Lösev
Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 2/3 İlkİlk 123 SonSon
25 sonuçtan 11 ile 20 arası

Konu: Kabenin gizemi

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kabe'nin Etrafında Neler Oluyor?

    Müslümanların kutsal mekanı Mekke'de Kabe çevresi 10 yıl içinde tamamlanması öngörülen projelerle yepyeni

    14 milyarlık 6 proje için 7 bine yakın bina yıkılıyor. Üç yıldır devam eden çalışmalardan Ömer Tepesi projesi çerçevesinde tepe, iş makineleriyle düzleştiriliyor. Bu alana 30'ar katlı 60 gökdelen inşa edilecek. 230.000 metrekarelik alanda oteller, yerleşim birimleri, alışveriş merkezleri ve sosyal tesisler yer alacak. Burada en az 100.000 kişinin ikamet etmesi bekleniyor. Proje tamamlandığında 100 bin kişi aynı anda havalandırmalı özel alanlarda namaz kılabilecek.

    Diğer bir proje çerçevesinde inşa edilecek 40'ar katlı ikiz gökdelenlerden sonra ise şu anda hizmet veren Hilton otelinin taşınarak, binasının yıkılacağı belirtiliyor. Suudi Öger grubu ve Bin Ladin inşaat tarafından yürütülen projenin en geç 5 yıl içinde tamamlanması öngörülüyor.

    Başka bir proje kapsamında ise Cidde havaalanı ile Mekke arasında ulaşımı sağlayacak hızlı tren hattı yapılacak. En kısa zamanda yapımına başlanması beklenen trenin, Ömer Tepesine kadar gelmesi planlanıyor. Suudi yönetiminin verdiği bilgiye göre, yap işlet devret prensibiyle uygulanması beklenen ve ihalesi tamamlanan proje bittiğinde, saatte 300 kilometreye kadar hız yapabilen trenler Cidde havaalanı ile Mekke arasındaki mesafeyi 30 dakikada, Cidde ile Medine arasındaki mesafeyi ise yaklaşık 2 saatte alacak.

    12 ŞERİTLİ YOL
    Projeler kapsamında Mekke'nin girişinden Ömer Tepesine kadar uzanacak, 4 kilometrelik, 80 metre genişliğinde 12 şeritlik Kral Abdülaziz Yolu da inşa edilecek. Bu yol sayesinde özellikle hac döneminde Cidde ile Mekke arasında yaşanan trafik sıkışıklığının azaltılması hedefleniyor. Yol inşaatı için Mekke'nin girişinden itibaren yüzlerce bina yıkılıyor.

    Ayrıca Ömer Tepesinin önünde bulunan Intercontinental ve Hilton otellerinin yıkılarak, Kabe'nin rahatlıkla görülmesi sağlanacak.

    Bu şekilde Kabe'nin yanında bulunan iki büyük bina yıkılırken, buranın hemen arkasında gökdelenler yükselecek.

    ŞEYTAN TAŞLAMA ALANI İKİ KATINA ÇIKACAK
    Bu arada Kabe alanının genişletilmesi çalışmaları büyük hızla sürüyor. Şeytan Taşlama alanındaki çalışmalar neredeyse tamamlandı.

    Şu anda bir gidiş ve bir geliş koridoruyla 3 katlı olarak hizmet veren alanın hemen yanına aynı ebatlarda ancak 4 katlı yeni bir alan inşa edildi. Burası hizmete girdiğinde kapasite ikiye katlanmış olacak.

    -ŞAMİYE BÖLGESİ-
    Öte yandan genişletme çalışmaları için Kabe'nin kuzeyindeki Şamiye bölgesinde bulunan çarşı ve otellerden oluşan binden fazla binanın, Kral tarafından sağlanan 2 milyar dolarlık kaynakla satın alınıp yıkıldığı öğrenildi. Yıkım çalışmalarının devam ettiği, Kabe'nin bu yöne doğru genişletileceği belirtildi. Ayrıca bu bölgeye yine çok katlı oteller, alışveriş merkezleri ve hacıların ulaşımı için otobüs terminalleri yapılacak.

    Kabe çevresinde yürütülen ve tamamı 10 yıl içinde tamamlanması öngörülen bu altı proje bittiğinde bölgenin görüntüsü tamamen değişmiş olacak.

    Bu projelerin dışında Kindama Tepesi çalışmaları kapsamında Kabe'nin yanındaki Kraliyet Sarayı Kompleksinin hemen arkasındaki tepede, gökdelen şeklinde otel binaları, alışveriş merkezleri kurulacak.

    Ayrıca Kabe'nin hemen yanındaki Ecyad hastanesinin de yer aldığı kompleksin yıkılacağı, buraya çok katlı binalar kurulacağı, hastanenin bu binalardan birinde hizmet vereceği ifade ediliyor.

    Kabe'nin güneyinde yer alan Hicrah bölgesinde ise şu anda 1170 metrekare olan ibadet alanının, 30 bin metrekareye çıkarılacağı belirtiliyor. Yeni projelerle Kabe'de ibadet alanının kapasitesinin 100.000 artırılacağı kaydediliyor. Kabe ve çevresinde hac zamanı ve Cuma günleri kılınan namazlar esnasında aynı anda 1.500.000'den fazla insan ibadet edebiliyor.

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.


    Kabe'nin Haritadaki Sırrı

    Kâbe, Eski Dünya'nın (Avrupa, Asya ve Afrika) merkezinde bir konumda yer alıyor ve bu üç kıtaya hemen hemen aynı uzaklıkta bulunuyor. Ama siz en iyisi elinize bir Dünya haritası alıp, Kuzey Amerika'dan Avustralya'ya, Kuzeydoğu Asya'dan Güney Amerika'ya doğru birer çizgi çekiniz ve bu çizgilerin kesiştiği yere bakınız. Kâbe'nin Dünya karalarının merkezinde kalan bir konumda yer aldığını görürsünüz…

    Enlem ve boylamların gösterdiği kutup noktaları ile pusulanın gösterdiği manyetik kutup noktaları neden birbirinden farklı yerlerdedir? Dünya'nın ekliptik olarak 23o 27'lık eğime sahip olduğunu biliriz. Dünya'nın başı böyle eğdirilmeseydi tek bir mevsimi, mesela hep yazı yahut kışı yaşayacaktık. Günler, buna göre uzar ya da kısalır. İşte bu eğim, kutupların yerini de değiştirmiş olur. Gerçekte; enlem ve boylamları çizerken Dünya'nın bu eğimini, yani mıknatısların sürekli yöneldiği manyetik kutupları dikkate alırsak, yeni bir Ekvator çıkar. O zaman “0″ (sıfır) no'lu en büyük enlem olan Ekvator, bu yeni haliyle, Mekke kentinden geçecektir. Bu da Kâbe'nin, Dünya'nın ortasında bulunduğu gerçeğinin başka bir teyidi sayılabilir…

    Dünya'nın manyetik kuzey ve güney kutuplarına göre çizilen yeni ekvator çizgisinin, yani Kâbe'den geçen Ekvator çizgisi üzerinde, birisi Kâbe'ye göre doğu, diğeri ise batıda iki adet manyetik kutuplar bulunmaktadır. Batı kutbunu esrarengiz olayları ile “Bermuda” üçgeni teşkil ederken, doğusunu ise Japonya'da bir körfez bölgesi teşkil eder. Bu körfez de Bermuda gibi kaybolmaları ile meşhur olmuştur. Kâbe'nin bu iki noktanın tam ortasında yer alması da Kâbe'nin yerinin özel olarak seçildiğini düşündürmektedir…

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.


    Kabe'nin Haritadaki Sırrı

    Kâbe, Eski Dünya'nın (Avrupa, Asya ve Afrika) merkezinde bir konumda yer alıyor ve bu üç kıtaya hemen hemen aynı uzaklıkta bulunuyor. Ama siz en iyisi elinize bir Dünya haritası alıp, Kuzey Amerika'dan Avustralya'ya, Kuzeydoğu Asya'dan Güney Amerika'ya doğru birer çizgi çekiniz ve bu çizgilerin kesiştiği yere bakınız. Kâbe'nin Dünya karalarının merkezinde kalan bir konumda yer aldığını görürsünüz…

    Enlem ve boylamların gösterdiği kutup noktaları ile pusulanın gösterdiği manyetik kutup noktaları neden birbirinden farklı yerlerdedir? Dünya'nın ekliptik olarak 23o 27'lık eğime sahip olduğunu biliriz. Dünya'nın başı böyle eğdirilmeseydi tek bir mevsimi, mesela hep yazı yahut kışı yaşayacaktık. Günler, buna göre uzar ya da kısalır. İşte bu eğim, kutupların yerini de değiştirmiş olur. Gerçekte; enlem ve boylamları çizerken Dünya'nın bu eğimini, yani mıknatısların sürekli yöneldiği manyetik kutupları dikkate alırsak, yeni bir Ekvator çıkar. O zaman “0″ (sıfır) no'lu en büyük enlem olan Ekvator, bu yeni haliyle, Mekke kentinden geçecektir. Bu da Kâbe'nin, Dünya'nın ortasında bulunduğu gerçeğinin başka bir teyidi sayılabilir…

    Dünya'nın manyetik kuzey ve güney kutuplarına göre çizilen yeni ekvator çizgisinin, yani Kâbe'den geçen Ekvator çizgisi üzerinde, birisi Kâbe'ye göre doğu, diğeri ise batıda iki adet manyetik kutuplar bulunmaktadır. Batı kutbunu esrarengiz olayları ile “Bermuda” üçgeni teşkil ederken, doğusunu ise Japonya'da bir körfez bölgesi teşkil eder. Bu körfez de Bermuda gibi kaybolmaları ile meşhur olmuştur. Kâbe'nin bu iki noktanın tam ortasında yer alması da Kâbe'nin yerinin özel olarak seçildiğini düşündürmektedir…

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.


    Kabe'nin Hikayesi

    Kabe, yeryüzünde yapılan ilk mabet, ibadet yeri. Müslümanların kıblesi, namazda döndükleri cihet, taraf. Mekke-i Mükerreme şehrinde Mescid-i Haram'ın ortasında dört köşeli taştan yapılmış bir odadır. Müminler hac ibadetini yapmak için dünyanın her tarafından burayı ziyarete gelirler. Yeryüzünün en kıymetli yeri Kabe'dir. Kabe, görünüşte dünyadaki evlerden biridir. Hakikatte ise ahirettendir. Kabe, dünya ve ahireti kendinde toplamıştır. Kabe, Beytullah (Allah-u Teala'nın evi) Rabbimizin üstün ve faziletli kıldığı eşsiz yerdir. Kabe'yi, yeryüzüne Hz. Adem'in inşa ettiğini Muhammed el-Ezrâkî, "Ahbâr-u Mekke" adlı eserinde şöyle anlatmaktadır:

    Hz. Adem, yeryüzüne indirilmesi sebebiyle çok üzülüyor ve günlerini ağlamakla geçiriyordu. O'nun üzüntüsüne melekler de ortak oluyorlardı. Bir defasında adem secdedeyken; “Ya Rabbi! Bana ne oldu ki, artık meleklerin seslerini, senin zatını tesbih ve takdis etmelerini duyamıyorum. Onları göremiyorum.” diye arz edince, Cenab-ı Hak, buyurdu ki: “Ey adem! Senden sadır olan zelle, meleklerin tesbihini işitmene manidir. Ancak benim yeryüzünde bir beytim vardır. Sen onun temelini bulup üzerine bir Beyt bina et. Beni takdis ve beytin etrafını tavaf et. Ey Adem! O beyti Mekke'de kıldım. Evladından her kim beytime gelip, sadece benim rızamı isterse, bizzat beni ziyaret eden misafirim gibidir. Bunları şanıma layık bir şekilde ağırlarım ve bütün ihtiyaçlarını gideririm!”
    Hz. Adem, Allah-ü Teala'nın bu emri ile Serendip Adası'ndan Mekke'ye doğru yürümeye başladı. Bir melek, kendisine yol gösteriyordu. Mekke-i Mükerreme'nin bulunduğu yere gelince, Allah-ü Teala ona yardımcı melekler gönderdi. Melekler, Beyt-i Ma'mur'un tam hizasına gelecek şekilde yedi kat yere kadar varan bir temel kazdılar. Kazılan bu temele toprak seviyesine kadar otuz kişinin ancak kaldırabileceği büyüklükte taşlar yerleştirdiler. Sonra Allah-u Teala melekler vasıtasıyla bu temelin üzerine bir Beyt indirdi. Bu Beyt, Cennet yakutlarından bir yakut olup, parıl parıl parlıyordu. İndirilen bu beytin biri şark (doğu), diğeri garp (batı) olmak üzere iki kapısı vardı. Beytullah'ın içinde ayrıca nurdan kandiller yakılmıştı. Kandillerin çanakları Cennetin külçe altınlarındandı ve etrafında yıldız gibi parlayan beyaz yakutlar diziliydi. Hacer'ül-Esved de bunlardan biriydi. Hacer'ül-Esved'in daha sonra günahkar kimselerin el sürmesiyle karardığı rivayet edilmiştir. Böylece Beyt-ül-Ma'mur'un tam altına gelecek şekilde yeryüzünde de Beytullah, yani Kabe-i muazzama inşa edilmiş oldu.

    Bazı rivayetlere göre Cennetten gelen bu Beytullah (Kabe-i muazzama) adem 'ın vefatından sonra tekrar göklere kaldırıldı. adem 'ın evlatları önceki temellerin üzerine taştan ve çamurdan bir bina yaptılar. Bu bina, Nuh zamanındaki tufana kadar zaman zaman tamir edildi ve tufanda yıkıldı.

    Kabe'nin tufandan sonra İbrahim 'a kadar yeri belirsiz olup yalnız bulunduğu saha bilinmekteydi. Bu bölge kırmızı topraklı ve sel sularının yükselemeyeceği kadar tümsek bir tepe durumundaydı. Yeri kesin bilinmemekle beraber, insanlar Kabe'nin o bölgede olduğunu biliyorlardı. Yeryüzünün çeşitli memleketlerinden zulme uğramış, kederli, sıkıntılı, dertli ve Allah-u Teala'ya sığınmak isteyen kimseler bu bölgeye gelip dua ederler, maksatlarının hasıl olduğunu görünce geri dönerlerdi. İbrahim 'ın, Beytullah'ı yeniden yapmasına kadar, bu bölgeye olan hürmet ve saygı devam etti.

    Hz. İbrahim, Allah-u Teala'nın emriyle Kabe-i Muazzama'yı yapmak için Mekke'ye gitti. Oğlu Hz. İsmail'i ve Hacer validemizi yıllar önce oraya bırakmıştı. Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail ile Zemzem Kuyusunun başında karşılaştılar. Senelerdir hiç görüşemeyen baba-oğul, sevinçle birbirlerine sarılıp hasret giderdiler. Zemzem kuyusunun başında oturdukları zaman Hz. İbrahim; “Ey İsmail! Allah-u Teala, bana kendi zatı için bir Beyt yapmamı emrediyor. Sen de yardım eder misin?” buyurdu. Hz. İsmail de; “Elbette yardım ederim.” diye cevap verdi. Hz. İbrahim; “Ya Rabbi! Kabe'yi nerede yapayım?” diye sual etti. Cenab-ı Hak; “Biz sana onun yerini göstereceğiz.” buyurdu. Bir rivayete göre Kabe'nin yerini Cebrail gösterdi. Böylece Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail ile birlikte temel kazmaya başladı. adem zamanında kazılan temeli buldular. Aynı temel üzerine, Kabe'yi inşa etmeye başladılar. Cebrail'in tarifine göre Hz. İbrahim, binayı Hz. İsmail'in getirdiği taşlarla yapıyordu. Nihayet Kabe'nin duvarları yükseldi ve yukarıya taş yetişemez oldu. Bunun üzerine büyükçe bir taş getirdiler. Hz. İbrahim, bu taşa basarak duvarı örmeye devam etti. Mübarek ayağının izi çıkan bu taşa "Makam-ı İbrahim" dendi. Kabe'de tavaf namazı bu taşın bulunduğu yer olan Makam-ı İbrahim'de kılınır. Binanın yapımında, melekler, taş getirmede Hz. İsmail'e yardım ettiler. Sıra, Hacer-ül-Esved'e gelince Hz. İbrahim ; “Ey İsmail! İyi bir taş getir ki, hacılara işaret olsun!” buyurdu. İsmail, bir taş getirdi. Hz. İbrahim; “Bundan daha iyi bir taş getir.” deyince, Ebu Kubeys Dağından; “Cebrail tufanda bana bir taş emanet etti. Gel onu al!” diye bir ses işitti. Bunun üzerine Hacer-ül-Esved taşı, Ebu Kubeys Dağından alınıp, Kabe'deki yerine yerleştirildi.

    Baba-oğul, Kabe'yi yapıp bitirince, Bakara suresi 127. ayet-i kerimesinde mealen bildirildiği gibi; “Ya Rabbi! Bizden bu hayırlı işi kabul et! Muhakkak ki sen, duamızı işitici, niyetimizi bilicisin.” diye niyazda bulundular.

    Kabe-i m-Muazzama, Hz. İbrahim'den sonra zaman zaman yıkılıp yeniden inşa edilmiştir. Bu inşaların biri de, Resulullah efendimize peygamberliği bildirilmeden önce olmuştur. Sevgili Peygamberimiz, o zaman 35 yaşlarındaydılar. Yağmur ve seller, Kabe'nin duvarlarını iyice yıpratmıştı. Ayrıca çıkan bir yangın, hasara sebep olduğundan binayı yeniden yapmak lazımdı. Bunun üzerine Kureyş Kabilesi, Kabe'yi, Hz. İbrahim'in yaptığı temele kadar yıkıp yeniden inşa etmeye karar verdiler. Lüzumlu malzeme ve parayı temin etmeye çalıştılar. Fakat toplananlar, ihtiyaca cevap vermekten uzak olup, Kabe'yi, İbrahim 'ın oturttuğu temel üzerinden yapacak miktarda değildi. Kendi aralarında istişare ettiler. Kabe'nin temelinin bir tarafını kısaltmak, topladıkları malzeme miktarınca taştan bir bina yapmak için karar aldılar. Hilal şeklindeki Hatim denilen küçük duvar ile, Kabe arasını boş bırakıp, dört köşe, kuzey duvarını altı arşın bir karış (bir arşın = 68 cm) içerden başladılar. Diğer duvarları, eski temelin üzerine inşa etmeye devam ettiler. Bir sıra taş, bir sıra tahta ile duvarlar örülüyordu. İstemedikleri kimseleri içeri sokmamak için, sel sularını bahane ederek Kabe kapısını yer seviyesinden bir insan boyu yüksekten başladılar. Kabe'nin içini, kapının eşiği seviyesine kadar toprakla doldurdular. Hacer-ül-Esved'in konulacağı yere kadar binayı yükselttiler. Fakat Hacer-ül-Esved'i yerine yerleştirmek hususunda ihtilafa düştüler. Her kabile bu şerefe kavuşmak istediğinden, aralarında büyük bir anlaşmazlık çıktı. Abdüddaroğulları; “Bu işi bizden başkası yaparsa kan dökeriz.” diyerek meydan okudular. Dört-beş gün süren bu anlaşmazlık sebebiyle, neredeyse kan akıtılacaktı. Bu sırada Abdülmuttalib'in dayısı ve yaşlı bir zat olan Huzeyfe bin Mugire; “Ey Kureyş topluluğu! Anlaşamadığınız iş hakkında hüküm vermek üzere, şu kapıdan ilk girecek zatı aranızda hakem yapın.” diyerek, Kabe'ye açılan Beni Şeybe Kapısını gösterdi. Oradakiler bu teklifi kabul ettiler ve işin en nazik anında bu işi halledecek kimseyi beklemeye başladılar. Nihayet kapıdan; doğruluğunu, üstün ahlakını son derece takdir ettikleri ve El-Emin, yani hep kendisine güvenilir dedikleri Hz. Muhammed'in geldiğini gördüler. Hep birden; “İşte El-Emin! O'nun hükmüne razıyız.” dediler. Durum, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'e anlatılınca, bir örtü istedi. Onu yere sererek Hacer-ül-Esved'i örtünün üzerine koyup; “Her kabileden bir kişi bir ucundan tutsun.” buyurdu. Taşı, konulacağı yere kadar kaldırttı. Sonra kendisi taşı kucaklayıp yerine koydu. Böylece çıkmak üzere olan büyük bir çarpışmanın önlendiğini gören kabileler, bu hareketten memnun kaldılar.

    Kapı yüksekliğini dört arşın bir karış yaparak binayı tamamladılar ve tavanının düz yapılmasını tercih ettiler. Üzerine yağacak yağmurların akması için kuzey taraftaki duvara bir tane de oluk (Altın Oluk) yaptılar. Bina tamamlandığında ellerinde bir miktar malzeme arttı. Onunla da kuzey tarafta kalan, yapamadıkları temel üzerine yüksekliği az bir duvar yaptılar. Böylece Hatim denilen hilal şeklindeki duvar meydana geldi. Bu duvar ile kuzey duvarı arası Kabe'ye aittir, yani Kabe'nin içidir. Onun için tavaf yapılırken Hatim'in dışından dolaşılır. Hatim'in içinde namaz kılmak pek kıymetlidir. Hz. İsmail'in kabr-i şerifi de Hatim'dedir.

    683 (H. 64)'te Hüseyn bin Numeyr es-Sekuni'nin Mekke kuşatması sırasında Kabe, tamamen yandı. Bu zamanda Abdullah bin Zübeyr hazretleri, Hacer-ül-Esved'i gümüş bir bağ ile bağladı.

    Abdullah bin Zübeyr, Peygamber Efendimiz'in Hz. Ayşe'ye buyurduğu; “Senin kavmin, Beytullah'ın binasını kısalttılar. Maddi imkanları kafi gelmedi de Hatim tarafından birkaç arşın yer bıraktılar. Eğer senin kavminin zamanı küfre yakın olmasaydı, Kabe'yi yıkar, bıraktıkları kısmı İbrahim'in (') yaptığı ilk temel üzerine inşa ederdim. Beytullah'a ayrıca, yer seviyesinden iki kapı da yapardım. Biri şark (doğu), diğeri garp (batı) kapısı olurdu. İnsanlar şark kapısından girer, garp kapısından çıkarlardı...” hadis-i şerifine uygun olarak Kabe-i Muazzama'yı yeniden yaptırmaya başladı. Böylece Kabe, Hz. İbrahim'in yaptığı temel üzerine yapılmış oldu. Kapılar yer seviyesine indirildi. Hacer-ül-Esved'i yerine, Abdullah bin Zübeyr'in oğlu Ubbad ile Cübeyr bin Şeybe yerleştirdi. Kabe'ye, Mısır'da dokunan iyi cins bir kumaş ile örtü yapıldı.

    Kabe'nin bu hali, Halife Abdülmelik bin Mervan'ın Mekke valiliğine tayin ettiği Haccac bin Yusuf zamanına kadar devam etti. Haccac, halifeye mektup yazıp Kabe'yi eskisi gibi yapmak istediğini bildirdi. Kabul edilince kuzey duvarını yıkıp, Hatim'i dışarıda bıraktı. garp kapısını kapattı. Şark kapısını yükseltti. Böylece Kabe-i muazzama bugünkü hale geldi.

    Bundan sonra Kabe artık tekrar yıkılıp yapılmadı. Ancak zaman zaman Osmanlı sultanları tamirat ve tezyinatlar yaptılar. Mesela 1612 senesinde Sultan Birinci Ahmed Han, ****en bin Osmanlı altını harcayarak tamirat yaptırmış, bundan on sekiz sene sonra oğlu Dördüncü Murad Han, pek çok altın sarf ederek tamir ve tezyinatta bulunmuştur.

    Kabe-i Muazzama, Mescid-i Haram'ın ortasında, dört köşe taştan bir oda olup, 17 metre yüksekliktedir. Kuzey duvarı, 8.8; güney duvarı 7, doğu duvarı, 11.9; batı duvarı, 12.8 metre uzunluğundadır. Doğu ve güney duvarları arasındaki köşede Hacer-ül-Esved taşı vardır. Hacer-ül-Esved'in yüksekliği, yere nazaran bir metreden fazladır. Taş, hacıların ellerini, yüzlerini sürmeleri ve öpmeleri sebebiyle çukurlaşmıştır. Kabe'nin doğu duvarında bir kapı vardır. Kapı yerden 1,7 metre yükseklikte olup eni, 1.7; boyu, 2.7 metredir. Duvarlarının iç yüzü ve zemini renkli mermerlerle kaplıdır.
    Kabe'nin dört köşesine Rükn denir. Şam'a karşı olan köşeye Rükn-i Şâmî, Bağdat'a karşı olana Rükn-i Irakî, Yemen tarafında olana Rükn-i Yemanî, dördüncü köşeye de "Rükn-i Hacer-ül-Esved" denir. Rükn-i Irakî hizasında; yedisi mermer, diğer basamakları ağaçtan 27 basamaklı, minare merdiveni gibi yuvarlak olan merdiveni, Osmanlı sultanlarından İkinci Mustafa Han yenilemiştir. Kapının sağ tarafında çukur ve tavana kadar yükselen üç direk bulunmaktadır. Kabe'nin dış yüzü ipekten siyah bir perde ile örtülüdür. Kapının perdesi yeşil atlastır.

    Zemzem Kuyusu, Mescid-i Haram içinde, Hacer-ül-Esved köşesi karşısında ve köşeden 8 metre uzakta bir odada olup, 1.8 metre yüksekliğinde taştan yapılmış bir bileziği vardır. Sultan Birinci Abdülhamid Hanın yaptırdığı bu odanın zemini mermer döşeli ve duvarlara doğru meyillidir.

    Dünyada Mekke-i Mükerreme'de bulunan Kabe'den başka ikinci bir Kabe yoktur ve burası yeryüzünün en kıymetli yeridir. Kabe'yi tavaf etmenin fazileti hakkında sevgili Peygamberimizin pek çok hadis-i şerifi vardır. Bunlardan birkaçı şöyledir:

    «Kim Beytullah'ı tavaf ederse, Allah-u Teala, bunun her adımına bir sevap yazıp, bir günahını siler.»

    «Bu Beyt, İslam'ın direğidir. Kim bu beyti ziyaret etmek maksadıyla hac veya umre yapmaya çıkarsa, (bu yolda) öldüğü takdirde; Allah-u Teala, onu Cennetine koymayı, sağ kaldığı takdirde ganimet ve mükafatla memleketine döndürmeyi taahhüt eder.»





    --------------------------------------------------------------------------------

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kabe'nin Tarihçesi

    Hz. Adem'in Kabe'yi İnşâsı
    Kabe hakkında anlatılanlar:
    “Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor. (şöyle diyorlardı) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur: Şüphesiz sen işitensin, bilensin.”
    Kuran'daki açıklama, Kabe'nin yapılışı hakkındaki rivayetlere göre, Hz. Adem ile Havva cennetten çıkarıldıkları vakit yeryüzünde Arafat'ta buluşurlar, beraberce batıya doğru yürürler.Kabe'nin bulunduğu yere gelirler. Bu esnada Hz. Adem, bu buluşmaya şükür olmak üzere Rabbine ibadet etmek ister ve cennette iken, etrafında tavaf ederek ibadet ettiği nurdan sütunun tekrar kendisine verilmesini diler. İşte o nurdan sütun orada tecelli eder ve Hz. Adem, onun etrafında tavaf ederek Allah'a ibadet eder. Bu nurdan sütun Hz. Şit zamanında kaybolur, yerine bir taş kalır. Bunun üzerine Hz. Şit, onun yerine taştan onun gibi dört köşe bir bina yapar ve o siyah taşı binanın bir köşesine yerleştirir. İşte bugün Hacerül Esved diye bilinen siyah taş odur. Sonra Nuh tufanında bina kumlar altında uzunca bir süre gizli kalır. Hz. İbrahim Allah'ın emri ile Kabe'nin bulunduğu yere gider. Oğlu İsmail, annesi ile birlikte orada iskan eder. Sonra İsmail ile beraber Kabe'nin yerini kazar. Hz. Şit tarafından yapılan binanın temellerini bulur ve o temellerin üzerine bugün mevcut olan Kabe'yi inşa eder. Ayette “Beytullah'ın temellerini yükseltiyor” cümlesi bunu ifade eder.” (Bakara Suresi – Ayet no: 127)

    “Kabe'nin ne zaman ve kimler tarafından, hangi amaçla yapıldığı bilinmemektedir. Ortaya atılan söylentiler, efsane masal veya zamanla bu nitelikleri kazanmış, gerçek kaynaklarından uzaklaşmış, tarih belgeleriyle ispat edilemeyen birer düşünceden öteye geçmemektedir. İslam dininin doğuşundan çok önceki çağlarda, buranın kutsal bir yer olduğu, putperest dinlerin yaygın bulunduğu çağlarda yaşayan insanlar tarafından buraya bazı kutsallıklar yükletildiği, eski dinler üzerinde yapılan incelemelerden anlaşılmaktadır.

    Bir söylenceye göre, İslamlıktan kısa bir süre önce Kabe'yi tütsüleyen bir kadın, elinde olmadan binayı tutuşturmuş, tahta olan yapı kısa bir sürede yanmıştır. Bu yangından sonra, Kabe yeniden yapılmış, hatta Cidde'de karaya oturmuş bir Bizans gemisinin kerestesi binanın yapımında kullanılmıştır. Gene bir söylentiye göre de binanın üstü açıktı.

    Bir başka görüşe göre, Kabe'nin temellerini atan Adem'dir. Adem cennetten kovulduktan sonra yeryüzüne çıkarak Mekke'ye gelir. Cebrail yedi kat yerin altında kanadıyla Kabe'nin temelini çıkarır, melekler de Lübnan, Zeytin dağı, Cudi, Hira ve Sina'dan kayalar yuvarlayınca açılan temeller dolar. Allah, Adem'in barınması için cennetten, kırmızı yakuttan yapılmış bir çadır ile beyaz yakuttan olan Hacerül-Esvedi gönderir. Sonradan kararan Hacerül-esved, Adem'in iskemlesidir. Başlangıçta Hacerül Esved bir melekti. Allah ona kıyamet günü dil verecek insanlar için tanıklık ettirecektir.”

    Kuran'daki açıklama;tekrar etmekte fayda var..! Kabenin yapılışı hakkındaki rivayetlere göre, Hz. Adem ile Havva cennetten çıkarıldıkları vakit yeryüzünde Arafat'ta buluşurlar, beraberce batıya doğru yürürler. Kabe'nin bulunduğu yere gelirler. Bu esnada Hz. Adem, bu buluşmaya şükür olmak üzere Rabbine ibadet etmek ister ve cennette iken, etrafında tavaf ederek ibadet ettiği nurdan sütunun tekrar kendisine verilmesini diler. İşte o nurdan sütun orada tecelli eder ve Hz. Adem, onun etrafında tavaf ederek Allah'a ibadet eder. Bu nurdan sütun Hz. Şit zamanında kaybolur, yerine bir taş kalır. Bunun üzerine Hz. Şit, onun yerine taştan onun gibi dört köşe bir bina yapar ve o siyah taşı binanın bir köşesine yerleştirir. İşte bugün Hacer-i Esved diye bilinen siyah taş odur. Sonra Nuh tufanında bina kumlar altında uzunca bir süre gizli kalır. Hz. İbrahim Allah'ın emri ile Kabe'nin bulunduğu yere gider. Oğlu İsmail, annesi ile birlikte orada iskan eder. Sonra İsmail ile beraber Kabe'nin yerini kazar. Hz. Şit tarafından yapılan binanın temellerini bulur ve o temellerin üzerine bugün mevcut olan Kabe'yi inşa eder. Ayette “Beytullah'ın temellerini yükseltiyor” cümlesi bunu ifade eder. (Sure 2. Ayet 127)

    Biz Kudüs, Medine ve Mekke'deki alanların yaydıkları yüksek frekanslı dalgalara “pozitif” demişiz.. Esasen bu dalgalara Din-tasavvuf lisanında da “cemâl” veya “celâl nurları” ismi verilmiştir!.. Bize göre “Pozitif” olarak nitelenen ışınımın nispeten daha düşük frekanslı olanlarına “cemâl nuru”; daha yüksek frekanslı olanlarına da “celâl nuru” denilir… Ancak dikkat edile ki… Burada anlatılan, bize çok yararlı olan bu ”cemâl ve celâl nurları” ile “mutlak cemâl ve celâl nurları” arasındaki fark, sanki kibrit ateşi ile Güneş arasındaki fark gibidir!… Gözden kaçmaya!

    İnsanların dahi “celâlli” ya da “cemâlî” diye tanımlanması, beyinlerinin yaydığı bu dalgalar dolayısıyladır.. Yani, kiminin beyninin yaydığı dalgaların frekansı, kimine göre daha çok daha yüksektir, ki biz onlara “celâlli bir kişiliği var” deriz!. İşte dünyanın bedeni içindeki, “pozitif” enerji hatlarının kesişip sanki bir enerji santralı gibi yayın yaptığı en önemli merkez, Mekke'de bulunan Kâbe-i Muâzzama'nın altıdır ve bunun uzantısı da Arafat Dağı'nın altıdır!..

    Keşif sahiplerinin keşif yoluyla gördüğü bu gerçeğe Seyyid Abdülaziz Ed Debbağ da «El İbrîz» isimli eserinde değinmiş ve Kâbe'den göğe yükselmekte olan bir «nur» sütunundan, adı geçen eserinde bahsetmiştir!.. Bu noktadaki çok güçlü pozitif enerji dolayısıyla Harem-i Şerîf'teki tüm insanların beyinleri öylesine etkilenip, öylesine güçlü bir faaliyet içine girmektedirler ki bunu anlatabilmemiz mümkün değildir. Nitekim bu gerçek dolayısıyla Kâbe çevresinde kılınan namaz için Rasulallah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

    -Kâbe'de kılınan iki rekât namaz, dünyanın başka mescîtlerinde kılınan namazdan 100 bin defa daha sevaplıdır!..

    Zira Kâbe çevresinde yapılan her ibadet sırasında, yeraltından yayılan “celâl nurları” yani çok yüksek frekanslı dalgalar dolayısıyla, beyin kat rekât güçlü dalga üretimi yapmakta; hem bunu ruha güçlü olarak yüklenmemekte; hem de dışa dönük bir biçimde yayınlamaktadır.

    Yine bir başka hadîs-i şerîfte Rasulallah Sallallâhu aleyhi ve sellem: "Başka yerlerde sadece fiillerinizden mesûlsünüz, Kâbe'de ise düşüncelerinizden de mesûl olursunuz." buyurmuştur. Bunun da sebebi, yine beynin aldığı güçlü enerji dolayısıyla düşünceleri dahi fiil düzeyindeki bir güçle ruha yüklemesindedir.

    Ancak burada bize göre bir başka gerçeğe dikkatinizi çekmek isterim: Beytullah altında olup çevresini de etkileyen bu alan en fazla yaklaşık 30-40 metrelik bir yarıçaptır!. Onun dışı Rasûlullah Aleyhisselâm'ın yaşadığı devirde evlerle kaplıydı!.. Bugün ise Ebu Cehil'in tuvalet yapılmış olan evinin çevresinde bile, “Kâ'be'de namaz kılıyoruz” zannıyla namaz kılan sayısız insan görüyoruz!.

    Yine bizim tespitlerimize göre, Kâbe çevresinin dışa yani çevreye yaygınlaştırılması yerine; 30-40 metrelik çevresinde dönerek yükselen ve inen bir yürüyen yol yapılıp; insanların burada yürürken yedi dönüşü yani bir tavafı tamamlamaları sağlanabilirdi… Bunun için de Kâ'be'nin duvarları yükseltilebilirdi!.

    “Beytullah”taki bu “nurâniyet”ten istifade için, tavafların özellikle bu mesafe içinde yapılması, açıkladığımız gerekçe yönünden çok önemlidir; bize göre!. “Beytullah” altındaki bu enerji merkezinin, yani “nurâniyetin” bir başka tezahürü de şudur…Mekke'ye gelip Kâbe ziyaretinde bulunanların önemli bir kısmında, bir kaç gün içinde değişiklikler görülmeye başlanır beraber oldukları arkadaşlar tarafından…Bu insanların kimi son derece hırçın, haşin, bencil, hükmedici bir kişilik ortaya koymaya başlar; kimi de son derece munis, hoşgörülü, sevecen, yardımsever bir hâl alır!. Kimi çarşı-pazar saldırır; kimi de Beytullah'tan dışarıya adım atmak istemez!. Kişilerdeki bu değişikliğin sebebi bizim tespitlerimize göre şudur;

    Kâbe'nin altındaki enerji merkezinden, oldukça yüksek frekanslı bir dalga yayılmaktadır… “Celâl nurları” diye isimlenen bu nurlar, hem insanlarda şiddet ve celâl hâli oluşturmakta; hem de insanlardaki o ana kadar açığa çıkmamış özelliklerin beyinden dışa vurmasına yol açmaktadır!.

    Oraya gitmeden önce, normal kendi hâlinde yaşayan bir kısım insanların, oradan döndükten sonra, hiç de o güzelliklere uymayan bir yaşam biçimi içine girmesi; hatta Dinî değerleri bir yana bırakarak beşeriyetin doğal gereklerine ve sonuçlarına göre yaşam sürdürmeye başlaması işte beyni etkileyen bu yüksek radyasyon dolayısıyladır. Bu yüksek frekanslı dalgalar, onun ikincil kişiliğini oluşturan merkezleri güçlendirerek günlük yaşamının bu doğrultuda açığa çıkmasına sebep olur!.

    Nasıl ki, bir balon sönükken üzerindeki defolar belli olmaz, fakat şişirilince ortaya çıkarsa… Aynı şekilde, oradaki yüksek frekanslı dalgaların beyin faaliyetini arttırması dolayısıyla da herkesin ikincil özellikleri orada ortaya çıkmaktadır!. Ve böylece çok iyi tanıdığınızı sandığınız yakınınızın orada içyüzünü görmeye başlarsınız!. Bu çok yüksek enerji dolayısıyladır ki, Mekke'de insanlar çok “celâl”li saatler yaşarlar ve olaylarla karşılaşırlar!..

    Oraya gidenlerin de bildiği üzere, Mekke halkı genelde sert, hırçın ve celâlli insanlardır!. Bunun sebebi bizim tespitlerimize göre Kâbe altındaki çok yüksek frekanslı dalgalardan, yani radyasyondan, ya da mecazî anlatımla “celâl nurlarının” tesirlerinden ileri gelir!.

    Misâl vermek gerekirse, Anadolu'nun herhangi bir yerine göre, Kâbe'de yayılan dalgalar 100.000 defa daha yüksek frekanslı yani kuvvetli dalgalardır!.. İşte bu yüzden “Kâ'be'de kılınan namaz başka yerlerde kılınan namazdan 100.000 defa daha sevaplıdır”; ve de “Kâ'be'de düşündüklerinizden mesûl olursunuz”!.

    İşte bu yüksek frekanslı ışınım, yani “celâl nurları”, o dalgalarla haşır-neşir olarak büyüyen insanların bahsi geçen özelliklere sahip olması sonucunu getirir!.. Yine bizim müşahedemize göre… Hazreti Rasûlullah Aleyhisselâm'ın, nübüvvet görevinin başlamasından hicretine kadar geçen yaklaşık 13 yıllık evresinde, Mekke'de kendisine inananların sayısının 40-50'ye ulaşabilmesinin nedenlerinden önde gelen bir sebep de bu husustur.

    Mekke'deki bu yüksek frekanslı dalgalar, genel istidat ve kâbiliyet ile programlanmış insanlarda, konuya karşı bir direnç oluşturmuş, bu yüzden de O'nun getirdiklerini inkâr etmişlerdir.. Medine'de ise Kâbe'dekine göre bir hayli düşük frekanslı dalgalar yani “cemâl nurları” mevcut olduğu için; orada insanlar genellikle “cemâlî” bir yaşam geçirirler, “Lâtif” ilişkiler içinde olurlar… Medine'deki faaliyet sonucu müminlerin sayısı on sene sonunda yüz binlere ulaşmıştır!..

    Medine ziyaretinin, Mekke'den sonraya bırakılması, kişilerin dönecekleri ortama uyum sağlamaları açısından da bir kolaylık sağlar!. Mekke'den döndükten sonra 20 gün ile bir ay arasında bulunulan yere uyum sağlanabilmesinin sebebi de gene bu yüksek radyasyonun beyinde tesirinin azalmasıyla söz konusu olur… Yine Kâbe-i şerîf altındaki bu radyasyonun beyinlere yüklediği güç dolayısı ile, tavaf sırasında, kabiliyetli beyin sahiplerinde çeşitli olağanüstü yaşamlar gerçekleşmektedir.

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.


    İşte Kâbe'nin içi - Foto
    Suudi Arabistan Kralı El Suud'un konuk Müslüman devlet adamlarına ‘jest olarak' Kabe'nin içini gösterdiği biliniyor.

    İşte Pakistan Devlet Başkanı Müşerref'e Kabe'nin içi gezdirildiği anda çekilen resim...
    Kabe'yi ilk inşa ettirenin Hz.İbrahim olduğu bilinmektedir. Yapı olarak 145 metrekarelik bir alana sahiptir. Yüksekliği 16 metredir. 630 yılında yüksekliğinin bundan daha az olduğunu Mekke'nin fetih günü Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (SAV), damadı Hz. Ali'yi omuzlarına çıkarıp onun da Kâbe'nin üzerindeki putları aşağı indirip kırdığına dair rivayet edilen hadisten anlıyoruz.

    İslamiyet'ten önce de Araplar tarafından kutsal sayılan Kabe'de putlar bulunmaktaydı. Mekke'nin fethinden sonra (630) putlar atılmıştır. Yezid ve İbn-i Zübeyr savaşında Kâbe mancınık atışından isabet alarak yıkılmış ve yanmıştı. İbn-i Zübeyr Kâbe'yi yıkıp yeniden inşa etti. Mervan döneminde ise Kâbe eski haline döndürüldü.

    Kanuni tarafından onarılan Kabe, 5. onarımını I. Ahmed döneminde görmüş, IV. Murad döneminde yine sel baskını sonucu yıkılmış ve hemen onarılmıştır. Kabe'nin içinde 9 adet oyma, 1 adet altın kabartma Ayet, işlemeli tahta bir sandık, oymalı ve içinde tütsü yakılan tarihi bir ocak, metal zemzem testileri ve kandiller bulunuyor.

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kabe'ye Bomba Düşerse, Ebabil Kuşları Ne Yapar?

    Sait Çamlıca (Eğitimci)
    Amerika'nın, “Özgürlük getireceğiz ve dünyayı nükleer bir tehditten kurtaracağız” bahanesiyle Irak'a saldırdığı günlerdi. Evde, bir dostumla haberleri izliyorduk. Bağdat'ın üstüne yağan bombaları, havai fişek gösterisi gibi izleyen binlerce insan gibi… Bombalanan şehir, Bağdat'tı… Nükleer fabrikaları bombalamıyordu ABD. Bağdat'ın merkezine yağıyordu bombalar. Bağdat deyip geçmeyin…İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin yattığı şehir bombalanıyor. Kimsenin sesi çıkmadı... Hz. Ali'nin türbesi bombalanırken de kimsenin sesi çıkmadı. Arkadaşıma döndüm ve dedim ki; “Acaba Mescid-i Nebevi'ye bomba yağıyor olsaydı İslam dünyasından tepki gelir miydi? Yada Mekke semalarından, Kabe'nin üzerine bombalar yağsa nasıl bir tepki gelirdi İslam coğrafyasından?” Merak ettiğim şey, tepkinin gelip gelmeyeceği değildi. Tepki gelmeyeceğini düşündüğüm için sorguluyordum suskunluğumuzu… İslam şehirleri denilince akla gelecek üç-beş isimden bir tanesi değil miydi “Bağdat”? Bağdat'a bomba düşerken seslerini bile çıkartmayanlar, Mekke'ye bomba yağmaya başlayınca nasıl bir tepki verirler çok merak ediyorum? Şimdi nerden çıktı bunlar diyorsanız, hemen söyleyeyim. Aşağıdaki haberi okuyunca aklıma “Bağdat” düştü. Bağdat'a düşen bombalar gibi…

    Amerikalı Cumhuriyetçi başkan adayı Tom Tancredo, başkanlığı kazanması halinde terörist saldırıları engellemenin en iyi yolu olarak başta Mekke ve Medine olmak üzere Müslümanların kutsal mekanlarını tehdit etme politikası izleyeceğini açıkladı. Amerika'nın Iowa eyaletinde belediye binasında taraftarlarına seslenen Tancredo, ABD'ye nükleer terörist saldırı ihtimalinin yakın bir ihtimal olduğunu ve Washington'un bunu önlemek için derhal harekete geçmesi gerektiğini söyledi. Tancredo daha sonra konuşmasını şu şekilde sürdürdü: “Yönetim benim elimde olsaydı, ülkemize yönelik böyle bir saldırı olması durumunda Mekke ve Medine'ye saldıracağımızı açıkça ilan ederdim.” Cumhuriyetçi başkan adayı, ancak böyle bir tehdidin Amerika'ya karşı terörist saldırı düzenleme niyetindeki kişi veya kişileri durdurabileceğini öne sürdü.

    “Bağdat bize ne kadar IRAK?” başlığı ile afişler asıldı o günlerde İstanbul sokaklarına. Ne kadar anlamlı, ne kadar güzel cümle… Bu cümleyi okur okumaz hem ajandama hem zihnime kazıdım. Bağdat size ne kadar IRAK?... İmam-ı Azam'ın üstüne bomba yağarken, Hz. Ali'nin türbesi yerle bir edilirken bir buçuk milyarlık İslam aleminden ses çıkmadı. Bu suskunluk niye? Nasıl bu kadar tepkisiz hale getirdiler İslam ümmetini? Tepkisizlik, kölelik değil midir? Kölelik başka nasıl tarif edilir ki? Her şeye susan, hiçbir şeye tepki vermeyen, her şeye razı olan… Çökertilen, köleleştirilen sadece bir toplum değil. Bir Medeniyeti yok etmeye çalışıyorlar. Bağdat bombalanırken dünya haritasına baktım. ABD dünyanın bir ucunda, Irak diğer ucunda... ABD'nin bahanelerinden birisi de Irak'ı kendisine tehdit olarak görmesiydi. Küre şeklinde ki Dünya haritasına baktığınız zaman daha net fark ediyorsunuz bu gerçek yalanı! Daha acı olan ise Bağdat'ın dört bir yanını çevirmiş olan İslam ülkelerinin hiçbirinden ses çıkmamış olmasıydı. Hani birkaçı tepki verse, birkaçı sussa yine bir şey demeyeceğim. Ama hepsi sustu. Kimsenin sesi çıkmadı. “Kınama mesajları” dışında ciddi hiçbir tepki gelmedi.

    Özgürlükte, kölelikte sokakta değil evinizde başlar. Kimseye sokağa dökülün, ABD elçiliğine yumurta atın (!) diyecek değilim. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar üzerine bomba yağdıranların elçiliklerine yumurta atmak ne anlama geliyorsa… ABD, Mekke yada Medine'yi bombalar mı bilmiyorum? Bildiğim ve gördüğüm en korkunç gerçek suskunluğumuz. Bombalar evlerimize atılmış. Sokaklarımız yağmalanmış. Değerlerimiz parçalanmış. Bir toplumun değerleri çökertildikten sonra, tepkisizleştirip uyuşturduktan sonra şehirleri çökertmek, yerle bir etmek çok zor olmasa gerek. “Bir toplum nasıl çökertilir?” sorusunun cevabını CIA raporlarında dört maddeyle özetleniyor.

    1) Şayet bir toplumu çökertmek istiyorsanız, önce onların “kendi paralarına olan güvenlerini” sarsacaksınız.

    2) O toplumun “kendi değerlerini” yıkacaksınız. Tarihinden, medeniyetinden ve kültüründen beslenmesine engel olacaksınız.

    3) Toplumu “tüketim toplumu” haline getireceksiniz.

    4) Toplumu bilgisizleştireceksiniz. Bilgi toplumu olmaktan uzaklaştıracaksınız.

    Bu dört maddeden hangisini gerçekleştiremediler ki? Onlar bizleri bilgisizleştirmek istiyorsa biz daha çok bilgilenmek için çalışmak zorundayız. Daha çok okumalıyız. Daha çok düşünmeliyiz. Medya, insanlığı köleleştirmek, bilgisizleştirmek, kendi değerlerinden uzaklaştırmak ve bizleri tüketim toplumu haline getirmek için çabalıyor. Asıl bombalar evlerimize atılmış anlayacağınız…Evlerimiz kan revan içinde… Dizi, maç ve magazinden başka hiçbir gerçeği olmayan ailelerin evleri çoktan yerle bir edilmiş….

    Biliyorum bazılarınızın aklına hemen “Ebabil kuşları” geliyor. “Allah yine ebabil kuşlarını gönderir, Mekke'yi korur.” diyorsunuz içinizden. Allah elbette Ebabil kuşlarını göndermeye de, Mekke'yi korumaya da kadirdir. Ama beni düşündüren mesele bu değil. Benim derdim tepkisizliğimiz. “Ebabil kuşları Kabe'yi yıkmaya gelenler üzerine siccim taşlarını atmadan önce, Kabe'nin bombalanışını seyreden bizlerin üzerine o taşları yağdırır mı acaba?” diye bir soru takılıyor aklıma. İki sorunun cevabını gerçekten merak ediyorum:

    BİR: Mekke yada Medine bombalansa biz nasıl bir tepki veririz?

    İKİ: Ebabil kuşları önce nereye yağdırmalı siccim taşlarını? Evinizi medeniyetin bombalarından kurtarın! Biz hata yaparız.Ebabil kuşları asla hata yapmaz.

    CIA raporlarına bakacak olursak, şehirler bombalanmadan çok önce, evlerimiz bombalanmış zaten. Evlerimize düşen bombalardan kendimizi korumaya başlayarak ilk adımı atmalıyız diye düşünüyorum.

  8. #8

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kutsal Topraklardan İzlenimler
    Medine
    Ayşegül (Hiçdüşünce)
    Kutsal Topraklar'a gitmeden önceki son bir yıl içerisinde, sanki bunu işaret eden birtakım olaylar yaşıyordum. Örneğin; gül kokusu.. Giderek yoğunlaşan, yaklaşan hârika bir koku... İlk zamanlar, yalnızca benim hissedip hissetmediğimi anlamak için o anda yanımda olan yakınlarıma sordum:

    - Kokuyu alıyor musunuz?
    - Ne? Ne kokusu?
    - Şu gül kokusunu siz hissetmiyor musunuz?

    Son bir yıldır sürekli böyle bir koku alıyorum. Bir garip; kafamın içi, bu kokuyla doluyor âdetâ ve sık sık oluyor. Anlaşılan o ki, benden başka kimse, hissetmiyordu bu güzelliği...

    Ve rüyâlar... Hemen hemen her gece gördüğüm rüyâlar... Sürekli kutsal topraklara gidiyorum... Kâh uçakla, kâh deve sırtında.... Bu rüyaların bana anlatmak istediği çok daha derin bir sır olmalı... Gün geçtikçe kokuyu, o "gül" kokusunu daha da yakından ve daha sık hisseder hâle geldim. Yüreğim, bana cevâbı söyledi: "Kutsal topraklara çağırılıyorsun..." Ama nasıl, nasıl giderim? Ne öyle bir imkân var ne de ortam...

    Birgün, bir vesile ile değerli bir hocamıza bu kokuyu ve rüyâlarımı danıştım. Dedi ki:

    «Muhterem bir zât varmış (çok üzgünüm, adını hatırlayamıyorum), kendini dine adamış. Bu yüzden her gece rüyâsında görmesine rağmen senelerce gitmek nasip olmamış. Tam kırk yıl sonra nasip olmuş, gitmiş. Ravzâ'ya vardığında ilk söylediği ise 'Yâ resûlullah! Kırk yıl boyunca seni rûhum ziyaret etti. Şimdi ise bedenim geldi.' demiş. Seninki de böyle bir şey olabilir.»

    Dedi. Ben mi? Şu günâhkâr hâlimle ben mi bu şekilde böyle bir nimete kavuşacağım? Öylesi baş döndürücü bir hızla kendimi Medine havaalanında buldum ki anlatmak sayfalar alır... Hani derler ya, "İnsan, Kutsal Topraklar'a gitmeden farklı özler; gittikten sonra daha farklı..." Biz de o farkı anlayacak yolculuğa ilâhî kudret sayesinde çıkmış bulunduk. Mavi renkte, son derece mütevâzı bir hava alanıydı.

    Otelimize yerleştiğimizde; saat, gece yarısına yaklaşmıştı. Sevgiliye bir pencere uzaklıktaydım artık. Heyecânımı anlatacak kelimeleri bulmak mümkün değil... Sabah namazı saatinde bizi uyandıracaklarını söyledi sevgili hocalarımız, ama uyumak???

    İlk ezân ile beraber hazırlanmaya başladık. Çok,çok heyecanlıydım. İlk buluşma için aldığım kıyafetimi giydim. Yaklaşık 1 dakikalık mesâfede olan Mescid-i Nebevî'ye yürümeye başladık. Gördüğüm güzellik, gözlerimi kamaştırdı... Derken, ikinci ezân okundu. Sabahları, iki ezan okunuyordu. Ayrıca bizdeki gibi koşa koşa şimdi namazı kaçırırım tehlikesi yoktu. Ezan gerçek amacına uygun; yani insanları mescide toplamak amaçlı olduğu için yaklaşık 45dakika kadar bekleniyor. Bu arada biz de namaz başlayana kadar Kurân okuyoruz, tesbih çekiyoruz.

    Neyse... Kapıda ki bayan güvenlik görevlilerinin kontrolü sonrasında mescide adım attık.Allah'ım, o kadar güzel ki "Eğer Cennet'teki köşkler, buraya benzemiyorsa; istemiyorum... Burası, Cennet'ten bir köşe değilse nedir?" dedim. Yüzlerce dev sütunlar, tavanda hareketli kubbeler (raylı bir sistemle yanlara kayarak açılıyorlar)... Her bir sütunda klima var. Dışarısının sıcaklığını içerde hissetmiyorsunuz.ve tertemiz... Kesinlikle tertemiz... Aşırıya kaçan hiç bir süs yok.

    Hemen her namaz sonrası, halıların büyük bir kısmı toplanıyor. Sıralar hâlinde zemzem bidonları var. Plastik bardaklar, sürekli yenileniyor. Tabii içeride fotoğraf çekmek yasak...

    İlkin, sabah namazını bitirdik ve Ravzâ'ya giden kapıların açılmasını bekledik. Tabii ki erkekler, başka kapıdan; kadınlar, başka kapıdan giriyor. Erkekler, direkt "Selâm" kapısından gidebiliyor; ama kadınlar için çizilen hat, "kulağı başın arkasından tutmak" gibi bir mantık; ama olsun...

    Derken, kapılar açıldı ve o tanıdık kokuyu duydum; o yoğun gül kokusunu... Her milletten, her ırktan, ama "tek dinden" binlerce insan, aynı zamanda koşmaya başladık. Şemsiyeli avluya gelince (burası, Güneş ışıkları ile otomatik olarak açılan kapanan dev şemsiyelerin olduğu bir avlu gibi) size yemin ediyorum ki koşmuyordum; sanki uçuyordum...

    Ayaklarımı kesinlikle hissetmedim. Daha ben düşünmeden, ayaklarım hareket ediyordu. Her bir hücremi büyük bir hızla çeken mânevî bir mıknatıs, aklımı da çekmişti. Hislerim, uyuşmuştu...

    İlk hayâl kırıklığım, paravanlar oldu. Böyle bir şey bekliyordum; ama ne bileyim işte... Sonunda; Ravzâ... Yeşil halı ile belirlenmiş bir bölge burası..Burada namaz kılmak, binlerce namaz sevabı ile ölçülüyor. Ayrıca yeryüzünde gerçekten Cennet'ten bir parça olduğu şeklinde rivâyetler vardır. Elbette ki bulabildiğimiz her boşlukta namaz kıldık. Bazen kafamıza falan basıldığı oluyor; ama bu, çok doğal. Herkes, efendimizin ayak ucunda namaz kılmak için çok heyecanlı...

    Minberinin olduğu yerde de namaz kıldık.Burasının da bir hikâyesi var; Sevgili Peygamber Efendimiz, ilk önceleri bir kütüğün üstünde verirmiş hutbelerini. Sonrasında minber yapmaya karar verilmiş. Bir zaman sonra yer yer ağlama sesleri duyulmaya başlanmış. Anlamışlar ki ses, Peygamber Efendimiz'in ayaklarından yoksun kalan hurma ağacı kütüğünden geliyor.Onu minberin altına gömmüşler ve Peygamberimiz, ona ahirette buradan bir ağaç olarak çıkacağını söylemiş.

    Bir kütük kadar olamayışımın sızısı kapladı içimi. Burada bize bu küçük anekdotları anlatan sevgili kafile başkanımız (Aksaray müftüsü), grup rehberlerimiz, Bilal hocamız ve unutulmaz bir simâ olan İlyas hocamızı zikretmeden geçemeyeceğim. Çok zor da olsa, yavaş yavaş ilk kavuşmadan sonra ayrılma vakti geldi. O kadar fazla bekleyen var ki yeşil halılarda namaz kılmak isteyen... Hakkaniyet açısından, başkalarına yer açmak adına biraz çabuk hareket etmek durumundasın. Nasılsa artık kavuştum. Bu mutluluğu, aynı aşkı yaşayanların da tatması için bencillik yapmamak gerekiyor.

    Tabii orada bizimkileri ayırt etmek zor değil... Nerde bir parça kumaş ile sütunları, duvarları ovalayan varsa, bizimkiler... Halbuki o kadar da uyarılıyorlar. Bir de aynı rahatlık, orada da var. İnsanlar, yer için birbirini ezerken; taş gibi yerlerinde sabit çoğu...Mimari olarak bizim ecdadımızın yaptırdığı orijinal sütunlara benzer şekilde genişletilmiş. Hemen tanıdık gelen bir şeyler var zaten. Yine Ravz'âda bizde kalan süslemelere rastlamak mümkün. Ve koku... O kokunun bir sütundan geldiği, yüzlerce yıldır da bu kokunun devam ettiği söyleniyor.

    Gündüz gözü ile Medine, beni hiç hayâl kırıklığına uğratmıyor. Aynen rüyalarımda gördüğüm gibi. Düz bir arazi üstüne kurulmuş. Mescid-i Nebevî'nin etrafı, otellerle çevrili; ama kesinlikle alanı boğmamış. Alış-veriş edilecek dükkânlar, belirli bir planla bir araya toplanmış. Oradaki alışveriş tekkem, "Bindavutlar" adında bir yerdi. Türk esnaflar da var. Oldukça hoş bir duygu...

    Kadınların araba kullanması yasak. Ön koltukta oturması da... Ama namaz saatlerinde mescidin önünü lüks arabalar dolduruyor hanımları getirip götüren. Üstelik, her namaz vakti... Kıyafetleri, genel olarak siyah; ama çarşaf tarzında çok az. Daha çok dış elbisesi gibi...

    Aynı anda binlerce kişi çıkıyor. Kadın-erkek, birbirine karışıyor; ama bir rahatsızlık duymuyorsun. Kız çocuklarını kucağında, omzunda, sırtında taşıyan babalar, gülümsetiyor.

    Her namaz vakti, kesinlikle tüm dükkanlar kapanıyor. Türk ziyaretçi çok fazla olduğu için esnaftan çat-pat bilenler var dilimizi... Ehh, ben de kendimi idâre edecek kadar İngilizcemle buluyoruz anlaşma yolunu... Dükkanlarda Türk markalarından bulmak, çok kolay. Hani ya, orda yiyecek sıkıntısı çekenler için. Bunların başında annem, babam ve halam geliyor tabii... Kız kardeşim benim kadar olmasa da, az biraz cesaret ediyor farklı tatları tanımaya. Zaten Türk damak tadına yakın yiyecekler yapılmaya çalışılıyor. Başlarında da Türk aşçılar bulunuyor. Ama şimdi tutmuş, binlerce kilometre yol gitmişsin. Başka bir ül***e, başka bir kültüre... Ne yerler, ne içerler; insan, merak etmez mi? Ben, özellikle orada özel yiyecekleri tercih ettim. Hoşuma da gitti.

    Kutsâl iklimde ziyaret turlarımız da başladı. Mescid-i Kıbleteyn... Burası, bilindiği üzere "Çift Kıbleli Mescid" olarak anılır. Sevgili Peygamberimiz, öncelen kıble olarak Mescîd-i Aksâ'ya dönerdi; ama bir namaz vakti, artık kıblenin Kâ'be olduğu kendisine bildirilince namazı hiç bozmadan yönünü Kabe'ye çevirmiş. Tabii ki cemaat de ona uymuş.

    Küba Mescidi... Yapımında bizzat Hz. Ali ve Sevgili Peygamberimizin de çalıştığı rivâyet edilir bu mescidde. Yedi mescitler diye anılan; ama aslında Hendek Muhârebesi'nin de olduğu alanda; Peygamber Efendimiz, hendek kazdıkları için çok yorulan sahabeye yiyecek bir şey getirmek isteyen bir kız çocuğunun elindeki bir avuç hurmayı görünce, "Bunu evdekilere götür de yiyecek bir şey yapsınlar." demiş. Kız, Efendimiz'in bu dileğini ev halkına bildirmiş. Bir avuç hurmadan hazırlanan yemek, oradaki herkesi doyurmuş.

    Hz. Bilâl Camisi var bir de. Bu caminin özelliği ise; imamının Türk olması. Yaklaşık 25 yıldır burada görevde olduğu söylendi.

    Sevgili ecdâdımızın izlerini görmek; ama bu izlerin sistemli bir şekilde kapatıldığını anlamak, ayrıca yüreğimi burktu. Dört halifenin hatırasına ayrı ayrı yapılmış mescitler, maalesef kullanımda değil. Üstlerindeki tuğralar, bilinçli olarak sökülmüş. Çok da bakımsız... Osmanlı'ya olan tahammülsüzlüklerini görmek mümkün yani...

    Hiç şüphesiz en ünlü eserimiz, meşhur Hicâz trenyolu hattının varıştaki durağı: Tren Garı Binası. Zaten mimarisi, alnında ismini yazar gibi tamamen bizden ve hemen yanında başka bir kullanıma kapatılmış, kapısına kilit vurulmuş başka bir mescid. Ama dürüst olma gerekirse, bu iki yer de kesinlikle bakımlı ve güzeldi. Tren Garı, hani Peygamber Efendimiz'i rahatsız etmemek için yapım aşamasında çekiçlerine keçe bağlanarak ses çıkarılmadan inşa edilen bina... Kendimizi yargıladım; böylesi bir ecdâddan nasıl böyle insanlar hale geldik diye.

    Ve İslam tarihinde belki de en destansı, bir o kadar da hüzün kokan Uhud... Hemen her yerde seyyar satıcıların olduğu gibi burada da mevcut; ama belli bir alanda ve belli bir düzende. Yavaş yavaş, okçular (Ayneyn) tepesine çıktık -ki zaten küçük bir tepecik aslında- dümdüz arazi, gözünün önüne seriliyor. Arazinin tam ortasında Hz. Hamza ve yetmiş şehidin olduğu alan, yüksek tellerle çevrilmiş olarak hemen fark ediliyor. Gözlerimi kapattım. Başka bir zamanda, başka bir şekilde bir savaş canlandı gözlerimin önünde ve bir anlık gafletle yaşanan acı bir manzara... Tepecikten bakınca, sık hurma ağaçlıklarını da görüyorsunuz. Unutmadan yazayım, hurma ağacının gövdelerinden sokak lambaları da yapmışlar. Bu, hoşuma gitti. Ayrıca sokaklar da şehir de tertemizdi. Çok temiz hem de...

    Okçular tepesinde müftümüzü dinlerken hiçbirimiz, göz yaşlarımızı tutamadık Zaten kendisi de ağlayarak anlatıyordu bu savaşta olup bitenleri. Bazen gezdiğimiz yerlerde bize kendi yazdıklarından da okurdu. Hayretler içerisinde kalırdım; bu, nasıl bir yürek diye... Tanıdığım, gerçek manada derinden yaşayan ve hisseden nâdir insanlardandı. Her sabah namazından sonra mescidin avlusunda sohbetlerimiz oluyordu. Her gittiğimiz yerle ilgili anlattıkları, adeta yaşanmışlık hissi veriyordu. Görevlerini dört dörtlük yapan, saygıya değer insanlardı.

    Bize kalan boş vakitlerimizde elbette ki alış-veriş yapıyorduk. Kâh mescidin avlusunda ve gittiğimiz yerlerde bulunan seyyar satıcılardan alıyorduk, kâh dükkânlardan... Peygamber Efendimiz, alışverişin çoğunluğunun Medine'den yapılmasını, burada alışverişin sünnet olduğunu buyurmuş. Ben de buna uymakla ne kadar akıllılık ettiğimi sonradan anladım. Alışveriş -bol bol ibadet- adını duyduğumuz yerleri bizzat ziyaret edip (Allah herkese nasip etsin. Harika, harika bir duygu...) bol bol namaz kıldık. Kutsal iklimde olmanın fırsatını kaçırmamak için her bir günahtan pişman olup tövbe edip buna da Sevgili Efendimiz'i şâhit ettik.

    Ne uyku, ne yemek düşünüyordum. Gecelerim, pencereden yeşil kubbeyi seyretmekle geçiyordu. O, bu kadar yakınımdayken; ben, nasıl, nasıl uyurdum?! Bu gözler, uyku ister miydi ki! Bu havayı teneffüs etmek... Yâ Rabbî! Nasıl bir şey bu...

    İtiraf edeyim, ilk defa hayatımda cuma namazını da orda kıldım -şimdilerde cuma günleri, soluğu sık sık Kocatepe'de alıyorum- Namazlar, çok çok uzun sürüyor. Hareketlerde acele yok; çünkü amaç, tamamen ibadet... Ama bazen, "Hani ya acaba imam, namazı unuttu mu acaba?" dedirtecek ya da secdede olduğunu unutturacak kadar yavaş sürüyordu namazlar. Eh, burda ateşten kaçar gibi namaz kılmaya alışınca orda tuhaf oluyor tabii...

    Kadınların kabirlere girmesi de yasak. Bu yüzden Cennetü'l-Bâkî'ye giremedik. Ama etrafı tel duvarlardan oluştuğu için görmek mümkün. Mescid-i Nebevî ile yan yana.

    Buraya çok yakın bir mesafede "Bulut Mescidi" adında bir mescid var. Buranın hikayesini de paylaşmak istiyorum... Bilindiği gibi çocukluğundan itibâren Peygamber Efendimiz'e gölge yapma görevi üstlenmiş bir bulut vardır. Bu bulut, her yerde Peygamber Efendimiz'i takip edermiş. Ama Hz. Aişe'nin evine yaklaşıldığı vakit, mescidin bulunduğu yerde; Peygamber Efendimiz, oradan çıkana kadar beklermiş ve sonra yine görevine devam edermiş. Sevgili Peygamber Efendimiz, vefât edince; tabii olarak o da ortadan kaybolmuş. O'nun hatırasına nispeten yapılmış ve adı da Bulut Mescidi olmuş.

    Evet, Cennetü'l-Bâkî'den devam ediyoruz... Medine'de son iki gündeyiz artık. Ayrılığın acısı, başka hiçbir şeye benzemiyor. Yemek-içmek, haram sanki... Kabristanın etrafından dolanmaya başladık. Sadece taşlarla belirlenmiş kabirler ve kum... Orada kimler yok ki... Osmanlar, Fâtımalar, Ayşeler...

    Hz. Aişe hakkında bir küçük anekdot: Bilindiği üzere Peygamber Efendimiz'in kabrinin bulunduğu yer, Hz. Aişe'nin odasıdır ve bir yanında Hz. Ebûbekir, diğer yanında Hz. Ömer (yani bir yanında adalet, diğer yanında sadakat) bulunmaktadır. Aslında Hz. Aişe, kendisi de burada bulunmak istemiş. Ama bir şekilde ona kısmet olmamış. Bunu Peygamberimiz'in vefâtından sonra yaptıklarını hoş görmediği şeklinde yorumlayıp "Bana kırgınsın." diye çok ağladığı da söylenir Hz. Aişenin...

    Neden bilmiyorum, Cennetü'l-Bâkî'yi görmek, orada yatanları düşünmek ve onlara bir toprak kadar yakın olmak, beni çok etkilemişti ve umre ziyaretinin geri kalanını da bu hissiyat içerisinde geçirmeme sebep oldu. Nasıl olduğunu anlamadan birdenbire hıçkırarak ağlamaya başladım. Son iki gün boyunca sadece ağladım. Her namazda Ravzâ'da Sevgili'nin ayakucunda O'nu ve bizi yaratan Sâhibimiz'e her secde edişimde ağladım, ağladım... Öyle ki bu çok şiddetli bir hastalığa dönüştü. Son yatsı namazında, secdede bayılmışım...

    Artık vedâ etme vakti gelmişti. Günler, dolu dolu geçmişti; ama bitmişti işte... Elvedâ demedim; çünkü bana her zaman seslenen içimdeki o kuvvetli ses, bu sefer haykırıyordu. Öyle bir mekân ki ne sözlerle anlatılır; ne de görmekle doyulur... Dünya üzerindeki hiçbir yeri buraya tercih etmem...

    Medine; bağrında taşıdığı kutsal emanetten haberdâr, adı gibi yumuşak, nâif ve asaletli bir şehir... Attığım her adımda O'nu düşündüm. Bir zamanlar buralarda yürüyordu; toprak yollarda gündüzün sıcağı, gecenin soğuğu demeden insanlığa doğruluğu, hak yolu anlatabilmek ve kurtuluşlarına rehber olabilmek için.. Medine, senin gibi şanslı topraklar var mı ki; bağrında kâinâtın güzelini saklasın... Sen, zaten koşulsuz O'na kucak açarken de böyleydin: Alçakgönüllü, ağırbaşlı, vefâkâr.....

    Otobüslere bindik. Yaklaşık altı saat sürecek olan Mekke yolculuğu başlamak üzereydi. Hareket edip de yeşil kubbe, mescidin minareleri ve tüm şehir arkamızda kalana kadar başımı yola çevirmedim. Hep geriye baktım. Arayı soğutmadan geri gelebilmek umudu ile....

    Ayşegül,

  9. #9

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    mekke

    Mekke, (Arapça: مكة), Arap Yarımadası'nda Hicâz eyaletinin başkenti ve Suudi Arabistan'ın en büyük şehridir. İslam dini, bu şehri kutsal kabul etmektedir ve "Şehirlerin Anası" diye nitelemektedir.

    Müslümanlar, (Mekke'nin) Hz. İbrahim'in milattan önce 2000'lerde yerleştirdiği hanımı Hacer ve oğlu Hz. İsmail'in etrafında inşa edildiğine inanmaktadırlar.

    20 Nisan 571 tarihinde, İslam dininin son peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.), burada dünyaya gelmiştir. Müslümanlara göre Kurân-ı Kerîm, 610'da Alak Sûresi ile (ilk) bu kentte vahyolunmaya başlamıştır. 630'da kent, Müslümanların denetimine geçmiştir. 630'da ünlü Veda Hutbesi, bu kentte îrâd edilmiştir. 1517-1917 arasında Mekke, Osmanlı yönetiminde kalmıştır.

    Mekke, her yıl hicri-kameri Zilhicce ayında milyonlarca hacıya ev sahipliği yapmaktadır.

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.


    Cennet-ül Mualla
    Mekke'nin en eski mezarlığıdır. Hac esnasında ölenler de buraya gömülmektedir

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Nur Dağı
    Müslümanlar tarafından; "Oku!" diye başlayan ayetlerle ilk vahyin geldiğine ve Hz. Muhammed'in Cebrail'le ilk karşılaştığına inanılan Hira mağarası'nın bulunduğu dağ.


    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Hz. Muhammed'in Doğduğu Ev
    Kabe'nin yanındaki Mevlid sokağında bulunan ev. Orijinali yıkılmış yerine 1957 yılında, Mekke ve Hac ile ilgili kaynakların bulunduğu bir kütüphane yapılmıştır
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Mescid-i Haram
    Hürmetli mescit anlamına gelmektedir. Kâbe’nin de içinde bulunduğu alanı çevreleyen büyük mescittir.

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Kâbe
    Mescid-i Haram'ın tam ortasında bulunmaktadır
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Mina
    Şeytan taşlama bölgesi ve Hz. Muhammed'in Müzdelife vakfesinden sonra konakladığı bölge

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Müzdelife
    Şeytan taşlamak için taşların toplandığı yer. Arafat vakfesinden sonra yani akşam ve yatsı namazının birlikte kılındığı (cemi Tehir) ve Müzdelife vakfesinin yapıldığı bölge.

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Arafat
    Mekke'den 21 km uzaklıkta olan bir coğrafi bölgedir. Hz. Muhammed vefatından önce son vaazını Arafat Dağında vermiştir
    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Sevr Dağı
    Hz. Muhammed ve Hz. Ebû Bekir'in Medine'ye hicretleri sırasında gizlenip sığındıkları mağaranın bulunduğu dağ.

  10. #10

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Zemzem Suyunun Esrarı

    1-) Avrupa'da laboratuarlarda yapılan araştırmaya göre Zemzem suyu diğer sulara göre çok daha az kükürt taşımaktadır.

    2-) Yine ayni araştırmaya göre diğer sulara göre çok daha besleyicidir ve çok daha fazla mineral barındırmaktadır.

    3-) Kaynağı henüz bulunamamıştır. Nereden geldiği su anki teknolojiye göre bile bilinemiyor. Yakınlarında hiçbir kuyu yok ve denize de 80 km uzaklıkta. Bu şartlarda suyunu denizden veya başka bir kuyudan alması imkansız. Nasıl oluyor da yıllardır suyu bitmiyor, bunu kimse bilmiyor.

    4-) Açlığını gidermek için içen kişinin açlığını, susuzluğunu gidermek için içenin susuzluğunu giderir.

    5-) Sadece 1,5 metre derinliğindeki ufacık bir kuyudan çıkan su, hac mevsimi boyunca milyonlarca hacının tüm su ihtiyacını karşılamaktadır ve hiçbir zaman ne azalma ne de kuruma göstermemektedir.

    6-) Dünya Sağlık Örgütü (WHO)'nun raporlarına göre Dünya'daki en içilebilir ve sağlıklı sulardan biri.

    7-) Amerika'da yapılan test sonuçlarına göre Dünya'da içinde mikroorganizma ve bakteri bulundurmayan TEK su, zemzem suyu

Sayfa 2/3 İlkİlk 123 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •