Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 7/10 İlkİlk 12345678910 SonSon
92 sonuçtan 61 ile 70 arası

Konu: islamda evlilik ve cinsel hayat

  1. #61

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İki Bayram Arası Nikah
    Halk arasında konuşulan bazı meseleler yarım ve yanlış anlaşılmıştır. Bunlardan birisi de "İki bayram arasında düğün yapılmaz, nikâh kıyılmaz" düşüncesidir.

    Şartlar ve imkânlar hazır olduğu zaman senenin bütün gün ve saatlerinde düğün yapılabilir, evlenilebilir, nikâh kıyılabilir. Yani nikâh için belli bir zaman ve vakit yoktur. "Nikâh şu gün caiz olur, şu gün caiz olmaz" diye bir şart yoktur.

    Bu meselenin aslına gelince, hâdise şudur: Bilindiği üzere, Ramazan ve Kurban gibi yıllık iki bayramımızın yanında bir de haftalık bayramımız vardır. O da Cuma günü. Yani Ramazan veya Kurban Bayramı Cuma gününe rast gelir, düğün de bugünlerde yapılırsa; bu arada nikâh kıyma ile meşgul olunur da Cuma namazına yetişememe gibi bir tehlike baş gösterirse o saat içinde nikâh kıymak caiz olmaz.

    Çünkü bu saat içinde nikâhla meşgul olmak farz-ı ayn olan bir ibâdetin terkine sebep olmaktadır. Hayır yapalım derken, şerre sebebiyet verilmektedir.

    Fakat böyle bir sıkışıklığa meydan verilmeden Cuma namazından bir müddet önce veya namaz kılındıktan sonra nikâh kıyılırsa pekâlâ olur, bir mahzur da kalmaz.

    Zaten böyle bir hal de pek vuku bulmamaktadır."İki bayram arasında nikâh olmaz" sözünün bâtıl da olsa târihî bir geçmişi vardır. Bilhassa bu inanç Islâmdan önceki Cahiliye Arapları arasında yaygındı. Onlar Ramazan'dan sonra başlayan Şevval ayında evlenmeyi uğursuz sayar, düğünlerini başka bir tarihte yaparlardı.

    Her Cahiliye âdetinde olduğu gibi, bu âdeti de bizzat Peygamber Efendimiz yıkmış, geçersiz kılmıştır. Resul-i Ekrem Efendimiz Hz. Âişe validemizle Şevval ayında nişanlanmış, üç sene sonra da yine Şevval ayında evlenmiştir. Böylece iki bayram arası olan Şevval ayında düğün yapmak ve nikâh kıymak sünnet olmuştur

  2. #62

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İnsanın Kısmeti Bağlı Olur mu?
    Kısmet beklemelerde yanlış yorumlardan uzak kalınmalıdır. Bazı kimselerde yanlış bir kısmet bağlama anlayışı görülmektedir.

    Evham ve su-i zanna kapılan bu kimseler tereddüt etmeden konuşabiliyorlar:

    – Kızımızın ya da oğlumuzun kısmeti bir türlü çıkmıyor, çıkınca da anlaşmayla sonuçlanmıyor, bir bahane bulunup iş bozuluyor! Demek ki kısmetini bağlamışlar. Zaten falan ve filan komşulardan da şüphe ediyoruz.. diye hüküm verebiliyorlar.

    Halbuki Allah (cc), hiçbir insana bir başkasının kısmetini bağlama imkan ve salahiyeti vermemiştir. Bu sebeple, kısmet bağlanması diye bir olay olamaz. Ama kısmet beklenmesi diye bir gerçek olur.

    Demek ki mesele, kısmet bağlanması değil kısmetin beklenmesi meselesidir.

    Bu kısmet bekleme meselesini, maneviyat büyüğü İsmail Fakirullah Hazretlerinin verdiği misal, pek güzel açıklamaktadır. Öğrencilerinden birinin eline bir testi verip kuşluk vakti çeşmeye gönderir Fakirullah Hazretleri.

    Ne var ki öğrenci çeşmenin başına varınca oradaki çocuklarla oyuna dalar, ta ikindiye kadar oyun sürer. Nihayet gün batarken aceleyle testiyi doldurup döner. Bunca vakittir orada oyuna dalan öğrenciyi bu defa arkadaşları aralarına alıp hırpalamak isterler. Ancak Fakirullah Hazretleri müdahale ederek der ki:

    – Neye suçluyorsunuz arkadaşınızı?

    – Kuşluk vakti gönderdiniz ikindi üzeri döndü, bizi bu kadar bekletmeye hakkı var mı? derler.

    Büyük insan şöyle izah eder geç kalma sebebini.

    – Arkadaşınızın kabahati yoktur bu bekleyişte. Çünkü der, çeşmenin başında oyuna dalmaya mecburdu. Kısmetiniz olan su henüz kurnaya gelmemişti, yoldaydı. Başkalarının kısmetini doldurup ta size getiremezdi. Ne zaman yoldaki sizin kısmetiniz kurnaya geldi, işte o zaman oynamayı bırakıp testiyi çeşmeye tutarak kısmetinizi doldurup getirdi. Onun kabahati yoktur, yoldaki kısmetinizi beklemiştir.

    İşte, evlenme olayındaki bekleme de, yoldaki kısmeti beklemeden başkası değildir.

    Demek ki, kısmet bağlaması yoktur ama kısmet beklemesi vardır.

    Şunu hiç unutmamak gerektir ki, Allah yarattığı kulunun kısmetini asla bağlamaz. O kadar bağlamaz ki, dünyada evlenemeden vefat edenleri bile Cennette otuz üç yaşında en güzel bir Cennet genci olarak olarak evlendirir, kısmetini yine karşısına çıkarır, asla kısmetsiz bırakmaz. Onlar da o zaman asla pişmanlık duymazlar dünyadaki bekleyişlerinden dolayı. Çünkü Cennet evliliği dünyadakiyle kıyaslanamayacak kadar özel ve güzel bir evlilik olur.. Bütünüyle mutluluk ve saadet kaynağı halini alır.

    Bence burada unutulmaması gereken en mühim nokta şu olmalıdır.

    Dünyadaki kısmetini bekleyenler bekleme süresini büyük bir fırsat bilmeli, bu sıralarda kendi özelliklerini geliştirip vasıflarını çoğaltmayı hedef almalı, vasıfsız işçi durumundan çıkıp aranan vasıflı aday özelliğini kazanmalı, kendini bir çok vasıflarla değerli durumuna getirmelidir. Çünkü denklik dünyada da ahirette de esastır. Dünyada vasıflı olanlar Cennette de vasıflılarla evlenirler. Bu bakımdan da kısmet bekleme devresini güzel vasıfları kazanma, çoğaltma devresi olarak düşünmeli, yüksek vasıflılara layık hale gelmeye gayret göstermelidir.

    Zaten beklemenin bir faydalı yanı da, güzel vasıflarını çoğalt ikazını yapıyor olmasıdır

  3. #63

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İslâm’a Göre Boşanma Sebepleri
    İslâm’da boşama, prensip olarak kocanın tek yanlı irâdesiyle ve mahkeme kararına gerek olmaksızın meydâna gelir. Koca, bizzat boşayabileceği gibi, bir vekil aracılığı ile de boşayabilir. Ya da karısına boşama yetkisi (tefvîz) verebilir. Diğer yandan bazı boşanma sebepleri ortaya çıkınca, kadının da mahkemeye baş vurarak evliliğe son verdirmesi mümkündür. Bu boşanma sebepleri altı maddede toplanabilir:

    1. Hastalık veya Özür
    Evlilik akdi sırasında mevcut olan veya evlilik sırasında meydana gelen bazı özür veya hastalıklar yüzünden kadının boşanmak hakkı vardır. Bunlar, akıl hastalığı, cüzzam ve zührevî hastalıklar gibi birlikte yaşama hâlinde zararı kaçınılmaz olan hastalıklardır.

    2. Kocanın Nafakayı Sağlamaması
    Kadının yeme-içme, giyim ve barınma masrafları kocasına aittir. Koca varlıklı olduğu halde, eşiyle ilgilenmez ve onu açlık ve sefâlet içinde bırakırsa; kadının önce kocasından nafaka almaya çalışması, bu mümkün olmazsa, boşanmak için çâre araması hakkı olur. Koca fakir ise, kadınının onu yalnız bırakması, hattâ bu sebeple ondan ayrılmaya kalkışması, vefâsızlık olur.

    3. Kocanın Evi Terk Etmesi
    Kocanın evi terk etmesi ve bu yüzden, sıkıntı ve fitneye düşmek tehlikesi karşısında kadının mahkeme aracılığıyla evliliğe son vermesi söz konusudur. Erkeğin hayat ve ölümüne dâir haber almaktan ümit kesildiği târihten îtibâren dört sene beklenir, bu zaman zarfında haber alınmadığı ve kadın boşanmakta ısrâr ettiği takdirde hâkim, ayrılığa hükmeder.

    4. Kocanın Hapsedilmesi
    Mâlikîler dışında çoğunluk müctehidlere göre, kocanın hapsedilmesi veya tutuklanması, yahut düşmana esir düşmesi bir boşanma sebebi değildir. Çünkü bu konuda âyet ve hadîs yoktur.

    5. Şiddetli Geçimsizlik ve Kötü Muâmele
    Eşlerin birbirlerinin şeref ve haysiyetlerine yönelik ithamları sonucunda çıkan soğuk tartışmalara şiddetli geçimsizlik denir.

    Kötü muâmele ise, kocanın, eşini söz veya fiil ile rahatsız etmesidir. Sövmek, dövmek ve Allâh’ın haram kıldıklarını yapmaya zorlamak gibi davranışlar, kötü muâmeleler arasında sayılabilir.

    Geçimsizlik her iki taraftan kaynaklanabilir. Mağdur olan eş, hâkime baş vurarak hakem yoluyla arabulma veya boşanma isteğinde bulunabilir.

    6. Zinâ
    Zinâ da evliliği sona erdirme sebebidir. Ağır ve yüz kızartıcı bir suçtur.

    Boşanma, âileyi dejenere olmaktan koruyan bir tedbirdir. Aslında boşanma, çiftler için bir anlamda selâmet ve rahmettir. Boşanmayı yasaklamak, evlenmenin azalmasına sebep olabilir. Zîrâ, ihtiyaç halinde boşanamayacağını bilen kimse, evlenmeye yanaşmaz. Gireceği bir kapının ebediyyen üzerine kapanacağını bilen insan, o kapıdan girmek istemez. Evlenenlerin azalması da, fuhşun artmasına ve âilelerin çözülmesine sebep olur. Bütün bu zararlar, neticede kadına dokunur.

  4. #64

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İslamda Bekar Kalmak Varmıdır?
    İslam da bekarlığa yer yoktur. Eğer bir insan fakirse, onun evlenmesine yardım etmek zengin olan Müslümanların görevidir.

    "Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir." (Nur Suresi:32)

    Allah Resulü bekar kalmak isteyen Osman bin Mez'ub'a müsaade etmemiş ve ona: "Dul olarak Allah'a kavuşma" buyurmuştur.

    Hz. Ömer: "Üç gün sonra öleceğimi de bilsem bekar gitmektense evlenmeyi tercih ederim"

    Ömer bin Abdulaziz, Kufe kadısı Said bin Abdurrahman'a cevabında şöyle der: "Ordu mensuplarının ücretlerini ödedikten sonra, fazla para kaldığını yazmışsınız. Öyleyse borçlulara borcunu ödeyin ve evlenmeyen fakirleri evlendirin."

  5. #65

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İslam'da Cinsellik Konusu Günah mı?
    Bugün, herkesin malumudur ki, bazı televizyon ve gazeteler, sanki telekız ajanslarına dönmüş ve maalesef; asil ruhlu nice kadınların kişilikleri, dişilikleriyle eş değer görülüp, kadın milleti, adeta sudan ucuz hale getirilmiştir.

    Ve yine, zina veya her türlü cinsel sapıklıklar; kadın ve erkek tüm insanımıza en ideal yaşam biçimi gibi lanse edilmiş; ve her türlü cinsi sapıklığa, kesinlikle psikolojik baskı türü, önceden hesaplanmış, ince ayarlamalarla, adeta zorlanarak itilmişlerdir?

    En uç cinsel adilikler, en büyük sanat diye kabul görüp; en hayasız homo****üel sanatçılar, eşi bulunmaz sanat güneşi veya erişilmesi imkansız dehalar diye dayatılmış; ve halâ, bu hayasız ve bilinçli eylemlerin sürüp gittiği de, yine ortadadır, açıktır?

    Yani, günümüz toplumunda; çeşitli yayınlarla, insanımıza dayatılan; ilimden ve hakikatlerden uzak, cinsel hayat biçiminin, maksimum makamda adilik boyutlarına ulaştığı; ve insanımızın, adeta sapıklık anaforunda bocalamaya terk edildiği; gerçeğin kendisi?

    O halde, iyi bir Müslümanın, İslâmi anlamda cinsel yaşamı tüm boyutlarıyla; yani biyolojik ve psikolojik anlamda bilmemesi; hele bu zamanda, cinsel meseleleri konuşmaktan bile haya ve terbiye adına imtina etmesi; hem İslami anlamda büyük bir günah, hem de insanlık adına sorumluluğu ağır olması gereken bir vebal değil midir?...

    Evet, her Müslüman'ın, hem kendi cinsel yaşamını, İslami anlamda dizayn etmek; hem de yoğun psikolojik baskılar neticesinde, adeta cinsi sapıklığa mahkum edilmeye terk edilen, tertemiz ruhlu insanımıza da, yardım edebilmek için; "İslam'da cinsellik nedir?, nasıl olmalıdır?"ı, detaylı bir şekilde öğrenip, öğretmek zorunluluğu vardır.

    Evet, insanoğlu; hem cinsel anlamda, hem diğer alanlarda, değişmesi asla mümkün olmayan değerlerini, kesinlikle kabul edip; hatta, bu değerlerini sevip ve sadece, her insanı, kendisi kadar kendi olabileceğini unutmadan; hayatını sürdürmesinin en azından mecburi bir zorunluluk olduğunu, kabul etmesi gerekiyor.

    Televizyonda sıska bir manken görüp, "illa da kendimi ona benzeteceğim" diye büyük bir mücadele içine girip; yemeden içmeden kesilen ve kendini, adeta yaşam boyu sürecek şeytani bir oruca mahkum edip; sonra da kolay kolay ulaşamayacağı, hatta bazen asla ulaşamayacağı, fantezi güzelliğinin peşinde koşan zavallı milyonlara; acımaktan öte, gerçek yapılacak hiçbir şey yok mudur?...

    Kenar mahalle kültürüyle, bi şekilde kafasının içini, asla erişmesinin mümkün olmadığı, cinsel fantezilerle doldurmuş, genç delikanlılarımız; gerçek cinsel kimlikleriyle, hakikatten uzak ve bilim dışı fantezi cinselliklerinin arasında sıkışmış idraklerini, karışıklık ve kaostan, kendi kendilerini kurtarıp; sonra da sağlıklı bir şekilde cinsel yaşamı öğrenmelerini beklemek; onları bi şekilde sapıklığa itenlere yardım etmek veya en azından bu yardıma muhtaç gençlerimize hiç ama hiç acımamak değil midir?

    "Ah günahlarım, günahlarım" diye inleyen ve mübarek gecelerde "Ya Rabbi, beni affet!" diye ruhları adeta feryat eden en sıkı Müslümanların bile, günahlarının en büyüğünün yüzde doksanının cinsel günahlar olduğunu kim inkar edebilir ki?

    Öyleyse, kesinlikle, insanları İslam?a davet eden her mümin ve her ehl-i tebliğin kusursuz bir şekilde ve hakkıyla İslam'ı tebliğ etmeleri için, gençlerimize hatta tüm insanımıza, sağlıklı bir Müslüman'a yakışır cinsel hayat sürmelerini sağlamak ve onları her türlü cinsel sapıklık ve tuzaklardan kurtarmak için, zaruri olarak İslami anlamda cinsel bilgileri bütün ehl-i tebliğin öğrenmelerinin ve öğretmelerinin artık zamanı gelmiştir, geçiyor?

    Ayrıca, bu konuya ayıp, günah veya yakışıksız bir konu gibi bakmak ise, tartışmasız, hem ayıbın ve fasıklığın kendisi ve hem de tam ve katışıksız saf ahmaklıktır?

  6. #66

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İslam'da Haram Olan Evlenme Şekilleri
    Bunlar İslamdan önce cahilliyet devrinde uygulanan nikah şekilleridir. Tamamı batıldır.

    Nikah-ı Muta: Cahiliyet devrinden kalan bir nikah şeklidir. İslam'ın ilk yıllarında, özellikle harp zamanlarında, uzun zaman kadınlardan uzak kalan askerler için mut'a nikahına izin verilmiş, Hayber savaşına kadar mübah olan bu nikah Peygamberimizin sünnetiyle yasaklanıp haram kılınmıştır.

    Nikah-ı Makt: Dul kalan kadın kocasının mirasına dahil olurdu. Başka karısından çocukları varsa en büyük oğul babasının karısına başkasından daha çok hak sahibiydi. Eğer üvey annesi ile evlenmek istiyorsa onun üzerine bir elbise atar ve onu sahiplenirdi, bu genel bir uygulama şeklini almıştı.

    Nikah-ı Şığar: Takas evlenmesi demektir. İki kişi aynı miktar mehirle, kızlarını birbirine evlenmek üzere vermeyi taahüt ederler. Kadına verilmesi gereken mehirden baba ve kocalar faydalanmış olur.

    Nikah-ı İstibda: Kendi soyundan daha asil ve daha zeki bir çocuk sahibi olmak isteyen adam, karısını meziyetleriyle tanınmış bir erkeğe gönderir. Kadın gebe kaldıktan sonra evine döner. Koca gebelik kesin belli oluncaya kadar karısına yanaşmaz. Doğan çocuk kocadan olmuş sayılır ve onun mirasçısı olurdu.

    Grup Evlenmesi: Sayıları onu geçmeyen bir grup erkek aynı kadınla cinsel ilişkide bulunurdu. Kadı, gebe kalır çocuk doğurursa, doğumdan bir müddet sonra bu erkeklerin hepsini davet eder ve onlara şöyle derdi: Benimle olan ilişkinizden doğan şeyi biliyorsunuz. bir çocuk sahibi oldum. Erkeklerden birine hitap ederek: "Ey Ebucehil çocuğuna istediğin adı koy" derdi. Bu andan itibaren o kimse çocuğun babası olur ve babalığı red edemezdi.

    Serbest Birleşme: Bazı kadınlar bütün erkekleri kabul ederler ve kapılarına bayrak asarlardı. bir çocuk doğurunca bütün müşterilerini toplar ve "kaif" denilen bir kimse çocuğun babasının kim olduğunu tayin ederdi. Artık o kimse çocuğun babası olurdu.

    Nikah-ı Bedel: İki erkeğin karılarını muayyen bir müddet için değiştirmeleridir.

    Nikah-ı Hidn: Erkek muayyen bir bedel karşılığında bir kaç gün birlikte yaşamak için kadınla anlaşırdı. bu bir nevi metres hayatı şeklinde olan bir birleşmeydi.

    Deneme Evlenmesi: Kadının muayyen bir dostu varsa ve bundan bir çocuk doğurmuşsa, beyanı üzerine kadın o kimseye nikahlanırdı. Bu bir çeşit deneme evlenmesiydi.

  7. #67

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.



    İslam'da Kadın ve Erkeğin Şahsiyeti
    Medyen suyuna geldiğinde, kuyunun başında insanların hayvanların, suladıklarını gördü. Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kız gördü. Onlara; "Derdiniz nedir?" dedi. Dediler ki; "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz onların içine sokulup hayvanlarımızı sulamayız. Babamız çok yaşlıdır, onun için bu işi biz yapıyoruz. "

    Musa onların hayvanlarını suladı, sonra gölgeye çekildi; "Rabb'im, doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım" dedi. kasas 23-24

    Medyen bölgesindeki bir su kaynağına ulaşması ile birlikte meşakkatli ve uzun yolculuğu sona ermişti. Suyun başına geldiğinde yorgun ve bitkindi. O sırada, Hz. Musa'nınki gibi bozulmamış bir fıtratın, insani özelliklerini yitirmemiş bir nefsin rahatsız olacağı, kaldıramayacağı bir sahne ile karşılaşıyor. Çobanların sulamak üzere hayvanlarını suyun başına sürdüklerini, öte yandan iki kadının da hayvanlarını suyun başına süremediklerini görüyor. Oysa insani özelliklerini yitirmemiş ve fıtratları bozulmamış insanlara yakışan, öncelikle iki kadının hayvanlarına su içirmelerine, sürülerini aradan çıkarmalarına müsaade etmektir. Normal olan erkeklerin onlara yol verip yardımcı olmalarıdır.

    Yurdundan kaçan, kovalanan ve uzun yolculuktan yorgun düşmüş olan Musa-selâm üzerine olsun- böylesine anormal ve çirkin bir tablo karşısında yorgunluğunu, yabancılığını bahane ederek oturup dinlenmiyor. Tam tersine kalkıp o iki kadının yanına gidiyor ve bu tuhaf durumlarının nedenini soruyor:

    "Onlara, derdiniz nedir? dedi."

    "Dediler ki; ;Çobanlar sulayıp çekilmeden biz onların içine sokulup hayvanlarımızı sulamayız. Babamız çok yaşlıdır Onun için bu işi biz yapıyoruz."

    Kadının kenara çekilmelerinin, koyunlarını arkada bırakıp suyun başına gitmekten alıkoymalarının nedenini anlattılar. Neden anlaşılmıştır, zayıflık... Onlar kadındırlar, bu çobanlarsa erkek. Babaları da çobanlık yapamayacak bu adamlarla mücadele edemeyecek kadar yaşlıdır. Bunun üzerine Hz. Musa gayrete geliyor, bozulmamış fıtratı harekete geçiyor. Gerekeni yapmak üzere öne atılıyor. Onurlu ve saygın erkeklerin yapması gerektiği gibi önce iki kadının sürüsüne su içirmek için öne geçiyor. Oysa Hz. Musa bilmediği bir yerde yabancı biridir. Burada bir dayanağı, bir yardımcısı yoktur. Üstelik azıksız, hazırlıksız çıktığı bir uzun yolculuktan geldiği için son derece yorgun ve bitkindir de. Öte yandan yurdundan kovulmuş birisidir, peşinde acımasız düşmanlar var. Ne var ki, bütün bu olumsuzluklar onu insanlığın, mertliğin ve iyiliğin gereklerini yerine getirmekten, tertemiz ruhların yakından tanıdığı tabi hakkı gerçek yerine koymaktan alıkoymuyor.

    "Musa onların hayvanlarını suladı."

    Bu da yüce Allah'ın gözetimi altında yetişen ruhun soyluluğunu gösteriyor. Aynı zamanda uzun bir yolculuk sonucu oldukça yorgun düşmüş olmasına rağmen onun caydırıcı, heybetli gücüne de işaret etmektedir. Belki de, çobanların içine korku salan güç onun bedensel gücünden çok ruhsal gücü olmuştur. Çünkü insanlar daha çok kalplerin ve ruhların gücünden etkilenirler:

    "Sonra gölgeye çekildi." Bu ifade o günlerin kavurucu ve sıcak günler olduğuna, Hz. Musa'nın yolculuğunun bu sıcak ve kavurucu günlerde gerçekleştiğine işaret ediyor.

    "Rabb'im, doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım dedi."

    Hz. Musa -selâm üzerine olsun- bedeniyle maddi ve esenlik verici gölgeye sığınırken ruhuyla ve kalbiyle de geniş ve engin bir gölgeye, kerim ve iyilik sahibi yüce Allah'ın gölgesine sığınıyor: "Rabb'im, doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım." Rabb'im ben gurbetteyim, kimsesizim. Rabb'im ben fakirim. Rabb'im ben yalnızım. Rabb'im ben zayıfım. Rabb'im senin lütfuna, iyiliğine ve keremine muhtacım.

    Biz bu sözler arasında bu kalbin çırpınışını, güvenilir bir koruyuculuğa, sàğlam bir dayanağa, esenlik veren engin bir gölgeye sığınışını işitiyoruz. Yakın bir duayı, kalbin tüm duygularını ifade eden bir fısıldamayı, dostça bir yaklaşımı, derin bir bağlılığı duyuyoruz.

    "Rabb'im, doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım."

    O sırada iki kızdan biri utana utana Musa'nın yanına geldi; "Babam sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor" dedi. Musa kızların babalarının yanına gelerek başından geçen olayları anlatınca O; "Korkma, o zalim kavimden kurtuldun" dedi. kasas 25

    Allah'ın kurtarışına bakın... Onun yakınlığını, çağrısını seyredin... Hiç kuşkusuz yaşlı adamın bu daveti; yoksul, muhtaç Musa'nın duasına gökten gelen cevaptır. Yaşlı adamın bu daveti, onun için bir koruma ve onurlandırmadır.

    Bu davet, iyiliğin ödülüdür. "İki kızdan biri" getiriyor bu daveti. Gelirken "Utana utana geliyordu." Temiz, iyi, iffetli ve terbiyeli kızların bir erkekle karşılaştıklarında yaptıkları gibi "Utana utana geliyordu." Ne kırıtma, ne çalım, ne gösteriş ne de baştan çıkarma. Geliyor ve en kısa, en öz sözlerle daveti ulaştırıyor, yol gösteriyor, babasının yanına götürüyor. Bunu Kuran-ı Kerim şöyle anlatıyor. "Babam sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor." Kızın davranışlarındaki utangaçlığın yanı sıra sözlerinde de bir açıklık, dikkatlilik ve anlaşılırlık ön plandadır. Sözlerini ağzında gevelemiyor, olduğu gibi ve dolambaçlı hale getirmeden söylüyor. Aynı şekilde bu da özelliğini kaybetmemiş, temiz ve doğru bir fıtratın belirtisidir.

    Çünkü tertemiz kalmış iffetli kızlar erkeklerle karşılaştıklarında, onlarla konuştuklarında fıtratları gereği utanırlar, ama iffetliklerine ve doğruluklarına olan güvenlerinden dolayı lafı ağızlarında gevelemezler. Karşısındakini tahrik edecek, baştan çıkaracak, heyecanlandıracak şekilde konuşmazlar. Lafı uzatmadan, gerektiği kadar açık konuşurlar.

  8. #68

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İslam'da Süslenme ve Estetik
    (Şeytan ALLAH-ü Teala'ya karşı); "Elbette senin kullarından belli bir nasip edineceğim.Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları (boş) kuruntulara düşüreceğim, kesin olarak onlara emredeceğim de,ALLAH'ın yarattığını değiştirecekler." dedi.Kim ALLAH'ı bırakıp da Şeytan'ı dost edinirse, elbette apaçık bir ziyâna düşmüştür.(Nisa Suresi 118-119.ayetler) İslâm dini, insanın yaratılıştan var olan güzelliklerini daha belirgin hâle getiren,takı takma, saçları tarama, meşru ölçüde süslenme ve güzel giyinme gibi davranışlarını mübah kılmıştır.

    Müslümanlara helal kılınan süslenmenin sınırları vardır; süslenen, güzelleşerek alımlı hale gelen insan, gurura kapılmamalı; kendisine verilen bu nimetin Allah'tan
    olduğunu hatırdan çıkarmamalıdır.

    "Yeryüzünde kabara kabara yürüme.Çünkü sen yeri yırtamazsın; boyca da dağlara erişemezsin" (el-Isra, 17/37)
    buyuran Allah,müslümanlardan alçak gönüllü olmalarını istemekte;gurur ve kibrin şeytanın bir özelliği olduğunu hatırlatmaktadır.

    Canlılar içerisinde insana özgü bir davranış olan giyinmenin ve süslenip,güzel görünme şeklinde iki temel gaye görülür.
    Esasen tabii bir ihtiyaç ve yönelişi ifade eden süslenmenin dini ilgilendirmesi,insanların bu konuda taşıdığı zaafların, sapabilecekleri aşırılıkların ve olumsuz etkileşimlerin insanın asli yapı ve kimliğini,cinsler ve insanlar arası münasebetlerin dengesini bozabileceği endişesiyledir.

    Bunun için İslam dini esasen serbest ve mübah olmuş temel kural olmakla birlikte,insanların zaaf ve temayüllerinin sapma noktasına varması ve toplumsal bünyenin bozulmasını önlemek maksadıyla süslenme ile ilgili bazı temel ölçüler ve kısıtlamalar getirmiştir.

    Yüce ALLAH,insanı ve insanı çevreleyen varlıkları hayranlıkla seyredilmeye değer bir ahenk ve güzellik içinde yaratmış, insanı da estetik duygusuyla donatarak onu güzel görünmeye,güzele ve güzelliğe metfun kılmıştır.

    Kur'an-ı Kerim'de ALLAH'ın dünyayı ve gök yüzünü çeşitli güzelliklerle süslediği,insanoğlu için dünyada bir çok güzelliğin yaratıldığı, cennetin de hayal ötesi güzelliklerle dolu olduğu sıklıkla hatırlatılır.

    Kur'an-ı Kerim'de Rahman suresi 22 ve 23.ayetlerde ;

    Her iki denizden de inci ve mercan çıkar.O halde Rabbınızın hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz? buyrulur.
    Yine yüce ALLAH çeşitli ayetlerde:

    "Ahirette müslümanlara vadedilen Cennet ise göz kamaştırıcı güzelliktedir; gözlerinin hoşlanacağı ne varsa oradadır "(ez-Zuhruf, 43/71); "Orada yaslanılacak koltuklar, ipekli elbiseler, gümüş kaplar billur kâseler, zencefil karısımı kâseler, atlastan elbiseler, bilezikler vardır, ne yana bakarsan bak ulu bir saltanat" (el-Insan, 76/11-22) buyurmak suretiyle bütün bu güzelliklerin hep estetik duygusunu insanlara tattırır.

    Ancak Kur'an, bütün bu nimet ve güzelliklerin geçici olup,Allah'ı tanımaya O'na şükredip kulluk etmeye vesile olduğu takdirde bir anlam kazanacağını,insanın dünya hayatının güzellik ve nimetlerine dalıp ALLAH'ı unutmasın,O'na nankörlük etmesinin de affedilmez bir yanlışlık olduğu önemle vurgulanır.

    İslam bu çerçevede güzelliği,estetik değerleri,süsü ve süslenmeyi fert ve toplum açısından bazı kayıtlar ve şartlar getirmiştir.

    Kur'an-ı Kerim'de A'raf suresi 32.ayette:

    ALLAH'ın kulları için yarattığı süsü ve güzel rızıkları kim haram kıldı?De ki;onlar dünya hayatında,özellikle kıyamet gününde Mü'minlerindir.buyrulmuş ve insanın temiz ve güzel olması istemiştir.

    Birgün Rasülüllah (SAV)'e:

    Ya Rasül!(SAV) güzel giyinme hakkında ne buyurursunuz? diye soruyorlar. Rasülüllah(SAV):ALLAH güzeldir güzeli sever.buyurmuş,kendisi de şahsi hayatında daima temiz ve düzenli olmuş,sade ve güzel giyinmeyi,güzel koku sürünmeyi teşvik etmiştir. Bizim için her konuda örnek olan Hz.Peygamber (SAV)in bu konudaki tutum ve davranışları yine bizim için örnek alınmalı.Çünkü Cenab-ı Hak Ahzab Suresi 21.ayette:

    Sizin için ALLAH'ı ve ahiret gününü arzu eden ve ALLAH'ı çok zikreden kimseler için,ALLAH'ın Rasülünde güzel bir örnek vardır.buyurmuşlardır.

    O halde; süslenme ve güzel görünmede de bizler için örnek Rasülüllah(SAV) dir.O nasıl süslendiyse,O nasıl süslenmeye müsaade ettiyse bizde O'nun yolunu takip etmek mecburiyetindeyiz.Çünkü;Peygamberimiz:

    Size iki emanet bırakıyorum onlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz.O iki emanet Kur'an ve sünnettir.

    Bizlerde Kur'an ve sünnet çerçevesinde süslenme ve güzel görünme gayretinde olmalıyız.

    Kur'an-ı Kerim'de Nur suresi 31.ayette:

    Kadınların yabancı erkeklere ziynetlerini ve güzelliklerini göstermeleri,yolda bunu teşhir edecek hatta hissettirecek şekilde yürümeleri kınanarak,süslenme ve güzelliğin yabancılara karşı cinsel çekicilik ve uyarı aracı olarak kullanılması yasaklanmıştır.

    Hz.Peygamber de kadınları ev içinde kocalarına karşı güzel olmaya süslenmeye teşvik etmiş,fakat süslenmede ve ziynet eşyası kullanımında aşırılığa lüx ve israfa kaçmayı yasaklamıştır.

    Şüphesiz kadının kocasına karşı kendini son derece temiz tutması, güzel koku sürmesi ve tertemiz elbise giymesi müstehabdır.

    Başkası görsün diye kendini süsleyip sokağa çıkması ise haramdır.
    İbn Mes´ud (r.a.) den yapılan rivayete göre;

    "Allah (c.c.) güzel görünmek için döğme yaptıran kadınlara, yüzünün kıllarını aldıran kadınlara, dişlerini tıraş ettirerek aralarını açtıran kadınlara, Allah´ın yarattığı (biçim, renk ve görünümü) değiştiren kadınlara lanet etmiştir."

    İbn Mes´ud (r.a.) devamla diyor ki: "Allah´ın Resulü´nün lanetlediği kimseyi ben niçin lanetlemeyeyim..." (Buharî/tefsîr: 59, talak: 5), libas: 82, 84, 85, 87- Müslim/libas: 120- Tirmızî/ edeb:33).

    Çünkü İslam fitneye sebebiyet verecek, şehvetleri tahrîk ve teşvikte bulunacak her türlü söz ve davranışı yasaklamıştır.

    Erkeklerin ipek ve altını, giyim,takı ve süs aracı olarak kullanmasını yasaklaması da benzeri bir anlam taşır.

    Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

    "Elbisenizi yıkayınız. Saçlarınızı düzeltiniz. Dişlerinizi misvaklayınız. Tertemiz olmaya ve güzelleşmeye çalışınız. Zira İsrailoğulları böyle yapmadığı için kadınları zinaya düştüler." (C. Sağîr: 1/48)

    İslam, erkeklerin saç, sakal ve bıyıklarını başıboş bırakmamasını ister. Rasûlüllah'ın saçlarını taradığı, yağladığı bazan uzatıp bazan kısalttığı bildirilmekte; saçı başı dağınık olan bir adam için "Şu şahıs saçını yatıştıracak birşey bulamaz mıydı?" diye sitem ettiği rivayet edilmektedir.

    Yüce ALLAH,insanları en güzel şekilde,dengeli ahenkli bir surette yaratmakla kalmamış,insanlara makul ve mutedil ölçüler içerisinde süslenmelerine,güzelliklerini korumalarına,güzel görünmelerine de izin vermiş,hatta bunu teşvik etmiştir.
    Buna karşılık,insanın yaratılıştan gelen özellik ve şeklini değiştirmeyi,fıtratı bozmayı hedef alan tasarruf ve müdahaleleri yasaklamış,yaradılışı değiştirmenin şeytanın emrine uyma olacağını açıkça beyan etmiştir.

    Yüce ALLAH(NİSA SURESİ 118-119.Ayetler)

    (Şeytan ALLAH-ü Teala'ya karşı);Elbette senin kullarından belli bir nasib edineceğim. Onları mulaka saptıracağım,muhakkak onları(boş)kuruntulara düşüreceğim,kesin olarak onlara emredecğim de,ALLAH'ın yarattığını değiştirecekler.dedi.Kim ALLAH'ı bırakıpta seytanı dost edinirse,elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.buyurarak yaradılışı değiştirmeyi hedef alan her türlü tasarrufun ALLAH'ı bırakıp şeytanı dost edinme olacağı uyarısını yapmıştır.

    Müfessirler; ALLAH'ın yarattığını değiştirmekten maksadın ne olduğu hakkında iki görüş açıklamışlar.

    1-Bu ALLAH'ın dinini değiştirmektir.

    Said ibn Cübeyr , Said ibn Müseyyeb,Hasan-ı Basri, Dahhak,Mücahid, Suddi,Nehai,Katade (RA) Bu görüştedirler. Bunun 1.açıklaması:

    Yüce ALLAH insanları İslam fıtratı üzere yaratmıştır.
    (Ey Muhammed)Dosdoğru olarak yüzünü dine,ALLAH'ın fıtratına çevir ki,insanları o fıtrat üzere yaratmıştır.ALLAH'ın yaratışında hiçbir değişme yoktur.(Rum Suresi 30.ayet)

    Ayette ki ifadeye göre kim bundan sonra küfre saparsa,böylece,ALLAH'ın insanları üzerine yarattığı fıtratı değiştirmiş olur.

    2.açıklama ise;

    ALLAH'ın dinini değiştirmekten maksat,helali harama veya haramı helale çevirmektir.
    demişlerdir.

    2-Buradaki değiştirme zahire taallük eden bütün halleri değiştirme manasına gelir.

    a)Hasn-ı Basri (RA):Bundan maksat kadınların eğreti saç(peruk)taktırmaları gibi,ALLAH'ın yarattığını değiştirmek.

    b)İbni Zeyd (RA):Erkeklerin kadınlar gibi,kadınların da erkekler gibi davranmaları olduğunu söylemiştir.
    Günümüzde çok yaygın hale gelen tedaviden ziyade vücudun dış görünüşünü güzelleştirmeyi amaçlayan estetik ameliyatlar hakkında,klasik fıkıh literatüründe özel bir açklamanın bulunmaması gayet doğaldır.

    Hz.Peygamber döneminde UFRECE adlı sahabinin savaşta burnu kopmuş,yerine gümüşten suni bir burun yaptırmıştı.Ancak bu gümüşten burunun koku yapması üzerine Hz.Peygamber(SAV)bu sahabinin altından burun yaptırmasına müsaade etmiştir.

    Burada ALLAH'ın yarattığı şekli değiştirme değil ihtiyaç bulunması ve tedavi amacı söz konusudur.

    Fakat günümüze baktığımızda estetik ameliyatların çoğu tedavi amaçlı değil insanlara güzel görünme hevesiyle yapılan ameliyatlardır.

    Fıkıh alimlerin görüşleri dikkate alınırsa vücut üzerinde yapılan tasarruflarda tedavi ve zaruriyetin bulunması esas alınır.

    Nitekim,(insanın)doğuştan fazla bir uzvu,mesela parmağı,dişi kestirmeyi,yaratıldığı hal ve şekli değiştirme değil,hilkate,normale dönüş ve herhangi bir zararın izalesi olarak değerlendirildiğinden caizdir.

    Bu görüşten yola çıkarak bir kimsenin manen eziyet görmesine ve aşağılanmasına yol açan fazlalıkların ve şekil bozukluklarının,yanıkların,şaşılığın vb.nin giderilmesi tedavi mahiyetinde olup caizdir.Çünkü buna ihtiyaç vardır.
    Günümüze baktığımızda oldukça yaygın olan estetik cerrahi müdahalenin önemli bir kısmı; burun, çene, kulak, göğüs, bacak gibi uzuvların daha güzel görünüp,kişiyi daha genç göstermesi amacıyla yapılmaktadır.

    Yaşlanma ile ciltte meydana gelen kırışıklıkların giderilmesi,yüz cildinin gerilmesi,hareketsizliğin,aşırı beslenmenin,hormonal dengesizliğin yol açtığı aşırı şişmanlığın giderilip vücut yağlarının ameliyatla alınması gibi estetik ameliyatlarda,tedaviden ziyade estetik duygusu, insanlar arasında daha genç,dinç ve güzel görünme gayesi hakimdir.

    Bu da hilkati değiştirme,ALLAH'ın yarattığı şekil ve sureti bozma ve değiştirme dolayısıyla da insanları aldatma yasağı çerçevesine girmektedir.

    Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.), süslenmek maksadıyla vücutlarına dövme yapan veya yaptıranları, dişlerini yontarak seyrekleştiren ve şeklini değiştirenleri kınamıştır.

    Bu itibarla, Allah'ın yarattığı şekli beğenmeyerek, ameliyatla bazı organların şekillerini değiştirmek, doğal güzelliğin üzerinde güzellik aramak dinen caiz değildir.

    Bütün bu açıklamalardan sonra özetleyecek olursak süslenme estetikte aranan şartlar şunlardır:
    1.Süslenen, güzelleşerek alımlı hale gelen insan, gurura kapılmamalı; kendisine verilen bu nimetin Allah'tan olduğunu asla hatırından çıkarmamalıdır.
    2.Esasen tabii bir ihtiyaç ve yönelişi ifade eden süslenme,zaafa,sapabilecek aşırılıklara ve olumsuz etkileşimlere, insanın asli yapı ve kimliğini,cinsler ve insanlar arası münasebetlerin dengesini bozmayacak şekilde olacaktır.
    3.Kişi süslenme ve güzelliğin ancak; ALLAH'ın vermiş olduğu bütün nimet ve güzelliklerin geçici olup,O'nu tanımaya O'na şükredip kulluk etmeye vesile olduğu takdirde bir anlam kazanacağını unutmayacaktır.
    4.Kadınlar; yabancı erkeklere ziynetlerini ve güzelliklerini göstermeyecek,yolda bunu teşhir edecek, hatta hissettirecek şekilde yürümeyecek,süslenme ve güzelliğin yabancılara karşı cinsel çekicilik ve uyarı aracı olarak kullanılmaması gerektiğini asla unutmayacaklardır.
    5.Kadınlar; ev içinde kocalarına karşı güzel olmaya süslenmeye gayret edecek,fakat süslenmede ve ziynet eşyası kullanımında aşırılığa lüx ve israfa kaçmayacaklardır.Çünkü kadının başkası görsün diye kendini süsleyip sokağa çıkması haramdır.
    6.Erkeklerin; ipek ve altın giyim,takı ve süs aracı olarak kullanmasını yasaklanmıştır.
    7.İnsanın yaratılıştan gelen özellik ve şeklini değiştirmeyi,fıtratı bozmayı hedef alan tasarruf ve müdahaleler yasaklamış,yaradılışı değiştirmenin şeytanın emrine uyma olacağını açıkça beyan etmiştir.
    8.Vücut üzerinde tasarrufa,estetik cerrahi ve müdahaleye ancak bir tür tedavi olarak tıbbi ihtiyaç ve
    zaruret halinde başvurmalı,bu ölçünün dışına çıkılmamalıdır.
    9.Estetikte;daha kolay ve basit başka bir yol ve usulün olmaması gerekir.
    10.Amaç yaratılışı değiştirmek olmamalı,doğuştan taşıdığı özellik ve şekli,yaşın ve tabiatın icabı vaki olan gelişmeleri değiştirme kastı taşımamalıdır.
    11.Hile,aldatma ve yanlış anlamaya yol açmamalı,böyle bir amaç taşımamalıdır.
    12.Karşı cinse benzeme kastı olmamalıdır.
    13.Müdahalenin yapılmasının zanna dayanan bir yararı, yapılmasının da fiili ve halen mevcut bir zararı bulunmalıdır.
    İşte saymış olduğumuz bu şartlar ve bu hususlar dikkate alınarak süslenme ve estetik uygulanabilir.

  9. #69

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İstenen Bir Kızı İstemek Doğru mudur?
    Allah Resulü buyuruyor: "Sizden biriniz din kardeşinin dünürlüğü üzerine dünür göndermesin. Dünür gönderen ondan önce vazgeçinceye yahut kendisine izin verinceye kadar."

    Kadın olumlu cevap verdikten sonra dünürlüğü bozmak haramdır.

  10. #70

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İşte Şimdi Evlenebilirsin (Hikaye)
    Murat Çiftkaya
    Bir zamanlar, bir genç herkes gibi evlenmek istiyordu. Bu niyetini ailesine açtığında, babası ona şöyle dedi:

    “Elbette oğlum, elbette evlenebilirsin. Bana kendi alın terinle kazandığın bir altını getirdiğinde, seni hemen evlendireceğim.”

    Delikanlı babasının bu sözlerine gülümsedi. Ne kadar da kolay bir sınavdı bu böyle. Ertesi gün, istenilen altın lirayı götürüp gururla babasının avucuna koydu. Babası hiçbir şey söylemeden, altını evlerinin yanından akan nehre fırlattı. Çocuk, altının düştüğü nehre şaşkınlıklı bir-iki saniye baktıktan sonra, babasına döndü ve sordu:

    “Şimdi evlenebilirim, değil mi babacığım?”

    Babası başını iki yana salladı:

    “Hayır oğlum. Sana kendi alın terinle ve emeğinle kazandığın bir altını getirmeni söylemiştim. Bu altını sen kazanmamışsın ki!”

    Genç delikanlı babasının gerçeği nasıl keşfettiğini anlayamamıştı. Sahiden de, parayı bir arkadaşından ödünç almıştı. Ertesi gün, bu defa annesinden bir altın borç aldı ve parayı babasına götürdü. Babası, altını aldı ve yine nehre fırlattı. Delikanlı bir kez daha şaşırmıştı:

    “Bunu niye yapıyorsun baba, anlamadım. Ama sana bir altın getirmiş oldum, artık evlenebilir miyim?”

    Babası bu defa da izin vermedi oğluna:

    “Bu altını da sen kazanmamışsın!”

    Genç, babasının yanından ayrıldıktan sonra uzun uzun düşündü. Başkasından borç alıp getirdiğinde babası parayı yine nehre atacaktı ve bu gidişle evlenemeyecekti. O yüzden, bir iş bulup çalışmaya ve altını kendi emeğiyle kazanmaya karar verdi.

    Günler geçti ve kazandığı bir altını babasına götürdü. Babası her zamanki gibi parayı nehre atmaya hazırlanıyordu ki, oğlu can havliyle babasının kolunu tuttu ve bağırdı:

    “Hayır baba! O altını nehre atamazsın! Onu kazanmak için günlerce çalıştığımı ve sırtımın ağrılar içinde kaldığını biliyor musun sen?”

    Babası, yüzünde ışıltılı bir gülümseme ile, elini oğlunun omzuna koydu ve:

    “İşte şimdi evlenebilirsin, oğlum” dedi. “Çünkü, emeğinin karşılığı olan bu altının değerini artık biliyorsun ve eminim ki onu akıllıca harcayacaksın.”

    ***

    Hayat, önümüze bin bir türlü yemeğin ve meyvenin ikram edildiği bir sofra gibi konulmuş. Hepimiz nasibimizi alıyoruz ondan. Sadece maddî midemizin değil, aklımızın, kalbimizin, duygularımızın da rızıklarını buluyoruz hayatta. Duygularımız el oluyor bizim için. Uzanıyoruz ve elimizin yettiği kadarıyla meyveler devşiriyoruz hayat sofrasından.

    Hayatı sahici yaşayabilmek için galiba bu gerçeğin, yani, hayatımızı değerli kılan şeyin onu bizim yaşıyor olduğumuz gerçeğinin, farkında olmamız gerekiyor.

    Başka ellerin kazandığı paralar mutlu etmiyor bizi. Alın teri dökülmeden ele geçen kazançlar, usanç ve tatminsizlik getiriyor. Emanet hayatlar mutlu etmiyor bizi. Başkasının yediği yemek karnımızı doyurmuyor, başka gözlerin gördüğü güzellikler ruhumuza tatlı esintiler getirmiyor. Aynı şekilde, başkasından emanet alınmış doğrular bile hayatımızda daha büyük yanlışlara gebe olabiliyor.

    Çocuklarının kendi emeğinin ve gayretinin farkına varmasına izin vermeyerek onları sevgisiyle ve şefkatiyle manen kötürüm bırakan anne babaların kulağı çınlasın.

    Sahi, bir çocuğu veya bir insanı mutlu eden nedir? İstediği şeye kavuşmak mı? Yoksa o şeye ulaşmaya çalışırken çabalamak ve o çabanın içindeki faaliyetin lezzetini hissetmek mi?

    Maddeten her istediği önüne koyulan ama en küçük engel karşısında aciz kalan gençleri gördüğümde az önce hep bu soruyu soruyorum kendi kendime. Gayretten ve çalışmaktan çok sonucu düşünen ve o sonuç da çoğu kez kendi emeği ve çabasıyla değil anne-babasının yardımlarıyla önüne getirilip konulan kimi öğrencilerimin mutsuzluğu, tatminsizliği ve başarısızlığı üzüyor ve düşündürüyor beni.

    Mutluluğun veya tatminin sonuçta olduğunu düşünüyorsak yanılıyoruz demektir. Mutluluk ve lezzet, bizzat gayretin ve emeğin içinde. Evet, gerçekten de hem maddî hem de manevî anlamda, insana kendi çalıştığından ve emeğinden başkası yok!





    --------------------------------------------------------------------------------

Sayfa 7/10 İlkİlk 12345678910 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •