REKLAM

Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 8/10 İlkİlk 12345678910 SonSon
92 sonuçtan 71 ile 80 arası

Konu: islamda evlilik ve cinsel hayat

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İstenen Bir Kızı İstemek Doğru mudur?
    Allah Resulü buyuruyor: "Sizden biriniz din kardeşinin dünürlüğü üzerine dünür göndermesin. Dünür gönderen ondan önce vazgeçinceye yahut kendisine izin verinceye kadar."

    Kadın olumlu cevap verdikten sonra dünürlüğü bozmak haramdır.

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İşte Şimdi Evlenebilirsin (Hikaye)
    Murat Çiftkaya
    Bir zamanlar, bir genç herkes gibi evlenmek istiyordu. Bu niyetini ailesine açtığında, babası ona şöyle dedi:

    “Elbette oğlum, elbette evlenebilirsin. Bana kendi alın terinle kazandığın bir altını getirdiğinde, seni hemen evlendireceğim.”

    Delikanlı babasının bu sözlerine gülümsedi. Ne kadar da kolay bir sınavdı bu böyle. Ertesi gün, istenilen altın lirayı götürüp gururla babasının avucuna koydu. Babası hiçbir şey söylemeden, altını evlerinin yanından akan nehre fırlattı. Çocuk, altının düştüğü nehre şaşkınlıklı bir-iki saniye baktıktan sonra, babasına döndü ve sordu:

    “Şimdi evlenebilirim, değil mi babacığım?”

    Babası başını iki yana salladı:

    “Hayır oğlum. Sana kendi alın terinle ve emeğinle kazandığın bir altını getirmeni söylemiştim. Bu altını sen kazanmamışsın ki!”

    Genç delikanlı babasının gerçeği nasıl keşfettiğini anlayamamıştı. Sahiden de, parayı bir arkadaşından ödünç almıştı. Ertesi gün, bu defa annesinden bir altın borç aldı ve parayı babasına götürdü. Babası, altını aldı ve yine nehre fırlattı. Delikanlı bir kez daha şaşırmıştı:

    “Bunu niye yapıyorsun baba, anlamadım. Ama sana bir altın getirmiş oldum, artık evlenebilir miyim?”

    Babası bu defa da izin vermedi oğluna:

    “Bu altını da sen kazanmamışsın!”

    Genç, babasının yanından ayrıldıktan sonra uzun uzun düşündü. Başkasından borç alıp getirdiğinde babası parayı yine nehre atacaktı ve bu gidişle evlenemeyecekti. O yüzden, bir iş bulup çalışmaya ve altını kendi emeğiyle kazanmaya karar verdi.

    Günler geçti ve kazandığı bir altını babasına götürdü. Babası her zamanki gibi parayı nehre atmaya hazırlanıyordu ki, oğlu can havliyle babasının kolunu tuttu ve bağırdı:

    “Hayır baba! O altını nehre atamazsın! Onu kazanmak için günlerce çalıştığımı ve sırtımın ağrılar içinde kaldığını biliyor musun sen?”

    Babası, yüzünde ışıltılı bir gülümseme ile, elini oğlunun omzuna koydu ve:

    “İşte şimdi evlenebilirsin, oğlum” dedi. “Çünkü, emeğinin karşılığı olan bu altının değerini artık biliyorsun ve eminim ki onu akıllıca harcayacaksın.”

    ***

    Hayat, önümüze bin bir türlü yemeğin ve meyvenin ikram edildiği bir sofra gibi konulmuş. Hepimiz nasibimizi alıyoruz ondan. Sadece maddî midemizin değil, aklımızın, kalbimizin, duygularımızın da rızıklarını buluyoruz hayatta. Duygularımız el oluyor bizim için. Uzanıyoruz ve elimizin yettiği kadarıyla meyveler devşiriyoruz hayat sofrasından.

    Hayatı sahici yaşayabilmek için galiba bu gerçeğin, yani, hayatımızı değerli kılan şeyin onu bizim yaşıyor olduğumuz gerçeğinin, farkında olmamız gerekiyor.

    Başka ellerin kazandığı paralar mutlu etmiyor bizi. Alın teri dökülmeden ele geçen kazançlar, usanç ve tatminsizlik getiriyor. Emanet hayatlar mutlu etmiyor bizi. Başkasının yediği yemek karnımızı doyurmuyor, başka gözlerin gördüğü güzellikler ruhumuza tatlı esintiler getirmiyor. Aynı şekilde, başkasından emanet alınmış doğrular bile hayatımızda daha büyük yanlışlara gebe olabiliyor.

    Çocuklarının kendi emeğinin ve gayretinin farkına varmasına izin vermeyerek onları sevgisiyle ve şefkatiyle manen kötürüm bırakan anne babaların kulağı çınlasın.

    Sahi, bir çocuğu veya bir insanı mutlu eden nedir? İstediği şeye kavuşmak mı? Yoksa o şeye ulaşmaya çalışırken çabalamak ve o çabanın içindeki faaliyetin lezzetini hissetmek mi?

    Maddeten her istediği önüne koyulan ama en küçük engel karşısında aciz kalan gençleri gördüğümde az önce hep bu soruyu soruyorum kendi kendime. Gayretten ve çalışmaktan çok sonucu düşünen ve o sonuç da çoğu kez kendi emeği ve çabasıyla değil anne-babasının yardımlarıyla önüne getirilip konulan kimi öğrencilerimin mutsuzluğu, tatminsizliği ve başarısızlığı üzüyor ve düşündürüyor beni.

    Mutluluğun veya tatminin sonuçta olduğunu düşünüyorsak yanılıyoruz demektir. Mutluluk ve lezzet, bizzat gayretin ve emeğin içinde. Evet, gerçekten de hem maddî hem de manevî anlamda, insana kendi çalıştığından ve emeğinden başkası yok!





    --------------------------------------------------------------------------------

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kadın ihtilam olur mu?
    Erkek gibi kadın da ihtilam olur. Kadının menisi dışarı çıkınca gusül gerekir. Bu durum erkek için doğal olduğu gibi kadın içinde doğaldır. Ancak kadınlarda daha az görülen bir durumdur.

    Peygamberimizin eşlerinden Hz.Ümmü Seleme yanında Ümmü Süleym adındaki hanım peygamberimize gelerek şöyle sorar: "Ya Resûlullah! Rüyasında kocasının kendisiyle cinsi yakınlıkta bulunduğunu görürse kadının gusletmesi gerekir mi?" Bunun üzerine Ümmü Seleme, Ümmü Süleym'e şöyle der: "Baltayı taşa vurdun ya Ümmü Süleym! Resûlullah huzurunda kadınları küçük düşürdün. Allah iyiliğini versin." Ümmü Süleym'de şu cevabı verir: "Şüphe yok ki Cenab-ı Hak, gerçeği öğrenmek için utanmayı emretmez. Bizim bilemediğimiz bu durumları peygamberimize sormamız onları bilmememizden daha hayırlıdır." Bunu üzerine peygamberimiz şöyle buyurdu: "Çıkmaza esas giren sensin. Allah senin iyiliğini versin ya Ümmü Seleme, rüyalanan kadının menisi geldiği zaman yıkanması gerekir." Ümmü Seleme sordu: "Ya Resûlullah! kadının menisi olur mu?" Peygamberimiz: "Eğer kadının menisi olmasaydı çocuğu kendisine nasıl benzerdi. Kadınlar erkeklerin benzeridir şüphesiz."

    Kadın ihtilam olur da meninin dışarı çıktığını görmese ihtiyaten gusletmesi daha iyidir. Çünkü kadından çıkan meni geri dönebilir.

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kadına Arka Organdan Yaklaşmak
    Kadına arka organdan temas ne şekilde olursa olsun kesinlikle haramdır. Şayet kadın bu işe razı olacak olursa, o da büyük günaha ortak olur. Eşler arası bile olsa anal ilişki livata olarak adlandırılmış olup, yasaklanmıştır. Cenab-ı Hak buyuruyor:

    "Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever. Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın. Allah'tan korkun, biliniz ki siz O'na kavuşacaksınız. (Yâ Muhammed!) müminleri müjdele!" (Bakara Suresi : 222- 223)

    Cinsel ilişki çocuğun çıktığı yerden olmak şartıyla ister kadının yüzü dönük olsun size, isterse arkası, Cenab-ı Hak (C.C.) helal olan yere ekin tarlası diyor. Yani çocuk yetişen doğum olan yer, bunun dışında herhangi bir yerden varmak haramdır.

    Allah Resulu buyuruyor:
    "Kadınlara arkadan varmayınız."

    "Kadınlara arkadan yaklaşana lanet edilmiştir."

    "Allah'ın size emrettiği yerden kadınlara yanaşın."

    Erkeğin cinsel organının sünnet kısmı kadının arka organına sokulmasıyla bu haram işlenmiş olur.

    Karısının tenasül uzvunu bırakıp da livata edenlere, şiddetli tazir lazım olur.

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Karı ve Koca
    HAYAT BİN KAYS EL HARRANİ HZ'LERİNİN BİR DERVİŞİNE YAPTIĞI NASİHATTİR..
    Aklı olan karı ile koca birbirlerine üzmezler.
    Huysuz kimsenin hayat arkadaşı
    Devamlı üzülerek sinir hastası olur.Sinirler bozulunca çeşitli hastalıklar hasıl olur.
    Hayat arkadaşı hasta olan bir eş mahvolmuştur. Saadeti sona ermiştir.
    Eşinin hizmetinden yardımlarından mahrum kalır.
    Ömrü onun dertlerini dinlemekle geçer
    Hayat arkadaşına yapacağın huysuzlukların zararlarının kendine de olacağını düşün
    Ona karşı hep güler yüzlü tatlı dilli olmaya çalış
    Bunu yapabilirsen rahat ve huzur içinde yaşar
    Rab'bininde rızasını kazanırsın bir hataları varsa sertlikle değil iyilikle halledeceksin
    Zaman en iyi ilaçtır. Bak evladım
    Bu gibi durumlarda sakin olmak lazımdır
    Sen iyi olursan karşındaki de iyi olur
    Öfkene mağlup olma
    Öfke şeytandandır.
    Hanımının ve çokçuklarının iyi olması için dua edeceksin.
    Peygamber efendimiz dua müminin silahıdır buyuruyor
    Hepimiz dua edelim
    İnşallah aranızdaki sıkıntılar zail olur.
    Şimdi anladın mı evladım.

    Şunu da unutmayın dua etmeyen arzusuna kavuşamaz
    Namaz vakti gelince kılmak istemeyen son nefesinde
    Kelime-i şahadet getiremez.

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    Kimliğin ve Kişiliğin Olgunlaşmasında İlk Adım: Aile
    Dr. Nihat Tosun
    İslam dininin ve diğer semavi dinlerin birinci hedefi ve önceliği kişinin dini duygularının, inancının ve düşüncesinin sağlıklı olması ve sağlam bir şekilde muhafaza edilmesidir. Kuran-ı Kerim ve sünnetteki emir ve yasakları, insanlara vermeye çalıştığı mesajları gözden geçirdiğimizde, irdelediğimizde bunu görmekteyiz.

    Yeryüzünde Cenab-ı Hakkın halifesi olarak yaratılan insanın İslamın gösterdiği yüce hedef doğrultusunda yetiştirile bilmesinin, kimliğinin ve kişiliğinin olgunlaşmasının ilk temelleri okul öncesi ailede, hatta ailenin kuruluşunda atılmaktadır.

    Hayatımızın her safhasında olduğu gibi, evliliğe adım atarken, yeni doğan çocuğumuza isim koyarken, onun ilk eğitimini ve terbiyesini verirken ve diğer merhalelerde de daima göz önünde tutulması gereken husus imandır, inançtır ve İslami kimliktir. Kaynaklarımıza, Kuran-ı Kerim'e ve Efendimiz (sav)in mübarek sünnetlerine baktığımızda bunu çok açık ve net bir şekilde görürüz.

    Kuran-ı Azimuşşan da Yüce Rabbim bizlere bu konuda pek çok ölçüler ve örnekler vermektedir. Misal olarak, evlenmek isteyen Mümin erkek ve kadınlara eş seçiminde Mümin olanları seçmelerini emretmektedir. Müşrik, ateist ve putperestlerle evlenmeyi haram kılmaktadır. Bakara suresinde şöyle buyurmaktadır: "(Ey Müslümanlar) İman etmedikçe putperest kadınlarla evlenmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kadından imanlı bir cariye (köle kadın) kesinlikle daha iyidir ve hatırlıdır. İman etmedikçe putperest erkekleri de kızlarınızla evlendirmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha iyidir ve hayırlıdır." (Bakara Suresi 2/221)

    Dünya nimetlerinin en güzellerinden biriside evlat sahibi olabilmektir. Ama bu nimetin en güzel şekli ve en kamil şekli ise evladın “Salih” bir evlat olması, “imanlı” bir insan olmasıdır. Bu hakikati yıllarca evlat sahibi olabilmenin hasretiyle imtihan olunan, bunun için ellerini Rabbime uzatıp dualarda bulunan İbrahim (a.s)'ın dualarında görürüz. Ne diyordu bu Allah dostu Rabbine yalvarmalarında? "Rabbim! bana Salihlerden olacak bir evlat ver dedi." (Saffat Suresi 37/ 100) Evlat istedi ama Salih olmasını ve imanlı olmasını da istedi. Çünkü imanlı olmayan evlat nimet olmaktan çıkıp külfet olmaktadır, mesuliyet getirmektedir.

    Bütün bu ilâhi emir ve ikazların hedefinde; Müslüman kimliğinin korunması, fertlerin ve ailelerin asli görev olan Cenab-ı Hakkın halifeliği görevinden uzaklaşmaması, ebedi saadet olan âhiret hayatını kazanacak şekilde yetişmelerini ve yaşamalarını temin etmesi yatmaktadır. Yeryüzünde de çirkeflere batmamış, Hakkın hakimiyeti için çalışan, salih ve sağlam bir toplum oluşturmak yatmaktadır. Hiç şüphe yok ki, toplumun sağlamlığı ve kurtuluşu ailenin, sağlamlığı ve kurtuluşu da fertlerin sağlam oluşuna bağlıdır.

    Toplumun ve ailenin ilk temel taşı olan fertlerin eğitimi de ailede başlamaktadır, ailenin oluşumunda yatmaktadır.

    Müslüman anne ve babadan oluşan bir aile, İslâm'ı yaşamada birbirlerine yardımcı ve destek olur, evlatlarını yetiştirirken de Allah ve Resulünün sevgisiyle yetiştirir, Rabbinin rızasını ve cennetini kazanmaya çalışır.

    Aksi taktirde Müslüman fertlerden oluşmayan ailelerde İslam'ın güzellikleri yaşanamaz, çocuklara da bu güzellik verilemez. İslam'dan uzak yetişen çocuklarımız da Allah muhafaza Cehennem'e malzeme olur. Onun için Rabbim eş seçiminde inanan insan kimliğini öne çıkardığı ayet-i kerimenin devamında şöyle buyurmaktadır: "… Onlar (müşrikler) cehenneme çağırır. Allah ise izni (ve yardımı) ile cennete ve mağfirete çağırır. Allah, düşünüp anlasınlar diye ayetlerini insanlara açıklar." (Bakara Suresi 2/221)

    Bu hususta Efendimiz (s.a.v.)de şöyle buyurmuşlardır: "Her doğan insan fıtrat üzere doğar, tertemiz doğar, anne babası vermiş olduğu eğitimle, takip ettiği terbiye metodu ile onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yapar." (Sahih-i Buhari 6110). Yani, anne babanın yönlendirmesi ile, vermiş olduğu eğitim ve terbiye ile çocuğun manevi âlemi şekillenir ve inanç dünyası olgunlaşır. Anne-baba Müslüman ise, İslâmi kaygı taşıyor ise, ahiret hesabı yapıyor ise, çocuğunun eğitimini ona göre yapar, ortamı ona göre seçer. Böyle anne-babalardan da cennete ve Allah'ın rızasına giden yollar açılır.

    Allah'a ve onun nizamına inanmayan, ahiret korkusu taşımayan, müşrik, putperest ve ateist fertlerden oluşan aileler de çocuklarını kendi yanlış düşüncelerine, batıl inançlarına göre yetiştireceklerinden, cehenneme giden yolları açarlar.

    Daha eşlerin birbirlerini seçerken başlaması gereken bu hassasiyet, anne-baba bir araya gelirken, bu birleşmeden meydana gelebilecek çocuklarının yanlışlardan ve şeytanın şerrinden korunması için yapacakları dua ile ve bu yeni yavruya koyacağı ismi seçerken ve o esnada sağ kulağına ezan, sol kulağına kameti okurken devam eder, çünkü eğitimde ilk adım bu merhalelerde başlar. Daha sonra da bu hassasiyet devam ettirilir. Efendimiz (s.a.v.) ifadesiyle 7 yaşına geldiği zaman namaz kılabilecek duruma getirilir ki, o yaştaki bir çocuk namaz kılmakla emrolunur. 10 yaşına geldiğinde hâlâ namaz kılmaz ise ikaz olunur. Yani çocuk bu merhaleye kadar bu ibadetleri yapmaya anne-baba tarafından hazırlanılır.

    Çünkü bizler ilk anından son noktaya kadar Müslüman olarak yaşamakla emrolunmuşuz. Bizlerin hayattaki yol haritasını Yüce Mevlâ tayin ve tarif etmiş ve onun sevgili peygamberi (s.a.v.) öğretmişlerdir. Bu hakikat Allah'ın sevgilisi İbrahim (a.s.)'ın diliyle şöyle bildirmektedir: "Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslam'ı) seçti, o halde sadece Müslüman olarak ölünüz (dedi)." (Bakara Suresi 2/ 132). Sadece Müslüman olarak ölebilmek içinde Müslüman olarak yetişmek ve Müslüman olarak yaşamak gerekmektedir ki, ölüm bizi değişik bir konumda yakalamasın.

    İşte bu anlayışın, bu yaşantının ilk harcı da her şeyden ve her yerden önce ailede atılmaktadır. Onun için okullardan önce bu ilk aşamada görevlerimizi iyi idrak edip doğru bir şekilde yerine getirmemiz gerekmektedir.

    Rabbim bizlere ve ümmet-i Muhammed'e basiretler versin. Hakka giden yolda yâr ve yardımcımız olsun.

    Amin...

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kurân-ı Kerîm'de Boşanmanın Yeri
    Kategori: İslam'da Evlilik ve Cinsel Hayat
    Gönderen: Ayşegül
    Kurân, evlenme nizamını kurduğu gibi, boşanma nizamını da getirmiştir. Boşanma işini bazı kayıtlara bağlayarak evlenme akdini, ani tepkilerin hücumuna maruz bırakmamıştır. Böylece kurulan aile ocağının devamını te'minat altına almıştır. Ani kararla yuva bozmayı frenlemiştir. Şöyle ki: Eşine karşı nefret duymaya başlayan erkeğin, vicdanına müracaatla eşinin iyi yönlerini hatırlaması istenmektedir;

    "... Onlarla (kadınlarınızla) iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa olabilir ki bir şeyi hoşunuza gitmez de; Allah, onda bir çok hayır takdir etmiş bulunur. " (Nisa: 19)

    Hz. Peygamber'in (S.A.V.) şu hadisi de aynı noktaya işaret etmektedir;

    "Mü'min bir erkek, mü'min bir kadına buğz etmemelidir. Eğer onun huyundan hoşlanmazsa, diğer bir huyundan memnun olacaktır." (Sahih-i Müslim)

    Kurân, erkeğe bu tavsiyelerde bulunduğu gibi, uzlaşma talebine kadını teşvik etmiştir;

    "Eğer bir kadın, kocasının uzaklaşmasından (yatağını terk etmesinden, nafakasında ihmal göstermemesinden), yahut (herhangi bir suretle kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, sulh ile aralarını düzeltmekte ikisine de hiçbir vebal yoktur. Sulh, daha hayırlıdır... " (Nisa: 128)

    Kurân, karı-koca arasında geçimsizlik ve huzursuzluk korkusu halinde tarafları temsil edecek iki hakemin tayinini emretmiştir;

    "(Eğer karı ile kocanın) aralarının açılmasından endişeye düşerseniz, o vakit kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem kadının ailesinde bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah, aralarında (ki dargınlık yerine geçime), onları (uyuşmaya) muvaffak buyurur. Şüphesiz ki Allah, hakkıyla bilendir ve her şeyden haberdardır." (Nisa: 35)

    Kurân, bir ve ikinci maddede öngörülen emirler uygulandığı halde geçimsizliğin önlenememesi ve başka çare kalmaması halinde yapılacak şeyin, kadının adetinden temiz olduğu (bilindiği gibi kadının boşanması halinde başka bir erkekle hemen evlenmesi yasaktır. Onun "iddet" denilen bir bekleme süresi vardır.

    İddet, çeşitlidir. Bu madde ile ilgili olanı: Adet gören kadının boşanması halinde üç tam temizlik süresidir. Bu nedenle temiz iken kocası ile cinsi teması vukû bulduktan sonra boşanırsa, o temizlik iddetin başlangıcı olamaz. Onu takip eden adetinden çıktığı temizlik iddet başlangıcı sayılır. Kadının iddetinin uzamaması ve mağdur edilmemesi için boşama işinin temas olmamış bir temizlik halinde olması emredilmiştir;

    "Ey peygamber, kadınlarınızı boşayacağınız vakit, iddetlerine doğru boşayın. O iddeti de sayın. Rabbiniz olan Allah'tan korkun... " (Talak: 1)

    Resulullah (S.A.V.), bu emrin hilafına eşini boşayan Hz. Ömer'in oğlunu (Abdullah) kınamış, karısına dönmesini ve bilahare dilediği takdirde Kurân emrine uygun olarak boşama yoluna gidebileceğini emretmiştir. Kurân, boşanan kadının iddeti süresince kocası tarafından temin edilecek bir evde kalmasını emreder. Zira çıkmasını gerektirecek bir durum olmadıkça evlilik hali devam eder;

    "... Onları evlerinden çıkarmayın. Kendileri de çıkmasınlar. Meğer ki apaçık bir kötülük (meydana) getirmiş olsunlar. Bunlar, Allah'ın hudûdudur. Kim Allah'ın hudûdunu (çiğneyip) aşarsa, muhakkak ki kendisine yazık etmiş olur. Bilmezsin, olur ki Allah, bunun arkasından bir iş çıkarır." (Talak: 1)

    Kurân, boşanan kadının bekleme süresi (iddet) sona erince kocasına dönmek veya fiilen ve kesin olarak ondan ayrılmak hususunda serbest kılmıştır. Ancak bu iki durumdan birisini iki şahit huzurunda seçmesini emretmiştir;

    "Sonra (o kadınlar), müddetlerini doldur(maya yaklaş)dıkları zaman onları ya güzellikle tutun, yahut güzellikle kendilerinden ayrılın ve içinizden adalet sahibi iki kişiyi de şahit yapın...." (Talak: 2)

    Kurân, kadının henüz iddeti bitmemiş iken kocasının dilerse ona dönebileceğini hükme bağlamakla bir bakıma nikahın henüz devam ettiğine işaret eder. Dolayısıyla iddet bitmedikçe, kadının başkası ile evlenmesinin yasaklar;

    "... Kocaları, bu bekleme müddeti içinde barışmak isterlerse, onları geri almaya (herkesten) çok lâyıktırlar..." (Bakara: 228)

    Kurân, iddet denilen bekleme süresini emreder. iddet çeşitlidir. Adet gören kadının iddeti, üç tam temizlik halidir;

    "Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine hayız ve temizlenme müddetini beklerler (beklesinler)." (Bakara: 228)

    Adetten kesilen kadın ile henüz adet görme çağına erişmemiş kadının iddet süresi, üç aydır;

    «Kadınlarınız içinden artık adetten kesilmiş olanlarla henüz adet görmemiş bulunanlar (ın iddetlerin) de, eğer şüphe ederseniz onların iddeti üç aydır..." (Talak: 4)

    Hamile kadınların iddeti ise, doğum yapmasıdır;

    "... Yüklü kadınların ise iddetleri ise, doğum yapana kadardır." (Talak: 4)

    Evlendikten sonra, henüz cinsi münasebette bulunmadan önce boşanan kadın, iddetten muaf tutulmuştur;

    "Ey iman edenler, mü'min kadınları nikahlayıp da sonra kendilerine dokunmadan onları boşadığınız zaman sizin için üzerelerinize sayacağınız bir iddet yoktur. o surette onları faidelendirip, kendilerini güzel bir şekilde salıverin." (Ahzab: 49)

    Kurân, erkeğin boşadığı eşine iddeti süresince şefkatli davranmasını emreder;

    "Boşanan o kadınları gücünüz yettiği kadar, ikamet ettiğiniz yerin bir kısmında oturtun. Evleri başlarına dar etmek (onları çıkmaya mecbur etmek) için kendilerine baskı yapmayın. Eğer hamile iseler, doğuma yapana kadar nafakalarını verin. Eğer kendilerinden olan evlatlarınızı emzirirlerse, onlara ücretlerini verin. Aranızda bu hususta güzelce müşavere edin. Eğer güçlüğe uğrarsanız, o halde çocuğu onun hesabına başka bir kadın emzirecektir. Hali vakti geniş olan, nafakayı genişliğine göre versin. Rızkı kendisine daraltılmış olan (fakir) de, nafakayı Allah'ın ona verdiğinden versin. Allah, hiç bir nefse ona verdiğinden başkasını yüklemez. Allah, güçlüğün arkasından kolaylık ihsan eder." (Talak: 6-7)

    Kurân, nikah akdinde mehri belirtilmeyen ve zifaf olmadan boşanan kadına teselli vesilesi olmak üzere gerekli yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarının giderilmesini dini bir görev ve ödenmesi gerekli bir hak mahiyetinde kocasına yüklemiştir;

    "Kendileriyle temas etmediğiniz yahut kendilerine bir mehir tayin etmediğiniz kadınları boşamışsanız bunda üzerinize bir vebal yoktur. Onları zengin olan (ınız) kudretince darda bulunan (ınız) da halince olmak üzere güzel bir şekilde faydalandırsın. Bu, iyiler üzerine bir borçtur." (Bakara: 236)

    Ayrıca boşanan kadına her durumda yardım edilmesi şu ayetle istenmektedir;

    "Boşanan kadınların da meşru surette faydalanmaları hakları ki bu, Allah'tan korkanlar için bir vazifedir." (Bakara: 241)

    Kurân, nikah akdinde mehri tespit adilmiş; fakat dokunulmadan boşanılmış kadına mehrin yarısının ödenmesini kocasına farz kılmıştır;

    "Eğer kadınları onlara dokunmadan önce boşar ve mehri de kesmiş bulunursanız, o vakit kadına vermeniz gereken borç miktarın yarısı kadardır. Ancak kadınlar veya nikah akdini elinde bulunduran kişi, hakkını bağışlarsa o başka. (Ey erkekler,) sizin bağışlamanız, takvaya daha yakındır. Aranızdaki fazileti unutmayın. Şüphesiz ki Allah, her ne yaparsanız görür." (Bakara: 237)

    Kurân, erkeğin karısına verdiği malı boşama olayından sonra geri almasını yasaklamıştır;

    "Eğer bir zevceyi bırakıp da yerine başka bir zevce almak istiyorsanız, öncekine yüklerle mehir vermiş olsanız da geri almayın. Niçin geri alacaksınız? Bir bühtân ve açık günah yüklenerek mi? Nasıl geri alırsınız ki? Birbirinize karışıp başbaşa kaldınız ve onlar sizden kuvvetli bir teminat aldılar." (Nisa: 20-21)

    Ancak Kurân; karı-koca, evliliğin gerektirdiği dini yükümlülüklere göre hareket edemeyecekleri korkusu içinde oldukları ve ayrılma zarureti duydukları zaman koca, karısından alacağı bir mal karşılığında boşayabileceği hükmünü getirmiştir;

    "...(Ey zevceler,) onlara (kadınlara) verdiğiniz bir şeyi (mehri geri) almanız size helal olmaz. Meğerki erkekle kadın Allah'ın sınırlarını (evlilik haklarını) ayakta tutamayacaklarından korkmuş (ümitlerini kesmiş) olsunlar. Eğer bu suretle siz de onları (karı ile kocanın) Allah'ın sınırlarını hakkıyla muhafaza edemeyeceklerinden korkarsanız, o halde kadının serbest boşanması için fidye vermesinde (hakkından vazgeçmesinde) ikisi üzerine de vebal yoktur. Bunlar, Allah'ın sınırladır. Onları (çiğneyip) geçmeyin. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir." (Bakara: 229)

    Kurân, boşanmanın tedirci olmasını öngördüğünden ve bir anda aile hayatının yıkılmasını uygun görmediğinden aralıklı olarak birer talak ile boşanmanın daha uygun olacağını belirtmiş ve bu nedenle talak sayısını üçe çıkarmıştır;

    "Boşama, iki defadır. Ondan sonrası ya iyilikle tutmak yada güzellikle bırakmaktır." (Bakara: 229)

    İkinci defa boşama yemini yaptıktan sonra bir defa daha boşama yemini yapan erkeğe ailesi haram kılınarak tamamen boşanmış sayılır. Artık ikisi de kendilerine başka hayat arkadaşlarını arayabilirler. Boşanan kadın, başka bir erkekle evlendikten sonra şayet ikinci kocası ile aralarında çıkan bazı sebepler nedeniyle kocası tarafından yukarıdaki usule göre boşanırsa ilk kocası ile evlenmesi yasaklanmamıştır;

    "Yine erkek, zevcesini (üçüncü defa olarak) boşarsa ondan sonra kadın kendinden başka bir ere nikahlanıp varıncaya kadar ona (o birinci zevcine) helal olmaz. Bununla beraber, eğer bu (yeni) koca da onu boşar da onlar (birinci zevç ile aynı zevce) Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarını (tatbik edeceklerini) zannederlerse (iddet bittikten sonra) tekrar birbirlerine dönmelerinde (evlenmelerinde) her ikisi hakkında da vebal yoktur. Bunlar bilir, anlar bir kavim için Allah'ın açıkladığı sınırlardır." (Bakara: 230)

    Sahih-i Müslim'de İbn-i Abbas'tan rivayet edilen bir hadise göre; Hz. Ömer'in hilafetinin ikinci yılına kadar 3 talak yemini bir talak düşerdi. Hz. Ömer, halkın bu imkanı iyi değerlendirmemesi üzerine bu yeminle 3 talakın düşeceğine hükmetti. (Hz. Ali ve Ebu Musa hariç) Diğer sahabelerin bu hükümde müttefik oldukları rivayet edilir. Boşamanın tedrici olması ise üç talakın birden olmayıp aralıklı zamanlarda yemine konu edilmek suretiyle yapmasıdır ki bu boşama şeklinin iki tarafın yararına olduğu malumdur. Bu şekilde olmayıp da üç talakla yemin etmek halinde bu faydalara imkan kalmadığından böyle bir yeminin yalnız bir talak hükmünde kabul edilmiş olabilir.

    Kurân, cahiliyyet devrinde muteber olan karı-koca ayrılma çeşitlerini zikrederek getirmiş olduğu nizamı beyan eder. Erkeğin karısına yanaşmamaya ait yaptığı yemin: Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer erkekler (o müddet içinde kefaret yaparak eşlerine ) dönerlerse şüphe yok ki Allah cidden yarlığayıcı hakkıyla esirgeyicidir. Yok eğer boşamaya karar vermişlerse, şüphesiz Allah, söylediklerini işitir ve (kurduklarını) bilir. Böyle bir kimseye tanınan en çok süreyi tespit eden ayet, bu sure zarfında yeminini bozması halinde bundan dolayı işlediği günahın affedileceğini açıklar;

    "Allah'ı yeminlerinizden dolayı iyilik etmenize, (fenalıktan) sakınmanıza, insanların arasını düzeltmeniz için Allah, yeminlerinize hedef ve siper edip durmayın. Allah işitendir, bilendir. Allah sizi yeminlerinizde bilmeyerek kasıtsız ettiğiniz boşuna ve doğru zannedilip yaptığınızdan sorumlu tutmaz yargılamaz. fakat kalbinizin işleyip kazandığı (yalan yeminden) sorumlu tutup yargılar. Allah, Gafurdur ve Halimdir." (Bakara: 224-225)

    Zihar
    Araplarda kadınların kocalarına haram kılınmasının çeşitlerinden birisi de erkeğin karısına hitaben: "sen bana annemin sırtı gibisin" ve benzeri sözlerle karısını haram kılmak idi ki, buna "zihar" denir Bu konuda şu ayetler inmiştir;

    "(Habibim,) zevci hakkında seninle direşip duran, (nihayet halinden) Allah'a da şikayet etmekte olan (kadın) ın sözünü (umulduğu vech ile) Allah dinlemiştir. Allah sizin konuşmanızı (zaten) işitiyordu. Çünkü Allah, hakkıyla işiten ve görendir. İçinizden "zihar" yapa gelenlerin karıları, onların anaları değildir, anaları kendilerini doğurandan başkası değildir. Şüphe yok ki onlar her halde çirkin ve yalan bir laf söylüyorlar. muhakkak ALLAH çok bağışlayıcı, çok yarlığayıcıdır. Kadınlardan zihar ile ayrılmak isteyip de sonra dediklerini geri alacaklar (için) , birbirleriyle temas etmezden evvel, bir köle azad etmek lazımdır. işte size bununla öğüt veriliyor. Allah, ne yaparsanız, hakkıyla haberdardır. Fakat kim bunu bulamazsa yine birbirleriyle temas etmezden evvel fasılasız iki ay oruç tutsun buna da güç yetiremezse altmış yoksul doyursun. kefarette ki bu hafifletme Allah'a ve peygamberine iman etmekte olduğunuzu içindir. bu hükümler Allah'ın tayin ettiği hadlerdir. bunları kabul etmeyen kafirler için ise elem verici azap vardır." (Mücadele: 1-4)

    Kısaca meallerini beyan ettiğimiz ayetler tetkik edildiği ve gerçek manada riayet edildiği takdirde, her yönüyle hayırlı olduğu görülür. Zira diğer dinlerde ve cahiliyyet devri adetlerinde görülen ifrat ve tefrite yer verilmemiştir. Başka bir deyimle, aşırı geçimsizlik ve şiddet olduğu zaman karı-kocanın hayat arkadaşlığına devam mecburiyeti getirmediği gibi, boşanmayı uluorta, kolay ve tazminatsız bırakmamıştır

  8. #8

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Mastürbasyon (El İle Doyum, İstimna)
    Mastürbasyon, el ile tatmin denen bu olay, kişinin cinsel organı ile oynamak suretiyle doyuma gitmesidir. Bu adet genellikle 13-15 yaşlarındaki erkek ve kızlarda görülür. Değişik sebeplerle bu yaşın üzerindekilerde daha az görüldüğü ileri sürülmektedir. Cinsel organın el veya ne olursa olsun, herhangi bir cisme sürtünmesi veya göğüslerinde yahut göğüs uçlarında ve diğer cinsel bölgelerde sıkıştırma ve benzeri baskılarla yapılan bir uygulamadır. Maksat, orgazm olmaktır.

    Hıristiyanlık'ta Mastürbasyon
    7. yüzyılda Canterbury'li Thedoros erkek ve kadının mastürbasyonu gibi ahlak suçları işleyenlere muamele konusunda bir tövbe yayınladı. 13. yüzyılda Thomas Aquinas, cinsel sapkınlıklar arasında mastürbasyonu da sayıyor, bu eylemi mantığa aykırı buluyordu. Üremeye katkı sağlamıyordu. Bu yüzden ensest, zina ve tecavüzden daha yanlıştı.

    Erkek mastürbasyonunun dehşeti, bugün hala Roma Katolik Kilisesi'nin cinsel ahlak kılavuzlarında yer almaktadır ve "ciddi bir rahatsızlık" olarak nitelendirilmektedir. Bunun sebebi, kısmen değerli meninin "yanlış kullanımı" ve "ziyan olmasıdır". bununla beraber kadın mastürbasyonu göz ardı edilmiş veya önemsenmemiştir.

    Denildiğine göre mastürbasyon, "Kutsal Kitap'ın bu günahı açıkça, ismiyle kınadığı kanıtlanmasa bile", 1054 tarihli bir karardan bu yana "ciddi bir şekilde hastalıklı bir eylem" olarak görülmüştü. Gayri meşru sayılıyordu, çünkü "bütünüyle gerçek sevgi bağlamında karşılıklı kendini vermenin ve insanın üremesinin anlamından" yoksundu.

    16. yüzyıla kadar erkek menisi, "neredeyse insan" olarak görülüyordu. Mastürbasyon, gece kirlenmesiyle meninin harcanmasından korkuluyordu.[1]

    İslam'da Mastürbasyon
    İslam alimlerinin bazıları evlilik dışı her türlü cinsel doyumu haram saymışlardır. Delil olarak da şu ayetleri göstermişlerdir:

    "Ve onlar ki, iffetlerini korurlar; Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir." (Müminun Suresi : 5-7)

    "Ancak eşlerine ve cariyelerine karşı müstesna; çünkü onlar kınanmaz; Bundan öteye (geçmek) isteyenler ise, onlar taşkınların ta kendileridir." (Mearic Suresi 30-31)

    İslam alimlerinin çoğunluğu, buradaki aşırı gitmeden, evlilik dışında başka bir kadınla birleşmeyi anlamışlar ve elle doyumu bu birinci derece haramlar arasında saymamışlardır.

    Allah Resulu şöyle buyurur:

    "Cinsel organıyla oynayan bir millete Allah, azap etmiştir."

    "Elini nikahlayan melundur"

    "Elle boşalan lanetlidir"

    Bu hadis-i şerif kesin bir hükümle, mastürbasyon olayını yasaklamaktadır. Ancak İslam alimlerinden bazıları bu hadisin, sahih hadis kitaplarına girecek kadar sağlam senetli olmadığı için, helal-haram bağlamında delil olamayacağını savunurlar. Bazı Hanefi ve Hanbeli alimleri eşi olmayan birinin, alışkanlık haline getirmemek şartıyla bu sıkıntısını giderebileceği görüşündedirler. Ancak bu sadece bir zaruret kapısıdır. Zina tehlikesine düşmemek ve çok fazla zihni meşgul etmemek içindir. Asıl olarak helal değildir. Bunu hiçbir İslam alimi savunmamıştır. İki tercih arasında kalan bir Müslüman, zararı daha az olanı tercih etmelidir. Bu bir fıkıh kuralıdır. Eğer bir Müslüman, zina yapabilecek kadar kontrolünü kaybetmişse, daha hafif olan bu yolu tercih eder ve zina tehlikesinden kendisini kurtarır.

    Bu konudaki görüşler:

    1.***fi olarak şehvetini gidermek için el ile menisini getirmek haramdır. Ancak şehveti kendisine galebe çalıp da karısı veya cariyesi bulunmazsa, şehvetini teskin için bunu yaptığında günahkar olmayacağı umulur.(İbn-i Abidin)
    2.Böyle bir kimse zina edeceğinden korkarsa, el ile meni getirerek şehvetini teskin etmesi vacip olur. (Ebu Leys)
    3.Şehveti galebe çalar da, onu teskin için yaparsa cezalanmaması umulur. (Fethu'l-Kadir)
    4.Şafi ve Maliki mezhebine göre zevcenin elinde mastürbasyon etmesinde bir sakınca yoktur.[2]
    Çok az fıkıh aleminin kadınlar konusunda bu konuya değindiği genellikle erkeklerle ilgili bu konunun ele alındığı, bu konuya değinenlerden Mücahid şöyle demiştir: "Bundan önce geçmiş olanlar genç erkeklerin istimnadan uzak kalmalarını emrederdi.. bu konuda kadının durumu ile erkeğin durumu arasında fark yoktur".

    Mastürbasyon'un İslami hükmü konusunda mezhepler arasında bazı farklılıklar vardır.

    1.Hanefi, Şafii ve Maliki mezhebine göre mastürbasyon: İmam Mâlik; "Onlar, eşleri ve cariyeleri dışında, mahrem yerlerini herkesten korurlar; doğrusu bunlar yerilemezler. Bu sınırları aşmak isteyenler; doğrusu bunlar aşırı gidenlerdir" âyetine dayanarak, bu fiilin sınırı aşmaya dahil ve haram olduğunu ileri sürmüştür.[3]
    2.Mezkür fiil, İmam Şâfiî'nin son içtihadına göre haramdır.
    3.Hanefîlere göre tahrimen mekruhtur; ancak "yapmadığı takdirde zinâya düşeceğinden korkan bir gencin affedileceği umulur." denilmiştir. Alışkanlık yaptığı ve sıhhati bozduğu takdirde yasak fiiller arasında gireceği şüphesizdir.
    4.Hanbeli mezhebine göre ise, "meni, vücudun dışarı atmaya muhtaç olduğu bir şeydir; onu eliyle atan, kan aldıran gibidir ve caizdir." Ancak Hanbelî fukahâsı bunu "zinâya düşme tehlikesi ve evlenme imkânından mahrum bulunma" şartlarına bağlamışlardır. Zina korkusu olduğu zaman mubah olur, değilse haramdır.[3]
    Bu şartlar göz önünde bulundurulacak olursa, elle boşalmanın hükmünü herkes vicdanında daha iyi verebilir. ancak insan fıtratı bunu hoş karşılamaz: yaptıktan sonra pişmanlık duygusu gelen bir fiilin kesin olarak helalliğine hiçbir Müslüman inanmaz ve bu yolu çözüm olarak göremez. Haramlar bellidir. Helaller bellidir. İkisi arasında şüpheli şeyler vardır. En güzeli bunlardan uzak durmaktır. Nitekim tıp otoriteleri de aşırı alışkanlık haline getirilen mastürbasyonun ruhi ve fizyolojik zararlarını ortaya koymaktadır.

    Tıbba Göre
    Hafta'da bir defayı aşan istimnanın yol açtığı zararlar hakkında doktorlar şunları söylemektedir:

    1.Bez ve sinirler üzerinde bitkinlik meydana getirir. Çalışan unsurlar iltihaba uğrar ve yavaş yavaş mahvolur.
    2.Alışkanlık kazanıldıktan sonra terk edilmesi zordur. Bu yüzden bu kimseler evlenemezler. Evlenmiş olsalar bile bu fena alış kanlığa devam ederek devam ederek boş yere sinirleri yorarlar.
    3.Tenasüli Nervasteni (Sinir Yorgunluğu) oluşur.
    4.Tenasüli nervasteni genel nervasteni ile karışır:
    5.Hafıza ciddi şekilde zayıflar
    6.Vücut ne bedeni ne de fikri görev yapamaz hale gelir.
    7.Şiddetli baş ağrıları, uykusuzluk, çarpıntı, iştahsızlık vücudu adeta yıkar, kuvvetten düşürür, zayıflatır.

  9. #9

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Mastürbasyon Günah mıdır?
    Müstehcen neşriyatın çevremizi sardığı, açık saçıklığın salgın hastalık gibi cemiyete musallat olduğu bir devirde yaşıyoruz. Bu hastalık az çok herkesi tesiri altına almaktadır. Bilhassa gençliği kemirmekte, içten içe cevherini ve manevî duygularını yaralamaktadır.

    Nefsî hisleri tahrik eden unsurların çoğalması kişilerde bazı kötü alışkanlıkların artmasına sebep olmaktadır. Kendisine nikâhı düşebilen nâmahreme bakmak, insanda harama karşı olan hassasiyeti azaltmakta, bilhassa kendisine çeki düzen veremeyen kimseler harama bakmayı normal ve mubah görmeye başlamaktadırlar. İşte bunun sonunda insanın maddî ve manevî bünyesinde bazı aksaklıklar meydana gelmektedir.

    Bu mevzuda Bediüzzaman Hazretleri şöyle demektedir : «Ehl-i İslâm da nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesât-ı nefsaniye (Müslümanlar arasında harama bakma arttıkça cinsî duygular) heyecana gelip vücudunda sû-i istimalât ile israfa girer. Haftada birkaç defa gusle mecbur olup, ondan, tıbben kuvve-i hafızaya (hafıza gücüne) zaaf gelir.

    «Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden, hususan bu memâlik-i harrede (sıcak iklimlerde) o sû-i nazardan, sû-i istimalât, umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes, cüz'i-küllî o şekvadadır.» 1

    His ve heveslerine mağlûp düşen bazı kimselerde harama nazarın tahrikiyle vücuttan yapılan israf, umumiyetle ihtilâmla olur. Bazı kimseler ise bu «israfat»’a daha değişik bir şekilde düşerler. «İstimna, mastürbasyon» bu hususta en sık başvurulan tatmin yoludur: Her şeyden önce, anormal bir hareket olan bu iş, iradesi zayıf kimselerde görülen bir alışkanlıktır.

    Evlenme çağına gelip de imkân bulamayan böyle kimselere Rabbimiz iffetli olmalarını tavsiye etmektedir: «Evlenmeye imkân bulamayanlar, Allah kendilerini fazl u kereminden zengin kılıncaya kadar zinaya karşı iffetlerini korumaya çalışsınlar.» 2

    Nefis ve heveslerinin tazyiki altında bulunan gençlere Peygamberimizin gösterdiği yol en güzelidir. Bu yolla genç, hem ibadet yapmış olur, hem de kendisine hâkim olma çaresini bulur.

    İbni Mesud'un rivayet ettiği hadisi şerifte Peygamberimiz (a.s.m) şöyle buyurmaktadır: «Ey gençler topluluğu, sizden evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü evlilik gözü harama bakmaktan son derece önleyici, iffeti de en iyi koruyucudur. Evlenme masrafına gücü yetmeyen kimse de oruç tutsun. Çünkü oruç. kuvvetli bir şehvet kincidir."3

    Başta oruç olmak üzere, İslâmî ve imanı meselelerle meşguliyet ve insanı günahtan koruyan bir çevrede bulunmak kişinin iffetini muhafaza eden., onun harama itişmesine mani olan en güzel çarelerdir. Çünkü gayri meşru yollara şeytan teşvik eder, nefis baskı yapar, hisler de sıkıştırır. Onları susturacak en tesirli çare, kalbi ve ruhu ulvî şeylerle meşgul etmektir. Ahlâklı kimselerle arkadaşlık etmektir.

    Elle tatmin, âlimlerin çoğuna göre caiz değildir. Haram sayılmaktadır. «Onlar ki ırzlarını korurlar. Ancak hanımlarına ve sahip oldukları cariyelerine karşı münasebetleri müstesnadır. Çünkü onlar bu helâl olanlarda kınanmazlar. Kim de bu helâlden başkasını ararsa, işte onlar haddi aşanlardır» 4 âyetini delil getiren Şafiî, Mâliki âlimleri ve İmam-ı Nesefî, istimnanın haram olduğuna hükmetmişlerdir.5

    Eğer caiz olsaydı, Hz. Peygamber tarafından bir yol gösterilirdi, demektedirler. İmam Ahmed bin Hanbel ve îbni Hazm'a göre «meni, vücudun, dışarı atmaya muhtaç olduğu bir şeydir, onu eliyle atan kan aldıran gibidir ve caizdir.» Hanbelî âlimleri bu caiz oluş şeklini iki şarta bağlamışlardır: Kişinin zinaya düşme tehlikesi, Evlenmeye gücünün ve imkânının bulunmayışı.

    Hanefî mezhebinin görüşlerini nakleden İbni Âbidin, bu hususta bazı âlimlerin görüşlerine yer vermektedir. Kişinin şehveti baskın gelir, kalbini meşgul edecek derecede fazla olur, bekâr bulunur veya evli olup da bir özürden dolayı hanımına yaklaşamazsa, şehvetini teskin etmek isteyen kimse için Fakih Ebulleys, «Böylesine bir vebal olmayacağını umarım» demektedir. Ama sırf şehvetini celbetmek, kendisini zorla tahrik etmek için yaparsa günahkâr olur.6

    Yine Hanefî âlimlerinden Şürünbilâli, «Bekâr kimse harama gireceğinden korktuğu zaman şehvetini teskin için istimna caizdir. Bu işinden dolayı ne sevap, ne de günah kazanır. Fakat sırf lezzet almak için yaparsa günahkâr olur» 7 görüşündedir.

    Harama düşme tehlikesiyle karşı karşıya gelen bir kimse, haram olan zinayı işlememek için ehven-i şer olan istimnayı yaparsa ve buradaki niyeti de haramdan kaçınmak, namusunu korumak olursa, caiz gören âlimlerin içtihatlarına göre mümkündür. Ama istimnayı alışkanlık haline getirmek makul bir insana yakışmayan çirkin bir iş olur. Zaten fazla (sû-i istimalat) kişide zekâ ve hafıza kaybına sebep olmaktadır.

    Böyle anormal durumlara düşmemek için sık sık imanî eserleri mütalâa etmek, aklı ve kalbi devamlı Îslâmî hizmetlerde çalıştırmak, ulvî şeyleri düşünmek, lezzetleri kıran ve acılaştıran ölümü çok sık hatırlamak, harama nazardan sakınmak ve müstehcen yayınlara iltifat etmemek lâzımdır.

    1. Kastamonu Lahikası, s. 92.
    2. Nur Süresi, 33.
    3. İbni Mâce, Nikâh : 1.
    4. Mü'minûn Sûresi, 5-6-7.
    5. Tefsirü'n-Nesefî, 3 :114.
    6. İbni Âbidin, 2:100, 3 :156.
    7. Meraku'l-Felâh, s. 57.

    Not: Şu yazıları da okumanızı tavsiye ederiz:
    MASTÜRBASYONUN BAZI ZARARLARI
    1) Psikolojik Yönden:

    1- Aşırı mastürbasyon düşkünlerinde üzüntü, dalgınlık ve aşağılık duygusu meydana gelir. Her mastürbasyondan sonra umumiyetle bir pişmanlık ve ruh sıkıntısı kendini gösterir. Yapılan bu işin de olgunluktan uzak bir durum arz ettiği hatıra geldikçe bu işi yapanlar, bir aşağılık ve suçluluk duygusuna kapılarak, moral kırıklığına uğrarlar.

    2- Mastürbasyon alışkanlığı, bir kısım sinir bozukluklarına yol açar. Fazla sinirlenmeler, el ve kol titremesi, baş dönmesi, uykusuzluk, kalça ve bacaklarda dermansızlık, yorgunluk hasıl olur.

    3- Mastürbasyon alışkanlığı, insanı aşk ve sevgiden mahrum eder. Sevgi, insan için bir ihtiyaç olduğu gibi, eşler arasındaki cinsi münasebetlerin başarılı ve neşeli olması da, her ikisinde müşterek sevgi ve anlaşmanın varlığına bağlıdır. Evlilikteki saadet temelleri, sevgi bağları üzerinde kurulur. Evlenen çiftlerin, sadece bedenlerinin birleşmesi evlilik saadetini meydana getiremez; bedenle birlikte her iki ruhun aşk ve sevgiyle birleşip kaynaşmaları lazımdır. Mastürbasyona çok düşkün olanlar ise, ruhun derinliklerinden fışkıran bu sevgi pınarından, gereken hisseyi alamazlar. Mastürbasyon, sevgi cevherini köreltmektedir.

    4- Fazla mastürbasyon, hafıza zayıflığı, dikkatsizlik ve unutkanlık yapar. Buna düşkün kimselerin, bir şeyi ezberlemeleri güçleşir. Ezberlediklerim de çabuk unuturlar. Bir konuyu okurken, bütün dikkatlerini toplayamazlar. Dikkat dağınıklığı meydana gelir. Okuduklarını da kolay anlayamazlar. Bunun için, fazla mastürbasyona düşkün olan talebeler derslerinde zorluk çekerler. Henüz buluğa ermemiş çocuklarda, mastürbasyon ile meni gelmediğinden, diğer zararlara pek hedef olmazlarsa da, aşırı mastürbasyon bu çocuklarda, beyin ve sinir sarsıntısı yapar, zihni gelişmeye mani olur.

    5- Mastürbasyonla meşgul olanların, şehvet hayalleri ve şehevi düşünceleri artar. Mastürbasyoncu genç, gece yatağına girdiği zaman, körü körüne bir sürü şehvet hayalleriyle zihnini meşgul eder. Aklı fikri bu duygularla meşguldür. Bu suretle hem mastürbasyona daha fazla müptela olur, hem de iyi şeyler düşünmeye fırsat bulamaz.

    2- Aşırı Mastürbasyonun Bedensel, Cinsel ve Sosyal Zararları:
    Erkekler, genellikle bu işi elle görürler. Seyrek olarak yastık ve yatağa sürtme şeklinde de yaparlar. Batıda *****grafinin serbestlik kazanması sonucu **** shoplarda değişik aletler satışa sunulmuştur. İnsanı maddi yönden sömürmeye yönelik bu tür gereçler, bunları kullanan erkeklerde ruhsal çöküntülere neden olmaktadırlar. Tıbbi ****oloji açısından bu tür alışkanlıklardan kaçınılması önerilmektedir.

    Mastürbasyon, insanı ölçüsüzlüğe sevk eder. Aslında mastürbasyon insanı tatmin etmez; doygunluk ve rahatlık meydana getirmez. İnsanın cinsi zevk ve hislerini tatmin edilmemiş bırakarak, daha fazla tahrik eder, azdırır. Bundan dolayıdır ki mastürbasyona devam edenlerin, bu arzuları gittikçe şiddetlenerek bu işi fazla ileri götürürler. Bu da zararı arttırır. Haddinden fazla cinsi münasebetler de zararlıdır; fakat mastürbasyonun fazlası çok daha zararlıdır.

    Fazla mastürbasyonlar, çeşitli hastalıklara ve rahatsızlıklara sebep olabilir. Mastürbasyon, doğrudan doğruya hastalık yapıcı değil ise de, dolayısıyla buna sebep olur. Çünkü ölçüsüz mastürbasyonlarla, vücut kuvvetten düşerek bünyedeki kan tabii kudretini kaybettiğinden, bazı rahatsızlık ve hastalıklara yol açar.

    Mastürbasyon müptelaları, cinsel münasebetten gereken zevki alamazlar. Bu işi mutlak alışkanlık haline getiren kimseler, cinsi münasebetlere -aile hayatında- önem vermezler. Bundan pek zevklenmezler. Bu hal, mastürbasyon düşkünü kadın ve erkeklerin her iki cinsinde görülebilir. İkisi de kendilerini tatsız zevk (!) alışkanlığına kaptırdığından, eşleriyle yaptıkları münasebetten tatmin olamazlar. Böyle kimseler için, mastürbasyon daha cazip görünür. Cinsi münasebetten sonra ayrıca mastürbasyona el atmaktan çekinmezler.

    Mastürbasyon, asla cinsi temas zevkine -onda birine dahi- ulaşamaz; fakat gençler için adatıcı bir illet kesilir. Mastürbasyon ile cinsel ilişki zevki arasında, gübrelik ve gülistan misali fark vardır. Kadın ve erkeği yaratan büyük Sanatkar, onları öyle bir sanat ve ustalıkla yoğurmuş ki onların cinsel birleşme esnasındaki zevk alışverişi, başka hiçbir yapmacık usullerle elde edilemez...

    Mastürbasyon neticesinde vücut yorulur, ruh sıkılır. Halbuki başarılı bir cinsel münasebette vücut dinlenir, ruh ferahlanır. Çünkü olgun bir cimada, karşılıklı olarak sevgi, heyecan ve hararetle, bir takım kimyevi elektrik alış-verişi vardır. Mastürbasyonda ise bunların hiçbiri olmadığı gibi, kıymetli kimyevi maddeler zorla kapı dışarı edilmektedir. Bunun neticesinde, insanda ferahlıktan uzak bir çöküntü ve yorgunluk oluşmaktadır.

    Mastürbasyon alışkanlığı, bel gevşekliğine (erken boşalmaya ve idrar yolları da dahil olmak üzere diğer rahatsızlıklara) yol açar. Evlilik hayatında, erkeklerin şikayetlerinden en çok görüleni de bel gevşekliğidir. Yani erken inzal; cinsi münasebete başlar başlamaz, meninin hemen boşalmasıdır. Erkeğin böyle çabucak münasebeti bitirmesi, bilhassa kadını doyumsuz bırakır. Bu hallerin devamı ise, eşler arası huzursuzluğa yol açar. Bel gevşekliğinin çeşitli sebepleri olabilir ama, mastürbasyon da başta gelen sebeplerdendir. Bu ıstıraptan kurtulmanın bir çaresi de, mastürbasyonu terk etmektir.

    Aşırı mastürbasyon alışkanlığı, kadınlarda cinsel soğukluğa da sebep olur. Cinsel soğukluk: Kadının cinsi münasebetten zevk duymaması, hissen soğuk ve isteksiz olmasıdır. Bu his soğukluğunun çeşitli sebeplerinden biri de, alışkanlık haline getirilen aşırı mastürbasyondur.

    İşin garip tarafı, bu tip bazı kimseler, evlendikten sonra da bu illeti devam ettirirler. Çok mühim bir evlilik vazifesi olan cinsel münasebet faaliyetlerinde, eşleriyle pek ilgilenmezler. Neticede eşler birbirlerinden uzaklaşırlar. "Cinsel isteklerini' kendi kendine dindirmekten zevk alanlar, tenha yerleri sever, hep yalnız kalmak ister, fırsat buldukça bu kötü oyunu oynar.

    Vajinaya bir takım cisimler sokarak mastürbasyon yapan kızların, "kızlık" nişanı olan bekaretlerine bir zarar gelebilir. Bu durumda bazı cisimlerin içeride kalarak, ameliyatı lüzum etmiş muhtelif vakalarına, tıp tarihinde çok rastlanmıştır.

    Mastürbasyon tiryakilerinden bazı gençler, bu fena işe başkalarını da alıştırırlar. Sadece kendi yaptıklarıyla kalmayıp, cemiyetin birçok çocukları ve gençleri arasında, bu kötü illetin yayılmasına sebep olurlar.

    Bir diğer zararı da, çiftlerin birbirinden nefret etmesi, cinsel duygu duymamasıdır. Çünkü mastürbasyoncu kişi, başka bir yoldan şehvetini tatmin ederek doygun kalmaktadır. Bunun manası, eşlerin birbirinden beklediğini bulamaması ve ümitlerinin kırılmasıdır. Sonunda eşler birbirinden uzaklaşır ve başka tatmin yolları ararlar. Gayri meşru yollara giderler.

    Uzman ilim adamlarının mastürbasyon konusunda araştırma neticesi ortaya koydukları gerçek şudur: Aşırı mastürbasyona devam edenler, çok tehlikeli akla yönelik hastalıklara maruz kalır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

    Zühul ve nisyan (unutma, geçiştirme), irade zayıflığı, hafızada gerileme, yalnızlığa heves, çabuk unutma, korku ve gevşeme, üzüntü ve sıkıntı, birtakım suçları işlemeyi tasarlama, intihar.

    Buna benzer birtakım düşünceyi alt-üst eden, iradeyi iyice zayıflatıp şaşkınlaştıran, kişiliğin zedelenmesi gibi arazlar, illetler.

    İslam hukukunun aşırı mastürbasyonun doğuracağı kötülükleri nazara alarak koyduğu hükümlere gelince, aşağıdaki deliller bunu yansıtmaktadır:

    a) Allah (c.c.) buyuruyor:
    "Onlar ki namus ve iffetlerini (haramdan ve şüpheden) korurlar. Ancak eşlerine ve sahip oldukları cariyelerine karşı (cinsel arzu duyarlar da) bu yüzden kınanmazlar. Artık kimler bu meşru sınırı geçerse, işte onlar haddi aşanlardır." (Kuran-ı Kerim, Müminun: 6-7)

    Bu ayetin genel mana ve hükmüne giren şudur: "Artık kim bu meşru sınırı aşar veya geçerse, işte onlar haddi aşanlardır."

    O halde evlilik yolundan başka bir yolda şehveti boşaltmak, zina, livata, el ile mastürbasyon gibi, ölçüsüzlük ve aşırılık haddi aşmak demektir.

    MASTÜRBASYONDAN KURTULMANIN YOLLARI
    A) Ergenlik Çağına Girince Evlenmek:

    Rüsvay edici bu adetten kurtulmanın en kestirme yolu budur. Aynı zamanda bu en tabii bir yol ve çaredir.

    B) Nafile Oruç Tutmak:

    Ortada ergenlik çağına girince evlenmeye engel birtakım sebepler söz konusu olduğunda, İslam, evlenme imkanı bulamayanlara nafile oruç tutmalarını tavsiye eder. Çünkü oruç, şehvetin galeyanını durdurur, isteği azaltır, cinsel duygunun hiddetini kırar; aynı zamanda kendinin ilahi murakabe (kontrol) altında bulunduğunu hem ilham, hem takviye eder. Allah'tan saygı ile korkmayı hatırlatır. Böylesine güzel irşat Resûlullah (a.s.) Efendimizin hadislerinde yer almıştır:

    "Ey gençler topluluğu! Sizden kim evlenmeye güç getirip imkan bulabiliyorsa evlensin; çünkü evlenmek gözü haramdan sakınmaya, yummaya daha uygun, namus ve iffeti korumaya daha elverişlidir. Kim de evlenmeye güç getiremiyor, imkan bulamıyorsa, kendisine oruç tutmak gerekir; çünkü oruç, şehveti kesicidir."

    C) Cinsel Duyguyu Tahrik Eden Yayınlardan ve Sokaklardan Kaçınmak, Uzaklaşmak:

    İçinde yaşadığımız toplum ve çağda bir sürü bozuk, kirli ve gayr-i ahlaki basın ve yayınlarla gençliğin ruhu dejenere edilmektedir. Hiç şüphe yok ki, genç kimse, bu fitne saçan rezilliklerin peşine takılınca, derin bir bataklığa saplanıp kendini,kaybetmekte, yolunu şaşırmaktadır. Ahlakı değişmekte, doğru yolundan sapmakta, acemi ya da yabani hayvan gibi ne yaptığını, nereye daldığını bilmez hale gelmektedir.

    Artık bu durumda terbiyecilere, eğitimcilere düşen görev, öğüt ve sıkı bir iş ve çalışma devresine girmek, uyarı ve sakındırıcı yollara başvurmaktır. Bu yalnız terbiyecilere vacip değil, aynı zamanda terbiye etme hakkını yüklenen, bu sorumluluğu duyan herkese vaciptir. Sık sık gençlerin kulağına: "Yarı çıplak kadınlara, kırıtarak gezen kadınlara, etini teşhir' edenlere bakmak; fotoromanlar okumak, şehveti tahrik edip iç duyguları harekete geçiren cinsel konulu kitapları okumak, yine insanı şehvet alemine götüren, duyguları bu doğrultuya çekip kamçılayan çalgıları, nağmeleri dinlemek, kafayı ciddi konulardan alıp havai şeyler peşine takmayı sonuçlandırır, diye fısıldamaları gerekmektedir.

    Çünkü bu tür yayınlar ahlakı bozmakta, anlayışı zayıflatmakta, hafızayı kısırlaştırmakta, cinsel duyguları harekete geçirmekte ve kişiliği kaybettirmektedir.

    D) Boş Vakitleri Yararlı Şeylerle Doldurup Değerlendirmek:

    Terbiyeciler ve eğitimciler, çocuk boş kalıp bir işle meşgul olmadığı zaman kötü-yıkıcı düşüncelere, gerçekleşmesi zor hayallere dalar; cinsel konular üzerinde kafa yorup düşler kurar. Bu durumda eğer ergenlik çağına girmişse, ister istemez şehveti harekete geçer. İşte bu sırada başka tatmin olacak bir şey bulamayınca, mastürbasyona tevessül edecek, bu kötü adeti devam ettirmeye yönelecektir. Çünkü ancak böylece şehvetin azgınlığını teskin edebilir.

    O halde bu gibi hayal ve düşüncelere dalmasını önlemek için ne yapmak, nasıl bir çare bulmak lazımdır? Çare Şu Olabilir:

    Önce ergen olan çocuğa vaktini nasıl değerlendirebileceğini öğretmemiz, boş vakitlerini ne ile doldurup yararlı duruma getirmesi gerektiğini anlatmamız gerekmektedir.

    Vakti değerlendiren, boş zamanları yararlı şeylerle dolduran kitap, dergi, broşür ve benzeri birçok yayınlar vardır. Ayrıca bedeni güçlendiren, adaleleri kuvvetlendiren, insana sağlık kazandıran birtakım ölçülü spor hareketleri yapmalarını, ancak güvenilir, terbiyeli arkadaşlarla bu işi sürdürmeleri telkin edilir. Çok yararlı kitapları okumaya alışmaları ise bilgi ve kültürlerini artırıp genişletir. Bununla birlikte bazı el işleri, el sanatlarını öğrenmeleri, ahlakı güzelleştiren dini ders ve sohbetlere katılmalarını sağlamayı da ihmal etmemek gerekir.

    Bunlardan başka düşünceleri berraklaştırıp gıdalandıracak, ruhu arındıracak, bedeni kuvvetlendirecek, ahlakı yüceltecek şeylerle çocukların boş vakitlerini değerlendirmeye özen gösterilmelidir. Bunun için zihnin daima yüksek meselelerle meşgul edilmesi, aklın, kalbin ve duyguların olumlu ve faydalı çalışmalarda yoğunlaştırılması, yaratılış gayesinin daima hatırda tutulması, hayatın ve ölümün manasının devamlı olarak düşünülmesi, bütün vakit ve enerjinin sürekli ve başka şeylere yer bırakmayan yoğunluktaki faaliyetlere yönlendirilmesi, güzel hobi ve alışkanlıkların kazandırılması faydalıdır.

    E) İyi Huylu, Güzel Ahlaklı, Uyumlu Arkadaş Seçmek:

    Terbiyecilerin, eğitimcilerin önemle üzerinde duracakları bir husus da, ergenlik çağına girmiş bir çocuğa iyi ahlaklı, uyumlu arkadaşlar arayıp bulmak, seçip beğenmektir. Çocuk unuttuğu zaman ona hatırlatırlar, saptığı zaman ona doğru yolu gösterirler; düzenli olmaya çalıştığında ona yardımcı olurlar; başına bir dert, bir sıkıntı geldiğinde onu teselli edip iradesini güçlendirmeye çalışırlar.

    Denilebilir ki, sözünü ettiğin vasıfta arkadaş çok azdır, özellikle günümüzde bunlar parmakla gösterilecek kadar mahduddur. Öyle ama, hemen her mahallede ve yerde bu azları bulmak mümkündür, hepsi de simalarından tanınırlar, alınlarında secde eseri bulunuyordur; yüksek ahlaklarıyla diğer çocuklardan ayrılmakta ve ayırt edilmekteler. O halde bir gencin bu gibi arkadaş ve dostları bulup onlarla arkadaşlık kurması ne güzel olur! Böylece hayatın fitne ve fesadına karşı ona yardımda bulunurlar, sır vermeye layık güvenilir bir topluluk oluştururlar.

    Hiç şüphe yok ki, kişi yakın dostunun dini üzeredir; yakın arkadaş, kendi ölçüsündeki arkadaşına çoğu şeylerde uyar. Kuşlar ancak kendi şeklindeki kuşların kafilesinde yer alır. Resûlullah (a.s.) Efendimiz ne doğru buyurmuştur:

    "Kişi yakın dostunun dini üzeredir. O halde sizden her biriniz kimi yakın dost ediniyorsa ona dikkatle baksın." (Tirmizi)
    Bilinen bir gerçektir ki, ahlaksız, günahkar, asi ve müfsit kimseyle arkadaşlık eden kimseyi onlar eninde sonunda sapıklığa çekip götürürler, onu ancak derin çukurlara, bataklıklara iterler, onunla ancak kişisel çıkarlarından dolayı dostluk kurarlar, arkadaşlık ederler, ancak dünyevi yararlardan dolayı ona yaklaşırlar.

    O halde gençlerimiz, böylesine adi ve kötü arkadaş ve dostlardan sakınsınlar, şerli kişileri arkadaş edinmesinler. Salih bir dost, mümin bir cemaat bulmak ne saadet! Böylesine bir arkadaşlık ve dostluk her iki alemde mutluluğa ve ahirette kurtulmaya vesiledir. Allah (c.c.) kendi muhkem kitabında ne kadar doğru buyurmuştur:

    "O gün yakın dostlar birbirine düşmandır. Ancak takva üzere olanlar (Allah'tan korkup kötü kişilerden sakınan, iyileri dost edinenler) müstesna." (Kuran-ı Kerim, Zuhruf: 67.)

    F- İlmi ve Ameli Yönden Korunma Çareleri:

    1- Şehvet hislerini kamçılayıcı başı bozuk eserler değil, ciddi ve faydalı eserler okunmalıdır. İnsan hangi konuda eser okursa, düşünce ve duyguları az-çok onun tesirinde kalır. Mesela; kahramanlık eserleri okuyan, bunlara biraz devam ederse, kahramanlık hisleriyle yoğrulur. Ahlaki eserler okuyan, ahlak kaidelerine uyma arzusu gösterir. Aşk romanları okuyan, aşık olma hissini duyar.

    2- Dar pantolon veya dar şort giymemelidir. Cinsel organlarını sıkıştıracak kadar dar olan elbiseler, şehvet hislerini dürter. Bu da genci mastürbasyona davet eder. Zaten dar elbiseler insanı hiç rahat bırakmaz, sıkıntı verir. Sağlığını düşünenler, daracık elbiselere özenmemelidir.

    3- Kasık tüyleri iki-üç haftada veya ayda bir kere olsun temizlenmelidir. Bunların uzaması neticesinde kaşıntılar meydana gelir.
    4- Yatarken, bacaklar mümkün olduğu kadar açık tutulmalıdır. Zira cinsel organı sıkıştırılmazsa, şehvet hissi daha kolay kontrole alınabilir.

    5- Yatarken, ihtiyaç duyulunca hemen gidip su dökmelidir. İdrar sıkıntısı olduğu zaman, bunun yanı sıra şehvet hisleri de kabarır. Bu durumda gencin mastürbasyon arzusu uyanabilir. O halde hemen kalkıp su dökmek, yerinde bir tedbirdir.
    6- Şehvet hissi kabarıp mastürbasyon akla geldiği zaman, bu arzunun yatıştırılması için iyi bir çare de, cinsel organ bölgesinin soğuk suyla iyice yıkanmasıdır.

    Yıkanmak için banyoluğa giren gençler, çok defa burada -şartlar müsait olduğundan- mastürbasyon tehlikesiyle karşılaşırlar. Burada bundan korunmak için en güzel çare, hemen ilk anda belden aşağısını soğuk suyla yıkamak, hatta mümkünse bütün vücuduna soğuk su dökünmektir. Bundan sonra banyo muamelesine geçilmelidir. Önceden asla tenasül organı ellenmemelidir. Nefsine hakim olanlar için bunlar mesele değilse de, hislerine mağlup olanların bu hususlara dikkat etmesi gerekmektedir.
    Bazen şehvet hislerini tahrik edici, herhangi bir durum karşısında fazla duygulanan gençleri, az sonra kasık bölgelerinde -kanın fazla toplanmasından olacak ki- bir ağrı başlar. Bazen bu ağrı artarak yürümeyi dahi güçleştirebilir. Böyle bir durumda boşalma olursa bu ağrı geçer, fakat bu da gerekmez. Kasık bölgeleri soğuk suyla iyice yıkanırsa veya banyo yapılırsa, birkaç saat içinde bu durum kendiliğinden geçer.

    7- Bir işle meşgul olmalı, başıboş ve avare kalmamalıdır. Mastürbasyona en çok müptela olanlar, umumiyetle başıboş kalanlar, meşguliyeti az olanlardır.

    8- Sportif faaliyetlerde bulunmalıdır. Her genç, bünyesine uygun en az bir sporu mutlaka yapmalıdır. Maçları izlemek spor yapmak değildir.

    9- Bekarlık sırasında fındık, fıstık, çikolata, muz vs. gibi şehvet arttırıcı gıdalara düşkünlük gösterilmemesi iyi olur.

    10- Şehvet verici sohbetlerden uzak kalmalıdır. Aksilik ya... gençlerin ekseriyeti şehvet edebiyatını merak eder. Böyle olunca da edep yerleri onları rahat bırakmaz! Her şeye rağmen, şehvet azdıran bahislerden uzak kalmak gerek.

    11- Mastürbasyona başka türlü son veremeyen bekarlar, yaşları ve halleri müsaitse evlenmelidirler. Fakat... evlendikten sonra da bu illeti mutlaka bırakmalıdır. Evlilik esastır ama, icaplarını yerine getirmek de şarttır.

    G) Ailevi Yönden:

    1- Bekarlık hayatında mastürbasyona devam etmiş kimseler, evlilik hayatlarında cinsel münasebetlere gereken önemi vermeli, mastürbasyonu kesinlikle terk etmelidir. Bazı kimselerin evlilik hayatlarında dahi mastürbasyon ile meşgul olarak, eşlerinin cinsel ihtiyaçlarına ehemmiyet vermedikleri bilinen bir gerçektir. Kadın olsun erkek olsun, artık evlendikten sonra da bu illetin devam ettirilmesi, tamamen anormal ve aile saadeti için tehlikelidir.

    2- Mastürbasyon devresinden sonra evlenmiş kimseler, kavuştukları gül bahçeleri dururken, gübrelikte nefes harcamanın budalalık olduğunu iyice idrak etmelidirler.

    3- Buluğ çağındaki çocuklara, koruyucu öğütler verilmelidir. Mastürbasyona yakalanma devresi, ekseriya buluğ çağında başladığından, bu çağda onlara faydalı öğütler vermek, onları cinsel konularda hepten cahil bırakmamak lazımdır. Ne var ki, bu konular çok naziktir. Bu mevzularda öğretilen bilgiler, çocukların cinsel iştahlarını kamçılayıcı mahiyette değil, onları her türlü kötü ve zararlı cinsel faaliyetlerden uzaklaştırıcı ciddiyette olmalıdır. (Bunun da temeli, İslam terbiyesine dayanır.)

    4- Çocukları başıboş salıvermemeli, buluştukları arkadaşlarına dikkat etmelidir. Zira mastürbasyon ve diğer kötü alışkanlıklar, ekseriyetle çevredeki yaramaz çocuklar tarafından diğerlerine bulaştırılmaktadır.

    5- Hastane ve hapishane gibi kapalı yerlerde mecburen gün dolduranlar, mastürbasyonun, dertlerine dert katmaktan başka bir faydası olmadığını idrak etmelidirler. Mastürbasyonun, insan üzerinde bir üzüntü ve can sıkıntısı bıraktığı bilinmektedir. O halde aslen biraz üzgün olanların, üzüntü ve ezginliklerini, mastürbasyon ile daha da artırmaktan sakınmaları gerekmektedir.

    6- Gerçeklere bağlı kalarak, çocuklara, gençlere mastürbasyonun zararları ve korunma çareleri öğretilmelidir. Gençleri fazla korkutmamak ve ümitsizliğe düşürmemek şartıyla, ilmi ve terbiyevi mahiyette, mastürbasyon hakkında mühim gerçeklerin öğretilmesi gerekmektedir. Bu mühim vazife de daha ziyade hekimlere ve eğitimcilere düşmektedir.

    H) Dînî-manevi Çareler:

    1- Zaruret olmadıkça mastürbasyon yapmanın, günah ve ilahi cezaya müstahak olduğu idrak edilmelidir.

    2- Körü körüne mastürbasyon yapıp günaha girerek manevi değerini aşağı düşürmektense, biraz sabredip nefsin bu arzusunu yenmekle manevi cepheyi sağlamlaştırmak, insan için bir üstünlüktür.

    3- Oruç tutmanın şehvet hislerini yatıştırmak için önemli tesiri olduğundan, bazen oruç tutarak mastürbasyondan korunmak mümkündür. Böylece hem oruç sevabı, hem de mastürbasyondan uzaklaşma sevabı kazanılmış olur.

    4- Mastürbasyon edepsizliğinde bulunurken, bu halin Allah ve melekler tarafından görüldüğünü unutmamalı; mecbur kalmadıkça, bu vaziyette onlara görünmekten utanç duymalıdır!..

    Mastürbasyonu önlemenin -evlilik münasebetleri haricinde-kati bir çaresi mevcut değildir. Ancak bu meselede, gerçeklere vakıf olmak ve korunma çarelerine riayet etmek, gençlerin bu yoldaki arzularını frenleyebilir. Bunun için en başta, nefse ve cinsi hislere hakimiyet şarttır.

    Sonuç olarak: Mastürbasyon, devam edildikçe insanı kendine çeken, bırakıldıkça belası eksilen zararlı bir illettir. Hiç mastürbasyona bulaşmamak, yegane ve ideal tavsiyedir. Zaruret halinde istemeyerek yapılan mastürbasyonlar da, birkaç hafta arasında oluşan ihtilam (rüyada boşalma)ları önleyecek dereceye varmamalıdır. Zira bekarlıktaki cinsi ihtiyacın normal ve sıhhatli giderme yolu, ara sıra vuku bulan tabii ihtilamlardır.

    l) Tıbbi Öğütleri, Koruyucu Hekimliği Alıp Öğrenmek:
    Tabiplerin ısrarla üzerinde durduğu hususlardan biri de, iç dürtünün tesirini hafifletmek, şehvetin serkeşliğini frenlemek için şu tavsiyelere uyulmasıdır:

    1.Yaz mevsiminde soğuk su ile banyo yapmayı artırmak. Diğer mevsimlerde tenasül aletinin üzerine sık sık soğuk su dökmek.
    2.Sportif hareketleri çoğaltmak, beden eğitimine önem verip üzerinde ısrarla durmak.
    3.Şehveti tahrik edici mahiyette olan baharat ve benzeri şeylerden kaçınmak.
    4.Sinirleri uyaran çay, kahve benzeri meşrubatı terk etmek, ya da azaltmak.
    5.Et ve yumurta yemeği azaltmak.
    6.Sırt üstü, yüzü koyun uyumamak, sünnet sayılan sağ yan üzeri kıbleye yönelik olarak uyumak.
    İ) Son Olarak Da Şanı Yüce Allah (c.c.) Korkusu Şuurunu Uyandırmak:
    Herkesçe kabul edilen bir gerçek var ki, genç kişi vicdaninin derinliğinde, Allah'ın her an kendisini denetleyip gördüğünü, gizli açık her halini bildiğini, hain gözleri ve kalplerin gizli tuttuklarını da bildiğini düşünür ve bunun şuurunu taşırsa, çok sürmez kendi kendini denetlemeye başlar; bir işi, bir hizmeti noksan mı yaptı, aşırı mı gitti? Sapıttı mı, kaydı mı? Üzerinde O yüce kudretin kendisini denetlediğine inanır, kusur ve günah işlediyse veya aşırı gittiyse Allah'ın bu yüzden kendisini hesaba çekeceği, sapıttığında veya kayıp yanlış bir iş yaptığında kendisini cezalandıracağı inancı hakim olursa, şüphe yok ki, bu genç kendini helak edici yollardan ve fiillerden çirkin işlerden alıkoyar; her türlü kötülükten ve terbiyesizlikten sakınır.

    Bilindiği gibi, ilim ve zikir meclislerine hazır olmak, farz ve nafile namazlara devam etmek; geceleri insanlar uyurken kalkıp teheccüd namazı kılmak; sünnet ve mendup oruçlara devam göstermek; Ashab-ı Kiram ile Selef-i Salihin'in hal tercümelerini, hizmetlerini, ahlak ve faziletlerini dinlemek; ahlaklı faziletli kişileri arkadaş edinmek; mümin bir cemaatle irtibat halinde olmak; ölümü ve ötesini hatırlamak, bütün bunlar müminde Allah (c.c.) korkusunu, O'na karşı saygı ve sevgi duygusunu kuvvetlendirir. Allah'ın yegane denetleyici olduğunu idrak ettirir ve böylece Allah'ın azameti karşısında şuurlanmasını sağlar.
    O halde mümin gence layık olan şudur ki:

    Ruhunda Allah'ın denetlemede bulunduğu inancını kuvvetlendirip sözü edilen yolda yürümek, Allah (c.c.) korkusunu O'na olan sevgi ve saygı havası içinde kalbin derinliğine indirmektir. Ta ki, bir sürü oyalayıcı, aldatıcı şeyler onu kendi yörüngesinden koparıp başka bir yörüngeye sokmasın. Dünya hayatının ziyneti onu fitnelere düşürmesin, sakıncalı ve haram olan nesnelere dalmasın. Böylece Allah'ın şu buyruğunu iki gözünün üstüne koyarak yolunu aydınlatsın:

    "Artık kim dünya hayatını seçerek tercih etmişse, elbette Cehennem onun varacağı yerdir. Kim de Rabbinin (yüce) makamından korkmuş da nefsini havai şeylerden alıkoymuşsa, şüphesiz ki Cennet onun varacağı yerdir." (Kuran-ı Kerim, Naziât: 37-

  10. #10

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Medya ve Magazin Dünyası Cinselliği Neden Özendiriyor?
    Gençler sanat dünyasına özendiriliyor

    Bazı şeyler vardır, anlatmakla öğrenilemez; ancak yaşamakla öğrenilir. Yaşamayan bilmez. Çocuğa ateşin yaktığını ne kadar anlatırsanız anlatın, onu tatmadıkça, acısını hissetmedikçe gerçek manada ateşin ne olduğunu anlayamaz.

    Yaşamadıkça zararının tam olarak anlamanın mümkün olmadığı hususlardan biri de şöhret ve paradır. Bilhassa gençlerimiz bu iki arzuya kavuşmak ve “sanatçı” olmak için maddi-manevi pek çok değerlerini feda ediyorlar. Halbuki “Dışı seni, içi beni yakar” misali arzulardır bunlar.

    Bu arzuların zararlarını Sevgili Peygamberimiz bakınız kısa ve öz olarak nasıl ifade buyuruyorlar: “Mal ve şöhret hırsının insana vereceği zarar, iki aç kurdun bir koyun sürüsüne saldırdığı zaman vereceği zarardan daha çoktur.” “Bir vadi dolusu altını olan, bir vadi dolusu daha ister!” (Buhari, Rekaik 10)

    Akıllı insanlar, dinimizin bildirdiği nasihatlerden, başkalarının tecrübelerinden istifade etmesini bilirler. Küçük çocuklar ve ahmaklar ise kendileri tecrübe etmedikçe gördüklerine, başkalarının tecrübelerine inanmazlar.

    Şimdi sözün burasında şan-şöhret sahibi bir hanım sanatçımızın yaşadıklarını, şöhret ve paranın insanı ne hale getirdiğini kendi ağzından sunmak istiyorum. Bu röportajı magazin yazarı Kenan Erçetingöz yapıyor. Sanatçımız şu ibretlik sözleri söylüyor:

    “Bu para denilen illet, insanı hakikaten yoldan çıkartır. Yani deli gibi para harcarsın, 55 metrelik yat yetmez 75 metre alırsın. Evin içinde 10 hizmetçi yetmez 20’ye çıkarırsın. Budur yoldan çıkmak. Sokaktaki aç insanı unutuyorsun. Dinini unutmaya başlıyorsun. Ben hayatımda domuz eti yemedim, ama benim çevremdeki herkes domuz eti yiyordu ve ben bunu gördükçe midem bulanıyordu. Para bende, öyleyse güç bende oluyorsun. Yaratanını unutuyorsun. Ve O da bir gün sana öyle bir tokat atıyor, ‘kendine gel’ diyor.

    Şimdi, o lüks hayatı değil, eski günlerimi özlüyorum. Biz bir apartman dairesinde, üç oda bir salon bir dairede oturuyorduk. Keşke o kadar paramız olmasaydı. Keşke tekneler, uçaklar hiçbiri olmasaydı. İşte insanlara bunu anlatamıyorum.

    Manevi duygularını yitiriyorsun. Maddi duygular ön plana geçiyor. Nerede olduğun değil, kiminle olduğun önemli. Sen bir çadırın içinde çok sevdiğin bir insanla yaşıyorsan, o çadır sana saray gibi gelir. Ama sen bir sarayın içinde tek başına yaşıyorsan o saray sana hapishane gibi geliyor. Yani maddiyat öne çıktıkça kibirleniyorsun. İnsanları hor görmeye başlıyorsun. Yani bu para denilen illet, insanı hakikaten yoldan çıkartıyor.”

    Bunlar bir sanatçının ağzından dökülen ibretlik ifadeler. Satır aralarındaki pişmanlık ifadelerini eminim siz de yakalamışsınızdır. O yüzden gençlerimize şunu söylüyoruz: “Gençler, aman dikkat! Ekranlarda gördüğünüz ışıltılı hayatlara sakın özenmeyin.”

    Geriye pişmanlıklar, günahlar ve acılar kalabilir

    Ünlü manken ve sinema oyuncusu Yaşar Alptekin’in “Namazla Yeniden Doğdum” ismiyle kitaplaştırdığı dönüş hikâyesi de ibretlerle dolu... İşte onun dilinden dökülenler:

    “Mankenlerin ve sanatçıların şöhret oldukları dönemde nasıl yaşadıkları, ne yaptıkları çok ilgi çeker ve merak edilir. Ama ya sonra?

    Çoğu kez unutulur gider. Hele de eskiyen mankenlere hayatın ne yaptığıyla bugünlerde, bunca debdebe arasında kaç kişi ilgilenir ve kaç kişi böylelerinin yaşadıklarından süzülüp kalanlardan kendisine bir ders çıkarır, bilemiyorum. Tek bildiğim, bu dünyaya geldim ve gidiyorum.

    Bazen büyük bir toplulukta, bir camiada tek kişinin yaşadığı her şey, orada bulunanların tamamının yaşadığı ve yaşayacağı her şeyin özeti olabilir. Çünkü şöhret, tek kişilik bir hayat değildir! Şöhret, bir insanın bedeninde kalabalıkların bir yöne doğru akışı gibidir. Alkışlayan ya da yuhalayan o kalabalıklar, size, yani şöhretinize bakarken, kendilerinde yaşadıkları ve yaşayamadıkları her şey adına yapıyordur bunları.

    Bu hâldeyken geriye dönüp hayatıma göz attığımda, çevremdeki bazı kişilerin biraz da alaycı bir üslupla sordukları, ‘Yaşar Alptekin bu kadar iş yaptı, bu kadar popüler oldu; ona şöhret, para, kadın, itibar ve her türlü nimet sunuldu. Peki, o şimdi bunlardan neye sahip oldu, elinde avucunda ne kaldı geriye’ sorusuna tüm kalbimle verdiğim cevap şu:

    Öncelikle ben bu âleme sahip olmaya değil, şahit olmaya geldim. Benim için çok şeye sahip olmaktan ziyade, en az şeye ihtiyaç duymak önemli. Eski hayatımdan bugüne pişmanlıklar, günahlar ve acılar kaldı. Bunun bilincinde olup tövbe ederek kazandığım tecrübelerle hidayet yolunda ilerlemek, Rabbimin bana bağışladığı en büyük lütuf…

    Benim yaşadıklarımı okuyan gençlerin, ‘Aaa, biz de 30'a-40'a kadar gönlümüzce yaşayıp sonra hidayete erip sıyrılırız’ demelerinden korkuyorum! Çünkü bu hayatta kimsenin yarın ne olacağı belli değil…

    Ayrıca ben, eski hayatımdaki para, şöhret, kadın gibi, gençlerin ilgi duyacağı imkânları elimdeyken terk ettim. Benim bulunduğum mankenlik ve oyunculuk ortamında 50-60 yaşına kadar aynı hayatı sürdürenler var. Ben, ‘Artık bu şekilde yaşayamam, yaşım da ilerledi. Bari hidayete ereyim’ diye düşünmedim. Tam tersine, 42 yaşındaydım ve pekâla aynı hayatı sürdürebilirdim. Ancak imanın, namazın ve Allah'a kul olmanın güzelliği, geçmişimdeki her türlü çekicilikten daha cazip ve tatlı geldi.

    Dünüm ve bugünümle yaşadığım her şey, inişlerim ve çıkışlarım bana gösterdi ki, aldığım her nefes bir sonraki nefesle birlikte hükmünü yitiriyor... Hayat da bir podyuma benziyor. Moda dünyasında düzenlenen defilelerde nasıl her elbiseyi giyip çıkartıyor ve yeni kreasyonlarla yeni yeni elbiseler taşıyorsak, alıp verdiğimiz her nefes de tıpkı üstümüzde taşıdığımız farklı elbiseler gibidir.

    Bilhassa genç kardeşlerime sesleniyorum; çünkü gençler, sanat ve sinema dünyasındaki ışıltılı hayata özenebiliyorlar... Eğer o hayat, insanı mutlu etseydi, eğer aklını, ruhunu, kalbini, duygularını doyursaydı, ben o debdebeli ve tantanalı yaşamı bırakıp Yunusvari, dervişane bir hayata sığınmazdım...

    Yanlış anlamayın! ‘İslam'ı yaşamak’ demek, dünyayı, sanatı, eğlenceyi bırakmak demek değil; sadece seçici olmak, dinimize uygunluğuna dikkat etmek demek. Zaten meşru daire, ***fimize ve zevkimize yeter; haram eğlencelere girmeye hiç gerek yok...

    Ben de mankenliği, televizyonu ve sinemayı tamamen terk etmedim; ama seçici davranıyor, dinimize uygun olmasına dikkat ediyorum. Sonuçta sanat da bir tebliğ aracı değil mi? Hakkını vererek, ihlasla yaparsak sevap bile kazanabiliriz!”

    “Basın hürriyeti” ifadesi altına sığınıyorlar

    Ne yazık ki günümüzde açık saçıklık ve ahlaki hassasiyetlerin kaybedilmesi adeta modernliğin ön şartı olarak kabul ediliyor. “Bu müstehcendir, edebe aykırıdır, zararlıdır” gibi tepkiler gösterenler de gericilik ve çağ dışılıkla suçlanıyor. Bu yaklaşım, müstehcenlikle mücadelede Türkiye’nin en büyük açmazlarından birini oluşturuyor.

    Dünyanın her yerinde basın ve medya hürdür, sansür edilemez. Basın hürriyeti, medyanın doğru, tarafsız ve güvenilir yayıncılık yapmasının teminatıdır. Bu anlamda, basın özgürlüğü, basın kuruluşlarına tanınmış bir ayrıcalık değil, halkın anayasal bir hakkı olan “haber alma özgürlüğünün” bir gereğidir.

    Ancak, müstehcen muhtevalı yayınlar sadece haberlerle sınırlı değil. Reklamlar, diziler, filmler ve bir çok programın basın hürriyeti ile ne ilgisi olabilir ki?

    Müstehcen muhtevalı yayınların denetlenmesi basın hürriyetini kısıtlamaz. Basın hürriyeti, müstehcen içerikleri ne kadar yayınlayabildikleriyle ölçülemez. Çünkü müstehcen içerikler olmadan da yayıncılık yapılabilir. Nitekim toplum değerlerine uygun çerçevede yayın yapan birçok gazete, dergi, televizyon ve radyo mevcuttur.

    Medya kuruluşları, müstehcenlikle mücadeleyle ilgili yasal düzenlemelere “basın hürriyeti engelleniyor” şeklinde karşı çıkmak yerine, önce kendilerine bakmalı; toplum düzenini, kültür ve değerlerini gözetip gözetmediklerini düşünmelidirler.

    Keza, yasalar basın ve medyaya hürriyet tanımış, fakat bu kuruluşların kamu hizmeti yapan kuruluşlar olduğunu da belirtmişlerdir. Kamu hizmeti sunan yayınlar, kültür ve değer paylaşımını sağlayan, birlik ve beraberliği pekiştiren nitelikte olmalıdır. Bu çerçevede, müstehcen muhtevalı yayınlar, kamu
    hizmeti anlayışına da ters düşmektedir

Sayfa 8/10 İlkİlk 12345678910 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •