Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 6/10 İlkİlk 12345678910 SonSon
92 sonuçtan 51 ile 60 arası

Konu: islamda evlilik ve cinsel hayat

  1. #51

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Gusül Abdesti Nasıl Alınır?
    Gusül (Boy Abdesti)
    Gasl, yıkamak demektir. Gusül ve iğtisal da, yıkanma anlamını taşır. Din deyiminde gusül: Bütün bedenin yıkanmasıdır, boy abdesti alınmasıdır. Buna taharet-i kübra (büyük temizlik) denir. Böyle bir temizliği gerektiren hal cünüplüktür. Ayrıca kadınların hayız ve nifas kanlarının sona ermesidir. Cünüplük hali ise, aşağıda açıklanacağı üzere, şehvetle meninin atılmasından ve cinsel ilişkiden meydana gelir.

    Guslü Gerektiren Haller:

    a. Cünüplük: Cinsî münasebet, ihtilam ve ne şekilde olursa olsun meninin vücut dışına çıkması boy abdestini gerektirir.

    b. Hayız ve Nifas (Lohusalık): Hayız ve nifas hali sona erince gusül farz olur.

    Şehvetle yerinden ayrılan ve şehvetle dışarıya atılan bir meniden dolayı gusletmek gerekir. Şehvetle yerinden aynlıp, şehvet kesildikten sonra dışarıya atılan meniden dolayı da, İmamı Azam ile İmam Muhammed'e göre, gusletmek gerekir. Fakat İmam Ebu Yusuf'a göre gusül gerekmez.

    Rüyada şehvetle ayrılan bir meninin, şehvet kesildikten sonra dışarıya akıtılmasını sağlamak için tenasül organını tutmak ve sonra dışarıya akıtmakta, misafir ve soğukta bulunanlar için İmam Ebu Yusuf görüşünü seçmekte kolaylık vardır. Bu yönden bu görüşün tercih edilmesini uygun görenler vardır. Bakmak ve dokunmak suretiyle şehvetle gelen meniden dolayı da gusletmek gerekir.

    Cinsel ilişki halinde sünnet yerinin veya o kadar bir kısmın duhulü ile, buluğ çağına ermiş erkek ve kadının gusletmeleri gerekir. Meninin gelip gelmemesine bakılmaz. Bunlardan yalnız biri buluğ çağına ermiş ise sadece ona gusül gerekir, diğerine gerekmez. Ancak buluğ çağına yaklaşmış bir devrede ise, yıkanmadan namaz kılmasına izin verilmez. Namaza devam için taharette tedbirli olmak lazımdır. Bu ve buna benzer hangi haller olursa olsun ihtiyat olan yol gusletmek suretiyle şüpheli hallerden sakınmaktır.

    Uykudan uyanan kimse, yatağında, çamaşırında veya bedeninde bir yaşlık görünce bakılır: Eğer rüyada cinsel ilişkide bulunduğunu hatırlıyorsa, gusletmesi gerekir. Yaşlığın meni olup olmamasında şüpheye düşmesi bir önem taşımaz. Ancak ihtilam olduğunu hatırlamadığı takdirde, yaşlığın mahiyetinin ne olduğu üzerinde durulmaz ve gusül gerekmez. Çünkü akıntının şehvetle geldiği bilinmemektedir. Bu mesele İmam Ebû Yusuf'a göredir, İmamı Azam ile İmam Muhammed'e göre, gelen akıntının mezi olduğunu anlıyorsa, gusl etmesi gerekmez. Fakat meni olduğunu biliyor veya şübheye kapılıyorsa, gusletmesi gerekir. İhtiyata uygun olan da budur. Onun için fetva buna göredir.

    Yatağından uyanıp kalkan kimse, ihtilam olduğunu hatırladığı halde, tenasül organında bir yaşlık görse gusletmesi gerekir. Ayakta veya oturduğu yerde uyuyan kimse, uyanıp da bu organında bir yaşlık görse, bakılır: Eğer bu yaşlığın meni olduğuna kanaati varsa veya uyumadan önce bu organı hareketsiz bir halde idi ise, gusletmesi gerekir. Fakat böyle bir kanaati yoksa ve tenasül organı da önceden uyanık durumda idi ise, gusletmesi gerekmez. Bulunan yaşlığın mezi olduğuna hükmedilir. Çünkü organın uyanık olması, mezinin çıkmasına sebeb olur.

    Sarhoş veya bayılmış olan bir kimse uykusundan uyanıp da, kendisinde meni bulacak olsa, gusletmesi gerekir. Mezi bulacak olsa yıkanması gerekmez.

    İdrarını yaparken, tenasül organı uyanık olduğu halde meni gelse, yıkanması gerekir. Organ uyanık olmayınca; gusletmek gerekmez, çünkü uyanıklık şehvetin bulunmasına delildir.

    Bir erkek veya bir kadın rüyada ihtilam olsa da, meni dışarıya çıkmış olmasa, yıkanmak gerekmez. İmam Muhammed'e göre, böyle bir kadının ihtiyat olarak yıkanması gerekir. Çünkü kadından çıkacak bir sıvının yine ona dönmesi ihtimali vardır.

    İhtilam olan veya cinsel ilişkide bulunan bir kimse, idrarını yapmadan veya çokça yürümeden veya yatıp uyumadan yıkansa da, sonra kendisinden meninin arta kalan kısmı çıkacak olsa, ikinci kez yıkanması gerekir. Fakat idrarını yaptıktan veya epeyce yürüdükten veya uyuduktan sonra şehvetsiz olarak gelecek meni guslü gerektirmez. Çünkü bu durumda o meni, yerinden, şehvet olmaksızın ayrılmış bulunur. Yine bir kadından, yıkandıktan sonra, kocasının menisi çıkacak olsa, tekrar gusletmesi gerekmez.

    Bir yatakta yatıp uyuyan iki kimse, uyandıkları zaman ihtilam olduklarını hatırlamayarak yatakta meni gibi bir yaşlık görseler veya kurumuş meni görüp de o yatakta kendilerinden önce başka bir kimse yatmış olsa bu durumda meninin kime ait olduğu bilinmese, her ikisinin de ihtiyaten yıkanması gerekir.

    Şehvet olmayıp da döğülmeden, ağır bir yük kaldırmadan ve yüksek bir yerden düşmeden dolayı meni gelmesiyle gusül gerekmez.
    (İmam Şafî'ye göre bu hallerde de gusül gerekir.)

    Yerinden şehvetle ayrılan bir meni, bedenin dışına veya dış hükmünde olan yere çıkmadıkça gusül gerekmez.

    Bakire bir kızın bekaretini yok etmemek sureti ile yapılan bir ilişkide meni gelmeyince gusül gerekmez; çünkü bekaret, sünnet yerine kadar duhule engel olmuş demektir.

    Cünüplük, hayız veya nefselik (loğusalık) halinde iken, gayrimüslim bir kadın veya gayrimüslim bir erkek ihtida etse, gusletmesi farz olur. Hayız veya nefseliği son bulmuş olsa da, yıkanmamış bulunsa, yine gusül gerekir. Fakat yıkanmış bulunan veya henüz cünüplük, hayız ve nefselik haline düşmemiş olan erkek veya kadın gayrimüslim ihtida etse, yıkanması mendub olur.

    Gusül Nasıl Yapılır:

    Gusletmek isteyen bir kimse önce besmele okur ve : "Niyet ettim Allah rızası için gusletmeye" diye niyet eder. Elleri bileklere kadar yıkadıktan sonra edep yerlerini temizler. Bundan sonra sağ avucuyla ağzına üç kere su alır ve her defasında ağzını boğazına kadar gargara şeklinde çalkalar. Oruçlu ise boğazına su kaçmamasına dikkat eder. Sağ avucuyla burnuna, genzine kadar 3 defa su çeker, her defasında sol eliyle burnunu temizler. Bundan sonra tıpkı namaz abdesti gibi abdest alır.

    Abdest aldıktan sonra önce başına, sonra sağ, daha sonra da sol omuza 3'er defa su döker ve vücudunu yıkar. Suyu her döküşte elleriyle vücudunu iyice ovuşturur. İğne ucu kadar kuru yer kalmaksızın vücudun her tarafını güzelce yıkar. Gusülde bıyık, saç ve sakal diplerine suyun iyice işlemesi için ovuşturulur. Göbek boşluğu, küpe delikleri dikkat edilerek yıkanır. Böylece gusül abdesti almış oluruz.

    Guslün Farzları:

    1. Ağza su alıp boğaza kadar çalkalamak.

    2. Burna su çekip yıkamak.

    3. Bütün vücudu ıslanmayan yer kalmayacak şekilde yıkamak.

    Guslün sünnetleri:

    1. Gusle niyet etmek.

    2. Besmele ile başlamak.

    3. Bedenin bir tarafında pislik varsa onu önceden güzelce temizlemek.

    4. Avret yerini yıkamak

    5. Gusülden evvel abdest almak.

    6. Bedenine 3 defa su dökmek ve suyu bedenin her tarafına ulaştırmak.

    7. Su dökünmeye baştan başlamak, sonra sağ omzuna, sonra sol omzuna dökmek ilk defa döktüğü zaman bedeni ovmak ve suyu bedenin her tarafına ulaştırmak.

    8. Ayağının olduğu yere su birikirse, abdest aldığı zaman ayak yıkamasını sonraya bırakmak.

  2. #52

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Halvet-i Sahiha
    Halvet, kelime anlamıyla bir yerde yalnız kalmak anlamına gelir. Sahih halvet ise, eşlerin hiç kimsenin göremeyeceği ve istekleri dışında kimsenin göremeyeceği ve istekleri dışında kimsenin giremeyeceği kapalı veya kapalı sayılan bir yerde yalnız kalmaları demektir. Bazı bakımdan zifafla aynı sonuçları doğurmaktadır. Hükmü zifaf diyebileceğimiz bu durumda da kadının mehrin tamamı üzerindeki hakkı kesinleşir.

    Karı ve kocanın birinde cinsel ilişkiyi engelleyen bir durum bulunmazsa halvet sahih olur. engel ya hastalık, küçüklük, çelimsizlik gibi fert bir durum veya farz olan namaz, farz olan oruç, hacda ihramda bulunma, hayız ve nifas gibi şer'i bir hüküm olabilir. Yanlarında kör, uykuda çocukta, biri olsa ve yukarıdaki engellerden bir bulunursa halvetin sağlığını bozar. İktidarsızlık halvet mani değildir.

    Sahih halvet, gusül almayı, kızların erkeğe haram olmasın üç talakla boşanmış eşin ilk kocasına dönüşünü ve mirasçı olmayı gerektirmez. Sadece iddet beklemeyi, nafaka ve mehri gerektirir.

    Sahih bir evliliğin ardından mehir borcunun doğabilmesi için evlenen kadın zifaf için hazır olmalı ve aralarında sahih halvet vuku bulmalı ve taraflardan birisi nikahtan hemen sonra ve ve zifaf veya halvetten önce ölmüş bulunmalıdır.

    Nikah akdi yapıldıktan sonra, fakat zifaf veya sahihi halvetten önce bir ayrılık vuku bulursa ayrılığa kimin sebep olduğuna bakılır. Eğer ayrılığa erkek sahip olmuşsa mehirin yarısını kadına ödemelidir. Kadın olmuşsa bir şey gerekmez.

  3. #53

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hamile Eşle İlişkide Bulunmak
    Hamileliğin devamı süresince ilişkide bulunmak helaldir.

    Doğum öncesinde ilişkiyi yasaklayan açık bir ilahi buyruk yoktur.

    Eşler, aralarında zararsız bir ilişki metodu geliştirebileceklerinden, olmaması da tabidir.

    Ancak, hamile eşin özel durumu sebebiyle belirli sürelerle de olsa tıp bilginlerinin yasaklayacağı ilişkiyi, dini bir yasak şeklinde değerlendirebiliriz.

    Değerlendirmeliyiz de. Zira Allah'ın ve peygamberlerinin bildirileri ve kesinlik kazanmış hususlarda tecrübeye, daha genel bir ifadeyle ilim verilerine uymak, İslami bir kuraldır.
    Hastalıklı Eşle İlişkide Bulunmak
    Ay hali ve loğusalık dışında cinsel görevlerin ertelenmesini mazur gösterebilecek tek geçerli sebep ise hastalıktır. Ancak her hastalık ve her derece hastalık pek tabiidir ki sebep gösterilemez.

    Dindar veya ilmi ideolojiyle yorumlayan mütehassıs doktorların ilişkiyi zararlı buldukları durumlarda hastalık, hiç şüphesiz erteletici makul bir sebeptir.

    Tedavi süresince ilişkiye girilmemesi gerekir

  4. #54

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hanımınızla İyi Geçinmek
    Sual: Beş vakit namazını kılan ve tesettürlü yani saliha hanımım var ancak ev işlerinde çok gevşektir. Ütüyü geç yapar, çamaşırları geç yıkar. Yemekleri tatsız tuzsuzdur. Bunu bırakıp da dört dörtlük birisi ile evlenmem uygun mudur?

    Cevap: Din kitaplarında yazıyor ki, kadın çamaşır yıkamaya, yemek pişirmeye ve hatta çocuğuna bakmaya mecbur değildir. Mecbur olmadığı işlerde onu, çamaşırcı, aşçı, hizmetçi gibi kullanmaya kimsenin hakkı yoktur. Yer yüzünde dört dörtlük kadın olmaz. Hepsinin iyi yönü olduğu gibi kötü yönü de olabilir. Bir atasözü var: "Elin karısı ele kız, elin tavuğu ele kaz görünür derler." Kadından çok şey beklemek, dini bilmemenin alametidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:

    «Kadın, eğri kaburga kemiğinden yaratıldı. Hiç bir şekilde tam doğru olamaz. Onu doğrultmaya çalışırsan kırarsın. Kırılması boşanması demektir.» (Buhari)

    Kurân-ı Kerîm'de, insana gelen musibetlerin, günahları sebebiyle geldiği bildiriliyor. Fudayl bin İyad hazretleri, «Eşim huysuzluk yapınca, dine aykırı bir iş yaptığımı anlardım. Hemen o şeye tövbe edince, eşimin huysuzluğu da giderdi. Böylece tövbemin kabul edildiğini de anlardım» buyurdu. O halde, Müslüman erkek, eşi ile iyi geçinir.

    Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
    (Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allah-u teâlânın size emanetidir. Allah'ın emanetine yumuşak olun, iyilik edin!) [Müslim]

    şu halde kimin emaneti olduğunu düşünmeli, Allah'ın emanetine hıyanet etmemeli.

    Erkek, hep kendini kusurlu görmeli, (Ben iyi olsaydım, o böyle olmazdı) diye düşünmeli. Eşinin iyiliğini, iffetini Allah-u teâlânın büyük nimeti bilmeli. Onun huysuzluklarına iyilikle muamele etmeli, iyiliği çoğalıp, her işi seve seve yapınca, ona dua etmeli ve Allah-u teâlâya şükretmeli. Çünkü, uygun bir kadın büyük bir nimettir. İyi davranmak, sadece hanımı üzmemek değil, onun verdiği sıkıntılara da katlanmak demektir. Yani bir erkek, ben iyi bir kocayım diyorsa, hanımından gelen sıkıntılara katlanması gerekir. Hadis-i şerifte, «Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Eyyüb aleyhisselam gibi mükafatlara kavuşur.» buyuruldu. İyi Müslüman olmak için hanım ile iyi geçinmek şarttır. Allah-u teâlâ, «Onlarla iyi, güzel geçinin!» buyuruyor. (Al-i İmran 19)

    İyi geçinme, güzel geçinmek, ne demektir? İyi erkek, sadece eşine kötülük etmeyen değil, eşinden gelen sıkıntılara da katlanandır. Eğer bir erkek, eşinden gelen sıkıntılara katlanamıyorsa, iyi birisi olduğunu iddia edemez, buna hakkı da yoktur.

    Mürşid-i kâmil olan büyük zatlar, talebelerine, "Hanımını üzeni sevmeyiz. Allah-u teâlâ evin içini hanıma vermiştir. Bir erkek evin içine ne kadar çok karışırsa, dünyada ve ahirette o nispette çok sıkıntı çeker” buyururdu. Üç hadis-i şerif meali şöyledir:

    «İman yönünden en üstün mümin, hanımına, en iyi davranandır.» (Tirmizi)

    «Eşine güler yüzle bakanın defterine bir köle azat etmiş sevabı yazılır.» (R. Nasıhin)

    «Eşinin haklarını ifa etmeyenin namazları, oruçları kabul olmaz.» (Mürşid-ün-nisa)

    Erkek, eşinin yemeğine karışmaz, temizliğine karışmaz, ütüsüne, eşyaları düzenlemesine karışmaz. Onun dünyası evidir. İstediğini yapar. Yemek yapmamışsa, olsun peynir ekmek yeriz demesi gerekir. Tuzlu tuzsuz yapmışsa ses çıkarmaz. Yemek yanmışsa hiç görmemesi gerekir. Eğer erkek bunları yaparsa, kadın kocasına hayran olur, kendisi utanır, düzeltmeye çalışır. Aksine niye böyle yapıyorsun denirse, iş çığırından çıkar. Kadın zayıftır, tez üzülür, tez sevinir, çok şeyi bir anda silip atar. Bütün iyiliklerini unutur. Bunun için boşama hakkı erkeğe verilmiştir. Erkekten daha dirayetli, kadın olmaz mı; elbette olur, ama istisnalar kaideyi bozmaz.

    Yine büyük zatlar buyuruyor ki:

    «Hanım, evde hizmetçi değil, sultandır. Hanımını üzmek akıllı insanın yapacağı iş değildir. Bir Müslüman hanımını nasıl üzer, akıl almıyor. Aklı olan karı koca, birbirini üzmez. Hayat arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alametidir. Zalim, huysuz kimsenin eşi, devamlı üzülerek sinirleri bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler bozulunca, çeşitli hastalıklar hasıl olur. Hayat arkadaşı hasta olan bir eş, mahvolmuş, mutluluğu sona ermiş demektir. Eşinin hizmet ve yardımlarından mahrum kalmıştır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona doktor aramakla, ona alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu felaketlere, bitmeyen sıkıntılara kendi huysuzluğu sebep olmuştur. Dizlerini dövse de, ne yazık ki bu pişmanlığının faydası olmaz. O halde; eşine yapılacak huysuzluğun zararı kendine olur. Ona karşı, hep güler yüzlü, tatlı dilli olmaya çalışmalı! Bunu yapabilen, rahat ve huzur içinde yaşar, Allah-u teâlânın rızasını da kazanır!»

    Kadın, erkek iyi geçinmek için yalan söyleyebilir. Bir hadis-i şerif meali:

    «Erkek, eşini, eşi de, beyini idare etmek için yalan söylerse günah olmaz.» (Müslim)

    İbn-i Erkam hazretleri, Hazret-i Ömer'e, «Eşim, bana sevmediğini söyledi. Beni sevmeyen bir kadınla birlikte yaşayamam, ayrılmak istiyorum.» dedi. Hazret-i Ömer, kadına sordu:
    - Kocana, seni sevmiyorum dedin mi?
    - Evet dedim.
    - Niçin?
    - Bana sordu. Ben de yalan söyleyemedim. Yoksa burada yalana izin var mıdır?
    - Elbette burada yalan söylemeye izin vardır. Bir kadın, kocasını sevmese de, onu üzmemek için, yalan söylerse günah olmaz.

    Hanımı idare etmek, onu haramdan korumak, neşelendirmek birinci vazife olmalıdır. Evliya zatlar buyuruyor ki:

    «Talebeye ne yapılırsa, hocasına gider. Evlada yapılan bir şey, babaya yapılmış gibidir. İyilik de kötülük de.»

    O halde büyükleri üzmemek için saliha hanımla iyi geçinmek zorundayız. Saliha hanım, bulunmaz nimettir, Cennet nimetidir. Cennet nimetinin kıymetini bilmek, muhafaza etmek her Müslümanın vazifesi olmalı. Çocukları kavgalı, stresli bir ortamda yetiştirmemeli. Yarının büyüğü olarak yetiştirmeli. Ivır zıvır şeylerle bu hayatı kendimize, çoluk çocuğumuza zehir etmemeliyiz. Problemli ailelerin çocuklarıyla kimse oğlunu kızını evlendirmek istemez. Bu da ayrı bir konu.

    Bütün sıkıntılar ölümü unutmaktan, hak ve hukuka riayet etmemekten yani dine uymamaktan ileri gelir. Bir zat anlatır:

    Bir gün bana bir arkadaş geldi. Hanımı ile hiç geçinemiyormuş. Evde her gün basit şeyler yüzünden tartışma oluyormuş, bıkmış bu tartışmalardan, artık ondan ayrılmak istiyordu. Bunların münakaşaları yüzünden iki taraf aileleri de birbirine girmiş. Hanımı bunun tarafına, bu da hanımının tarafına düşman vaziyette. Kanlı bıçaklı deniyor ya aynen öyle imişler. Yine bir gün perişan bir vaziyette geldi, hiçbir nasihat dinleyecek halde değildi. Ya Rabbi, ben buna ne diyeyim diye düşündüm. Sonra ona, “Ayrılsan da fark eden bir şey olmayacak, bir ay kadar ömrün kaldı, ne istiyorsan git yap” dedim. Bu sözü duyan arkadaş şok oldu, rengi attı, yine perişan bir durumda çıkıp gitti.

    Sonra arkadaşlardan ve kendisinden dinlediğim için ne yaptığını anlatayım. Kapıdan çıkar çıkmaz özel kalemdeki arkadaşlarla helalleşmeye başlamış. Rastladığı herkesle helalleşiyormuş. Eve gidince kavgalı hanımına, "Hatun, gel" demiş, "bunca zamandır seni üzdüm, sana iyi kocalık yapamadım, istediğini alamadım, hakkına riayet edemedim, ne olur beni affet, bana hakkını helal et" demiş. Tabii bunu ağlamaklı diyor, gerçekten diyor.

    Hanımı bakmış, Allah Allah, bu adama ne oldu da böyle şeyler yapıyor, acımış ona, bey demiş, sen hakkını helal et, ben hep edepsizlik yaptım, seni çok üzdüm demiş. Başlamışlar ağlamaya, sarılıp ağlaşmışlar. Sonra adam, kavgalı olduğu kayınpederlerine gitmiş. Aynı şekilde onlardan ağlamaklı olarak özür dilemiş, size iyi evlatlık yapamadım, hizmet edemedim, ne olur beni affedin, hakkınızı helal edin demiş. Onlar da şaşırmışlar, yavrum demişler, sen hakkını helal et, biz büyüklük yapamadık, sizi hoş göremedik, sizin aranızı çok zaman biz bozduk. Sen bizi affet, hakkını helal et diyerek ağlaşmışlar. Sonra hanımı da bunun kavgalı olduğu annesine babasına gitmiş. Aynı şekilde o da onlardan özür dilemiş, size iyi gelinlik yapamadım, çok edepsizlik ettim, sizi çok üzdüm demiş, helallik istemiş. Onlar da aynı şekilde mahcup olup, asıl sen bizi affet hakkını helal et, biz büyüklük yapamadık, sizi çok üzdük demişler, sarılıp ağlaşmışlar. Evde ise her gün sanki Cennet hayatı yaşıyorlar. Karı koca birbirlerine hizmet ediyor, terlik vesaire getiriyorlarmış. Bir dedikleri iki olmuyormuş.

    Ama arkadaş, benim sözümü hiç söylememiş. Bir ayın dolması için günleri sayıyormuş. Günler yaklaştıkça bunun iyiliği artıyormuş, geceleri ibadeti artıyormuş. Bunun iyiliği artınca hanımının da ve ailelerin de iyiliği artıyormuş. Derken bir ay dolmuş. Ha bugün öleceğim derken, nedense ölmemiş. Kesin bir ay denmedi, bir ay kadar dendi, belki birkaç gün daha var diye düşünmüş. Birkaç gün daha beklemiş, yine ölmemiş. Sonra yanıma geldi, odadan içeri girince, "Efendim ben ölmedim" dedi. Ne ölmesi dedim. Efendim siz bana demiştiniz ki bir ay kadar ömrün kaldı, o bir ay doldu ama ben ölmedim. Kardeşim, ben senin ne zaman öleceğini bilemem, ama şunu biliyorum, ölüm var, bir gün elbette öleceksin. Ölecek adam kavga niza ile hayatını zehir etmez. şu andaki hayatından memnun musun dedim. Evet hiç tartışmamız olmuyor dedi. Haydi böyle devam edin dedim. İki çocukları oldu, gül gibi geçinip gidiyorlar. Bütün mesele ölümü unutmamak. Ölümü unutunca ne oluyor, unutmayınca ne oluyor bu açık bir örnek.[1]

  5. #55

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hanımların Sevâba Ortaklığı
    Ensâr'dan Esmâ binti Zeyd (r.anhâ) birgün Resûlullah (s.a.v.)'ın huzûruna geldi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ashâbı ile beraberdi. Şöyle konuşmaya başladı: "Anam babam sana fedâ olsun Yâ Resûlallâh! Ben, kadınların sözcüsü olarak sana geldim. Allâh-u Teâlâ seni hem erkeklere, hem de kadınlara gönderdi. Biz sana ve inandığın Allâhü Teâlâ'ya inandık. Ancak bizler, evlerimizde kısmen mahsur durumdayız. Evlerinizde oturur, çocuklarınıza bakar ve hacetlerinizi gideririz. Siz erkekler ise, bazı husûslarda bize üstün tutuldunuz. Cuma ve cemaat namazlarına katılır, hasta ziyâret eder, cenâzelerde hazır bulunur, hacceder ve umre yaparsınız. Bundan da mühimi, Allah yolunda cihâd edersiniz. Siz hac, umre ve cihâd için yola çıktığınızda, mallarınızı korur, elbiselerinizi dokur, çocuklarınızı terbiye ederiz. Bütün bunlarla ecir ve hayırda size ortak olabilecek miyiz?" diye sordu. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.) ashâbına döndü ve; "Dînine ait hususlarda, bundan daha güzel soranı işitti-niz mi?" buyurdu. Ashâb da 'Bu kadar beliğ ve güzel söyleyebilecek başka biri olsun sanmıyoruz.' dediler. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) sonra Hz. Esmâ'ya dönerek; 'Ey kadın, şunu bil ve ardındaki kadınlara da bildir ki, bir kadının, kocasının isteklerini yerine getirmesi, bu ibâdetlere hazırlanmasında ona yardımcı olması, onunla güzel geçinmesi, erkeklerin bütün bu saydığın ecirlerine denktir.' buyurdular. Hz. Esmâ (r.anhâ) da sevinçle döndü.

  6. #56

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hayatı Belden Aşağı Düşürüp Uçkura Endeksleyen Medeniyet
    Muhammed Şamil
    Batı'nın sefih medeniyetinin en mühim özelliği, hayatı cinselliğe, zevke ve şehvete indirgemesidir. Belden aşağıya indirgenen bu hayatın her karesinde, her sözünde, her mesajında, film, sinema, tiyatro, sanat, edebiyatında hayvânî ve nefsi bir yaşam tarzı meydana gelmiştir.
    Tesis edilen bu belden aşağı medeniyette bütün sanayiler hep belden aşağı odaklı olmuş, hayatın lezzetini, zevkini, sefahatini ve mutluluğunu belden aşağıya bağlamışlar, bu zevk odaklı, lezzet odaklı,sefahat odaklı medeniyetin küçük zail, cismani, süfli lezzetleri yüzünden nice hakiki mutlulukların, daimi saadetlerin, mühim zevklerin farkına varamamışlar, nice mutluluk adına, lezzet adına hayvanlık sınıfına girmişler, kalbin safi sevinçlerin, ruhun halis sürurlarını alamamışlar, nice şirin nimetlerden mahrum kalmışlar, bu mahrumiyetin neticesi olarak divane başı bozuk sürüler yığınlar halini almışlar.
    Maalesef şimdi bu belden aşağı medeniyetin sefahati ve zehri Müslümanlara da sirayet etmiş, ellerindeki elmas hazineleri hükmünde olan değerleri ulviyetten sufliyete, helalden harama, kulluktan isyana doğru kaydırarak eldeki imanî lezzetleri, Kurani mesûduyitleri, ruhani sürurları, ilmi edepleri, zikri sükunetleri, elemsiz zevkleri, saadet hazinelerini ve mutluluk mücevherlerini bir kenara bıraktırıp batının hayvani, cismani, nefsânî, behimi ve şeytanı zevklerinin avcısı, dilencisi ve müşterisi yapmış..
    Müslümanlar için hazcılık, zevkçilik ve cinsellik öyle bir noktaya gelmiş ki lezzetleri elde etmek yada tatmak meselesi ibadetten, kulluktan, insanlıktan şükürden daha büyük bir mesele olmuş, cismani lezzetlerin tatmin olması için ruhun daimi sürurlarından mutluluklarından vazgeçilmiş, nefsin tatmin olması için,kulluktan ibadetten vazgeçilmiş, küçük, zail, çürük lezzetler uğruna,Allah'tan, peygamberden, imandan, ahiretten ve cennetten vazgeçilecek seviyeye gelinmiş..
    Bu seviyesizlikle, vurdumduymazlığın ve nemelazımcılık bizi Allah'tan Peygamber'den Kuran'dan, Ahiretten, İmandan ve İslam'dan vazgeçirecek seviyeye gelmiş, bu değerlerimizi yok edecek, zevklerimizin kaynağı membaı nereden gelmiş diye bakmayı unutmuşuz..
    Sevdiğimiz şeyleri Allah, Peygamber ve din mi bize sevdirmiş yoksa şeytan ve nefis mi hep göz ardı etmişiz.
    Sevdiğimiz şeylerin helalliği, haramlığını ve şüpheli olup olmadığını araştırıp öğrenmez olmuşuz.
    Sevdiğimiz ve müştak olduğumuz şeyleri din tasvir ediyor mu diye akletmeyi, fikretmeyi unutmuşuz.
    Sevdiğimiz şeylerin kaynağı İslam mı, yoksa Batıdan mı bize geçmiş umursamaz olmuşuz.
    Sevdiğimiz şeyler Allah'ın kitabı Kur-anda var mı?. Peygamberin sünnetinden var mıdır, hayatında uygulamış mıdır merakı ve sadakatini yitirmişiz.
    Sevdiğimiz şeyler bizim amellerimizi götürür mü, bizi harama itiyor mu, bizi şüpheli şeylere sevk ediyor mu kaygısını gereksiz görmüşüz.
    Sevdiğimiz şeyler bizi insanlıktan, imandan İslam'dan çıkarıp hayvanlık, azgınlık, canavarlık sahillerine yaklaştırır mı muhasebesinden uzaklaşmışız.
    Sevdiğimiz şeyler kalbi, ruhu, vicdanı mı daha çok memnûn ediyor yoksa nefsî ve şeytanı mı mukâyesesini yapmaktan kaçmışız.
    Sevdiğimiz şeyler nefis hesabına mı seviyoruz yoksa Allah hesabına mı diye ayırt etmemişiz,
    Sevdiğimiz şeylerde vasat olan orta yolu mu tutmuşuz yoksa ifrat olan başkalarının da hakkını hukukunu çiğneme ihtimali olan yolu mu araştırmaz olmuşuz.
    Sevdiğimiz şeyler vicdanımız ve aklımızı ve ruhumuzu yaralıyor mu, imanımıza ilişiyor mu diye kitapları karıştırmayı unutup, akıl ve mantığımıza göre hareket eder olmuşuz,
    Sevdiğimiz şeylerin fetvasını İslam âlimlerinden, fıkıhtan mı öğrenmemiz gerekir yoksa bana göre mantığına göre hareket tarzı sergileyerek cahilane bir yol ile kendi kafamıza göre mi hareket etmemiz gerekir. Sorgusunu yapmayı unutmuşuz.
    Bu hayatı başıboşluğa ve serseriliğe ve dinsizliğe ve gayesizliğe mahkum eden sorgusuz, başı boş, unutulmuşluk, vurdumduymazlık, boş vermişlik, nefsi körlük, lezzet ve zevk perestlik gibi zafiyet ve hastalıklarından Müslüman bir an önce kurtulmalıdır. Onunda tabiî ki manevi cihazâtları, hissiyatları kuvveleri ve hassaları var, bu da sevdikleri, muhabbet ettikleri fantezisi, şehveti, arzuları, emelleri ve istekleri olmasını iktiza eder; ama bu cihazâtı maddi ve manevilerin meyillerini, isteklerini helal yol ile terbiye etmeli, İslâmî kriterlere göre şekillendirip muamele etmeli, istikamet vermelidir.
    Müslüman, cinsel öğretileri ve ahlaki eğitimine İslam'ın ilahi ve nebevi olan nurani ve hikmetli düsturlarına göre yön vermeli, hayatını tanzim etmeli,ve şekillendirmelidir. Batının çirkef sefih, kuralsız hayvani, inançsız,yasaksız, iğrenç cinsel öğretilerine göre, hareket etmemeli,
    Müslüman cinselliği batının yalancı, sahtekar, ahlaksız, imansız, ruh hastası bilim adamları ve uzmanlarından değil Peygamberin nurani ve nebevi sünnetinden öğrenip tatbik etmelidir.,
    Müslüman ahlakı İslam'ın nurlu ve nûrânî kaynaklarından öğrenmeli, baştan aşağıya kadar iffet, haya, edep, fazilet ile donatılmış alimlerinden ve velilerinden talim etmelidir. Batının sefih, ruhsuz, cansız, inançsız ahlaki kurallarına göre eğitmemelidir. Yoksa Cinselliğin nezâheti gittikçe kirlenmeye, nezâfeti gittikçe çirkinleşmeye başlar.
    Müslüman batının çirkin ve necim olan fantezilerine ve hayatına merak salmamalı, ailenin, insanlığın ve İslamiyet'in düşmanı olan cinsel sapkınlıklarla dolu öğretilerinden uzak durmalıdır.
    Müslüman yeme, içme giyinme vb gibi ihtiyaçlarını hayvani bir seviyede değil insanı ve İslâmî bir seviyede görmelidir.
    Müslüman, ef'allerinde, ahvâllerinde ve etvârlarında İslam'ın kriterlerini gözetmeli, Batı'nın dinisiz kriterlerini tatbik etmemelidir.
    Müslüman batıdan ithal müstehcen filmlerine, çıplak kamplarına, karışık yaşam tarzına, fuhuş ve zina yüklü, isyan yüklü, küfür yüklü zulumatlı oyunlarına ve hayatlarına merak salmamalı, İslam'ın nurlu, nûrânî ve mübârek helâl hayat tarzını yaşamalı, ***fine kâfî gelecek daire dışına taşmamalı,
    Müslüman batının sömürü odaklı, modasını, kozmetiğini, hal ve tavırlarını hayatına yansıtmamalı, ruhunu kalbini aklını bunlara hapsetmemeli,
    Müslüman hayatını tuvalet,yatak ve mutfak arasına hapsetmemeli, bütün hayatını midesine ve şehvetine hizmetkar kılmamalı, himmetini milleti ve dini için kullanmalı,
    Müslüman batının sefih zihniyetine takılarak sefahatin, hayvani zevklerin, şehvetinin, kuralsız yasaksız arzuların,ardından değil, yüksek ideallerin, ulvi gayelerin, yüksek fikirlerin peşinde koşmalı,
    Müslüman, hayatını sefih çağdaşlar ve batılılar gibi belden aşağıya mahkum etmemeli,uçkur sevdasına ocaklar yuvalar,namuslar yıkmamalı, herkesin namusunu mukaddes bilmeli, kirletmemeli,
    Müslüman, ahlaki ve cinsel öğretileri sadece salt hazcılık ve zevkçilik amacı ile değil yaratılışın gereği ve fıtratın iktizası ölçüsünde öğrenmelidir.
    Müslüman, hissiyatlarını ve letaiflerini hayır yönü için kullanmalı şerre istimal etmemelidir.
    Müslüman, cinselliği hayvanlığa indirgememeli hayvanlar gibi münasebetler ve durumlara girmemelidir.
    Müslüman, İslamiyet'in ona çizdiği sınırlarla iktifa etmeli,helal dairesinin ***fe kafi geleceğini düşünmeli, kanat ve sabrı bilmeli, İslam'ın haramlık ve helallik çizgilerini aşmamalıdır.
    Müslüman, cinselliğin asıl amacının tenasül olduğunu neslin çoğalması olduğunu bilmeli, o ilişki zahmetine mukabil olarak verilen lezzet ücretine kanaat etmeli,haram mecralara kaymamalıdır.
    Müslüman, bedenin o kadar gizli ve cinsel tatmin için imkanları varken, gidip kadının veya erkeğin boşaltım sistemleri,necaset kapıları ve kanalizasyon ağızlarından lezzet ve zevk arayarak medet ummamalı, fosseptik çukurundan necaset çeken vidanjöre benzememeli,
    Müslüman, ruhun kalbini aklın hissiyatların manevi lezzetlerini bedenin cismani hayvani lezzetlerine feda etmemeli,
    Müslüman, Peygamberin getirdiği yüksek ahlakı bırakıp batının çirkin ve alçak hayvani ve nefsânî zehirli bal hükmündeki lezzetlerine müşteri olmamalı,
    Müslüman, kendisini helal olmayan yada şüpheli veya mekruh olan bir ilişki türüne, şartlandırmayıp sabırlı olması gerekir, neticesinde ki lezzete değil haramlık, şüpheli, mekruhluk gibi durumları göz önünde bulundurarak kaçınması gerekir ,
    Müslüman, hayatı belden aşağıya düşürmeden izzetle ve şerefle yaşamalı, hayatı uçkura ve cinselliğe endekslenmeden devam ettirmelidir.
    Müslüman, Alemlere rahmeti olarak gönderilen Peygamber efendimizin bize tavsiye ettikleri ile yetinmeli, onun yetindiği ve kanaat ettiği mutluluklarla mutlu olmayı bilmeli..onun getirdiği nurani düsturlarla hayatını turlandırmalı, ilmin, ibadetin, kulluğun, İslam'ın, zikrin, şükrün lezzetlerini almak için gayret göstermeli böyle yaptığı takdirde peygamberin asrı saadette yaşadığı ve yaşattığı halis sürurları, safi sevinçleri, hakiki saadetleri ve şirin nimetleri ruhunda, kalbinde ve hayatında yaşar. Böylelikle evler haneyi saadet evlerine, asrı da saadet asrına döner.eğer peygamberin nurani düsturlarını tatbik etmezse, iktifa ettiklerine itimat edip onun getirdikleri ile yetinip ,kanaat etmezse evini zindana, boşanmalara, ihanetlere, hayatını şekavete ve felaketlere düçar edecek.

  7. #57

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hayızlı Kadının İbadeti
    Kategori: İslam'da Evlilik ve Cinsel Hayat
    Hayız ve nifas hâlinde olan bir kadının namaz kılması ve Kur'an okuması haramdır. Peygamber Efendimiz, hayızlı, loğusa ve cünübün Kur'an okuması ile ilgili şöyle buyurmuştur; “Hayızlı kadın ve cünüp olan kimse, Kurân'dan bir şey okuyamaz” buyurmuşlardır.[1] Ayrıca Hz. Ali (r.a.) de şöyle demiştir: “Allah Resülünü cünüplüğün dışında Kur'an okumadan bir şey alıkoymazdı.” [2] Dolayısıyla bu hadisler cünüp ile hayızlı Kur'an okuyamayacağı hususunda önemli bir delildir.[3]

    Bu hadislerden hareketle İslam alimlerinin çoğunluğu hayızlı kadının Kurân'dan, Kur'an okuma maksadıyla bir ayet bile okuyamayacağını söylemişlerdir. Aynı zamanda bunlar bu halde iken Kur'an ayetlerini de yazamazlar. Bu konuda Tevrat, İncil ve Zebur da Kur'an gibidir.[4]

    Fatiha, dua niyetiyle okunabilir. Ayrıca Kur'andaki duaya benzeyen ayetler de Kur'an okuma niyetiyle değil de dua maksadıyla okunabilir. Mesela; "Rabbena atina fiddünya haseneten ve filahireti haseneten ve gına azabennar" gibi.

    Aynı şekilde sevinçli bir haber duyan bir kimse “Elhamdülillah” diyebilir. Üzücü bir haber duyan da “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” diyebilir.[5]

    İmam Malik'e göre hayızlı kadın mazeretli olduğundan ve Kur'an okumaya da muhtaç olmasından dolayı cevaz vermiştir. Ancak hayız kanı kesildikten sonra gusletmeden önce okuyamaz.[6]

    Diğer yandan zikir çekebilir dua edebilir. Bunlara bir mani yoktur. Hatta özel günlerindeki bir bayanın kıbleye doğru oturarak zaman zaman tesbih çekmesi dua etmesi isabetli bir davranış olur böylelikle adet gördüğü günlerinde bu şekilde manen beslenmiş olur.

    Hayızlı ve nifaslı kadınların veya cünüplerin kunut vesaire gibi çeşitli duaları okumalarında, tesbih ve tehlil kelimelerini söylemelerinde ve Hazret-i Peygambere salât ve selâm getirmelerinde hiçbir mahzur yoktur. Hayız ve nifaslı halde olanlar, Kur'an-ı Kerîm'i okuyamamakla beraber, onu dinleyebilirler.

    Kur'an Kursu öğretmenliği yapan bir kadın, hayız hâlinde öğretim işini yardımcısına yaptıracaktır. Yardımcısı yoksa Hanefî ulemasından Kerhî ve Tahavî'ye göre öğretimini devam ettirecektir. Kerhî: Öğretmen hanım hayız hâlinde kelime kelime, Tahavî ise, yarımşar âyet söylemekle öğretim yapılmasında 'beis yoktur' demişlerdir.

    Netice itibariyle İslam alimlerinin çoğunluğu Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezhebine göre hayızlı ve cünüp olan Kur'an ayetlerinden okuyamaz.[7][8]

    ÂDETLİ KADININ ORUCU ve NAMAZI
    Allah Teâlâ, şöyle buyurur:

    وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْمَحِيضِ قُلْ هُوَ أَذًى فَاعْتَزِلُوا النِّسَاءَ فِي الْمَحِيضِ وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتَّى يَطْهُرْنَ فَإِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ أَمَرَكُمُ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ التَّوَّابِينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرِينَ

    “Sana kadınların âdet halini soruyorlar De ki, o bir eziyettir Âdet günleri onları rahat bırakın; temizleninceye kadar da yaklaşmayın Tertemiz oldular mı, onlara Allah'ın size buyurduğu yerden yaklaşın Allah tevbe edenleri sever, tertemiz olanları da sever” (Bakara 2/222)

    “Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın” emri, âdetli kadının temiz sayılmadığını gösterir Namaz için abdesti veya boy abdestini şart koşan âyet şöyle biter: “… Allah size güçlük çıkarmak istemez ama; sizi temiz kılmak … ister” (Mâide 5/6) Âdetli kadın temiz sayılamadığından namaz kılması mümkün olmaz. Bu sebeple namazdan sorumlu tutulamaz Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez” (Bakara 2/286)

    Ümmü Habîbe binti Cahş, kandan şikayet edince Allah'ın Elçisi şöyle demişti: “Hayzın seni engellediği süre içinde namaz kılma; sonra yıkan ve namazını kıl” [9]

    Âdetli kadın namazdan sorumlu olmayınca onu kaza etmekten de sorumlu olamaz. Muâze dedi ki, Aişe'ye sordum, dedim ki:

    ما بال الحائض تقضي الصوم ولا تقضي الصَلاة ؟ فَقَالَتْ: أحَرُورِيَّةٌ أنْتِ؟ قلت لست بحرورية ولكني أسأل قالت كان يصيـبنا ذلك فَنُؤْمَرُ بقَضَاءِ الصَّوْمِ وَلا نُؤمَرُ بِقَضَاءِ الصَّلاةِ

    “Neden adetli kadın oruç tutuyor da namaz kılmıyor?”

    “Sen Harûriyye [10] misin?” dedi “Hayır, Harûriyye değilim ama soru soruyorum” deyince şöyle dedi: “Bizim başımıza bu olay gelince orucu tutmamız emredilirdi; ama namazı kılmamız emredilmezdi.” [11]

    İnsanları yanıltan kazâ (قضى) kelimesidir Bu kelime, Kur'an ve Sünnette ibadetler için kullanılmışsa "eda" yani ibadeti zamanında yapma anlamındadır ( فإذا قضيتم مناسككم) “Hac ibadetini tamamladığınızda” [12] (فإذا قضيتم الصلاة) “namazı kıldığınızda”[13] demek olur [14] el-Feyyûmî (ö 770/1368-69) [15] şöyle demiştir: “Alimler, ibadetlerde kazayı, vaktinin dışında yerine getirilen, edayı da vaktinde yerine getirilen için kullandılar Bu, kelimenin sözlük anlamına aykırıdır ama iki vakti ayırmak için oluşturulmuş bir terimdir.” [16] Aişe validemiz zamanında böyle bir terim olmadığı için onun kullandığı (قضى) kelimesine eda anlamı vermek gerekir

    Kaza kelimesi ile ilgili olarak İbn Teymiye şöyle der: Kaza (القضاء), Allah'ın ve Resulü'nün sözlerinde ibadeti vaktinde tam yapmayı ifade eder. Şu ayetler, bunu gösterir:

    فإذا قضيت الصلاة فانتشروا فى الأرض وابتغوا من فضل الله

    “Namaz tamamlandığı zaman yeryüzüne dağılın ve Allah'ın ikramından arayın” [17]

    فإذا قضيتم مناسككم

    “Hac ibadetini tamamladığınızda” [18]

    Fakihlerden bir kısmı daha sonra kaza sözünü, vaktinin dışında yerine getirilen, eda sözünü ise vaktinde yerine getirilen ibadete has terimler haline getirdiler Resulullah'ın sözünde böyle bir şey asla yoktur Hem diyorlar ki, “Kaza sözü bazen eda anlamına kullanılır” Böylece kelimenin Kur'an-ı Kerim'in indiği zamanki anlamını pek az kullanılır diye gösterirler Bu sebeple Peygamberin şu sözü ile neyin kastedildiğini tartışırlar: “فما أدركتم فصلوا وما فاتكم فاقضوا وفى لفظ فأتموا” “yetiştiğinizi kılın, yetişemediğinizi kaza edin; bir rivayette tamamlayın” O, bu sözlerden hiç biriyle ibadetin vaktinden sonra yapılmasını kastetmemiştir Aslında Şari'in sözünde ibadetin vakti dışında yapılması ile ilgili bir şey bulunmaz Ancak vakit iki türlüdür; biri genel, diğeri özürlüler için özeldir Uyuyanın uyanınca, unutanın da hatırladığı zaman namazını kılması böyledir Bu, Allah'ın onlar için belirlediği vakittir, diğerleri için ibadet vakti olmaz.[19]

    Aişe validemiz “orucu tutmamız emredilirdi…” dediğine göre âdet kanı oruca engel değildir Zaten Bakara 187'de orucu bozan şeyler; yeme, içme ve cinsel ilişki olarak belirtildikten sonra şöyle denmiştir: (تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلَا تَقْرَبُوهَا) “Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır; onlara yaklaşmayın” (Bakara 2/187) Âdet kanının orucu bozduğunu söylemek sınırları aşmak olur

    Oruc'un Arapçası savm=صوم dır Savm, imsak yani kendini tutma, kendine engel olma anlamına gelir. Oruç tutan, kendini yeme, içme ve cinsel ilişkiden engeller.[20] Âdet kanı ise engellenebilecek bir şey değildir Bu sebeple de onu orucu bozan bir şey saymak mümkün olmaz

    Baştaki âyet, âdet halini eziyet saymıştır Eziyet insana sıkıntı veren şeydir Hastalık da bir eziyettir Zaten kadınlar âdet halini hastalık sayarlar Allah Teâlâ hasta ve yolculara oruç tutmama ruhsatı verdikten sonra şöyle demiştir: وَأَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ “bilseniz oruç tutmanız daha hayırlıdır” (Bakara 2/184)

    Ramazanda oruç tutmama ruhsatını kullanan hasta, o günlerin orucunu daha sonra tutar Âdetli kadın da öyledir Oruç tutmama, onun için de ruhsattır Eğer âdet hali oruca engel olsaydı kadın, âdetli günlerinde kılamadığı namazları daha sonra kılmadığı gibi tutamadığı oruçları da daha sonra tutmazdı

    Fakihler, âdetli kadının Ramazan'da oruç tutmasını yasaklar sonra da kaza ettirirler Edasını yasakladıkları bir ibadetin kaza edilmesini isterken hangi delile dayandıklarını söylemezler Hâlbuki Allah, oruç ibadetini, diğer ibadetlerden farklı olarak genişçe anlatmış ve şöyle demiştir:

    تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلَا تَقْرَبُوهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ آَيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

    “Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır; onlara yaklaşmayın Allah âyetlerini insanlara böyle açıklar, belki sakınırlar” (Bakara 2/187)

    Allah Kur'ân'da orucun sınırını belirlemiş ve âdeti oruca engel görmemiştir Peygamberimizden de böyle bir rivayet yoktur Öyle ise âdeti oruca engel görmek sınırlara yaklaşmak değil, onları aşmak olur Buna da kimsenin hakkı yoktur

  8. #58

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hulle ve Hulleci
    Bir İslâm hukuku terimi olarak; üç talakla boşanmış olan bir kadının, eski kocasına yeniden dönebilmesi için, üçüncü bir erkekle usûlüne göre evlenip, ölüm veya boşanma ile bu ikinci evliliğin sona ermesi ve kadının eski kocasına helâl hâle gelmesi işlemi demektir.

    İslâm hukuku kocaya mutlak boşama yetkisi vermiştir. Kadın da tefvîz yoluyla boşama yetkisine sahip kılabilir. Prensip olarak, karısını boşayan onunla yeniden birleşebilir. Ric'î (cayılabilir) talakla boşama hâlinde iddet süresi içinde, yeniden nikâh akdine gerek olmaksızın evlilik devam edebilir. Üç defa boşanmışsa artık kadının bir üçüncü erkekle muteber bir şekilde evlenmesi ve bu ikinci evliliğin talak, fesih veya ölümle ortadan kalkmış olması şarttır. İşte koca ile eski karısı arasındaki, bu geçici yasağı ortadan kaldırmaya yönelik muâmelelere tahlîl; "helâl kılma", "helâlleştirme" veya "hulle" adı verilir.

    Hulle'nin dayanağı âyet ve hadistir.

    Kur'ân-ı Kerîm'de; boşamanın iki defa olduğu, bundan sonra, ya iyilikle tutmak veya güzellikle salıvermek gerektiği belirtildikten sonra (Bakara, 229) bir sonraki âyette şöyle buyrulur: "Yine erkek, karısını (üçüncü defa olarak) boşarsa, ondan sonra kadın kendinden başka bir erkeğe nikâhlanıp varıncaya kadar ona helâl olmaz. Bununla beraber, eğer bu yeni koca da onu boşarsa onlar (birinci koca ile aynı kadın) Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarını zannederlerse (iddet bittikten sonra tekrar) birbirine dönmelerinde her ikisi hakkında bir sakınca yoktur" (Bakara, 2/230).

    Bu âyette ve İslâm'ın diğer hükümlerine göre, meşrû bir hullenin şartları şunlardır:

    1) Bir defada veya ayrı zamanlarda üç kere boşanan kadın iddetini tamamlayacak.

    2) Bundan sonra, başka bir erkekle, sahih nikâhla evlenecek

    3) Evlendiği ikinci kocasıyla zifaf meydana gelecek.

    4) Ölüm veya boşama suretiyle bu ikinci evlilik sona ermiş bulunacak.

    5) Kadın, ikinci kocadan olan iddetini tamamlamış olacak.

    Ancak bu şartlar yerine geldikten sonra bir erkeğin üç defa boşadığı karısıyla yeniden evlenmesi mümkündür.

    İslâm'dan önceki Arap toplumunda erkek, karısını dilediği kadar boşar ve yeniden ona dönebilirdi. Evlilik yuvasını zayıf düşüren bu uygulamayı İslâm üçle sınırladı. Üç defa boşanan eşlerin artık barışma ve evlilik hayatını sürdürme arzuları azalmış demektir. Buna rağmen yine de evlenmek isterlerse, yuvayı İslâmî ölçüler içinde sürdürme konusundaki kanaatleri güçlü ise, hulle'den sonraki devrede yeniden evlenmeleri mümkün ve câizdir.

    Ancak üçlü boşamadan sonraki hulle şartı veya cezası taraflara ağır geldiği için, gerçekte 5-6 ay gibi iddet sürelerinden önce gerçekleşemeyecek olan hulleyi, anlaşmalı yollarla çok kısa süreye sığdırma uygulamaları görülmüştür. İşte İslâm'a saldırmak için tenkit malzemesi olarak kullanılan ve bazılarınca hûlle-i şer'iyye kapsamında değerlendirilmek istenen hulle, bu sonuncusudur.

    Üçlü boşama ile karısını boşayan koca, başka bir erkekle anlaşır, o da nikâhtan hemen sonra kadını boşayacağını taahhüt ederse, acaba bu şekildeki anlaşmalı evlilik karıyı ilk kocasına helâl kılar mı? Bu konuda, İslâm hukukçuları arasında görüş ayrılığı vardır.

    Hanefiler dışındaki çoğunluk İslâm hukukçularına göre, anlaşmalı nikâh geçersizdir. Kadın, bununla ilk kocaya helâl olmaz. Dayandıkları deliller şunlardır

    Hz. Peygamber, anlaşmalı nikâh yapana (muhallil) ve yaptırana (muhallelün leh) lânet etmiş ve birincisine "kiralık teke" tabirini kullanmıştır.

    Abdullah bin Abbas, Hz. Peygamber'e, anlaşmalı nikâh yapanın durumunu sormuş O, söyle cevap vermiştir: "Hayır, ancak isteyerek yapılacak nikâh helâl kılar, hileli nikâh değil, Allah'ın kitabı ile alay da değil. Sonra, ikinci erkeğin kadınla cinsel ilişkide bulunması da gerekir"

    Rıfaael Kurazî'nin karısı Hz. Peygamber'e gelmiş ve "Rifâa beni kesin olarak üç talakla boşadı. Ben de Abdurrahman b. Zubeyr ile evlendim. Ancak onda ki de (cinsel uzuv) çaput çıktı" demiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) tebessüm ederek; "Yani yeniden Rifaa'ya mı varmak istiyorsun? Ama sen, bunun (Abdurrahman'ın) balcağızından (cinsel organı), o da senin balcağızından tatmadıkça olmaz" buyurmuştur. Burada, bir sahâbe kadının kocası ile ilgili en mahrem konuyu açıkça sorduğu ve Nebi (s.a.s)'in de bu soruyu normal karşılayarak hükmü ne ise Onu bildirdiği görülmektedir.

    Hanefilere ve bazı Şafiîlere göre ise; anlaşmalı nikâh mekruhtur. Bâtıl değildir. Hulle için konuşulan "şu kadar süre, şu kadar para karşılığı evli kalma, ondan boşanma şartıyla evlenme vb. şartlar yok sayılır ve nikâh sürekli olarak meydana gelir. Hadîslerde, anlaşmalı nikâh yapana "muhallil"; helâl kılıcı, meşrû hâle getirici denmesi, akdin sahih olduğunu gösterir. El-Evzâîden şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Anlaşmalı nikâh yapan ne kötü yapmıştır, ancak bununla birlikte bu nikâh câizdir"

    Anlaşmalı evlilik gerçekte ilk kocaya gerekli teminatı sağlamaz. İkinci koca, nikâh akdinden sonra fikir değiştirerek, boşamaktan vazgeçse buna çare bulunmaz. Ancak kadın da boşama yetkisi almışsa, (tefvîz-i talâk) bunu kullanabilir.
    İslâm hukukunda boşanma, özellikle erkek bakımından çok kolaylaştırıldığı için, bu yola sıkça başvurulur ve boşama irâdesi usûlüne uygun olarak açıklanır açıklanmaz hukukî sonuçlarını doğurur. Açıklanan iradeden rucû da mümkün olmaz. Beşerî hukuklarda ise, boşanma davası sonuçlanıncaya kadar davacı eş her zaman davadan vazgeçebilir

  9. #59

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hurmet-i Musahere
    Hurmet-i musahere, herhangi bir kadına, unutarak ve yanılarak da olsa şehvetle dokunmakla hasıl olan durumdur.

    Bir kadının herhangi bir yerine şehvetle dokunmak, unutarak ve yanılarak bile olsa, (Hurmet-i musahere)ye sebep olur. Yani o kadının neseb ile ve süt ile olan anası ve kızları ile, torunları ile o erkeğin evlenmesi, kızın da, oğlanın oğlu ve torunları ile ve babası ile evlenmesi ebedi haram olur.

    Mesela,
    1.Bir erkek, kayınvalidesinin elini öperken şehvetlense, hurmet-i musahere vaki olur. Hanımı kendisine ebedi haram olur.
    2.Bir gelin de kayınpederinin elini öperken veya başka şekilde dokununca şehvet hasıl olursa yine hurmet-i musahere hasıl olur. Yani bu kadına kocası ebedi haram olur.
    3.Bir baba ile kızı veya torunu yahut bir anne ile oğlu veya torunu arasında hurmet-i musahere olursa, karı-koca birbirine ebedi haram olur. (Bezzâziyye)
    4.Şafiî mezhebinde hurmet-i musahere yoktur.
    Evli hanefiler arasında hurmet-i musahere olursa, sadece nikah ve talakta Şafiî mezhebine göre nikahlarını tazelemeleri gerekir. Böyle bir ihtiyaç halinde başka bir mezhebi taklid caiz ve gerekir. (Hadika)

    Bir anne oğlunu, bir baba kızını kucaklayıp sevebilir mi? Bir ölçüsü var mıdır?

    Bir anne, büyük de olsa oğlunu kucaklayabilir. Ancak insanlık îcâbı, hiç düşünmediği hâlde, bir şehvet hâsıl olursa hurmet-i musâhere denilen durum ortaya çıkar. Kayınvâlide de dâmâdını kucaklarken şehvet hâsıl olursa yine hurmet-i musâhere olur. Anne ve kayınvâlidede bir şey olmayıp oğlunda veya dâmâdında şehvet hâsıl olursa yine hurmet-i musâhere olur. Yedi yaşından büyük, gösterişli kız ile de, hurmet-i musâhere olur. 15 yaşındaki kız, yüz yaşındaki dedesi ile de hurmet-i musâhere olabilir. Kızın ve ihtiyârların şehveti, kalbinin meyletmesi demektir.

    Hurmet-i musâhere gibi herhangi bir tehli***i önlemek için, anne oğlunu, baba kızını severken dikkatli olmalıdır. Çocukların ana-babalarının ellerini öpmeleri kâfidir.

    Hurmet-i musâhere, ana-baba ile olduğu gibi yabancı insanlarla da olur. Meselâ herhangi bir yabancı kadına şehvetle dokunmak, unutarak veya yanılarak bile olsa, hurmet-i musâhereye sebep olur. Yanî o kadının anası ile ve kızları ile o erkeğin evlenmesi Hanefî ve Hanbelî mezhebine göre harâmdır. Bir kız da, bir erkeğe şehvetle dokunsa, o erkeğin babası ve oğlu ile evlenmesi harâm olur.

  10. #60

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Hz. Fatıma'nın Düğün ve Zifafı
    Peygamber Efendimiz Hz. Fatıma'yı hazırlamalarını, müminlerin annesi Ümmü Seleme(R.A.) ile azat etmiş olduğu cariyesi Ümmü Eymen'e (R.A.) emretti. Hazırlık tamam olunca, kır renkli bir deveyi zamanın icaplarına göre süsleyip hazırladılar. Cenab-ı Fatıma validemizi deveye bindirip ipini Selman-ı Farisi'nin eline verdiler ve Hz. Ali'ye: "Ya Ali, Fatıma gelin olarak evinize gönderildi. akşam namazından sonra ben de geleceğim, beni bekleyin" buyurdular. Akşam olunca Resul-i Ekrem Efendimiz Hz. Ali'nin evine varıp kapıyı tıklattı, içeri girmek için izin istedi. Resûlullah (S.A.V.) kapıya çıkan Ümmü Eymen'e :

    - Kardeşim burada mı? buyurdu. Ümmü Eymen (R.A.) :
    - Babam anam sana feda olsun ey Allah'ın Resulü, senin kardeşin kimdir? dedi. Resulullah efendimiz :
    - Ali b. Ebi Talib'dir deyince Ümmü Eymen :
    - Senin kızın ona nikahlandığına göre o senin nasıl kardeşin oluyor? dedi. Resul-i Ekrem :
    - Evet o muhakkak öyledir, buyurdular. Sonra :
    - Esma binti Umeys de burada mı? dediler. "Evet" cevabı verilince :
    - Demek Allah Resulunun kızına hizmete geldi, buyurdu. Ümmü Eymen :
    - Evet, dedi. Resulullah .
    - Hayra ersin, diye dua etti.

    Bundan sonra Peygamber efendimiz su istedi. bir kap içinde su getirdiler. Resûlullah Efendimiz o suyun içine bir miktar misk döktüler. O sudan Hz. Ali'nin (R.A.) göğsüne, arkasına ve kollarına sepeledi ve şöyle dua etti: "Ya Allah, bunlara bereket ver (ve bu izdivacı) bunlara mubarek kıl" buyurdular. Daha sonra Hz. Fatıma'yı çağırdı. Fatıma, utancından gözlerini elbisesinin üzerine eğmiş duruyordu. Resûlullah efendimiz bu sudan onun üzerine de sepeledi ve: "Ya Allah, onu ve zürriyetini şeytanın şerrinden korumanı niyaz ediyorum" diye dua etti. Bundan sonra Resul-i Ekrem İhlas ve Muavvezeteyn surelerini okumuş, onlara ve zürriyetlerine dualarda bulunmuş ve Hz. Ali'ye hitaben: -Allahın adı ve bereketiyle haydi zevcenin yanına gir, buyurdular.

Sayfa 6/10 İlkİlk 12345678910 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •