Lösev
Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 1/3 123 SonSon
25 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: Kabenin gizemi

  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart Kabenin gizemi

    Altın Oran ve Kabe Mucizesi
    Birazdan Kutsal Mekke şehrinde binlerce yıldır gizli kalmış akıl almaz sırların bilimsel kanıtlarıyla ortaya çıkışına şahit olacaksınız. Mekke, Milyarlarca Müslümana secde yönü, toplanma yeri ve İslam'ın kutsal merkezi olarak bildirilmiştir. Gücü yeten Her Müslümana Kabe, Müzdelife ve Arafat Dağı'nı kapsayan bir yolculuğa çıkarak Kutsal şehre gelmesi farz kılınmıştır.

    Fi sabiti- 1,618, matematikteki üstün tasarım sayısı. Kalp atışlarımızda, DNA' sarmallarının en ve boy oranında, kainatın dodecehadron adı verilen özel tasarımında, bitkilerin filotaksi denen yaprak dizilim kurallarında, kar tanesi kristallerinde, pek çok galaksinin spiral yapısında ve sayısız yerde Yaratıcı hep aynı muhteşem sayıyı kullanmıştı. Altın oran sayısı yani 1,618...

    Pek çok ünlü mimari yapıda olduğu gibi Mısır Piramitleri'nin tasarımında dahi bu oranın kullanıldığı görülmektedir. Ünlü astronom Kepler, bu sayı için büyük bir hazine ifadesini kullanmıştı. Yüzlerce yıldır pek çok ünlü ressam, mühendis ve mimar Leonardo da Vinci gibi neredeyse tüm eserlerinde bu oranı kullanıyorlardı.

    Estetik uzmanı Dr Steven Markout, 25 yıl süren araştırmasında DNA'mıza dahi işlenmiş bu orana göre yaratılmış insan yüzleri ve bedenlerini istisnasız tüm insanların güzel bulduğunu yaptığı büyük bir deneyle ispatladı. Bir şekli tanımlayan temel ölçülerin birbirine oranının 1,618 i vermesi onu altın oran'a yani kusursuz tasarıma uygun hale getiriyordu.

    Peki ya dünyamızın Altın Oran Noktası... nerededir?
    Mekke şehrinin kuzey kutup noktasına olan uzaklığı ile güney kutup noktasına olan uzaklığının oranı tam olarak 1,618 yani altın orandır. Ayrıca Mekke şehrinin Güney kutup noktasına olan uzaklığı ile iki kutup arasındaki uzaklığın birbirine oranı yine 1,618'dir.

    Mucize bununla bitmez; tüm insanlığın ortak yer belirleme dili haline gelmiş enlem boylam haritasına göre de Dünyanın Altın Oran noktası Mekke şehrindedir.

    Mekke'den günleri değiştiği ve gün dönümü çizgisi olarak belirtilen sınıra olan doğu uzaklığı ile batı uzaklığının birbirine oranı da yine 1,618'dir. Ayrıca Mekke'nin gündönümü çizgisine batı yönlü uzaklığının, dünyanın o enlemdeki çevre uzunluğuna oranı da şekilde görüldüğü gibi yine şaşırtıcı şekilde Altın oran yani 1,618 sayısını verir. Tüm harita sistemlerindeki bir kaç km olan ufak farklara rağmen Altın Oran noktası Mekke şehrinden asla dışarı çıkmaz ve Kabe'yi içine alan Kutsal Bölge dairesinde kalır.

    Evinizde Google Earth programı'nın cetvel özelliğini kullanarak dünyadaki herhangi iki nokta arasındaki uzaklığı oldukça hassas şekilde kolayca keşfedebilir, dilerseniz enlem ve boylam koordinatları yoluyla hesaplayarak yada basit bir hesap makinesi ile verilen oranların doğruluğunu evinizde dahi test edebilirsiniz. Görüntülerde önce Mekke şehrine sonra Kuzey Kutup noktasına başlangıç ve bitiş noktalarını nasıl yerleştirildiğini görüyorsunuz. Pozitif enlem ve boylam değerleri ile deniz yerine Karaya düşme açısından dünyanın tek altın Oran noktası Mekke şehri olabilmektedir.

    Phi Matrix programı ise tabloların ve resimlerin altın oran noktasını göstermeye yarayan bir Amerikan programıdır. Dünya Enlem boylam haritasını derinliği hiç bitmeyen canlı bir tablo gibi düşünür ve bu programla açarsak Dünyanın Altın Oran noktasının Mekke şehri olarak belirlendiğini görürüz.

    Mucizeler devam ediyor...

    Mekke ayetinde Altın Oran Mucizesi
    Kuran ı Kerimde Mekke kelimesinin geçtiği ve orada tüm insanlığa iman verecek açık delillerin varlığından bahseden tek bir ayet vardır. Ali İmran Suresi 96. ayetinde Mekke şehri ile Altın oran arasındaki bağıntı Yüce yaratıcımız tarafından açıkça nakşedilmiştir. Bu ayetin tüm harf sayısı 47'dir. harf sayılarının altın oranını aldığımızda Mekke kelimesinin işaret edildiğini görürüz. 47 / 1,618 = 29,0 . Ayet başından Mekke kelimesine kadar tam 29 harf vardır. Aynı dünya haritasındaki gibi. Eğer bir harf fazla yada eksik olsa idi bu oran asla oluşmayacaktı. Hiç bir zorlama olmadan dünya üzerinde yaptığımız aynı işlemi yaptık ve harf sayılarının Mekke ve altın oranı işaret eden muhteşem uyumuna şahit olduk.

    Tüm bu işaretler göstermektedir ki; dünyayı ve matematiği yaratan tasvir edilmesi imkansız muhteşem güç yani Tanrı ile Kabe'nin ve Kutsal Bölgenin yer belirleyicisi ile Kuran'ın yaratıcısı aynı ve tek Tanrıdır. O bu mucizelerle geleceği ve insanların ortak dillerini önceden bilerek onlara işaretler verdiğini tüm insanlığa hatırlatmaktadır.

    Altın Oran, Mekke, Kabe ve Kuran arasındaki bağıntılarla ilgili keşifler her geçen gün bir yenisi eklenmektedir. Şekilde Leonardo pergeli olarak adlandırılan Altın oran pergeli ile yapılmış ölçümlerde Mekke şehrinin Arabistan'ın altın oran bölgesinde, Kabe'nin de Mekke şehrinin altın oran bölgesinde yer aldığını görüyoruz. Tüm bunların tesadüfen olabilmesi olasılık hesaplarına göre imkansızdır.

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.


    Dünya'nın Zaman Dikmesi Kabe


    Bismillah, Hu destur Rabbi İlmi illallah;

    Dünya iki kutupludur diye bilinir demir çağında, güney kutbu ve kuzey kutbu. Yatay da iki kutup güney ve kuzey kutuplarına ek olarak bu kutupları di*** bir kutbu daha vardır. Bu da Mescidi Haram; yani Kabe'dir. Kabe, batında hem kapı hem de kubbe ismini taşır. Çünkü kapı ve kubbe olarak iki özelliği vardır. Kabe'ye kapı denir ki paralellere ve göklere açılır. Kubbe denir ki kutupların idarecisidir.

    Üçlerin buyruğu ile yaratılışın ve tüm semaların nur akışı negatif ve pozitif ve nötr olarak nun kalemden tüm gökleri geçerek arza kadar iner. Nur özü tüm semalardan bir hayali çizgi gibi uzanıp arza kadar iner. Bu üç fazlı nur akışı tüm zerre ve kürrelerin merkezinden geçer. Mekan ve zaman da ayrı ayrı zuhur etse de aslında tektir. yani mekanda zaman da bunlardan meydana gelir. Üzerinde yaşamımızı sürdürdüğümüz dünyamızda da bu çizginin düştüğü yer Kabe'dir. Buradan arşa kadar uzanan bir tünel vardır ki Allah'ın kürsüsünde son bulur.

    Dünyanın Zaman Dikmesi Kabe;

    Dünyanın gelmişi geçmişi ve bu anı buradadır. Arz semasındaki her şey gibi yeryüzünde zaman da üç boyutludur. Geçmiş-An-Gelecek. Dünyanın 3 mekan 1 zaman kutbu vardır.

    Mekan kutupları;
    Kuzey kutbu
    Güney kutbu
    Kabe'dir.

    Zaman kutbu ise Kabe'dir. İçinde geçmişi geleceği ve anı barındırır. Çünkü levha'ya açılan kapıdır. Zaman levha' dan nun kaleme oradan da tüm semaları geçip Kabe'ye akar her semada farklı sema içi her burçlarda farklı zuhur eder.

    Arz ile atomun Kıyası

    Dünya tıpkı bir atoma benzer. Dünyanın aurası yahut nur'u yani çekim gölgesi; Atomda elektron bulutsusuna denk gelir. Dış cidarı (hava su toprak ve ateş) protona İkisinin kendi özüyle birleşmesini sağlayıp dengeleyen kuvvet nötr ise dünyada kaf-nun kuvveti yani yer çekimine tekabül eder. Bu kuvveler negatif ve pozitiftirler ama nötr onların niteliklerini bozmadan bir arada tutar. Cebeli Tarık'taki tatlı ve tuzlu su örneği gibi. Bu alandaki su birbirine karışmamakta fakat bir arada durmaktadır. Bir başka örnek verecek olursak yağ ile suyun karışmaması gibi. Dünyanın çekirdeği nötr pozitif ve negatif kuvvelerden oluşur fakat bununda ötesine geçildiğinde onun tek bir kuvvet olarak semalardan indiği bir hakikattir. Üçün sırrı tek de gizli illallah ille de Allah hep daim Ehad. Dünya çekirdeği tıpkı atom çekirdeği gibi tekmiş görünse de aslen üçtür.

    Hiç unutma oğul dediler. Alemlerde tek bir şey bulamazsın Allah dan gayri her şey çiftli çoklu zaten aksi şirk olur. Cahile vebal yok ama bu bilene zeval verir. Bile bile sakın tek arama ondan başka tek yok. Allah'a sığın ilme ehil ol edebe riayet et zira kapılarda edep yazar.

    Sanırım bu gün atom çekirdeğine üçlü kuark deniliyor. Bizde esma önemli değil mana esastır. Tasavvufta kamil kişiler birbirlerine sorarlar okudun anladın ya manasını anladın mı. Anladım cevabı gelince manayı neyle anladın derler. Kişi bunun cevabını doğru verirse artık hal ehli olmuştur mübarek ol derler ona dem verirler. Ona şehri ilimden bir kapı açılır eli arşa uzanır ceddi Muhammed elinden tutar medet ya Allah.

    Tekin içine üç gizli
    üç çera yanar şişede
    Arslanlar gizli meşede
    Yedi iklim her köşede
    Dedem Ali'yi gördüm.
    Ali, aydır; Muhammed, güneş
    Gül de bülbülün âhını gördüm
    Dem verirler dem alırlar
    Gül verirler gül alırlar
    Bal verirler şerbet ederler.
    Bir tane üzümden suyun sıkarlar
    Bir fincanda kırk yiğit bunu içerler
    Onlarda hak yolun özün gördüm.

    Petekte balı değil balda peteği gördüm
    petekte sır değil sırda petek gördüm
    Sırrın gönlüme düşende
    Velâyeti aşırılan Ali'yi gördüm.

    Ceddim, Muhammed'i gücendirdiler
    Anam Fâtıma'nın kapısına dayandılar
    Biat et ya Ali deyup çığrıştılar.
    Münafıklığın batında halini gördüm.

    Süre-i Kevser'e rağmen Resul'e ebter dediler.
    Lanet olundu üzerlerine ebter oldular.
    Ebter olsun diye ehlibeyt Hüseyni kestiler
    Kirli ellerinde hüseynin kanlı başını gördüm.

    Vakit gelip çattı evlat zuhur edecek.
    Belinde gayret kemeri Allah diyecek
    Doğu tarafında kızıllık olacak
    Bir gecede imam olan kumandanı gördüm.

    Mehdi uymuş ceddine çekilmiş Hira'sına
    Alem kalkmış gıybetine
    Cibril emaneti getirir
    Elinde zülfikar, İmam Mehdi'yi gördüm.

    Atom çekirdeği tek gibi görünür adına proton denir. Hakikatte ise üçlüdür. pozitif negatif ve nötr dür. Atomda nötr negatif pozitifi dengede tutmak için halk edilmiştir. Aynı zaman da atomun saatidir onun zaman kapısıdır. Her şeyin muhakkak bir eceli vardır. Bütün bu ilim atomda ne ise dünyada da odur her şey aynıdır. Zerre ve kürre aynı biçimde yaratılmıştır.

    Şimdi bunları dünya için izhara çalışalım konumuzu unutmadık bilakis üzerindeyiz konumuz Kabe'nin esrarı. Dünya merkezinde üç çekirdek var demiştik. Bunlar dünya cisminin merkezinde en kuvvetli haldedirler. Birleşik bir alan yayarlar bu alan yer çekim süptil gölgesini oluşturur. Açılması negatif toplanması pozitiftir. Atmosfer dışına kadar oluşan çekim gölgesi aura böyle oluşur. Bütün bu işleyişle dünya kutupları oluşur. Ama iki değil üç kutuplu bir alandır. Eğer müspet bilimin öne sürdüğü gibi iki kutup olsaydı negatif pozitife akacak dünyada kuzey kutbundan güneye takla atacaktı. Bu böyle olsaydı dünya tufandan tufana gider hiç bir canlı olmazdı. Çünkü bir mıknatısta bile eksi taraf artı tarafa akar. Bu elektrikte de aynıdır. Siz Allah'ın kanunun da bir tutarsızlık bir değişiklik göremezsiniz. Bu iş böyle ise nasıl dünya iki kutupludur diyebiliyorlar. Yok bu ilmin aksini savunmak da ancak maymundan türediğine inananların işidir. Aynı cahillik, Ümmet-i Muhammed'e yakışmaz. Ümmet-i Muhammed, gayrı terk edip ilme yönelir çünkü.

    Hal böyle ise neden yasa gereği bir kutup bir kutba doğru akıp taklaya neden olmuyor da dünya bu akışa rağmen açılı bir vaziyet alıp hem gece ve gündüzü hem de mevsimleri oluşturacak bir konumda duruyor?

    Tek bir sebebi var dünya sanıldığı gibi iki kutuplu değil üç kutupludur. Bu kutup ise yüzeyde Kabe'nin bulunduğu mevkidir.

    Kabe mevkinin görevi nötrlüktür. Görevi dünyanın bir kutuptan diğerine takla hareketini engellemektir. Bu ilahi bir dengedir. Sonuç olarak atomda nötr dünyada Kabe'ye denk gelir. Kabe'den içe doğru bir tünel açsan yer çekirdeği içindeki üçlerden nötr olanının bulursun.

    Kabe bu dengeleyici potansiyeli ile yer kürenin kutuptan kutba dönmesine engel olur.

    Zahirde Görevleri;

    Kutuptan kutba di*** taklaya mani olur. Arz kutup eksenini belli bir açıda tutarak yaşam için mevsimlerin oluşmasını sağlar. Di*** taklaya mani olmakla kalmaz dünyanın ekseni etrafında dönüşünü sağlayacak şekilde enerjiyi düzenler. Güney ve kuzey kutbu arasındaki kuvve irtibatını üzerine alıp bulunduğu mevkiye eğerek di*** yerine yatay dönüşü sağlar bu da gece ve gündüzü oluşturur. Dünyanın aurasının yerçekiminin gece ve gündüz kavramının mevsimlerin denge merkezidir.

    İşte bu yüzdendir ki her zaman mabetti. Kafirlik zamanın da bile saygı gördü. Bu kadim sır eski ululardan kültürlere aktı ilmi ortadan çekilse bile bu saygı halk arasında putperestlerde sapık din sahipleri kavimlerde bile devam etti. İslamiyet ile İslam dininin en kutsal mekanı olarak günümüze geldi büyüklerimiz bu sırrı tabi ki biliyorlardı. efendimiz sahabesinin seçkinlerine öğrettiler. Avama bir çok sır gibi bu da öğretilmedi. Bazı şeyler vardır ki hiç paylaşılmaz bazıları vardır ki zamanı gelince paylaşılır. Şimdi izhar dönemi başlamıştır.

    Asıl kıyamet yeryüzünde lailahe illallah diyen bir kul kalmayınca kopacaktır. Büyük alametlerin zuhrunda Kabe'nin batini ilminin payı çoktur. Sürecin tetiklenmesinde afatlar zincirinde büyük payı vardır. Kabe'nin sırrına yalan yanlış maru olan kafir güruh yine aklınca iş çevirmeye kalkacaktır.

    Kabe'ye ehli olmadıkları halde iş karıştıracaklar. Saldırıp hakaret edecekler yanında kan dökecekler işte o vakit ki dünya halkı Müslümanların değil kendilerinin de üzerinde yaşadığı dünya kalbine saldırmış olacak artık eyvah olsun o dünya halkına. öyle şeyler zuhur eder ki kafir bile yok mu düzeltecek bu işi der.
    O zaman Ali ve Fatıma soyundan peygambere hem kan hem de mana bağı ile bağlı mehdi gelip imdatlarına yetişir. Onun zamanın da dünya altın çağa girer bolluk bereket ve yücelik olur. Muallak taşını oynatır bu kafirler Mehdi gelir onu tamir etmeye. Çünkü o Kabe'nin ilmini bilir. Bozulanı düzeltir. Sır şu sözünde gizlidir. Bu taşı kaldır derler oda getirin 12 ali kaldırayım der.

    Ey kafirler Kabe ne imiş bileceksiniz. Hem de bunu yakın göreceksiniz. hakaret ettiğiniz yerde yakarıp hak önünde diz çökeceksiniz. Allah'ı kimse aciz bırakamaz.

    Taş yerinden oynatılınca şiddetli sıkıntı afat ve helakler başlar. İnsanlar bir biri ardınca şiddetli çarpılışlarla çarpılırlar. Evvelden iman edenlerden bile bir çoğu bu ne biçim Allah bize hiç mi acımıyor nerde merhameti inanışlarımıza yazıklar olsun şu Deccal da olamasaydı ne olurdu halimiz diyerek ahmakça rahmana sövecekler böylelikle evvelden olan imanlarının münâfıkâne olduğunu bizzat belli edeceklerdir. İşte böyle insana ne zaman bir rahat gelse bendendir der. Ne zaman bir sıkıntı gelse bu Allah'tandır deyip kızarak yüz çevirir. Yahut sızlanır durur. Ama o müminlerin hali böyle değildir. Canlarından can çıksa mallarından mal gitse huzur hayal arz cehennem olsa ortak koşmaz sabreder hatayı kendilerinde bilir Allah'ın rahmeti gibi kahharı olduğuna da itaat ederek teslim olurlar. Bunun bir imtihan olduğunu asıl yaşanacak yerin dünya olmadığını tüm ruhları ile ikrar ederler. Böylece kafirler ve münafıklar helak olurken bir itiliş cehenneme itilirlerken müminler alan Allah'ın neler verebileceğini de görürler. Allah da bu kavrayışlarını hem dünyada hem de ahirette bir ecirle ödüllendirir. Kafirin ve münafığın eceli gazapların son günün geçemez refah onlara artık burada da ahiret yurdunda da haram dır. Defolup gittiler. Çünkü onların rahat ve huzur düşkünlüğü ellerinden alındığında Allah'a karşı küfre daldılar bu isyanları onları Deccal'e biate değin sürükledi de o lâinle beraber defolup gittiler şüphesiz Allah bakidir.

    Yokluktan ve dertten Deccal'e biat edecekler Allah'a kasem ederim ki o gün müminlerin başında içlerinden bir kral olacak Mehdi reis o gün imamdır. En büyük düşmanlığı da mümin geçinenlerden görecek Allah üzerlerine lanet yağdırsın o alaycıların. Onlar ki dinin ukalası kesilmiş ehlibeyt hüccetini tanımaz münafıklardır. Aslında kafirlerdir ama kafirliklerini kendileri bile bilmez. Güya bir halt yapıyorum zannedip mehdi ve kardeşlerine hasım kesilirler. Zaten her gelene böyle yapıldı. İş böyle tuttular da evvelkiler gibi yaptılar. Onlar cahildir ilme iğne deliğinden bakarlar. Okumazlar yönelmezler ama bilgiçtirler. Hep bir putları hep bir kendince kuralları vardır hakkı gözetmezler. Öyleyse bırak onlar büyük bir aldanış onların oldu.

    Selam olsun o erlere ki onları elçinin elçisi mehdi yönetir. hem mehdidir hem Mesih payınıza düşen bu. bakalım öğüdü tutacak mısınız yoksa yine terslenecek misiniz. Ne zaman içinizden bir uyarıcı seçsek demek onunla alay edecek onu toprağınızdan sürecek yada öldüreceksiniz öylemi?

    Oğul bildin mi dediler şimdi sırrı. Var bunu da gönlüne ekle Allah yardımcın olacak bu evvel bir vaattir. Allah vaadinden dönmez. Ama sen gayret et. Teslimiyet sultan olan Allah'adır. Nefsten gelen gaflete teslim olunmaz gaflet dalalet olur saparsın dalalet hıyanetle sonuçlanır kendini yakarsın. Öyleyse şimdi sen gayretli ol ilme Allah'a dön yüzünü. Hadi şimdi yine rabbini o büyük adı ile zikret.

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.


    Hacer'ül Esved Göktaşı mı?

    Prof. Dr. Mehmet Özel / Fenomen Dergisi (Bilimin Merceğinden)
    İngiliz arkeolog gezgin Harry S.J.Philby, Arap Yarımadası'nın Rub'ul Hali (boş bölge) denilen en ıssız bölgesini keşif çalışmaları sırasında, rehberlerinin kendisine, Gökten yağan taşlarla yok olan Ubar kenti'nden bahsettiklerini, kervanına ait bir çok devenin kaybı pahasına bu yere 1932'de ulaşmayı başardığını anlatır. Bu yönde ifadeler Kuran'da de sık sık geçmektedir.[1]

    Batı kaynaklı haritalarda ''Wabar'' diye isimlendirilen bu yere ulaşıldığında, manzara oldukça hâyal kırıklığına neden olur. İnsan eliyle yapılmış herhangi bir kalıntı yoktur. Kahverengimsi sarı renkli kumlar arasında yalnızca iki adet oldukça sığ çöküntü ve bunlar çevresinde bir dizi koyu renkli döküntü etrafa saçılmış urumdadır. Philby, bu döküntünün lav olabileceği düşüncesindedir. Topladıkları birkaç avuç siyah, camsı boncuk görünümlü taneleri, rehberler yok olan kadınlarının taktıkları süsler olarak yorumlarlar. rehberlerce yine o civarda bulunan oldukça paslanmış bir demir külçesi de, insan eliyle yapılmış kalıntıların örneği olarak Philby'e sunulur. Gezgin, tavşan büyüklüğündeki demir parçasını inceler ve çevredeki çöküntülerin volkanik kökenli değil, yer atmosferi dışından gelen bir meteoride ait olduğunu anlar. Daha sonra yapılan laboratuar analizleri onun bu tahminini doğrulayacaktır.

    1995'te Düzenlenen Keşif Gezisi
    Mart 1995'te bölgeye yeni bir keşif gezisi düzenlenmiştir. Bunda amaç, yeryüzündeki sayıları oldukça sınırlı olan (toplam 150 kadar) çarpma kraterlerinin istatistiğine katkıda bulunmak ve bu ulaşılması ve incelenmesi çok zor (ısı gündüzleri gölgede 60 derecedir) bölgedeki krater kalıntıları hakkında yeni bilgiler edinmektir. Modern olanaklarla bile 10 gün süren bu gezinin sonuçları "Sky and Telescope" dergisinde [2] özetlenmektedir.

    Krater Alanı ve Buluntular
    Krater alanının koordinatları 50 derece 28' 24'' Doğu ve 21 derece 30' 12'' Kuzey olarak verilmektedir. J.C.Wynn ve E.M.Shoomaker'ın grubu bölgede sistemli jeofizik ve jeolojik tarama ve ölçümler yapmayı hedeflemiştir. Üç kraterden oluşan kraterler grubu kuzeybatı-güneydoğu yönünde 1000m'ye 500m'lik bir alanı kaplamaktadır. Büyüklükleri sırasıyla 11m, 64m, (Philby A krateri) ve 116m (Philby B krateri) 11m'lik kraterler Philby zamanında biliniyordu (Kumların hareketi bu krateri yeniden ortaya çıkarmış olmalı). Philby A krateri, 1932'de bütünü ile görülebilirken şimdi sadece güneydoğu kesimi kumların üstündedir. Kenara yakın bölgelerde bazı çarpma etkili kalıntılar, (Glass bombs', instants rocks', meteor kalıntılar) vardır. Büyük bir şans eseri, keşif heyetinin ulaşmasından 1 gün önce yağan yağmur, kumların hareketini yavaşlatmış ve kesit belirleme çalışmalarına olanak vermiştir. Philby A'nın yapısının Arizona'daki meteor kraterine benzer şekilde ''en üst tabakaların deformasyona uğradığını ve kendi üzerine katlandığını'' göstermektedir. Phiby B, 1932'de (2 m. derinliğinde ve bütünü ile gözlenebilir haldeyken bu ziyarette doğu kenarlarını izleri bulunabilmiş ve derinliğinin 3 1/2m'yi aşmadığı hesaplanmıştır. Civarda birkaç milimetre çapında camlaşmış tanecikler saptanmıştır. Bunlar Philby'nin rehberlerinin hediye olarak topladığı ''boncuk tanecikleri'' olmalıdır. 500 m. çaplı çarpma bölgesi, meteor kalıntıları ve kumla karışık oksitlenmiş metal parçaları içermektedir ve bunların yoğunluğu kratere doğru artmaktadır.

    Meteorun Özellikleri
    Wabar (Ubar) meteor örneklerinin analizi %94 demir, %6 nikel, %2 kobalt ve daha az oranda iridyum ve bakır içermektedir. Yaşı hakkındaki tahminler ise çöl ortamının yarattığı belirsiz etkisi ile, bir tahmine göre birkaç yüz ile birkaç bin yıl arasında, bir başka tahmine göre birkaç bin ile yüz bin yıl arasında değişiyor. Meteorun atmosfere girerken parçalandığı ve birkaç büyük parçaya ayrılarak bir kraterler kompleksi oluşturduğu anlaşılmaktadır. Krater büyüklükleri göz önüne alındığında, çarpan meteoridin 300 tondan fazla 4-5 m. genişlikte olması gerekir. Demir-nikel ana parçaları çarpma sonucu buharlaşmış olmalıdır. Önemli bir bölümü erimiş ve kumla karışmıştır. Phily B kraterinin 200 m. güneydoğusundan 2 tonluk bir meteoridin 1965'te ortaya çıktığı ve Aramco tarafından Riyad Kral Suud Üniversitesi'ne taşındığı da belirtilmektedir.

    Değerlendirme ve Sonuç
    Wabar (Ubar) bölgesi gerçekten ilginçtir. ve yerel bir dizi söylence ve efsanenin kökeni olmuştur. Kabe'deki Hacerü'l-Esved'in buradan ya da buna benzer bir yerden taşınma olasılığı yüksektir. Çöllerdeki kum tepelerinin hareketi, bu tür oluşumları birkaç yüz yıl içinde örtebilecek güçtedir. Fakat bir zamanlar görülmeyen krater yapıları zamanla tekrar açığa çıkabilmektedir. Bu nedenle 1500 yılı çok aşkın bir yaşa sahip olması gereken Hacer'ül Esved, Wabar'dan bir parça olabilir. bu konuda kesin kararı, kutsal kara taşın 'zarar vermeden değerlendirme' (nondestructive evulation) yolu ile kompozisyonunun belirlenmesi ve Wabar'daki buluntularla karşılaştırılması yeterli olacaktır. Böylece onlarca asır boyunca bölge insanlarının bu arada, biz Türklerin ruh dünyalarında çok önemli yer tutan kutsal taşın göklerdeki adresi hakkında ilk kez doğru bilgiler edinilmiş olacaktır.

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    Hacerül Esved Taşı Nedir?

    Hz. İbrahim Aleyhisselam, Kabe'nin inşasını bitirdikten sonra oğlu İsmail Aleyhisselam ile tavafa başlangıç sırasını bildirmek için: “İsmail, bana bir taş getir de tavafın nereden başlayacağını işaret edeyim.” dedi. Hz. İsmail Aleyhisselam da Cebel-i Kubeys'ten bir taş alıp babasına verdi. O da tavafın başlayacağı bugünkü Kabe'nin köşesine taşı koydu. Taş, yumurta şeklinde 18-19 santimetre yarıçapında idi. Konduğu yer, yerden üç arşın 4 parmak yüksekliğinde idi. Böyle yükseğe konmasının sebebi ve sırrı her yerden herkesin görebilmesi için idi. Rengi vaktiyle beyaz olan bu taş, çokça istilam edildiği yani selamlanıp öpüldüğü için kırmızımsı (kırmızımsı esmer bir taş) haline gelmiştir diye rivayet edilmektedir. Hacerü'l-esved, melekler tarafından, peygamberler tarafından ve Efendimiz Muhammed Aleyhisselam tarafından öpülmüştür. Hacerü'l-Esved'i öpmek, Cenab-ı Hakk'ın saltanat-ı İlahiyesine kurbiyete (yakınlığa) bir işaret olması itibariyle hürmet, teslim ve ikrar manasını ifade eder. İşte bunun içindir ki, Hz. Ömer Efendimiz (ra) “Vallahi seni öpüyorum. Senin taş olduğunu, zarar ve fayda veremeyeceğini de biliyorum. Eğer Resulullah'ın seni öptüğünü görmeseydim, seni öpmezdim.” demiştir.

    Bediüzzaman Hazretleri ise “Bir vakit iyyake na'budu ve iyyake nestain (Ancak Sana kulluk eder, ancak Sen'den yardım isteriz)deki birinci çoğul şahıstan nun harfini düşündüm ve birinci tekil şahıstan "Na'büdü" (kulluk ederiz) sîgasına intikalin sebebini kalbim aradı. Birden, namazdaki cemaatin fazileti ve sırrı, o nun'dan inkişaf etti. Gördüm ki: Namaz kıldığım o Bayezid Câmiindeki cemaatle iştirakimi ve herbiri benim bir nevi şefaatçim hükmüne ve kıraatımda izhar ettiğim hükümlere ve davalara birer şahid ve birer müeyyid gördüm. Nâkıs ubudiyetimi, o cemaatin büyük ve kesretli ibadatı içinde dergâh-ı İlahiyeye takdime cesaret geldi. Birden bir perde daha inkişaf etti: Yani İstanbul'un bütün mescidleri ittisal peyda etti. O şehir, o Bayezid Câmii hükmüne geçti. Birden, onların dualarına ve tasdiklerine manen bir nevi mazhariyet hissettim. Onda dahi; rûy-i zemin mescidinde, Kâ'be-i Mükerreme etrafında dairevî saflar içinde kendimi gördüm. Elhamdülillahi Rabbil Alemin dedim. Benim bu kadar şefaatçilerim var; benim namazda söylediğim herbir sözü aynen söylüyorlar, tasdik ediyorlar. Madem hayalen bu perde açıldı; Kâ'be-i Mükerreme mihrab hükmüne geçti. Ben bu fırsattan istifade ederek o safları işhad edip (şahit tutarak), tahiyyatta getirdiğim, “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah” olan imanın tercümanını mübarek Hacer-ül Esved'e tevdi' edip emanet bıraktım.” (29. mektup, 1. kısım) diyerek, Hacer-i Esved'in bir bilgisayar diski gibi bütün şehadetleri, istilam ve öpmelerini kaydeden bir vazife gördüğüne işaret etmiştir. Onun için Hacerü'l-Esved'in yeryüzünde “yemînullah” (Allah'ın sağ eli) olduğu onu öpme, selamlamanın ise manen yemînullah ve yedullah ile temasa geçme olduğu da ifade edilmiştir.

    Kabe, Huzaalıların eline geçtikten sonra, Hacer-i Esved, onların rakibi olan Cürhümlüler tarafından kaçırılıp sonradan Huzaa kabilesi tarafından yeniden ele geçirilerek tekrar yerine konulmuştur. Daha sonraları Abbasi Halifelerinden Muktedirbillah zamanında Mekke'yi zaptetmiş olan Karamite (Kırmitîler) reisi Tahir tarafından koparılıp Küfe Mescidine konulmuştu. 20 sene sonra, Halife Mutî' Billah tarafından 24 bin dinar karşılığında geri alınıp Mekke'ye getirilmiş, bugünkü yerine konulmuştur.

    Hacer-i Esved, muhtelif zamanlardaki yangınlarda kırılmıştır. Şimdi 12 parça olarak birleştirilmiştir. Ufak bir parçası Kanuni Sultan Süleyman zamanında bir Hadım Ağası tarafından İstanbul'a nakledilmiş, Süleymaniye civarındaki Kanuni Sultan Süleyman türbesine asılmıştır.

    Rivayete göre Hacer-i Esved kıyamet gününde Kabe'yi tavaf edenlere şahit olacağından bunu aşk ile yapmak gerekir. Halk arasında hacdan gelenlerin avuçlarının içlerinin öpülmesi hacca gidip tavaf edenlere Hacer-i Esvedin şahitliği bir de ya öperek ya da dokunarak veya uzaktan ellerini açarak Hacer-i Esved ile temas kurmaları sebebiyledir. Çünkü hacı “elestü birabbiküm” bezmindeki ikrarı burada yenilemiş olduğundan memleketinde henüz hacca gidememiş kimselerin onu tasdik etmeleri, avucunun içini öpmeleri bundan dolayıdır

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    Kabe Baskını ve Kabe'de Kan Akıtılması

    Onun çıkacağı yıl, insanlar hacca, başlarında bir emir bulunmadan gidecekler. Hep birlikte Beyt-i Şerif'i tavaf edecekler, sonra Mina'ya indiklerinde, köpekler gibi birbirine saldıracak, hacılar soyulacak, kanlar Akabe Cemresinin üzerine akacak. (Kıyamet Alametleri, Berzenci, s. 169)

    İnsanlar başlarında bir imam bulunmaksızın hac ederler. Mina'ya indiklerinde etrafları, köpeklerin sarışı gibi sarılıp, kabilelerin birbirine girmesi ile büyük savaşlar olur. Öyle ki ayaklar kan gölü içinde kalır. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 35)

    Yukarıdaki hadislerde "onun çıkacağı yıl" cümlesi kullanılarak, Hz. Mehdi'nin çıkış tarihinde Hac sırasında meydana gelecek bir katliama dikkat çekilmektedir. 1979 yılında, hac sırasında gerçekleşen Kabe baskınında aynen böyle bir katliam yaşanmıştır. Çok ilginçtir bu kanlı Kabe baskını da Mehdi'nin diğer alametlerinin gerçekleştiği dönemin tam başında yani Hicri 1400 yılının ilk gününde, 1 Muharrem 1400 (21 Kasım 1979) tarihinde meydana gelmiştir.

    Yine hadis-i şerifte kanların akacağından bahsedilerek öldürme olayına dikkat çekilmiştir. Baskın sırasında Suud askerleri ile saldırgan militanlar arasında meydana gelen çarpışmada 30 kişinin öldürülmesi, bu rivayetin kalan kısmını da doğrulamıştır.

    1979 (Hicri 1400)'da gerçekleşen bu Kabe baskınının ardından 7 sene sonra Hicri 1407 yılında, Hac sırasında çok daha büyük kanlı bir olay meydana gelmiştir. Bu hadisede caddelerde gösteri yapan hacılara saldırılarak 402 kişi katledilmiş, çok fazla kan akıtılmıştır. Beyt-ül Muazzama'nın yanında, Müslümanların (Suudi Arabistan askerleri ile İranlı hacıların) birbirlerini öldürmeleri ile büyük günahlar işlenmiş, harama girilmiştir. Bu kanlı olaylar, ilgili hadislerde tarif edilen ortamla çok büyük benzerlikler taşımaktadır:

    Resulullah buyurdu: Ramazan'da bir seda, Şevval'de bir ses, Zilkade'de kabileler arasında savaş olur. Hacılar talana uğrar. Mina'da ölülerin çok olacağı bir savaş olur, öyle ki orada taşları kan gölü içinde bırakacak kadar kan akar. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 31)

    Ramazan'da bir seda olur. Şevval'de de bir seda olur. Zilkade'de kabileler çarpışır. Zilhicce'de hacılar talana uğrar. Muharrem'de gökten şöyle nida olur. "Dikkat ediniz. Filan kimse Allah'ın halkının hayırlılarındandır. Onu dinleyiniz ve ona uyunuz." (Ramuz El Hadis, 2/518)

    Şevval ayında ayaklanma, Zilkade'de harb konuşmaları, Zilhicce'de ise harb vaki olacak. Hacılar soyulacak kanları akacak. (Kıyamet Alametleri, Berzenci, s. 166)

    Zilkade ayında kabileler savaşır, hacılar kaçırılır, melhameler olur. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 34)

    "İkdiddurer" isimli kitaptaki alametlerden: Şevval'de savaş nidaları, Zilhicce'de harb ve kıtal olur, yine Zilhicce'de hacılar talana uğrar, hatta caddeler kandan geçilmez ve haramlar çiğnenir. Beyt-ül Muazzam'ın yanında büyük günahlar işlenir. (Kitab-ül Burhan Fi Alameti-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 37)

    Yukarıdaki hadiste, Beyt-ül Muazzama'nın (Kabe'nin) içinde değil, yanında çıkacak olaylara dikkat çekilmektedir. 1407 yılının Zilhicce ayında (Hac mevsiminde) meydana gelen olaylar da ilkinden farklı olarak Kabe'nin içinde değil, yanında gerçekleşmiştir. En başta anlattığımız olay ise 1 Muharrem 1400'de Beyt-ül Muazzama'nın (Kabe'nin) bizzat içerisinde olmuştu. Her iki hadise de rivayetlerin işaretine uygun bir şekilde gerçekleşmiştir.

    Kabe'de kan akıtılması, hacıların katledilmesi gibi, hadislerde haber verilen böyle önemli iki büyük hadisenin Hz. Mehdi hakkında bildirilen tüm alametlerin çıktığı dönemde birbiri ardına gerçekleşmesinin bir rastlantı olması oldukça zor gözükmektedir.

    Hadislerde geçen ifadeleri incelediğimizde de aynı dönemle ilgili önemli olaylara işaretler bulunduğu görülecektir:

    ... Zilhicce'de harb ve kıtal olur.
    Hadislerde, bu savaş ve çatışmalardan, hacıların öldürülmesi konusu ile birlikte bahsedilmesi söz konusu olayların aynı zaman diliminde meydana geleceklerini göstermektedir. Aynı dönem, İran-Irak Savaşının çıktığı, Türkiye'nin güney doğusunda, Ortadoğu ülkelerinde çatışma ve karışıklıkların en yoğun yaşandığı bir dönemdi.

    ... Şevval'de savaş nidaları olur.
    Yine aynı zamanlarda Basra Körfezi'ndeki gerginliğe, İran-Amerika arasındaki gerginleşme ve savaş durumuna dikkat çekilmiş olabilir.

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    KÂBE NASIL KIBLE OLDU?

    KEMAL SÜLEYMANOĞLU
    Resulullah (S.A.V.) Efendimiz, Hicret'in on altıncı ya da on yedinci ayına kadar namazlarını Mescid-i Aksa'ya yönelerek kildi. Bununla birlikte, Kıble'nin Mescid-i Haram'a döndürülmesini gönülden arzu eder, bunun için dua ederdi. Sonra bir gün ilâhi emirle bu da gerçekleşti.

    Beş yüz kişilik bir kafile… Medine'den yola çıktılar. Çoğunluğu puta tapıyor, fakat Kâbe'yi ve Arafat'ı kutsal biliyorlar ve kendi inançlarına göre hacca gidiyorlar. Aralarında yetmiş kadar Müslüman da var.

    Birinci Akabe beyatında iman etmiş olan Medineliler, kavimlerinin hidayetine vesile olmak için çok gayret etmişti. Kuran'ı öğretmesi için Peygamber Efendimiz tarafından gönderilen Mus'ab b. Umeyr, gece gündüz demeden insanlara Allah'ın dinini anlatmıştı. İşte şimdi yetmiş küsur Müslüman olarak Mekke'ye, Resulullah (S.A.V.)'e gidiyorlar. Yine Akabe'de O'nunla buluşacaklar.

    'Kudüs'e yönelmek istemiyorum'

    Kafiledeki Müslümanların çoğu Allah Resulü (S.A.V.)'i henüz tanımıyor. O'nu ilk kez görecek olmanın heyecanı içindeler.

    Müslüman Medinelilerin ileri gelenlerinden Bera b. Ma'rur r.a. arkadaşlarıyla konuşuyor:

    - Arkadaşlar! Benim bir düşüncem var. Ama bana uyar misiniz, uymaz mısınız bilmiyorum.
    - Nedir o? diye sordular. Bera, Kâbe'yi kastederek:
    - Bu binayı arkamda bırakmak istemiyorum, namazımı ona yönelerek kılmak istiyorum.

    Arkadaşları söyle karşılık verdi:

    - Bize, Peygamberimizin sadece Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya doğru namaz kıldığı haber verildi. O'nun yaptığının aksini yapmak istemeyiz.

    Bera b. Ma'rur yine de:

    - Ben, Kâbe'ye yönelerek kılacağım, dedi.

    Kafiledekiler yol boyunca namaza durduklarında Mescid-i Aksa'ya yönelirken Bera b. Ma'rur Kâbe'ye dönerek namaz kildi. Fakat Mekke'ye vardıklarında içine bir kurt düştü; acaba doğru mu yapmıştı? Yeğeni sair Kaab b. Malik r.a.'ya durumu açtı. Resulullah (S.A.V.)'e gidip yaptığı isin doğru olup olmadığını soracaklardı.

    Yola çıktılar; ama ikisi de Allah Resulü (S.A.V.)'nü tanımıyordu. Karsılaştıkları bir adama, O'nu nerede bulabileceklerini sordular. O da Kâbe'nin yanında amcası Abbas r.a. ile birlikte bulunduğunu söyledi. Bu habere memnun oldular, çünkü ikisi de Abbas r.a.'yı ticaret için arada bir Medine'ye uğradığı için tanıyorlardı.

    'Keşke sabretseydin'

    Mescid-i Haram'a girdiklerinde Resulullah (S.A.V.)'i amcası ile otururken buldular. Selam verip oturdular. Efendimiz (S.A.V.) amcasına sordu:

    - Bu iki adamı tanıyor musun?

    Abbas r.a. cevap verdi:

    - Evet. Bu, Bera b. Ma'rur. Kavminin ileri geleneklerindendir. Bu da Kaab b. Malik.
    - Şair olan mı?
    - Evet.

    Kaab r.a., Allah Resulü tarafından gıyaben tanınıyor olmasına çok sevindi. Bera b. Ma'rur söz aldı ve meselesini söyle arz etti:

    - Ey Allah'ın Nebisi! Bu yolculuğa çıktım, Allah beni İslâm'a hidayet etti. Bu binayı arkama almamayı düşündüm ve namazlarımı ona doğru kildim. Arkadaşlarım bu konuda bana uymadı. Benim içime de bir kurt düştü. Ne buyurursunuz ya Rasulallah?

    Efendimiz (S.A.V.) söyle buyurdu:

    - Bir kıblen (Mescid-i Aksa) vardı. Onun üzerine sabretseydin ya!

    Bu görüşmeden sonra arkadaşlarıyla birlikte Mescid-i Aksa'ya doğru namazlarını kılmaya başladı. (Ahmed b. Hanbel: Müsned)

    Bera b. Ma'rur r.a., bu görüşmenin gerçekleştiği günlerde yapılmış olan İkinci Akabe Beyatı'nda Medinelilerden seçilen on iki kişiden birisi oldu. Medine'ye döndüklerinde pek fazla yaşamadı. Bir süre sonra, Efendimiz'in hicretinden bir ay önce vefat etti. Malının üçte birinin Resulullah (S.A.V.)'e verilmesini vasiyet etmişti. Diğer bir vasiyeti de yüzü Kâbe'ye dönük olarak defnedilmesiydi. Böyle yapıldı.

    Efendimiz (S.A.V.) Medine'ye hicret ettiğinde onu sordu. Bir ay önce vefat ettiği bildirildi, vasiyetlerinden söz edildi. Efendimiz (S.A.V.) vasiyet etmiş olduğu malinin çocuklarına verilmesini emir buyurdu ve mezarının başına gidip cenaze namazını kıldı.

    Resulullah (S.A.V.) Efendimiz, Hicret'in on altıncı ya da on yedinci ayına kadar namazlarını Mescid-i Aksa'ya yönelerek kildi. Mekke'de iken Kâbe'nin yakınında bulunduğunda, Kâbe'yi araya alarak Mescid-i Aksa'ya doğru namaz kıldığı da nakledilmiştir. Bununla birlikte, Efendimiz (S.A.V.) Kıble'nin Mescid-i Haram'a döndürülmesini gönülden arzu eder, bunun için dua ederdi. (Cessâs: Ahkâmu'l-Kur'an)

    Rastlantı olabilir mi?

    Bir gün Resulullah (S.A.V.) Efendimiz, namazlarını Kâbe'ye yönelerek kılmak isteyen Bera b. Ma'rur r.a.'in mahallesine gitmişti. Öğle vakti girdiğinde, oradaki Benî Seleme mescidinde namazı kıldırdı. Her zaman olduğu gibi Kudüs'e doğru namaza durdu ve ilk iki rekatı o şekilde kildi. Tam bu esnada Yüce Mevlâ, bundan sonra kıble olarak Kâbe'yi seçtiğini söyle ferman buyurdu:

    “Biz senin yüzünün göğe doğru dönüp durduğunu görüyoruz. İste simdi seni, memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki Ehl-i Kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.” (Bakara, 244)

    Resulullah (S.A.V.) Efendimiz kılmakta olduğu namazın son iki rekâtını Kâbe'ye dönerek kildi. Bu haber kısa zamanda yayıldı. Artık o günden sonra Kâbe Müslümanların kıblesi oldu.

    Benî Seleme mescidi, böyle önemli ve mübarek bir olaya şahitlik ettiği için iki kıbleli mescid anlamında “Mescidü'l-Kibleteyn” diye anıldı.

    KIBLE NEDİR?

    kıble, yön ve yönelinen taraf ya da yönelinen şey anlamında bir kelimedir. Dinimizde Müslümanların namaz kılarken dönmeleri gereken istikameti yani Kâbe'yi ifade eder.

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.


    Kabe Örtüsü (Sitare veya Kisve)


    Kabe örtüsüne verilen addır. Kabe'nin tamamını kuşatan bu örtü siyah ibrişimden yapılır.Üzeri Altın yaldız sırma yazılarla tezyin edilir.

    Kabe'yi örtmekten amaç onun yüceliğini ilan etmektir, onu takdis etmektir.. Kabe'ye ilk örtü giydiren hakkında çok değişik rivayetler vardır. Bunlardan doğruya en yakın olanı İsmail A.S.dir. İbrahim A.S. Kabe'yi örtmediğinde ittifak vardır. Bazı rivayetlerde peygamberimizin dedelerinden Adnan b. Ud'un Kabe'yi ilk örten kişi olduğu belirtilmektedir. Kabe İsmail a.s. dan sonra hiç bir devirde örtüsüz bırakılmamıştır. Her milletçe bu iş, sâlih amel olarak addedilmistir.

    Tarihte Kabe'yi örtme isi değişik kabileler tarafından yardımlaşarak yapılmıştır. İlk olarak tek başına Ebu Rabia b.Abdullah örtmüştür. Yine Abdulmuttalip'in zevcesi Netile binti. Hubab (Abbası'n annesi) rivayet edildiğine Gore: oğlu Abbas kaybolur, bulunursa Kabe'yi kendi balina örteceğini nezreder. (Adar) oğlu bulununca da bu nezrini yerine getirir. Böylece tarihte tek başına Kabe'yi örten ilk kadın o olur.

    Hz. Ömer zamanında ilk olarak Kabe Beyt-ul maldan örtülmüştür. Bundan sonra Kabe örtüsü hükümetlerin sorumluluğunda olmuştur. Yine ilk olarak Hz. Ömer r.a. Kabe örtüsünün Mısır'da dokunmasını emretmiştir. Hz. Osman da bu kararlara sadık kalmış ancak senede iki defa dokunmasını emretmiştir.

    Kabe'nin örtüsü, üç bolümden meydana gelmektedir. Kabe'nin dış örtüsü, iç örtüsü (astar) ve kuşak bölümü. Bunların hepsi su anda Mekke'de bulunan Kabe örtüsü fabrikasında dokunmaktadır.

    Kabe kapısının ilk nakışlı örtüsü 810 h. 1407 m. yılında dokunmuş ve örtülmüştür.



    --------------------------------------------------------------------------------

  8. #8

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kabe Örtüsünü Çalan Şeyh

    Osmanlı'nın son dönemlerindeki ayrılıkçı hareketleri önlemek için Teşkilat-ı Mahsusa'yı kuran Kuşçubaşı Eşref (Uçan Şeyh), Kabe'nin örtüsünü neden çalmıştı?

    Üzerinde hırpani bir tulum bulunan çocuk, Beyoğlu'nun dar sokakları arasından Pera'ya kadar koşuyor, avazı çıktığı kadar bağırıyordu:

    - İlave! İlave! Padişah Efendimiz hazretleri'nin emriyle basılan son ilave Yazıyor Padişah buyruğunu yazıyor

    Son dakika baskıları İstanbul'da çok da bilinen bir şey değildi. Herkes büyük bir merak ve heyecan içinde çocuğa yöneldi.

    - Nedir bu çocuğum?

    - Padişah Efendimiz Hazretleri'nin emriyle basılan bir not.

    Çocuk, boynuna astığı bezden dikilmiş torbadan küçük kağıtlara basılmış notları çıkardı.

    - Neden sabah baskısında yoktu?

    - Gazete baskıdan çıktıktan sonra geldi. Merak etmeyin efendim, herkese yetecek kadar var.

    Bir yandan da meraklı gözlerle kendisini uzaktan seyreden insanları başına toplamak için bağırıyordu.

    - Yazıyor Yazıyor

    İtalyan kesim şık bir redingot takım giymiş bir delikanlı, çocuğun dağıttığı notlardan birini eline alıp okudu. Delikanlının yüzünde, şaşkınlıkla karışık bir tebessüm belirdi. Okuduklarına inanmakta zorluk çekiyordu. Notun atında, Padişah'a ait bir imza ya da mühür yoktu. Güvenilir bir not mu acaba, diye düşündü. Ama okuduğu notun şaka kaldırır yanı yoktu. Sokaklarda “İlave! İlave!” diye bağıran çocukların sayısı artınca kendisine notu veren çocuğa iyi bir bahşiş uzattı. Çocuk hayretle redingot takım giymiş gence bakarken şefkatli bir elin saçlarında gezindiğini hissetti.

    - Sağolun efendim.

    - Asıl sen sağol arkadaş, elinde ne taşıdığını bir bilsen

    - Nedir efendim?

    - Hürriyet efendim Hürriyet Hürriyet

    - Hürriyet nedir efendim?

    - İyi bir şeydir arkadaş, tebessüm etmek gibi bir şeydir.

    (...)

    Siyah elbiseli adam, sefalet kapısında bekleyen görevliye tebessüm ederek baktı. Görevli çok da alışık olmadığı bu durum karşısında ne yapacağını bilemedi. Eli ayağına dolaşarak toparlanmaya çalıştı. Sefalet binasından Selanik'e son baskı geçiyordu. Telgraf başındakiler, dökülen harfleri dikkatlice takip ediyorlardı.

    “Vezir-i mali semirim Said Paşa, Ferid Paşa kabinesinin vuku-u istifasına ve müsellem olan ehliyet ve dirayetinize binaen mesned-i sadaret uhdenize mesned-i meşibat dahi Cemaleddin Efendi uhdesine revdi edilmiştir. Memleketin bundan böyle meşrutiyetle idaresi padişah tarafından irade olunmuştur”
    (İmparatorluğun Son Akşamı - s. 132, 133, 134.)

    UÇAN ŞEYH; EŞREF KUŞÇUBAŞI
    Selanik'te konuşlanmış olan hürriyet yanlılarının Yıldız Sarayı'na dayatmayla kabul ettirdiği meşrutiyetin ilanının temelinde yatan isimlerden Kuşçubaşı Eşref, Sürgüne gittiği Arabistan çöllerinde Abdülhamit'e olan isyanını, Yıldız Sarayı'na mesaj vermek için Kabe'nin örtüsünü (Kisve) çalacak kadar ileriye taşıyan Kuşçubaşı Eşref, Osmanlı'nın son dönemlerinde gözü kara bir hain, Cumhuriyet'in kuruluşu ve sonrasında ise savaşçı kişiliği, teşkilatçılığı ve Arabistan çöllerine olan hakimiyetiyle bilinen ‘kahramanı' olarak anılır.

    Harb okulunun son sınıfındayken ‘Jön Türkler'le ilişkisi yüzünden Abdülhamit tarafından Hicaz'a sürgün gönderilen Kuşçubaşı Eşref, Sultan Abdüllaziz'in kuşçubaşısı Çerkez Mustafa Nuri Bey'in oğludur

    Abdülhamit'e karşı giriştiği isyan hareketi sırasında tüm Arabistan'ı dolaşıp yerel şeyhlerle dostluk kuran Eşref Kuşçubaşı', çölde yaşayan bedevi kabileleri, her an her yerde ortaya çıktığı için kendisine “Şeyh-it Tuyyur” yani “Uçan Şeyh” adını takmıştır.

    HÜRRİYET ATEŞİ ve TEŞKİLAT-I MAHSUSA
    Kanına kadar işlemiş olan asilikle Abdülhamit'i tahttan indirmek için verdiği amansız mücadelenin anlatıldığı TİMAŞ Yayınları'ndan Hakan Kağan imzasıyla çıkan, “İmparatorluğun Son Akşamı” isimli ‘tarih romanı', Eşref Kuşçubaşı'nı kişiliğini en ince detaylarına kadar tanıtan bir eser

    Kendi içinde yanan hürriyet ateşinin, İtalyanlar'ın koltuğunun altına almak için uğraştığı Arapların içinde alevlenmesi amacıyla çok ciddi çalışmalar yapan ama daha sonra, rejim aleyhtarlığının dış güçlerin el altından yürüttüğü çalışmalarla bölücülüğe dönüştüğünü fark edip, resmi anlamdaki ilk Türk gizli servisi olan Teşkilat-ı Mahsusa'nın kurucusudur Kuşçubaşı Eşref

    EŞREF, KABE'NİN ÖRTÜSÜNÜ NEDEN ÇALMIŞTI?
    Abdülhamit tarafından sürgüne gönderildiği Hicaz'da rahat durmayan gözaltından kurtulup, çölde yaşayan bedevileri teşkilatlandıran Eşref Kuşçubaşı, Yıldız Sarayı'nı ve tüm İmparatorluğu dehşete düşüren en büyük icraatını Kabe'nin örtüsünü taşıyan kervana saldırarak ve arife günü Kabe'ye serilecek olan örtüye el koyarak yapar. Mısır'dan getirilen Kisve'yi onu taşıyan Kutlu Kafile'den gece baskınıyla alan Eşref, bu hareketiyle, "Sultan Abdülhamit'e karşı mücadele edilmez" fikrinin kırılmasına da sebep olur. Bu olay, Hicaz'da büyük bir yankı uyandırdığı gibi, Selanik ve Manastır'da teşkilatlanan hürriyet yanlıları ve komitacılar tarafından zaferle karşılanır...

  9. #9

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.


    Kabe Örtüsünün Hazırlanışı

    Saf ipek kullanılarak dokunan altın işlemeli örtü, Kabe-i Şerif Örtü Fabrikası'nda 3 aylık bir çalışma sonucu dokunuyor. Mekke'de bulunan Kabe-i Şerif Örtü Fabrikası, yılın sadece 3 ayında çalışıyor ve sadece Kabe'nin örtüsünü dokuyor. Toplam alanı 658 metrekare olan örtü 14 metre uzunluğunda, 101 santimetre genişliğinde ve 47 parçadan oluşuyor. Her yıl yenisi ile değiştirilen örtü daha sonra müzede ziyarete açılıyor.

    Altın ve gümüş ipliklerle işlenen, siyaha boyanmış saf ipekten, 16 parçadan oluşan ve yaklaşık 17 milyon Suudi Arabistan Riyali'ne mal olan örtünün üzerinde jakard üslubu ile işlenmiş ‘‘La ilahe illallah Muhammedin Resulullah. Allah Celle Celalühü. Sübhanallahi vebihamdihi subhanallahi el Azim. Ya hannan, ya mannan’’ ibareleri bulunuyor.

    Birisi Kabe kapısının örtüsü olmak üzere beş parçadan oluşan örtü için, 450 kilo ipek iplikten 658 metre kumaş dokundu. Boyama, dokuma, basma, işleme ve toplama döneminden geçen Kabe'nin örtüsü için, 47 top kumaş kullanıldığı öğrenildi. Örtü, Kabe'nin dört duvarından sırayla değiştiriliyor. Asansörle Kabe'nin üzerine çıkan görevliler, saldıkları iplerle Kabe’nin yeni örtüsünü yukarıya çekip aşağıya salıyorlar. Daha sonra altta kalan eski örtüyü indiriyorlar. Kabe örtüsünün değiştirilmesi esnasında Mekke’de sadece 'yerli' halk bulunuyor. Çünkü hacıların o sırada Arafat'ta bulunmaları gerekiyor. Böylece Kabe, Arafat'tan dönen hacılara hazır hale gelmiş oluyor.

  10. #10

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.


    KÂBE VE ARAFAT`TAKİ SIRLAR

    Ahmet Hulusi
    Bizim müşahedemize, Cenâb-ı Hakk'ın bizde izhar etmiş olduğu ilme göre...

    İnsan bedenini saran sinir sisteminde akmakta olan biyoelektrik gibi, dünyanın yüzeyi altında da akan “negatif” ve “pozitif” radyasyon akımları, kanalları mevcuttur.

    Şayet sizin kurmuş olduğunuz ev ya da işyeri veya çiftlik negatif radyasyon akım kanallarından birisi üzerine isabet ederse, o evde başınız hastalık ve sıkıntıdan kurtulmaz. işyerinizde daima işler ters gider. Çiftliğinizde kaza-belâ eksik olmaz, hayvanlarınız barınmaz vesaire...

    Aynı şekilde şayet eviniz, iş yeriniz ya da çiftliğiniz pozitif radyasyon akım kanallarından biri üzerine isabet ederse. Bu defa da eviniz son derece huzurlu olur. Dışardan çoğu zaman evinize kaçarsınız. işyeriniz son derece verimli, bereketli olur. Çiftliğiniz, hayvanlarınız kezâ öyle.

    İşte bu anlattığımız akım kanallarına batıda özellikle İngiltere`de de «ley» hatları deniliyor. “Negatif” olanlarına da «kara akım hatları» tâbiri kullanılıyor.

    Burada bir önemli noktaya da dikkatinizi çekmek istiyorum…

    Bu dalgalara “pozitif” veya “negatif” tâbirlerini kullanmamız, bize GÖREdir!… Bize yarar sağlaması itibariyle “pozitif”, bize yarar sağlamaması itibariyle de “negatif” deyimini kullanmaktayız… Oysa bu dalgaların kendi yönünden bir “negatif”lik ya da “pozitif”lik gibi bir ayrıcalıkları yoktur!. Yalnızca pek çok yüksek frekanslı dalgalardan daha düşük frekanslı dalgalara kadar uzanan dalga türleridirler..

    Biz Kudüs, Medine ve Mekke’deki alanların yaydıkları yüksek frekanslı dalgalara “pozitif” demişiz.. Esasen bu dalgalara Din-tasavvuf lisanında da “cemâl” veya “celâl nurları” ismi verilmiştir!..

    Bize göre “Pozitif” olarak nitelenen ışınımın nispeten daha düşük frekanslı olanlarına “cemâl nuru”; daha yüksek frekanslı olanlarına da “celâl nuru” denilir…

    Ancak dikkat edile ki… Burada anlatılan, bize çok yararlı olan bu ”cemâl ve celâl nurları” ile “mutlak cemâl ve celâl nurları” arasındaki fark, sanki kibrit ateşi ile Güneş arasındaki fark gibidir!… Gözden kaçmaya!

    İnsanların dahi “celâlli” ya da “cemâlî” diye tanımlanması, beyinlerinin yaydığı bu dalgalar dolayısıyladır.. Yani, kiminin beyninin yaydığı dalgaların frekansı, kimine göre daha çok daha yüksektir, ki biz onlara “celâlli bir kişiliği var” deriz!.

    İşte dünyanın bedeni içindeki, “pozitif” enerji hatlarının kesişip sanki bir enerji santralı gibi yayın yaptığı en önemli merkez, Mekke`de bulunan Kâbe-i Muâzzama'nın altıdır ve bunun uzantısı da Arafat Dağı'nın altıdır!..

    Keşif sahiplerinin keşif yoluyla gördüğü bu gerçeğe Seyyid Abdülaziz Ed Debbağ da «El İbrîz» isimli eserinde değinmiş ve Kâbe`den göğe yükselmekte olan bir «nur» sütunundan, adı geçen eserinde bahsetmiştir!..

    Bu noktadaki çok güçlü pozitif enerji dolayısıyla Harem-i Şerîf`teki tüm insanların beyinleri öylesine etkilenip, öylesine güçlü bir faaliyet içine girmektedirler ki bunu anlatabilmemiz mümkün değildir.

    Nitekim bu gerçek dolayısıyla Kâbe çevresinde kılınan namaz için Rasulallah salla`llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

    -Kâbe`de kılınan iki rek`ât namaz, dünyanın başka mescîtlerinde kılınan namazdan 100 bin defa daha sevaplıdır!..

    Zira Kâ’be çevresinde yapılan her ibadet sırasında, yeraltından yayılan “celâl nurları” yani çok yüksek frekanslı dalgalar dolayısıyla, beyin kat rekât güçlü dalga üretimi yapmakta; hem bunu ruha güçlü olarak yüklenmemekte; hem de dışa dönük bir biçimde yayınlamaktadır.

    Gene bir başka hadîs-i şerîfte Rasulallah salla`llâhu aleyhi ve sellem:

    -"Başka yerlerde sadece fiillerinizden mes`ûlsünüz, Kâbe`de ise düşüncelerinizden de mes`ûl olursunuz."

    Buyurmuştur.

    Bunun da gene sebebi, beynin aldığı güçlü enerji dolayısıyla düşünceleri dahi fiil düzeyindeki bir güçle ruha yüklemesindedir.

    Ancak burada bize göre bir başka gerçeğe dikkatinizi çekmek isterim:

    Beytullah altında olup çevresini de etkileyen bu alan en fazla yaklaşık 30-40 metrelik bir yarıçaptır!. Onun dışı Rasûlullah Aleyhisselâm’ın yaşadığı devirde evlerle kaplıydı!.. Bugün ise Ebu Cehil’in tuvalet yapılmış olan evinin çevresinde bile, “Kâ’be ‘de namaz kılıyoruz” zannıyla namaz kılan sayısız insan görüyoruz!.

    Yine bizim tespitlerimize göre, Kâ’be çevresinin dışa yani çevreye yaygınlaştırılması yerine; 30-40 metrelik çevresinde dönerek yükselen ve inen bir yürüyen yol yapılıp; insanların burada yürürken yedi dönüşü yani bir tavafı tamamlamaları sağlanabilirdi… Bunun için de Kâ’be’nin duvarları yükseltilebilirdi!.

    “Beytullah”taki bu “nurâniyet”ten istifade için, tavafların özellikle bu mesafe içinde yapılması, açıkladığımız gerekçe yönünden çok önemlidir; bize göre!.

    “Beytullah” altındaki bu enerji merkezinin, yani “nurâniyetin” bir başka tezahürü de şudur…

    Mekke’ye gelip Kâ’be ziyaretinde bulunanların önemli bir kısmında, bir kaç gün içinde değişiklikler görülmeye başlanır beraber oldukları arkadaşlar tarafından…

    Bu insanların kimi son derece hırçın, haşin, bencil, hükmedici bir kişilik ortaya koymaya başlar; kimi de son derece munis, hoşgörülü, sevecen, yardımsever bir hâl alır!. Kimi çarşı-pazar saldırır; kimi de Beytullah'tan dışarıya adım atmak istemez!.

    Kişilerdeki bu değişikliğin sebebi bizim tespitlerimize göre şudur;

    Kâ’be’nin altındaki enerji merkezinden, oldukça yüksek frekanslı bir dalga yayılmaktadır… “Celâl nurları” diye isimlenen bu nurlar, hem insanlarda şiddet ve celâl hâli oluşturmakta; hem de insanlardaki o ana kadar açığa çıkmamış özelliklerin beyinden dışa vurmasına yol açmaktadır!.

    Oraya gitmeden önce, normal kendi hâlinde yaşayan bir kısım insanların, oradan döndükten sonra, hiç de o güzelliklere uymayan bir yaşam biçimi içine girmesi; hatta Dinî değerleri bir yana bırakarak beşeriyetin doğal gereklerine ve sonuçlarına göre yaşam sürdürmeye başlaması işte beyni etkileyen bu yüksek radyasyon dolayısıyladır. Bu yüksek frekanslı dalgalar, onun ikincil kişiliğini oluşturan merkezleri güçlendirerek günlük yaşamının bu doğrultuda açığa çıkmasına sebep olur!.

    Nasıl ki, bir balon sönükken üzerindeki defolar belli olmaz, fakat şişirilince ortaya çıkarsa…

    Aynı şekilde, oradaki yüksek frekanslı dalgaların beyin faaliyetini arttırması dolayısıyla da herkesin ikincil özellikleri orada ortaya çıkmaktadır!. Ve böylece çok iyi tanıdığınızı sandığınız yakınınızın orada içyüzünü görmeye başlarsınız!.

    Bu çok yüksek enerji dolayısıyladır ki, Mekke’de insanlar çok “celâl”li saatler yaşarlar ve olaylarla karşılaşırlar!..

    Oraya gidenlerin de bildiği üzere, Mekke halkı genelde sert, hırçın ve celâlli insanlardır!. Bunun sebebi bizim tespitlerimize göre Kâ’be altındaki çok yüksek frekanslı dalgalardan, yani radyasyondan, ya da mecazî anlatımla “celâl nurlarının” tesirlerinden ileri gelir!.

    Misâl vermek gerekirse, Anadolu’nun herhangi bir yerine göre, Kâ’be ‘de yayılan dalgalar yüz bin defa daha yüksek frekanslı yani kuvvetli dalgalardır!.. İşte bu yüzden “Kâ’be ‘de kılınan namaz başka yerlerde kılınan namazdan 100.000 defa daha sevaplıdır”; ve de “Kâ’be ‘de düşündüklerinizden mesûl olursunuz”!.

    İşte bu yüksek frekanslı ışınım, yani “celâl nurları”, o dalgalarla haşır-neşir olarak büyüyen insanların bahsi geçen özelliklere sahip olması sonucunu getirir!..

    Gene bizim müşahedemize göre…

    Hazreti Rasûlullah Aleyhisselâm’ın, nübüvvet görevinin başlamasından hicretine kadar geçen yaklaşık on üç yıllık evresinde, Mekke’de kendisine inananların sayısının 40-50’ye ulaşabilmesinin nedenlerinden önde gelen bir sebep de bu husustur.

    Mekke’deki bu yüksek frekanslı dalgalar, genel istidat ve kâbiliyet ile programlanmış insanlarda, konuya karşı bir direnç oluşturmuş, bu yüzden de O’nun getirdiklerini inkâr etmişlerdir..

    Medine’de ise Kâ’be ‘dekine göre bir hayli düşük frekanslı dalgalar yani “cemâl nurları” mevcut olduğu için; orada insanlar genellikle “cemâlî” bir yaşam geçirirler, “Lâtif” ilişkiler içinde olurlar… Medine’deki faaliyet sonucu müminlerin sayısı on sene sonunda yüz binlere ulaşmıştır!..

    Medine ziyaretinin, Mekke’den sonraya bırakılması, kişilerin dönecekleri ortama uyum sağlamaları açısından da bir kolaylık sağlar!.

    Mekke’den döndükten sonra 20 gün ile bir ay arasında bulunulan yere uyum sağlanabilmesinin sebebi de gene bu yüksek radyasyonun beyinde tesirinin azalmasıyla söz konusu olur…

    Gene Kâbe-i şerîf altındaki bu radyasyonun beyinlere yüklediği güç dolayısı ile, tavaf sırasında, kabiliyetli beyin sahiplerinde çeşitli olağanüstü yaşamlar gerçekleşmektedir.

    Peki Kâbe böylesine muazzam enerji merkezi, ya da bir diğer ifade ile «nûr kaynağı»dır da; Hacc niçin Arafat`ta olmaktadır?.. Hac niçin Arafat`tır?.. Arafat`taki olay nedir?..

    Kâbe-i Muazzama`nın altında bulunan son derece güçlü müspet radyasyon kanalının bir uzantısı da Arafat tepesinin altında ikinci bir düğüm meydana getirmektedir, demiştik az evvel.

    İşte Arafat tepesi ve civarında toplanan yüz binlere, milyonlarca insan, yerden aldıkları son derece güçlü radyasyon ile beyinlerinden tek bir mânâda yayın yapmaktadırlar.

    «Vakfe» denen olay, insanların bu tek mânâ üzere toplu «yönlendirilmiş dalga» yayınına yönelişleridir.

    «ALLAH'IM BİZİ AFFET!..»

    Yüz binlerle, milyonlarca insan beyni; sanki lazer ışını gibi, tek bir anlamdaki dalga boyundan yayın yapmakta; ve bu dalga boyundan oluşan dev bir manyetik bulut tüm Arafat Bölgesini kaplamaktadır!..

    Şimdi hemen hatırlamaya çalışın.

    Üzerine herhangi bir görüntü çekilmiş video bandını, çalışırken video cihazının üzerinde unutursanız ne olur?.. Video cihazının yaydığı manyetik alan bandın üzerindeki kaydı siler!.. İsterseniz siz buna görünmeyen eller bandı siler de diyebilirsiniz!..

    Evet. işte misâl yollu anlatmaya çalıştığım gibi.

    Siz orada «ALLAH'IM GEÇMİŞ GÜNAHLARIMDAN DOLAYI BENİ AFFET» dediğiniz anda hem bu tür bir dalga oluşturmuşsunuzdur. Hem de beyninizi bu mânâdaki dalgalara açmışsınızdır!.. Ve açılan bu kanaldan, o güçlü manyetik alan bir anda beyninizi etkiler ve o ana kadar ruhunuza negatif yükle beyniniz tarafından kaydedilmiş tüm yazımlar siliniverir!.

    Ve siz anadan doğmuşçasına günahsız olarak. O ana kadar ruhunuza yüklenmiş olan tüm negatif yüklerde arınmış olarak Arafat`dan dönersiniz.

    Rasûlullah salla`llâhu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;

    -Arafat`tan dönüp de, acaba benim günahlarım affoldu mu, diyen kişi en büyük günahkârdır!..

    Çünkü olay böylesine kesin bir olaydır!..

    Allâh, günâhlarından arındırmayı murat ettiği kuluna nasip eder oraya gitmeyi; ve orada da böyle bir sistem içinde arınmayı bahşeder!..

Sayfa 1/3 123 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •