Sivil İtaatsizlik Kavramına Dair

Son günlerde BDP’nin ağırlıklı olarak Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ve kimi Batı illerinde belirlediği “pilot” illerde “sivil itaatsizlik” eylemleri başlattığını belirterek, bölgede ses getiren ve genellikle güvenlik güçleriyle çatışmayla sonuçlanan gösteriler yapması, bu yazının konusu olan kavramı da gündeme getirmiş ve tartışmaya açmıştır.

Bölgede vuku bulan son hadiselerle ilgili tartışmaların doğru bir eksende sürdürülebilmesi için “sivil itaatsizlik” kavramının tartışılması ve zihinlerde doğru bir biçimde algılanmasının gerektiği düşüncesindeyim.

Sosyal bilimler alanındaki pek çok kavram gibi “sivil itaatsizlik” kavramı üzerinde de uzlaşılmış tek bir tanım elbette yoktur ancak baskın olarak öne çıkan; alanda kendini kabul ettirmiş isimlerin yol gösterici tanımları mevcuttur. Hugo Adam Bedau ve John Rawls bu alanda önemli çalışmalar yapmış ve sivil itaatsizlik konusunda muteber yorum ve tanımlar ortaya çıkarmışlardır.

Bedau’ya göre; “yasaya aykırı, kamuya açık, şiddetsiz ve vicdanî olarak; bir yasayı ya da bir hükümet politikasını veya kararını engellemek isteyen kimse sivil itaatsizlik fiilini işlemiş olur.”

Rawls’a göre ise; “sivil itaatsizlik, yasaların ya da hükümet politikalarının değiştirilmesini amaçlayan ve kamuya açık tarzda gerçekleştirilen şiddetsiz, vicdanî ve aynı zamanda siyasî nitelikli, yasaya aykırı bir edimdir.”

Bedau, Rawls ve bu alanda çalışma yapan diğer araştırmacıların tanımları incelendiğinde bir eylemi sivil itaatsizlik yapan bazı unsurların öne çıktığı görülmektedir.

Bir eylemin sivil itaatsizlik olabilmesi için adeta önkoşul olan en önemli unsurun “şiddet dışılık” olduğu görülmektedir. Yani; sivil itaatsizlik eylemi şiddet içermemeli ve şiddetle arasına mesafe koymalıdır.

Yani bu itaatsizlik biçiminde eylem sembolik olarak kalmalı ve protesto, şiddet dışı araçlarla gerçekleştirilmelidir.

Sivil itaatsizlik eylemi, devletin ağır ve açık bir haksızlığına dikkat çekmeyi amaçlamalıdır. Ancak burada önemli bir nokta şudur: Devletin haksız uygulaması nedeniyle mağdur olanlar; bu haksızlığın giderilmesi amacıyla bütün hukukî yolları denemiş olmalıdır. Yani sivil itaatsizlik, diğer bütün yolların denendiği durumlarda içsel bir zorunluluktan kaynaklanmalıdır.

Bunlarla beraber sivil itaatsizlik eylemi; kamuoyuna çağrı işlevi üstlenmelidir ve alenilik arz etmelidir. Bu noktadan hareketle, kamuya açık olarak gerçekleştirilmeyen ve çağrı işlevi görmeyen herhangi bir edim, sivil itaatsizlik kapsamında değerlendirilemeyecektir. Kısacası bu eylem biçiminin gerekliliklerinden birisi; eylemcilerin kimliklerini gizlememeleri ve eylemin kamuoyunca algılanabilir bir nitelik arz etmesidir.

Bu bağlamda belirtilmesi gereken başka bir nokta da şudur: Sivil itaatsizlik eylemini gerçekleştiren, bu eyleme katılan kişi ve gruplar, çiğnenen hukuk normunun ihlalinin öngördüğü yaptırıma katlanmaya hazır olmalıdır. Yani; eylemi gerçekleştirenler, zarar tazminatı, para cezası veya daha ağır cezalara hazır olmalıdırlar.

Sivil itaatsizlik eyleminin en önemli unsurlarından biri de; eylemin etik ilkeler ve ahlâkî normlara sadık kalmasıdır. Sivil itaatsizlik bir hak olmamakla birlikte, bu eylemin kendi içinde tutarlı olmasının koşulu, budur. Yani; eylemcinin protestosuna genel yararı amaçlayarak girişmesi ve halisane niyetlerle bu yolda yürüyor olması gereklidir.

BDP’nin Eylemleri Sivil İtaatsizlik Eylemi midir?

Sivil itaatsizlik kavramına dair kısa bir girizgâh yaptıktan sonra; söz konusu kavramı bu denli hayatımıza sokan ve tartışma konusu yapan BDP’nin Güneydoğu Anadolu’da ve kimi Batı illerinde sürdürdüğü eylemlerin hangi kapsamda değerlendirilebileceği sorusu karşımıza çıkmaktadır. Bu eylemler; BDP’nin iddia ettiği gibi sivil itaatsizlik kavramı kapsamında ele alınabilir mi? Yoksa söz konusu eylemler, bambaşka amaçları olan, farklı eylem biçimleri midir?

BDP’nin sivil itaatsizlik olarak nitelediği eylemlerinde aşikâren görülen tablo ve gerçekleştiği tüm illerde öne çıkan ana tema şudur: Eylemlerin tamamında protestocular şiddete başvurmuş, en önemli protesto aracı olarak taşlar, sopalar, molotof kokteylleri kullanılmış, BDP’li eylemcilerde ateşli silahlar yakalanmış ve eylemciler, polise ve kimi zaman sivil halka karşı kaba kuvvete başvurmuştur.

Bu verilerden hareketle rahatlıkla söylenilebilir ki; BDP söz konusu eylemlerde, sivil itaatsizliğin en önemli unsurlarından olan şiddet dışılığın aksi yönünde bir tutum sergilemiştir. Şiddet dışı olmak bir tarafa; bu eylemlerde şiddet en önemli enstrüman olarak kullanılmıştır.

BDP’nin organize ettiği bu gösteri ve protesto eylemlerinde bizzat parti yöneticileri ve BDP’li milletvekilleri şiddet uygulayıcıları haline gelmiş, gösteriler gerçekleştiği bölgede hayatı alt üst etmiştir.

Ayrıca görülmektedir ki; BDP eylemlerinde herhangi bir etik kaygı güdülmemekte, ahlâkî herhangi bir norm gözetilmemektedir. Bu eylemlerde genel kamu yararı gözetilmemekte, etnik talepler şiddet vasıtasıyla dillendirilmektedir.

Eylemlerin bu denli pervasız yapılmasına ve sık sık şiddete başvurulmasına rağmen, eylemciler ve BDP yöneticileri, bu eylemlerin hukukî sonuçlarıyla yüzleşmeyi herhangi bir şekilde kabul etmemektedirler.

Bütün bunlar göstermektedir ki; BDP eylemlerinde sivil itaatsizliğin herhangi bir unsuruna rastlamak mümkün değildir. Uzun lafın kısası; BDP’nin bu eylem ve gösterilerinin sivil itaatsizlikle uzaktan yakından alakası yoktur. Bu eylemler düpedüz isyan provasıdır; düpedüz etnik kalkışmadır, yarattığı etkiler ve kullanılan enstrümanlar bakımından adeta terör eylemidir. Sivil itaatsizlik kavramı ise, bu isyan provasını kamufle etme amaçlı bir enstrümandır.

BDP’nin bu eylemleri bir kez daha açık bir biçimde göstermiştir ki; etnik bölücülük yapan terör örgütü ve onun siyasî temsilcileri giderek gemi azıya almakta ve pervasızlaşmaktadır.

Ülkemizin toprak bütünlüğü ve milli birliği üzerinde alçakça emelleri olan bu güruhun neden bu denli pervasızlaştığı da gayet açıktır. 8 yılı aşkın bir süredir devam eden AKP iktidarı döneminde, terör örgütü ve yandaşlarına verilen tavizler göstermiştir ki; AKP’nin Türkiye’nin toprak bütünlüğünü korumak, milletin birliğine halel getirmemek gibi bir derdi yoktur.

Bugün yaşanan isyan provalarının, etnik kalkışmaların ardında; AKP iktidarı döneminde yaşanan garabetler silsilesi yatmaktadır. Atılan her taşın, her molotof kokteylinin, yakılan her aracın arkasında; AKP’nin teröristi ve terör örgütünü muhatap kabul eden yaklaşımı vardır.

Bütün bunlar bir kez daha göstermektedir ki; Türkiye’nin acilen AKP’den kurtulması gerekmektedir. Türkiye’nin etnik bölücülükle mücadele etmeye kararlı, ülkemizin toprak bütünlüğünü korumaya muktedir ve aziz Türk milletini feraha erdirmeye yeminli bir iktidara ihtiyacı vardır.

Karar anı yaklaşmaktadır. Necip milletimiz doğru kararı verecek ve tüm ihtiyaçlarını karşılayacak, ülkenin ve kendisinin üzerinde dolaşan kara bulutları dağıtacak; Türk milliyetçilerinin sesine kulak verecektir.