ gelişmesini, çevreyle ilgisini arttırması bakımından faydalıdır. Oyuncaklar çocuğun çağına ve cinsiyetine göre değişir. Küçük süt çocukları parlak ve ses çıkaran oyuncaklardan hoşlanır. Oyuncağın tehlikesiz olması şarttır.

    Meraklarından dolayı çocuklar oyuncakların nasıl çalıştığını anlamak, içini görmek isterler. Çocuğun bu tutumu, rûh gelişimini arttırması bakımından iyidir. Mâni olunmamalı ve oyuncağını bozdu, kırdı diye cezâlandırılmamalıdır. Fakat sık sık oyuncağını bozan ve kıran çocuğa hemen yenisi alınmamalı ve oyuncağın kıymeti öğretilmelidir.

    Oyunlar, çocuğun yalnız adale ve iskelet gelişmesini değil, ruh gelişimini de sağlar. Çevikliği, âni karar vermeyi öğrettiği gibi, irâdeyi kuvvetlendirir. Oyun kuralları ve incelikleri, zekâyı arttırır.

    Yüzme, atıcılık vs. çocuklar için mükemmel bir spor ve oyundur. Öğrenilmesi küçük yaşta daha kolaydır.

    Okul
    Çocuk, ancak altı yaşını tam olarak bitirdikten sonra okula gitmelidir. Daha önce göndermek iyi netîce vermemektedir. Okulda öğretmenin otoritesi, topluluğa alışma, müşterek öğrenim ve oyunlar, çocuk terbiyesinde mühim birer faktördür. Ancak, okul ile âile, daha doğrusu öğretmenle anne baba hem fikir olmalı, birbirleri aleyhinde hiçbir şey söylenmemelidir. Hele okulda verilen bir cezâdan dolayı okul ve öğretmen aleyhine atıp tutmamalı, bilakis çocuğun bunu gelip anlatması hoş karşılanmamalıdır. Okula yeni başlayan çocuklarda birçok problemler olabilir. Bu problemlerin çözümü için, okul ve âilenin birlikte çalışması lâzımdır. Birçok âilelerde görüldüğü gibi, çocuk okula başlamasıyla âdetâ rahatladıkları, sorumluluklarının çoğunun okula ve öğretmene yükleyerek ferahlık duydukları, öğretim ve terbiye vazîfelerinin de sona erdiğini zannetmek hatâlı ve çocuğun geleceği için kötü bir tutum olur.

    Altı yaşını dolduran çocuk, harfleri, rakamları, kelimeleri anlayabilecek, okula gidebilecek bir durumdadır. Ayrıca o güne kadar bilmediği çalışma ve sorumluluk duygusu, başarıya ulaşma ve yarışma çabası da belirmiştir. Cemiyet geleneklerine ve kânunlara uymasını bilir veya uymak için gayret sarf eder. Kiminin yetiştiği çevre îcâbı görgü ve terbiyesi az, kiminin zekâsı türlü sebeplerle gelişmemiş, kimisi bütün gün anne babadan uzak kalabilecek serbestliğe ulaşmamış olabilir. Böyle çocuklar, okul düzenine ve ortamına uyamazlar, uysalar bile öğrenimde başarısızlığa uğrarlar.

    Çocuğun okul düzenine uyamayışının muhakkak bir sebebi vardır. Bu sebepler fizyolojik, sosyolojik veya psikolojiktir. Yâni çocuk okuldan önce veya okul sıralarında geçirdiği hastalık ve sakatlıklar, rûhî rahatsızlıklar, sosyal çatışmalar yüzünden bu duruma gelmiştir. Okula karşı gösterilen tepkinin ve başarısızlığın sebebi ne olursa olsun, çocuk bütün şahsiyeti ile bunun tesiri altında kalır.

    Görülüyor ki, okula ve öğretmene çok sorumluluklar düşmektedir. Çünkü öğretmenlik, yalnız okuyup yazmayı öğretmek, bilgi vermek değildir. Öğretmenin her çocukla ayrı ayrı uğraşması, gelişme mekanizmalarını incelemesi, yetiştiği çevreyi, evdeki hayâtını, sıkıntılarını, korku ve endişelerini bilmesi, hâşin ve dengesiz çocuklara özel ilgi göstermesi gerekir. Fakat bütün bu sorumlulukları öğretmene yüklemek insafsızlıktır. Bu problem âile-öğretmen işbirliği ile berâber çözülmelidir.[1]

  4. #24

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Çok Evlilik
    Eski Mısır Hukuku: Koca bazı şartlar altında birden fazla kadınla evlenebilirdi

    Babil Hukuku: Hamurabi kanunlarına göre, zevce çocuk doğurmazsa veya ağır bir hastalığa tutulursa, koca odalık alabilirdi.

    Çin Hukuku: Kocanın serveti müsait olursa, ikinci derecede zevceler alabilirdi. Şu kadarki, bu kadından doğacak çocuklar, birinci ve asıl zevcenin çocukları sayılırdı.

    Eski Brehmenler: Vichnou kitabına göre, erkekler bulundukları sınıflara göre bir, iki, üç veya daha fazla kadınla evlenebilirdi. Apastamba kitabında ise, bu konuda tahdit vardı, kadın vazifelerini hakkıyla yerine getirebiliyor ve erkek çocuğuda oluyorsa, koca ikinci bir kadınla evlenemezdi. Manu düsturlarında, bir adam, ilk zevcesini kendi toplumsal seviyesinde seçmesi lazımdı, ikinci zevcesini, daha alt tabakalardan alabilirdi.

    Eski İran : Çok evlilik kabul edilmişti.

    Roma Hukuku : Odalık almak, kanuni nikah olmaksızın yaşamak vardı.

    Kitab-ı Mukaddes : Eski Ahid'de Davud a.s. bir çok kadınla evlendiği zikredilir. Eski Ahid'de çok evlilikten bahseden başka yerler de vardır. Musevilikte de çok evlilik vardı.

    Yeni Ahid'de (İncil), birden fazla kadınla evlenmeyi yasak eden bir madde yoktur. Ancak tek zevce ile yetinbmenin iyi olacağına dair tavsiyeler vardır. Birden fazla evlenme, Hristiyanlık aleminde XVI. asra kadar normaldi.

    İslam'dan Önceki Arabistan: Çok evlilik konusunda hiç bir tahdit ve sınır yoktu. Erkek istediği kadart kadınla evlenebildiği gibi, aralarında zevce değişimi bile olurdu.

    İslam'da Çok Evlilik

    Cenab-ı Hak buyuruyor:

    "Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır."
    (Nisa Suresi / 3)

    Ayette açıkça görülmektedir ki, birden fazla 2,3 nihayet 4 kadınla evlenme; mutlaka yapılması gerekli farz ve vacib kabilinden bir emir değil, bir müsaadedir. Ancak bu izin, kadınlar arasında tam bir adalet yapmaya bağlanmış, Bir tek zevce ile yetinmenin, adalete en yakın ve en doğru yol olduğu belirtilmiş; adaleti yerine getiremeyeceğinden korkanın, tek kadınla yetinmesi emredilmiştir.

    Çok Evlilik Konusunda İslam Prensipleri

    1) Adetin sınırlandırılması : Cahiliye devrindeki erkeğin hudutsuz evliliğine sınır getirilmiş. Bu ayetin nuzulünden sonra Resulullah'ın emriyle 4'den fazla hanımı olanlar, fazlalarını boşadılar.
    2) Eşler arasında adaletin gözetilmesi : Zevceler arasında adalet, yedirme, içirme, giydirme, barındırma, kocalık muamelesi, sevgide gösterilecektir. Yalnız şu varki, insanın sevgi hususunda tam bir eşitlik gösterebilmesi, imkansız denecek kadar zordur. Kadının çeşitli fiziksel ve ruhsal özellikleri sevginin derecesindeki farklılıkları meydana getirecektir. Erkek ne kadar eşitlik konusunda çaba harcasa da bunu başarması imkansız derecesindedir.

    Cenab-ı Hak buyuruyor:

    "Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bâri birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, günahtan sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir."
    (Nisa Suresi / 129)

    Bu ayet-i kerimeyle Cenab-ı Hak erkekleri kadınlarına sevgi ve muhabbet hususunda mutlak bir eşitlik göstermekten afvetmiş. Sadece erkeğin bir tarafa bütün bütün meyledip ötekinden yüz çevirmesini yasaklamış, elinden geldiği kadar eşit davranmaya çalışmasını emretmiştir. Bir hadis-i şerifte bu hususla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:

    "İki zevcesi olup da birine tamamen meyledip diğerini ihmal eden kimse, kıyamet gününde, bir yanı felçli olarak gelir."
    (Hadis-i Şerif)

    Kadın yaratılışı itibariyle erkeğini normal şartlar altında ikinci bir kadınla paylaşmaya razı olmadığı gibi, hiçbir kadın da mecbur kalmadan evli bir erkekle hayatını birleştirmek istenmez.

    Çok evliliğin hak olduğuna inanmak imanın gereğidir. Ancak, buna inanmak kadının, kocasının kendi üzerine evlenmesini onaylayarak rıza göstermesi, tasvip etmesi zorunluluğunu getirmez.

    Hiçbir mümin babadan da kızı üzerine damadının ikincisi, üçüncüsü veya dördüncü kadını almasını olgunlukla beklenemez. Kadının kıskançlık fıtratı ve babalık şefkati buna engeldir. Nitekim:

    Peygamberimizin kızı Hz. Fatıma, kocası Hz. Ali'nin ikinci bir kadınla evlenmek istemesine karşı çıkmıştır. Peygamberimizin terbiyesinde büyüyen Hz. Fatıma'nın, kocasının ikinci evliliğine karşı çıkması caiz olmasaydı. Allah Resulü onu ikaz eder, kocasının arzusuna boyun eğmesini emrederdi. Halbuki durum öyle olmamış, bilakis kızının üzüldüğünü gören Allah Resulü, damadı Hz. Ali'nin bu arzusundan vazgeçmesini istemiş, eğer vazgeçmezse ancak Fatıma'yı boşadıktan sonra evlenebileceğini bildirmiştir. Hz. Ali'nin Fatıma'nın üzerine evlenip onu üzmesine razı olmamıştır.

    Allah resulünün bu davranışında, Müslüman kız ve babalarının damadın ikinci evliliğine karşı çıkabilecekleri hususunda ruhsat vardır.

    Sözün özü: İslam çok evliliği ne emir ne de tavsiye etmiştir. Sadece bazı zaruri hallerde müsaade etmiştir. Zaten yukarıdaki olayı naklettikten sonra diyecek bir şey olmasa gerek

  5. #25

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Güzel bilgiler bunlar.

    Teşekkürler bilgiler için.

    EEEEEEEE ileride işimize yarayacak nasıl olsada.

  6. #26

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Doğum Kontrolü
    Doğumun kontrol altına alınması, nüfusun çoğalmasının sınırlandırılması, istenmeyen gebeliğin önlenmesi amacıyla uygulanan ve siyasî, iktisadî, demografik, tıbbî, ahlâkî, sosyal ve dinî yönleri bulunan bir kavram. Aile plânlaması, nüfus plânlaması gibi yaygın adlandırmalarla yapılan doğum kontrolü, eski çağlardan beri uygulanmasına rağmen, esas olarak 19. yüzyılda Batı Avrupa'da doktrin olarak ortaya atılmış ve hızla bütün dünyaya yayılmıştır. En eski eserlerde bile bu konuya dair bilgiler bulunmaktadır. Tarih boyunca hangi millet veya dinden olursa olsun insanlar, "gebeliği önleme metotları" üzerinde durmuşlardır. Ancak yirminci yüzyılda dînî ve ahlâkî bakış açılarının değişmesi, ve teknolojinin ilerlemesi sayesinde, doğum kontrol yöntemleri ve araçları bütün kitlelere yaygın bir hareket haline gelmiş; serî ve çok sayıdaki doğum kontrol aracı üretimi ve bunların serbestçe satılması ve alınması, koruyucu hekimliğin gelişmesi, doğum kontrol ilâçlarının çoğalmasıyla, bu hareket geniş çapta uygulanır olmuştur.

    İngiliz iktisat profesörü ve Anglikan rahibi Thomas Robert Malthus (1766-1834), 1803'te yayımladığı, "Nüfusun Toplumun Gelecekteki Gelişmesi Üstündeki Etkileri Konusunda Deneme" adlı eserinde; kıt kaynaklarla, sınırsız ve artan nüfusun ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağını düşünerek, insan nüfusunun artmasıyla kaynakların tükenebileceğini, bunu önlemek için çoğalmayı geçim kaynaklarına göre ayarlamak gerektiğini ve doğumu teşvik edici bütün tedbirlerden kaçınmak ve "fakirler yasası"nı ortadan kaldırmak gerektiğini ileri sürdü ve cinsel perhizle doğum kontrolünü başlattı. O'na göre bu yasa, "bir başak veren toprağı iki başak verir duruma getirmeden" halkı çoğalmamaya teşvik ediyordu. Nüfus artışının işsizlik, düşük ücret, yani yoksulluk demek olduğunu fakirler öğrenmeliydi. Malthus'un bu fikirleri, kitabı yayınlandığı yıllarda rağbet görmesine rağmen, teoride kalmıştır. Ancak daha sonraları Yeni Malthusçuluk veya Malthusçuluk adı verilen doktrin ile bu teori, sadece cinsel istekleri önlemeyi öğütleyen bir teori olmaktan çıkarak, gebeliği önleyici tedbirler üzerinde durdu ve giderek uygulanır oldu. "Doğumun isteyerek kontrol altına alınması" diye tanımlanan Malthusçu doktrin, uzun süre ahlâka aykırı ve hatta şeytanca bir öğreti gözüyle bakılmasına ve tabiata aykırı olduğu öne sürülerek tanrı tanımazlarca da kötülenmesine, hayli gürültü koparan Annie Besant davasına (1877) rağmen, sonunda İngiltere'de kesin olarak kabul edilmiştir. Bu akım, özellikle dinlerin büyük tepkisine yol açtı. En sert şekilde Katolikler ve Komünistlerce eleştirildi. Papalar ve rahipler, doğum kontrolünü Allah'ın işine karışmak şeklinde değerlendirdiler. Komünistler de, zenginlerin, servetlerini paylaşmamak için nüfusun çoğalmasını istemediklerinden bu hareketi başlattıklarını söylediler. 1798'de Amsterdam'da ilk klinik açıldı. Sonra bu hareket Birleşik Amerika'da genişleyerek yayıldı. İlk doğum klinikleri burada açıldı. (1916) Gebeliği önleyici her türlü tedbir ahlâki sayıldı. Bu hareket de giderek dînle ilgisiz bir alan oluşturdu.

    Çeşitli doğum kontrol yöntemleri gelişip yaygınlaşmadan önce dinlerde "azl" metoduyla gebeliği önleme bilinmekteydi. Yahudiler ve Hıristiyanlar ve sonra da Müslümanlar, istenmeyen gebeliklerin önlenmesinde azl metodunu uyguluyorlardı. Doğu dinlerinde de azl metodu uygulanıyordu.[1]

    Türkiye'de 1967'de çıkarılan Nüfus Planlaması Hakkında Kanun'a göre "nüfus planlaması, fertlerin istedikleri sayıda ve istedikleri zaman çocuk sahibi olmaları" şeklinde tarif edilmiştir. Bu hususun gebeliği önleyici tedbirlerle sağlanacağını belirten kanun maddesi, tıbbî zaruretler dışında gebeliğin sona erdirilemeyeceğini hükme bağlamıştır. Nüfus planlaması, fertlerin arzularına, karı-koca arasındaki anlayışa bırakılmıştır. Yine de devlet, sağlık ve nüfus siyasetiyle, koruyucu hekimliğin yaygınlaştırılması ve kürtajın serbest bırakılmasıyla, doğum kontrolü konusunda çok ileri kararlar almış, hatta kürtaj meselesi ABD ve Batı ülkelerinde dahi hâlâ yoğun olarak tartışma konusu olmasına rağmen bizde hemen uygulamaya konularak bu konularda zaten yeterince cahil ve bilgisiz olan halkın yanlış yönlere sürüklenmesine sebep olunmuştur. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNİCEF), Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) ve diğer çeşitli bakanlık ve üniversite araştırma ve raporlarında özellikle geri kalmış ülkelerde fakir anne adayı kadınların ve bebek ölümleri oranının çok yüksek olduğu tespit edilmiştir. Yine, kürtaj dolayısıyla: ölen, sakat kalan kadınlar da önemli bir yekün teşkil etmektedir. Tıbbi kontrol, beslenme yetersizliği, işsizlik gibi sebepler aile plânlaması ihtiyacını karşılamadığı halde, annelerin, cahilce yollarla, zararlı ve ilkel usullerle doğum kontrolü uyguladıkları, her yıl yarım milyon kadının öldüğü ve bir milyon civarında çocuğun annesiz kaldığı belirtilmiştir. Geri ülkelerin fakir sınıflarında cinsellik, gebelik, gebelik süresince nasıl hareket edileceğine dair çok eksik ve yanlış bilgilenme vardır. Gebe kadınlar yeterince beslenmemekte ve ağır işlerde çalıştırılmaktadır. Ardı ardına doğum yapılarak toparlanmasına fırsat verilmemekte veya çok küçük yaşlarda gebe kalınmakta; yine, çocuk aldırmanın mubahlaştırılması sonucu fuhuşta artışlar olmaktadır. Öte yandan, her yıl yüzlerce sahipsiz çocuğun sokağa terk edildiği görülmektedir.

    İslâm dini, kürtajı kesinlikle cinayet olarak kabul etmiştir. Aynı şekilde, insana zarar verici her çeşit tıbbî müdahaleyi, kısırlaştırmayı doğum kontrolünün dışarıdan zorla yaptırılmasını da yasaklamıştır. Doğum kontrolü uygulanmasının çeşitli sebepleri vardır:

    1.Güvenlik endişesi, gelecek korkusu, açlık ve yoksulluk sorunu.
    2.Devletin, nüfusun artması veya azalması üzerine, doğumları teşviki veya sınırlandırılmasını sağlaması.
    3.İstenmeyen gebelikler.
    4.Doğumu mümkün en iyi şartlara ertelemek arzusu.
    5.Çok çocuğun rahat yaşamayı engelleyeceği, ancak ekonomik yönden rahatladıktan sonra çok çocuk yapmayı istemek.
    6.Hastalıklar Hastalıkların çocuğa da geçeceği düşüncesi. AIDS, Verem vs.
    7.Cariyenin çocuğu olursa, azat edileceği yani satılamaması düşüncesi. (Bu sebep, İslâm hukukunun uygulandığı zamanlarda geçerlidir.)
    8.Fazla çocuğun, ibadete ve ilme engel olacağı fikri.
    9.Yeni bir gebeliğin kadın için tehlikeli olması veya memedeki çocuğuna zarar verme durumu. İslâmî anlayışa göre, zaruretler ve hastalıklar dışındaki diğer sebepler anlamsız bulunmaktadır.
    Çeşitli doğum kontrol yolları ve araçları bulunmaktadır, ancak bunların birçoğu kesin olarak gebeliği önlememektedir:

    1.Azl, yani erkeğin, cinsî ilişkiyi yarıda kesmesi.
    2.Ritm (takvim) usûlü. Bu usulde, kadının doğurgan olmadığı tehlikesiz dönemlerinde cima yapılması gerekmektedir.
    3.Ağızdan alınan ilaçlar. Bunların çeşitli yan etkileri vardır.
    4.Prezervatif (kondom, kaput). Spermatozoidlerin dölyatağı boşluğuna inmesini önlemek içindir. Aynı zamanda son yıllarda resmen propagandası yapılmış ve çağın en korkunç hastalığı olan AIDS'e karşı en iyi korunma aracı olarak sunulmuştur. Ayrıca kadın kondomları da vardır.
    5.Rahim içine konulan aygıtlar. Diyafram, kremler, süpozituarlar, tamponlar, spiraller.
    6.Kürtaj.
    7.Kısırlaştırma.
    8.Lavaj.
    9.Laparoskopi.
    Başta azl olmak üzere, bütün bu doğum kontrol araçlarının çeşitli yan tesirleri ve tehlikeleri mevcut bulunmaktadır. Hepsi de fıtrata ters olup, doğal birleşmeyi engellemektedir. Bunlar, orgazmı (doyumu) önlemekte, psikolojik sinirsel rahatsızlıklara yol açmakta, imtizaçsızlığa sebep olmakta ve bunalım çıkarmaktadır.

    Bunlar, kadının isteği dışında yapıldığında onun çocuk. sahibi olmasını engellemekte ve tatminsizliğe neden olmakta; nasıl olsa çocuk olmayacak fikri yaygınlaşarak kadını fuhşa teşvik etmektedir.

    İslâm dininde "azl" vasıtası ile doğum kontrolü meselesinde dört büyük imam, cevaz yanlısıdırlar. Yine de fukaha arasında azl meselesi ihtilâflıdır. Çeşitli mezheplerde azl için mekruh, caiz, mübah, helâle yakın mekruh, haram gibi hükümler verilmiştir. Kürtaj ve çocuk düşürmek cinayet olarak görülmüş; ancak gebeliğin ilk yüz yirmi günü içerisinde, cenin henüz canlı bir varlık haline gelmeden çocuğun düşürülebileceğini de caiz görmüşlerdir.[2]

    Azl (kesik cima, meninin kadından uzaklaştırılması), hakkında Kurân-ı Kerim'de bir beyan yoktur. Hz. Peygamber (s.a.s.)'den bize gelen rivayetlerde de azl konusunda O'nun açık bir yasaklaması bulunmamaktadır. Bu sebeple azli, cumhur, mübah olarak görmüştür. Azli mübah görenler onu, zarûrî hallerde caiz bulmuşlardır. Azle karşı olan alimler ise, ashabın çoğunluğunun ve bizzat Peygamber'in azle karşı olduğunu, Peygamber'in azl konusunda soru soranlara "isterseniz yapmayın" demesinin yasaklamaya daha yakın olduğunu söylemişlerdir. Kıyas yoluyla bazı ulema da doğum kontrolü için şunları söylemiştir: Gazâlî, "Azl, nikâhı terk etmek gibidir" der.[3]

    Caferiye mezhebi, çocuğun millet ve ana-babanın ortak bir malı olduğunu belirtmiş zarûret sebebiyle doğum kontrolünde azl yolunu câiz görmüştür. Dürzîler, ailelerin özellikle fakirlerin az sayıda çocuk sahibi olmalarının iyilik ve takvaya daha yakın olduğunu söylemişlerdir. İbn Kudâme, azlin mekruh olduğunu, onun darü'l-harb'te caiz olacağını belirtir. İmam Nevevî de, azli ved'e benzeterek, mekruh olduğunu söyler. İbn Hazm da aynı görüştedir. Mevdûdi doğum kontrolünün İslâm'la bağdaşmadığını savunur. O, doğum kontrolünün ümmet çapında bir hareket olmadığını; birkaç sahabînin bu yola başvurduğunu; büyük çapta bir hareket olsaydı Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bunu yasaklamış olacağını belirterek, ancak zarûrî hallerde, kadının gebe kalmasının onun ölümüne yol açması ihtimali veya memedeki çocuğun ardından hemen ikinci bir doğumun memedeki çocuğa zarar vermesi durumu gibi zarûret(erde tedbir alınabileceğini söylemektedir.[4]

    O, fakirlikten dolayı ailelerin çocuktan kaçınmalarını suç olarak telâkkî eder. Delîl olarak İsrâ sûresinin "Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyiniz. Sizi de onları da biz besliyoruz. Onları öldürmeniz büyük günahtır." (el-İsrâ, 17/31) âyetini getirir ve En'âm sûresinin 140. âyetine dayanarak helâli haramlaştırmamak gerektiğini söyler Mevdûdî, doğum kontrolün,ün İslam'ın temel ilkelerine ve özüne aykırı olduğunu, bunun nüfus azalması ve fuhşa teşvik yolu olduğunu da belirtmektedir. T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı, devletin resmi politikasına uydurmak maksadıyla 1960'da başkan Ömer Nasuhi Bilmen'in uygun bulmasıyla "ilkaha mâni tedbir almakta kadının rızası şart olup, zaman gereği çocuğun kötü yetişeceği, harp veya seferde bulunulması ve benzer sebeplerle bu şartın da sâkıt olacağı ve dolayısıyla azlin, bir kısım ashab ve ulemanın kerih görmelerine rağmen, yine bir kısım ashab ve cumhûr-ı ulemaca caiz görüldüğünü" savunmuştur. Çeşitli fetvalarda, ulema, zarûret yoksa herhangi bir şekilde gebeliği önlemenin câiz olmadığını, ancak tehlikeli hallerde azlin de, ilaç almanın da caiz olduğunu söylemiştir. Ancak hiçbir zaman "devamlı doğum kontrolü"nden yana olunmamıştır. Hz. Peygamber'in "Azl yapılsa da, yapılmasa da; Allah'ın dilediği her canlının kıyamete kadar dünyaya geleceğini" söylemesini [5] kaynak olarak alan ve doğum kontrolüne istisnai hallerde cevaz veren İslâm uleması, genel olarak şu delillerle doğum kontrolüne karşı çıkmaktadırlar: Fakirlik korkusu için: Allah, kadınları sadece hoşça vakit geçirmek için yaratmamıştır. Kadınla erkek arasındaki ilişki, tarla ile çiftçi arasındaki ilişki kadar ciddîdir. Çiftçi tarlasına sadece hoşlandığı için değil, onu ekmek ve ürün almak için gider. Aynı şekilde bir erkeğin de karısına çocuk üretmek amacıyla yaklaşması gereklidir. Bu, sünnettir ve çocuk, ailenin esas amacıdır. Allah, "Kadınlar sizin tarlanızdır, o halde tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın." buyurur.[6] Rızık korkusu, basit bir iddiadır. Allah, milyonlarca canlının rızkını vermektedir; O, Hâlik ve Rezzâk'tır. İnsan, Allah'ın denge ve düzenine, açlık korkusuyla müdahale etmemeli, fıtrî yapıyı, tabiî cinsî yakınlaşma yolunu ve çocuk edinme nimetini kendine kapamamalıdır. Özellikle, kısırlaştırma kesinlikle düşünülmemelidir. Allah'ın yarattığını değiştirenler Müslüman olamaz (en-Nisâ, 4/119). Ancak Allah dilediğini kısır kılar. (Şûrâ, 42/49-50) Fazla çocuk istenmemesi gerekçesini de İmam Şâfiî şöyle tenkit etmiştir: Allah-u Teâlâ'nın Nisâ sûresinde "Aralarında adalet yapamamaktan korkarsanız. bir kadınla yetininiz" şeklindeki beyanı, fazla çocuk olup, aile efradınız ve sıkıntınız artmasın anlamındadır.

    İslâm Peygamberi (s.a.s.), ümmetinin çokluğuyla övüneceğini, doğurgan kadınlarla evlenmelerini ve sünnetinden yüz çevirenlerin Müslüman olmadıklarını, ümmetine öğütlemiştir.[7]

    Doğum, bebeğin dünyaya gelişi, olağanüstü bir olaydır. Âyetlerde buyrulduğu üzere her şey bir ölçüye göredir, ve insan dokuz ay ana karnında ve memede bu evreyi geçirir. (Lokman, 31/14)

    Hz. Peygamber sevdiklerine "mal ve evlat bolluğu" için dua ederdi Amellerde esas Allah rızasıdır. Bir şey ya helâldir, ya haramdır. Evliliğin iki ana hikmeti vardır: fıtraten kadın ve erkek olarak yaratılmış iki karşı cinsin birbirini tatmini ve bu yolla neslin devamı. Zaten insanlar her ne yapsalar, "....O'nun bilgisi olmadıkça ne meyveler kabuklarından çıkar, ne bir dişi gebe kalır ve ne de doğurur." (Fussilet, 41/47) şeklindeki ilâhî hükümden uzak değildirler. İnsanlar kendi kendilerine azap ve zulüm ederler. Meni rahme boşaltılsa bile bazen çocuk olmaz; meniyi rahimden kaçırmak isteyenin ise çocuğu olabilir. Bu, eninde sonunda Allah'ın kudretinde olan bir olgudur. Doğal cinsî yakınlaşmayı bozmayan Müslüman, çocuk talep etme niyeti ve eylemi ile ayrıca sevap da kazanmakta; oysa doğum kontrolü yapan, en azından bir sevaptan mahrum olmaktadır. Doğum kontrolü yapanlar, fıtrî yapıyı bozmakta, değiştirmekte, iptal etmektedir ki; eğer zarureti yoksa bu, açıkça sünnete karşı gelmek anlamını da taşımaktadır. Kaldı ki, Resûlullah, "Nikâh benim sünnetimdir; kim benim sünnetimi yerine getirmezse, benden değildir. Evlenin; zira ben diğer ümmetlere sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim. " (bu hadisi değişik lâfızlarla Buharî, Müslim, Ahmed b. Hanbel, Taberani, Hakim ve Beyhaki, İbn Mace kitaplarında yazmışlardır.) Evlenme, bir ibadet, bir sünnet olduğuna göre; Şeriata bir bütün olarak bakıldığında, evlenmiş olanların, doğum kontrolü yapmaları bekârlığın bir başka türü, veya sünnete karşı çıkış olarak değerlendirilmektedir. İster ana rahmine çocuk düşmesini engellemek, isterse rahimde teşekkül etmiş cenînin yaşamasına mani olmak olsun, her ikisinde de ana amaç, istenmeyen bir gebelik veya istenmeyen bir çocuk ise, bunun çelişik, bir Müslüman'dan zaten beklenmeyecek bir hareket olduğu açıktır.

    Hz. Peygamber, emzikli bir kadının yeniden gebe kalmaması için onunla ilişkiyi ertelemek veya ilişkide kontrol uygulamak konusunda da ümmetini serbest bırakmıştır. Gîle, Gayl, Gıyal şeklinde geçen meselede, bugün tıp, memedeki çocuğun sütünün sonraki çocuk için zararlı olduğunu söylemiştir. Ancak bu konuda, "Anneler çocuklarını iki bütün yıl emzirirler. (Bu hüküm), emmeyi tamam yaptırmak isteyen(ler) içindir." (el-Bakara, 2/233) şeklindeki Kurân âyetini, iki çocuk arasında iki yıl müddet bırakılmalıdır şeklinde yorumlayanlar da olmuştur. Bu çevreler üst üste yapılan doğumlarda gebe annenin çok yıprandığını, kendisini toparlayamadığını; memedeki çocuğa gereken önem verilemeden diğer bir çocuğun ardından gelmesiyle, ek yardım yollarından yararlanmayan çağdaş karıkocadan ibaret olan çekirdek ailenin, ekonomik açıdan da çok zor durumlarda kaldığını; gelir düzeyi düşük bu ailelerde, kadının, "çocuk üretim fabrikası" gibi ardı ardına çocuk doğurmasının başka bir azap olduğunu ileri sürerler. Demek ki, her çocuk arasında en az iki yıl bırakılmalıdır. Bu mesele her ne kadar erkek ile kadın arasında bir mesele gibi görünüyorsa da; doğum kontrolü, yani çocuk yapmayı önleyici düşünce ve uygulamalar, sosyal adalet, İslâm ülkesi, çocukların bakım ve eğitimi, çevre şartları gibi etkenlerle de yakından ilgilidir.

    Sonuç olarak, "Allah'ın kaderi olmaksızın cinsî münasebetin çocuğa götürmemesi veya çocuk olması mümkün olmadığına göre, korunma niye?" diye düşünülsün; isterse doğum kontrolü yapan hakkında, "tarlayı sürmekten yüz çevirdi, tohumunu zâyi etti, yaratılışı âtıl bıraktı, sünneti terk etti, zürriyetini kuruttu" tarzında hüküm verilsin; veya doğum kontrolü kavramı, çağdaş bir zorunluluk ve dayatma şeklinde algılansın, bu kabul edilmesi mümkün olmayan bir düşüncedir. Ama, İslâm'da doğum kontrolü konusu için ictihad gereklidir. İsteyen müctehid azl veya başka yöntemlerle doğum kontrolü hakkında caizdir veya değildir gibi ictihad edebilir. Bu da aslında İslâm devleti âlimlerinin vereceği karara ve ictihada dayalı bir husustur. Çünkü gebeliğin veya doğum kontrolünün sebep ve sonuçlarına katlanacak olan, aile fertleridir.

  7. #27

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Edep, Haya ve İffet
    Edep, güzel terbiye, iyi davranış, güzel ahlak, haya, nezaket, zarafet gibi manalara gelir. Mesela terbiyeli çocuk, edepli çocuk demektir. Hadis-i şerifte, "Evladınızı edepli, terbiyeli yetiştirin." buyruluyor. Dinimiz, baştan başa edeptir. Edep, kulun kendisini Cenab-ı Hakkın iradesine tâbi kılması, güzel ahlaklı olmasıdır. Hadis-i şerifte, "Sizin en iyiniz, ahlakı en güzel olandır." buyruldu.

    Hz. Ömer, "Edep, ilimden önce gelir." buyurdu. Çok heybetli olmasına rağmen, edebinden, hayasından Resûlullah'ın huzurunda çok yavaş konuşurdu. Peygamber efendimiz de, bir kimsenin yanında iki diz üzerine oturur, ona saygı olmak için mübarek bacağını dikip oturmazdı. Hadis-i şerifte, "Resûlullah'ın hayası, bakire İslam kızlarının hayasından çoktu." buyruldu. (Buhari)

    İbni Mübarek hazretleri, "Bütün ilimleri bilenin eğer edebinde noksanlık varsa, onunla görüşmediğime üzülmem, bunu kayıp saymam. Fakat edepli ile görüşemesem üzülürüm" buyurdu

    Her zaman her yerde edepli, hayalı olmaya çalışmalıdır! Hadis-i şerifte, "Hayasızlık insanı küfre düşürür" buyruldu. Haya, bir binayı tutan direk gibidir. Direksiz binanın durması kolay olmadığı gibi, hayasız kimsenin de imanını muhafaza etmesi zordur.

    Hadis-i şeriflerde buyruldu ki:
    "Allah-u teâlâdan haya edin! Allah'tan haya eden, kötü düşünceden uzak durur, midesine girenleri kontrol eder, ölümü hatırlar." (Tirmizi)

    "Haya, baştan başa hayırdır." (Müslim)

    "Her dinin bir ahlakı vardır. İslamiyet'in ahlakı da hayadır." (İbni Mace)

    "Hayasız olan hep kötülük eder." (İbni Mace)

    "Hayasız olan, emanete hıyanet eder, hain olur, merhamet duygusu kalmaz, dinden uzaklaşır, lanete uğrar, şeytan gibi olur." (Deylemi)

    "Haya ile iman, ikiz kardeştir. Biri giderse diğeri de gider." (Ebu Nuaym)

    "Mümin, ayıplamaz, lanet etmez, çirkin söz söylemez ve hayasız değildir." (Tirmizi)

    "Haya imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca, parçaları da bozulur." (İ.Maverdi)

    "Haya imandandır. Hayasızın imanı yok demektir." (İbni Hibban)

    "İnsan, salih iki komşusundan utandığı gibi, gece gündüz kendisiyle beraber olan yanındaki iki melekten de utanmalıdır!" (Beyheki)

    "Hayasızın dini olmaz ve hayasız kişi Cennete giremez." (Deylemi)

    "Haya, iffet, dile hakim olmak ve akıl imandandır. Cimrilik, fuhuş, çirkin sözlü olmak ise hayasızlıktan ve münafıklıktandır." (Beyheki)

    "İman çıplaktır, süsü haya, elbisesi takva, sermayesi fıkıh, meyvesi ameldir." (Deylemi)

    "Haya insan olsaydı, salih biri, fuhuş insan olsaydı, kötü biri olurdu." (Taberani)

    "Haya ile iman bir aradadır. Biri giderse, öteki de durmaz." (Hakim)

    Dinimizde hayanın yeri çok mühimdir. Allah-u teâlâdan utanmak, imanın kuvvetli olduğuna, hayasızlık da imanın zayıf olduğuna alamettir. Hadis-i şerifte, "Hayanın azlığı küfürdendir" buyruldu. Hayasız kimse, zamanla küfre kadar gidebilir. Haya, imanın esasındandır. Hayası olan Allah'tan utandığı için günahtan çekinir. İnsanlardan utanmayan Allah'tan da utanmaz. İnsanlardan utanarak günahı gizlemek de hayadandır. İnsanlardan utananın, Allah-u teâlâdan da utandığı anlaşılır. Çünkü hadis-i şerifte, "Allah'tan sakınan, insanlardan da sakınır" buyruluyor. Hayasız olan mürüvvetsiz olur. Hz. Ebu Bekir, "Hayasız insan, halk içinde çıplak oturan gibidir" buyurdu.

    Kuran-ı kerimde mealen buyruluyor ki: "İman edenler arasında kötülüğün, hayasızlığın yayılmasını isteyenler ve sevenler için dünyada da ahrette de elim bir azap vardır." (Nur 19)

    Kadın erkek ilişkilerinde ve tuvalet için kullanılan kelimeleri aynen söylemek insanlığa uygun değildir, hayayı yok eder ve iyileri gücendirir. Böyle kelimeleri söylemek gerekince, açık olarak değil, kinaye olarak söylenir.

    Allah-u teâlânın nimetinde, nimeti vereni görmeli, daima Onun huzurunda olduğunu düşünmeli, mesela otururken, yatarken edebe riayet etmelidir. Yerken, içerken, konuşurken, okurken, yazarken ve her çeşit iş yaparken, bütün bunların Allah-u teâlânın kudretiyle yapıldığını, bütün işlerde Onun emrine uyup yasak ettiklerinden sakınmayı düşünmelidir. Böyle düşünmek çok üstün bir ibadettir.

    Mahrem konuları edeple sormak lazım
    Bir kız, mahrem konuları annesine sorar. O da bilmezse, annesine, "Babamdan öğren" der. Babası da bilmezse, babasının, bilen birisine sorması gerekir. Babası yoksa, ağabey, amca, dayı gibi mahrem akrabalarından öğrenir. Bunlar da öğrenip bildirmezse, o zaman mektupla veya telefonla, kendinden değil de, "Bir kadının muayyen hâli şu kadar devam edip kesilse, ne gerekir" şeklinde sormak daha uygun olur. Bir kadının kocası, bu bilgileri öğrenip hanımına anlatmazsa, kadın, en uygun bir yolla bunları öğrenebilir. Bilenlerden bu konuları edep dairesinde sorması ayıp olmaz.

    Hz. Esma'nın Peygamber efendimize nasıl gusledileceğini sorarken utanması üzerine, Hz. Âişe validemiz, "Ensar kadınları ne iyidir; utanmaları, dinlerini öğrenmekten men etmiyor" buyurdu. (Buhari)

    Demek ki, ayıp olur diye kendisine farz olan bilgileri öğrenmemek yanlıştır. Peygamber efendimiz, mahrem konuları anlatırken, "Allah-u teâlâ, hakkın anlatılmasından çekinmez" buyurmaktadır. (Tirmizi)

    Aynı anlamda âyet-i kerime de vardır:

    "Allah-u teâlâ, gerçeği söylemekten çekinmez." (Ahzâb 53)

    Sual: Bazı kimseler, müstehcen konuşuyor. Ayıp şeyler söylüyor. İnsanların ayıplayacağı çirkin işler yapıyor. Müslüman olan kimse, böyle şeyler yapar mı?

    CEVAP: Hadika'da buyruluyor ki: Fuhuş, çirkin söz demektir. Haddi aşan her şeye fahiş denir. Buradaki manası çirkin olan işleri açık kelimelerle anlatmak, müstehcen konuşmak demektir. Cima için ve abdest bozmak için kullanılan kelimeleri söylemek böyledir. Bu kelimeleri söylemek fuhuştur. Çünkü bunları söylemek, mürüvvete ve diyanete uygun değildir, hayayı, utanmayı giderir ve başkalarını gücendirir. Cimayı, abdest bozmayı ve necaseti anlatmak gerektiği zaman, açık olarak söylememeli, kinaye olarak söylemelidir! Kinaye, bir şeyi, açık manaları başka olan kelimelerle anlatmaktır. Edepli olan, salih olan, fuhuş söylemeye mecbur olunca, kinaye olarak söyler. Mesela, Allah-u teâlâ, Kuran-ı kerimde, cima için lems (dokunmak) kelimesini söylemiştir. Hadis-i şerifte buyruldu ki: "Fuhuş söyleyene Cennet haramdır." (Ebu Nuaym)

    Dinimizde hayanın, utanmanın yeri çok mühimdir. Hayası olan, Allah-u teâlâdan utandığı için günah işlemekten çekinir. İnsanlardan utanmayan Allah'tan da utanmaz. Açıktan günah işleyen kimse, hem insanlardan, hem de Allah'tan çekinmediğini gösterir. "Allah'ın bildiğini kuldan ne saklayayım" demek doğru değildir. Gizli işlediği bir günahı başkalarına açıklamak doğru değildir, hayasızlıktır. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki:

    "Haya ve az konuşmak imandan, fahiş söz ve çok söz nifaktandır." (Tirmizi)

    "Kim, dünyada günahını gizlerse, Allah-u teâlâ da, Kıyamette, o günahı herkesten saklar." (Müslim)

    "Bir günaha düşen, Allah'ın örtüsünü, onun üzerinde bulundurmalıdır!" (Müslim)

    İnsanlardan utanarak günahı gizlemek de hayadandır. Haya da imandandır. Günah gizlenmezse, fasıklar bundan cesaret alır. "Falanca günah işliyor. Ben de işlesem ne çıkar?" diyebilir. Riya olmaması için ibadeti gizlemek caizdir. Onun için "Kabahat da gizli, ibadet de gizlidir" denmiştir.

    Bunun gibi atasözlerinin çoğu bir hadis-i şerife dayanmaktadır. "Haya elbisesine bürünenin ayıbı görülmez. Duyulunca hoşlanılacak şeyleri yap! Kimsenin duymasını istemediğin ve duyulunca insanların hoşlanmayacağı şeylerden kaç!" buyrulmuştur.

    Haya, imanın esasındandır
    Allah-u teâlâdan utanmak, imanın kuvvetli olduğuna, hayasızlık da imanın zayıf olduğuna alamettir. Hayasız kimsenin küfre düşmesi kolay olur. Hadis-i şerifte, "Hayanın azlığı küfürdür" buyruldu. (Hakim)

    Hayasız kimse, zamanla küfre kadar gidebilir. Haya, imanın esasındandır. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki:

    "Haya, iffet, dile hakim olmak ve akıl imandandır. Cimrilik, fuhuş, çirkin sözlü olmak ise hayasızlıktan ve münafıklıktandır." (Beyheki)

    "Fahiş ve çirkin sözlerden şiddetle kaçının!" (Nesai)

    "Mümin, ayıplamaz, lanet etmez, fahiş söz söylemez." (Tirmizi)

    "Cennet, fahiş ve çirkin söz konuşana haramdır." (İbni Ebiddünya)

    "Allah-u teâlâ, fahiş ve çirkin söz söyleyeni sevmez." (İbni Ebiddünya)

    Görüldüğü gibi, hayanın iman ile, hayasızlığın da imansızlık ile alakası büyüktür. İnsanlardan utanan kimsenin, Allah-u teâlâdan da utandığı anlaşılır. Çünkü hadis-i şerifte, "Allah'tan sakınan, insanlardan da sakınır" buyruluyor. Hayasız olan mürüvvetsiz olur. İnsanları, böyle kimselerin zararından sakındırmak için onların gıybetini yapmak caizdir. Hadis-i şerifte, "Haya cilbabını (örtüsünü) üzerinden atanları gıybet etmek günah olmaz" buyruldu. (Haraiti)

    Yalnız iken de Allah'tan haya etmeli
    Evde kimse yok iken de, çıplak durmak günahtır. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki:

    "Yalnızken de, avret yerinizi açmayın! Zira yanınızda hiç ayrılmayanlar (hafaza melekleri) vardır. Onlardan utanın ve onlara saygılı olun." (Eşiat-ül-lemeat)

    "Avret yerlerinizi örtün! Yalnız iken de Allah-u teâlâdan haya edin!" (Tirmizi)

    "Allah-u teâlâ hayayı ve örtünmeyi sever. Öyle ise yıkanırken avret yerinizi örtün." (Ebu Davud)

    "Gece guslederken avret yerini açmaktan sakının. Eğer sakınmayan çıkar da, onda delilik alameti görülürse, kendisinden başkasını suçlamasın." (Hakim.)

    Avret yerini açmak veya başkasının avret yerine bakmak büyük günahtır. Hamama, kaplıcaya, denize gidenin diz ile göbek arasını ve dizlerini de örtmesi farzdır. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki:

    "Erkeğin göbek ile dizleri arası avrettir." (Ebu Davud)

    "Uyluk avret yeridir." (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi)

    "Avret yerini açmak büyük günahtır." (Hakim)

    "Erkek, erkeğin; kadın, kadının avret yerine bakması helal olmaz." (Müslim)

    "Evlerin en kötüsü hamamdır. Orada sesler yükselir, avretler açılır. Tedavi veya kirden temizlenmek için girecek olan örtülü girsin." (Taberani)

    "Allah'a ve ahirete inanan hamama peştamal ile örtülü girsin!" (Nesai)

    "Avret yerini açana ve başkasının avret yerine bakana Allah lanet etsin!" (Beyheki)

    "Din kardeşinin avret yerine kasten bakanın kırk gecelik namazı kabul olmaz." (İ. Asakir)

    Aşık olmak günah mı?
    Sual: Günah işlememek şartı ile birini sevmekte mahzur var mıdır?

    CEVAP: Sevgi, insanın elinde olmayan bir duygudur. İffeti, yani namusu korumak ve günah olan işlerden kaçmak şartı ile birisine karşı sevgi duymakta mahzur yoktur. Hatta iffetini koruyarak sevgisini gizlemek çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki:

    "Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek ölen şehittir." (Hakim, Hatib)

    "Aşkını gizleyip, iffetini muhafaza ederek, sabredenin günahlarını, Allah-u teâlâ affedip Cennetine koyar." (İbni Asakir)

    Demek ki, dinimizde iffeti muhafaza etmek ve sevgisi sebebiyle günah işlememeye sabretmek, çok sevaptır. Çünkü genel olarak sevgi insanı kör ettiği için, insanın kendisini günah işlemekten alıkoyması zordur. Zor olan işleri başarmanın sevabı da büyük olur. Hadis-i şerifte buyruldu ki: "Ümmetimin üstün olan kimseleri, aşk belasına maruz kalınca iffetini muhafaza edenlerdir." (Deylemi)

    İffetlinin eşi de iffetlidir
    İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: "Aklı dinlemeyen, en çok ona isyan eden şehvettir. İnsanların, başkalarının ayıplamaları gibi sebeplerle bu şehvetten kaçınmaları faydalı ise de, büyük sevap alamazlar. Fakat günah işlemek için bütün imkanlara sahipken, ortada hiçbir korku yok iken, sırf Allah rızası için, Allah'tan korktuğu için şehvetine esir olmazsa, ona mani olursa, en büyük fazilete kavuşur. Bu derece sıddıklar, şehitler makamıdır."

    Hadis-i şerifte buyruldu ki: "Haya, iffet, dile hakimiyet ve akıl, imandandır. Böyle kimselerin ahret arzusu çoğalır, dünya hırsı azalır. Cimrilik, müstehcenlik, çirkin sözlülük, hayasızlıktan, nifaktan ileri gelir. Böylelerinde dünya hırsı çoğalır, ahret arzusu azalır." (Beyheki)

    Erkekler, iffetsiz olursa, yakınları da kötü yola düşebilir. Peygamber efendimiz, "Siz iffetli olursanız, kadınlarınız da iffetli olur" buyurdu. (Taberani)

    İbni Neccarın bildirdiği "Zina eden, aynı şeye maruz kalır" mealindeki hadis-i şerif, iffetli olmayanın yakınlarının da, iffetsiz olabileceğini göstermektedir. İffetli olmaya gayret eden bunu başarır. "İffetli olmak isteyeni Allah-u teâlâ iffetli kılar" hadis-i şerifi buna delildir. (Hakim)

    Gayrı meşru işler, dünyada insan için yüzkarasıdır. ahrette ise, azabı çok şiddetlidir. 'Ben ölmem' veya 'Cehennem ateşi bana zarar vermez' diyen varsa, dilediği kötülüğü işlesin! Hadis-i şerifte buyruldu ki: "Dünya için, dünyada kalacağın kadar çalış! ahret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allah-u teâlâya, muhtaç olduğun kadar itaat et! Cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle!" (Eyyühel veled)

    Öleceğine inanan ve öldükten sonra başına gelecekleri düşünen, kötülük işleyebilir mi?

    İffetli olmak için

    İnsana en büyük zarar, kötü arkadaştan gelir. Kötü arkadaşlarla düşüp kalkan, kılavuzu karga olan nasıl her zaman temiz olabilir?

    İyi insanlarla beraber olan kimse, bir müddet onlar gibi iyi iş yapmasa bile, onların yanında kötülük edemez. Hadis-i şerifte, "İnsanın dini arkadaşının dini gibidir" buyruluyor. (Tirmizi)

    Şu halde yapılacak iş, arkadaşlık edilen kimselere dikkat etmek ve kötü arkadaşlardan uzak durmaktır. Namuslu, iffetli yaşamak isteyene cenab-ı Hakkın bunu nasip edeceği din kitaplarında yazılıdır. Bir hadis-i şerifte buyruldu ki: "İffet talep edeni, Allah-u teâlâ iffetli kılar." (Hakim)

    İffetli olan, aile efradının da iffetli olmasını ister. Onları da kötülükten korur. Kendisi kötü olursa, bir gün çoluk çocuğu da Allah saklasın kötü yollara düşebilir. Çocuklarının iffetsiz olmasını hangi ana-baba isteyebilir?

    Çocuklara iyi örnek olmak gerekir. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki:

    "İffetli olursanız, kadınlarınız da iffetli olur. Ana-babanıza ihsan ederseniz, çocuklarınız da size ihsan eder!" (Taberani)

    "Kötülükten korunmak için, nikahlı yaşamak ve iffetli olmak gerekir." (İbni Asakir)

    Asaletin önemi
    Asalet, diğer hasletlerle birlikte olursa kıymetlidir. Herkes Âdem aleyhisselamdan gelmiştir. Her iyi kimsenin çocukları iyi olur, her kötünün çocukları da kötü olur diye bir kaide yoktur.

    Hz. Âdem'in ve Hz. Nuh'un oğlunun biri kâfir olmuştur. Nuh aleyhisselam ile Lut aleyhisselamın hanımı kâfir idi. Ebu Cehil kâfirinin oğlu ise, insanların en üstünlerinden, yani sahabi idi. Peygamber efendimizin öz amcası Ebu Leheb kâfir idi.

    Ana-babanın günahkâr olmasından dolayı, çocukların da iyi bir insan olamayacağı anlamını çıkarmak çok yanlıştır. Allah-u teâlâ, kötüden iyi, iyiden kötü yaratır. Kuran-ı kerimde birkaç yerde, "Ölüden diri, diriden ölü çıkarır" buyuruyor. (Al-iİmran 27)

    İslam âlimleri bu âyet-i kerimeyi açıklarken, "Kâfirden Müslüman, Müslümandan kâfir yaratır" buyurmuşlardır. Bunun için, soyundaki kimselerin kötü olması, kendisinin de kötü olacağını asla göstermez. Hepimiz Âdem aleyhisselamdan geldik. Dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Allah indinde üstünlük ancak takva iledir.
    "Allah indinde en üstününüz, Ondan en çok korkanınızdır" buyruluyor. (Hucurat 13)

    (Takva ehli olmak, Allah'tan korkup dinin emirlerine uymak ve yasak ettiklerinden kaçmak demektir.)

    Güzel huy bir asalettir
    Muteber olmayan bir kitapta diyor ki: "Asalet olmayınca, verilen terbiyenin fazla tesiri olmaz. Bakırı ne kadar silip parlatsanız, üç gün sonra gene kararmaya başlar. Suni parlaklık kısa bir zaman devam edebilir. Altın hiçbir zaman pas tutmaz. Silmezseniz bile parlaklığını yine muhafaza eder. Şu hadise, asaletin ne kadar önemli olduğunu açık bir şekilde göstermektedir."

    Kitap muteber olmadığı gibi, bu fikir de, Kuran-ı kerime ve hadis-i şeriflere aykırıdır.

    Bir kimse, asil bir aileye mensup olmasa da, güzel huylu ise, dindar ise, onun için güzel huyu ve dindarlığı asaletten çok kıymetlidir. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki:
    "Güzel huy gibi asalet olmaz." (İbni Mace)

    "Kadın, malı, güzelliği, asaleti ve dindarlığı için nikah edilir. Sen dindar olanı seç ki, maddi ve manevi nimete kavuşasın!" (Buhari)

    Nasihat ile asaletsiz insan da terbiye edilebilir. Onun için Kuran-ı kerimde mealen buyruluyor ki: "Nasihat et, nasihat müminlere elbette fayda verir." (Zariyat 55)

    Asaletsiz olanı da terbiye etmek mümkün olmasaydı, Peygamber efendimiz, "Ahlakınızı güzelleştirin" buyurur muydu? (İbni Lal)

    Hz. Lokman'a sordular:
    - Edep, asalet, mal ve ilimden hangisi daha üstündür?
    - Edep asaletten, ilim maldan hayırlıdır.
    Oğlu, Hz. Lokmana sorar:
    - En iyi haslet nedir?
    - Dindar olmaktır.
    - Peki babacığım, bu haslet iki olursa?
    - Dindarlık ve mal sahibi olmak.
    - Üç olursa?
    - Dindarlık, mal ve haya.
    - Dört olursa?
    - Dindarlık, mal, haya ve güzel ahlak.
    - Beş olursa?
    - Dindarlık, mal, haya, güzel ahlak ve cömertliktir.
    - Altı olursa?
    - Oğlum, bu beş haslet kimde olursa, o kimse takva ehli, temiz bir kimsedir, Allah-u teâlânın dostudur, şeytandan uzaktır.

    İffetin önemi
    Allah-u teâlâ, insan neslini devam ettirmek için, erkek ve kadınları birbirlerine cazip kılmıştır. Aynı zamanda, bu duygu karşısında, insanları dünyada çetin bir imtihana tâbi tutmuştur. Bu imtihanı kazanan, dünya ve ahiretin kahramanıdır. İnsanların iyi veya kötülüğü, daha çok iffet işinde belli olur.

    Allah-u teâlâ, Kuran-ı kerimin birçok yerinde, iffetini koruyabilene, büyük mükafatlar vaat etmiş, iffetini korumayana da, Cehennem azabını göstermiştir. Allah-u teâlâ, iffetsizleri, adam öldüren bir katil ile bir tutmaktadır. Müminlerin vasfını anlatırken de buyuruyor ki:

    "Müminler, namazlarını huşu içinde kılar, boş, lüzumsuz şeylerden yüz çevirir, zekatlarını verir, iffetlerini korur, emanet ve ahitlerine riayet eder." (Müminun 1-8)

    İffetsiz olan, Allah katında günahkâr, halkın yanında da itibarsızdır. Bir namussuzun toplumdaki iyilerin yanında itibarı (saygınlığı), bir köpeğin itibarı kadar yoktur. Zengin ve çok güzel bir kadın, eğer iffetsiz ise, itibarsızdır. Fakir ve namuslu bir kadın ise, her zaman itibarlıdır, saygıya layıktır.

    Dünyadaki pek çok rezaletler, cinayetler, kavgalar, kıskançlıklar, özetle bütün fenalıklar, iffetsizlik yüzünden meydana gelmektedir. İnsanların pek çoğu, iffetsizliğin kötülüklerini bildikleri halde, kendilerini bu kötü yollara sapmaktan alıkoyamaz. Bu kuvvetli duygu karşısında, insanları alıkoyacak çareler vardır. Bu; terbiye ve ahlak meselesidir.

    Allah'tan korkan bir insan iffetsiz olamaz. O halde, çocuklarımıza Allah korkusunu öğretmeye çalışmak, bizim için en başta gelen görev oluyor. Allah-u teâlâdan korkmak için, Allah'ı iyi bilmek lazımdır. Allah'ı bilmek için, Onun büyüklüğünü ve sıfatlarını öğrenmek zorundayız. Allah-u teâlâyı hiç düşünmeyen bir topluluk için, Allah korkusuna sahip olmak kolay değildir. Allah-u teâlâdan korkmak da, bir bilgi, bir çalışma ve bir gayret işidir. Durup dururken, Allah korkusu meydana gelmez. Dinin emir ve yasaklarına riayet edene kolay gelir.

    Özellikle büyük şehirlerde iffet işi tehlikeli bir yoldadır. Bir genç kızın, kendi başına yalnız kendi aklı ve anlayışı ile iffetini muhafaza etmesi, cidden güçtür. O genç kız, eğer biraz da güzelse, hatıra ve hayale gelmeyen tehlikelerle çevrilmiş demektir. Bu tehlike, okulda, yollarda, otobüste, komşularda, hatta evinin içinde, telefonda, internette yakasını bırakmaz.

    Kızlarımız, tehlikeler karşısında aciz bir mahluk olarak, ahlaksızların elinde bir oyuncak olmamalıdır. Bu devirde herkesten, her yerde ona zarar gelebilir. Bu zarar, onun parasına, puluna değil, şeref ve haysiyetinedir. Paraya olan zarar telafi edilebilir. Manevi zarar, yerine konamaz. Ahlaksızların içinde genç kız için şerefle yaşamak çok güçtür. İffetli bir kız, diğer bazı kızlar gibi, flört yapmaya heveslenmemeli. Bu tehlikeli bir tecrübedir. Esasen flörtle yapılan evlilik, çok zaman mutluluk getirmez.

    İffeti muhafaza için, gençleri zamanında evlendirmeli, iffeti zedeleyecek yerlerden uzak durmalıdır. Gençliğin hakkı adı altında çeşitli eğlenceler, genç kızı elde etmek için birer tuzaktır. Bunun tuzak olduğuna inanmayan bir kız, tuzağın içine düştükten sonra, aklı başına gelir. Fakat iş işten geçmiştir. Tuzağın görünüşteki cazibesine kapılan kızlar, erkeklerin elinde çabucak birer oyuncak hâline gelir. Kendine güvenen bir kız bile, onların karşısında sonuna kadar dayanamaz. Yakışıklı bir erkeğin aldatıcı gülümsemesi karşısında, yenilebilir. Artık o kız, tuzağa düşmüştür. O tuzaktan kurtulan pek az veya hiç yoktur. Halbuki, o tuzak dediğimiz eğlence yerlerine gitmemek daha kolay bir iştir. "Göz görmeyince, gönül katlanır" diye bir atasözü vardır. Oraya gitmeyen bir genç kız, oranın tehlikesinden kurtulmuş olur. Giderse, kurtulması zordur.

    İffet; bir genç kızın veya kadının, değer biçilemeyen bir mücevheridir. Bu mücevheri ele geçirmek için, Allah-u teâlâdan korkmayan her erkek bütün şeytanlığını kullanır. Ele geçirdikten sonra, maksadına erişmiştir. Artık o, mücevherlikten çıkmış, âdi bir taş olmuştur. Sokağa atılıverir. Bu alışverişte, erkek, bir namus hırsızı, kadın ise, mücevherini çaldırmış, bir zavallıdır.
    Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

    "Bir kızın küfvünü (dengini) bulunca, hemen evlendiriniz!" (Tirmizi)

    Görülüyor ki, kadını, kızı küfvüne, yani dengine vermek gerekir.

    Küfv, erkeğin soyda, malda, din işlerinde ve şerefte kadına uygun olması demektir.

    Küfv demek, zengin olmak, maaşı çok olmak demek değildir. Küfv olmak, erkeğin salih Müslüman olması, namaz kılması, içki içmemesi, yani İslamiyet'e uyması ve nafaka kazanacak kadar iş sahibi olması demektir. Erkeğin, yalnız zengin olmasını, apartman sahibi olmasını isteyenler, kızlarını felakete sürüklemiş, Cehenneme atmış olurlar. Kızın da namaz kılması, başı, kolu açık sokağa çıkmaması gerekir.

    Namuslu olmanın önemi
    İffet, yani namus ne kadar önemli ise, namussuzluk da o kadar kötüdür. Namusun önemi hakkındaki hadis-i şeriflerin birkaçı şöyledir:

    "İyi bilin ki, namusunu koruyana Cennet vardır." (Hakim)

    "Zinadan korunan Müslüman Cennete girer." (Beyheki)

    "Kötülükten korunmak için, nikahlı yaşayın ve iffetli olun!" (İbni Asakir)

    "Başkasının karısını kızını ayartan bizden değildir." (Hakim, İ. Ahmed)

    "Bir kadın, beş vakit namazını kılar, namusunu korur, kocası ile iyi geçinirse, dilediği kapıdan Cennete girer." (İ. Hibban)

    "Şu altı şeyi yapanın Cennete girmesine kefilim: Doğru konuşan, verdiği sözü yerine getiren, emanete riayet eden, namusunu koruyan, gözlerini haramdan sakınan, ellerini kötülükten çeken." (İ.Ahmed)

    "Haya on kısımdır. Dokuzu kadında, biri erkektedir" hadis-i şerifinde de bildirildiği gibi, kadınların hayası erkeklerden çoktur. Öyle olmasaydı, çok çirkin işler meydana çıkardı. Din düşmanları bunu bildikleri için, daha çocukken kadınlardan hayayı kaldırmaya çalışıyorlar. Hayasız bir toplum meydana getirmeye çalışıyorlar. Müslüman kadını hayalı olmaya devam etmelidir. Hadis-i şerifte, "Haya güzeldir, fakat kadında daha güzeldir" buyruldu. "Deylemi"

    Eşini kıskanmak
    Sual: Karı-kocadan birinin eşini kıskanmasında bir sakınca var mıdır?

    CEVAP: Bazıları eşini kıskanmayı ayıp gibi, çağ dışı gibi göstermeye çalışıyorlar.
    Gayur olmak, yani namusunu korumak için, meşru hudutlar içinde kıskançlık göstermek dinimizin emridir. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki:
    "Mümin gayur olur. Allah-u teâlâ ise daha gayurdur." (Müslim)

    "Allah-u teâlâdan daha gayuru yoktur ve bunun için fuhşu yasaklamıştır." (Buhari)

    "Namus gayreti imandan, kadın-erkek bir arada eğlenmek de nifaktandır." (Deylemi)

    Namusunu kıskanmayana deyyus denir. Deyyuslar için hadis-i şeriflerde buyruldu ki:
    "Allah-u teâlâ, Cenneti yaratınca, 'Cimri sana giremez, deyyus senin kokunu bile duyamaz' buyurdu." (Deylemi)

    "İçki içene, ana-babasına asi olan kimseye ve deyyusa, Cennete girmek haramdır." (İ. Ahmed)

    Bu büyük günahları işleyen kimsenin zerre kadar da olsa imanı varsa, günahlarının cezasını çektikten sonra Cennete gider. Fakat günahlar insanı küfre sürüklediği için, bu günahlara devam etmek büyük felakete yol açar.

    Zararın neresinden dönülürse kârdır. Bir an önce tövbe edip günahlardan sıyrılmalıdır. Tevbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur.

    Kadının, kocasını da kıskanması normaldir. Fakat kıskançlığıyla meşru sınırı aşmamalıdır.
    "Allah-u teâlâ, kıskançlığı kadınlara ve cihadı erkeklere yükledi. Hangi kadın, bu emre iman ederek sabrederse, şehit olan mücahit kadar sevap kazanır" hadis-i şerifinde de, kadınların sabır göstermelerine işaret buyrulmaktadır.

    Sual: Hadis-i şerifte "Haya imandandır" buyrulmaktadır. İbadetlerini başkalarına göstermekten de haya etmek böyle midir?

    CEVAP: İbadetlerini başkalarına göstermekten haya etmek caiz değildir. Haya, günahlarını, kabahatlerini göstermemeye denir. Bunun için, vaaz vermekten ve emr-i maruf ve nehy-i münker yapmaktan (ehl-i sünnet kitaplarını yaymaktan) ve imamlık, müezzinlik yapmaktan, Kuran ve mevlit okumaktan haya etmek caiz değildir. "Haya imandandır" hadis-i şerifinde, haya, kötü, günah şeyleri göstermekten utanmak demektir. Müminin, önce Allah-u teâlâdan haya etmesi gerekir. Bunun için, ibadetlerini sıdk ile, ihlas ile yapmalıdır.

    Buhara âlimlerinden birisi, sultanın oğullarının sokakta abes oyun oynadıklarını gördü. Elindeki asa ile bunları dövdü. Kaçtılar. Babalarına şikayet ettiler. Sultan, bunu çağırıp, sultana karşı çıkanın hapis olacağını bilmiyor musun dedi. Âlim, cevap olarak, Rahmana karşı çıkanın Cehenneme gideceğini bilmiyor musun dedi. Sultan, emr-i maruf yapmak vazifesini sana kim verdi dedi. Âlim, seni kim sultan yaptı cevabını verince, beni halife sultan yaptı dedi. Beni de, halifenin Rabbi vazifelendirdi dedi.

    Sultan, sana Semerkand şehrinde emr-i maruf yapmak vazifesini veriyorum dediğinde, ben de kendimi bu vazifeden azlettim cevabını verdi. Bu cevabına hayret ettim, emir olunmadan, izin verilmeden vazife yaptığını söyledin. İzin verilince de, azlolunmanı istiyorsun dedi. Sen izin verince, sonra azledersin. Rabbimin verdiği vazifeden beni kimse azledemez dedi. Bu söz üzerine sultan, dile benden istediğini vereyim dedi. Gençlik hâlimi bana getir dedi. Bu iş elimden gelmez deyince, bana bir ferman yaz da, Cehennemdeki meleklerin reisi olan Malik, beni ateşte yakmasın dedi. Bunu da yapamam deyince, benim öyle bir sultanım var ki, her şeyimi Ondan istiyorum. Her dilediğimi ihsan etti. Bunu yapamam hiç demedi, dedi. Sultan, beni duadan unutma diyerek serbest bıraktı.

    Edebi gözetmek
    Sual: İmam-ı Rabbani hazretleri, "Edebi gözetmek, zikirden üstündür. Edebi gözetmeyen Allah'a kavuşamaz" buyuruyor. Burada Allah'a kavuşmak nedir?

    CEVAP: Evliya olamaz demektir. Din büyüklerinin yolu baştan sona edeptir. Namazın sünnet ve edeplerinden birini gözetmek ve tenzihi bir mekruhtan sakınmak; zikir, fikirden (tefekkürden) üstündür.

    Haddini bilmek
    Sual: Edep ne demektir?

    CEVAP: Edep, haddini bilmek, sınırı aşmamak demektir. Ailede, iş yerinde, toplumda herkesin bir sınırı vardır. Bütün sıkıntı ve geçimsizlikler, hep haddi aşmaktan kaynaklanır. Herkes haddini bilip, sınırı aşmazsa, mesela, evin hanımı da, erkek de, kendi sınırını bilip ona göre hareket ederse, o ev Cennet gibi olur. Cennet gibi olan evden ahirete gidenler de, elbette Cennete gider. Her hususta dinimiz ne emrediyor, onu öğrenip, ona göre hareket eden, haddini bilmiş, sınırı aşmamış olur. O zaman ne kavga, ne geçimsizlik, ne de savaş olur. Dünya, güllük gülistanlık olur. Herkesin sınırını ise, dinimiz bildirmektedir.

    Eden bulur
    Sual: Bir tanıdık, bir arkadaşının eşini kaçırıp evlendi. Dinen bu uygun mu?

    CEVAP: Üç yönden uygunsuzdur:

    1- Başkasının eşini ayartmak çok günahtır. Bir hadis-i şerif meali:
    "Birinin karısını ayartıp aldatan bizden değildir." (Ebu Davud)

    2- Kocası, o kadını boşamadan hiç kimse onunla evlenemez. Yaptıkları zina olur.

    3- Kocası, eşinin kaçtığını duyunca hemen boşasa bile, iddet müddeti bitmeden kesinlikle evlenemezler. Evlenirlerse zina olur.

    Biri, birinin eşini ayartırsa, başkası da onun eşini ayartabilir. "Eden bulur" demişlerdir. Bir hadis-i şerif meali:
    "Siz namuslu olursanız, kadınlarınız da namuslu olur." (Hâkim)

    Kocasına ihanet edip başkasına kaçan kadın, kaçtığı erkeğe de ihanet edebilir. O erkeğe niçin kaçtı? Ya malı için veya yakışıklı gördüğü için yahut genç gördüğü için kaçtı. Hangi sebep olursa olsun, ondan daha zengini, ondan daha güzeli, ondan gencini bulunca ona da kaçmayacağını kim garanti edebilir? Allah korkusu olmayan, her şeyi yapab

  8. #28

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Erkek Hamile Hanımı İle Ne Zamana Kadar İlişkide Bulunabilir?
    Sağlık açısından kadının durumunu göz önüne alarak, kadına ve çocuğa zarar vermemek şartıyla cinsel ilişkide bulunabilinir. İslam, böyle bir müddet tespit etmemiştir. Sağlık açısından bir mani yoksa İslam açısından da yoktur

  9. #29

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Ergenlik Dönemi Sorunları
    Ergenlik dönemi (büluğ çağı) 11-21 yaşları arasında dalgalanmaların yoğun görüldüğü zor bir dönemdir. Bu dönem “fırtına-gerginlik” dönemi olarak da bilinir. Ergenlik dönemi hem ergen için ve hem de ergenin ailesi için zor dönemdir. Aile ergeni anlamakta güçlük çekerken, ergen anlaşılma duygusunu tam olarak yaşayamadığını düşünür. Ebeveyn bu dönem, çocuğunu ne kadar tanır ve bu dönem özelliklerine vâkıf olabilirse ebeveyn-ergen çatışmaları o denli az olur. Ergen bedensel, cinsel, sosyal ve duygusal anlamda farklı bir döneme girmiştir. Bu gelişim sahalarında yaşadığı süreçler sebebiyle ergen kendisini farklı hisseder ve çoğu zaman kendisini tanımlamakta güçlük çeker.

    Ergen ne hisseder, nasıl davranmak ister?
    1.Ergenin genel olarak duygularında istikrarsızlık olduğu görülür. Bir gün önce çok mutlu ve enerjik olan ergen ertesi gün kabuğuna çekilmiş ve bitkin olabilir. Duygular anlık olarak bile değişkenlik arz edebilir. Bu nedenle ebeveynin bunu kabul etmesi ve her defasında “Daha dün iyiydin, şimdi ne oldu?” türünde sorgulamalara ve baskıcı yaklaşımlara girmemesi gerekir.
    2.Bu dönemde ergen duygularını çok dolu ve coşkulu yaşar. Gerek ses tonu ve vurgulamaları ve gerekse mimikleri önceki döneme göre duygularını daha fazla ifade ediyor niteliktedir.
    3.Diğer dönemlere göre daha yoğun hayal kurar ve gerçekten zaman zaman uzaklaşır. Bu hayaller gelecek planlarını kapsayabileceği gibi genellikle karşı cinsle ilgili hayaller olabilmektedir.
    4.Ergen zaman zaman yalnız kalma isteği içinde olabilir. Odasına çekilen ve yalnız kalmak istediğini söyleyen bir ergenin ciddi bir sorunu olduğu düşünülüp kaygılanılmamalıdır. Ergen kendisi ile baş başa kalıp yaşadıklarının muhasebesini yapma ihtiyacı hissedebilir.
    5.Ergen kendini yorgun hissedebilir, buna bağlı olarak çalışmaya karşı isteksizdir. Vücut enerjisi âdeta büyümeye harcanıyor gibidir.
    6.Ergen yaşadığı bedensel değişimlere bağlı olarak çekinebilir ve kendini saklama ve bu değişimlerden çevreyi haberdar etmeme isteği içinde olabilir.
    7.Yeni şeyler deneme merakı artmıştır.
    8.Bu dönemde arkadaş çok önemli bir noktadadır. Bu nedenle arkadaş seçimi konusunda ergenin dikkatli olması ve ailenin hassas davranması gerekir.
    9.Bu dönemde ergenin fark edilme ve takdir edilme ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacını aile içinde gideremeyen ergen, farklı arkadaş gruplarında bu ihtiyacını giderebilir.
    Ergenlik dönemi ruhsal sıkıntıları
    Bu dönemde depresyonlarda artış görülür. Özgüven problemi, karşı cinsle ilgili yaşanan problemler, okul ve aile içi problemler buna sebebiyet verebilir. Genellikle kısa süreli yaşanır ve müdahale gerekmez. Ergen kendini üzgün ve kötü hissediyordur; ancak günlük hayatına devam edebilir. Gerçek depresyonlarda ise intihara kadar varan düşünceler geliştirmiş olabilir ergen. Kendini büsbütün değersiz hissediyordur. Bunun sebepleri arasında; yakınlarını üzmek, ölümü merak, yalnızlık duygusu, çocukluktan gelen sevgi yoksunluğu, ölüm-ayrılık vb. gibi travmatik süreçler vardır. Bunlar dışında ergen zaman zaman öfke patlamaları yaşayabilir. Bu esnada onunla konuşmaya çalışmak anlamsızdır. Sakinleşmesini beklemek gerekir. Yeme bozuklukları ise bir başka sorundur. Özellikle çok yemek yeme veya yemeği reddetme ve sürekli, kilolu olduğunu düşünme ergende aşılması gereken sorunlardandır.

    Aileye düşen görevler
    Ergen her şeyden önce anlaşılma ve değer görme duygusunu yaşamalıdır. Bu nedenle ebeveynin bu duyguları yaşatma adına söz ve davranışları konusunda hassas olması gerekir. Aksi takdirde ergen bu duygularını tatmin adına farklı çevrelere ihtiyaç duyacaktır.

    Ergenle fikir alışverişleri yapılmalı; ergen, aile konuları dışında tutulmamalıdır.

    Çeşitli sorun ve konularda ergen objektif bir biçimde saygıyla dinlenmeli ve ortak paydalar bulunmaya çalışılmalıdır.

    Nasihatler genellikle işe yaramaz, sadece ergenin o an ebeveyni dinlemesini sağlar, uzun vadede çözüm değildir.

    Ergenin arkadaşları eleştirilmemeli, ebeveyn bu konuda ergenin arkadaşlarını tanıma yoluna gitmeli ve bunu çocuğuna hissettirmelidir. Akabinde şayet hoş olmayan bir durum varsa bu, ergenle paylaşılabilir. Fakat tanımadan eleştirmek ergenin ebeveynini haksız bulmasından başka bir işe yaramaz.

    Sevgi eksik edilmemelidir.

    Evdeki genel ortamın gergin olmamasına dikkat edilmelidir. Ergenlik dönemi çatışmalı ve gergin geçiyorsa bir uzmandan destek alınmalıdır.[1]

  10. #30

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    çok güzl ve faydalı bilgiler kardeşim emeğine sağlık

Sayfa 3/10 İlkİlk 12345678910 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •