Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 10/10 İlkİlk 12345678910
98 sonuçtan 91 ile 98 arası

Konu: KUR'ÂN TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ

  1. #91

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    171. Zeru


    Zerû, iki şekilde tefsir edilir:
    1. Zernî lafzı, beni (onunla başbaşa) bırak/onu ba*na bırak Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Bana bırak [zernî], tek olarak halkettiğimi/Beni bı*rak [zernî], tek olarak haîkettiğimle... (Müddessir/11)
    Allah Teâlâ, "Beni (onunla başbaşa) bırak!" sözünü, birilerinin Kendisini engelleyeceğinden korktuğu için değil, onu tek başına helak edeceğini beyan sa*dedinde söylemiştir.
    {Fir'avn dedi ki}: "Bırakın beni [zerûnî] (yani, beni o'-nunla başbaşa bırakın}, Musa'yı öldüreyim." (Mü'min/26)
    Fir'avn, birilerinin kendisini engelleyeceğinden korkmaksızm, "Beni onunla başbaşa bırakın!" de*miştir.
    2. Zerû kelimesi, herhangi bir şey için bırakın, iliş*meyin manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    {Salih dedi kij: "Bu Allah'ın dişi devesi, sizin için bir âyettir [işarettir/alâmettir]; onu bırakın/ona ilişme*yin [zerûkâ] Allah'ın arzında otlasın, ona kötülükle dokunmadın!" (A'râtf73)
    Faizden arta kalanı bırakın [zerû] (yani, faiz yeme*yin}. (Bakara/278)
    Günahın zahirini ve bâtınını bırakın [zerû] (yani, (açık ve gizli) günah işlemeyin}! (En'âm/20) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    172. Efleha


    Efleha, iki şekilde tefsir edilir:
    1. Efleha; mutlu, bahtiyar manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Mü'minler felah buldu (yani, mutlu I bahtiyar oldu}. (Mü'minûn/1)
    Tezekki eden felah buldu (yani, mutlu I bahtiyar ol*du}. (Alâ/14)
    2. el-Felâh, fevz [umduğunu ele geçirmek I umduğu*na nail olmak, kurtuluşa ermek] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Hakikat şu ki, mücrimler Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. felah bulmaz/iflah ol*maz (yani, âhirette kurtuluşa ermez, umduğuna nail olmazlar}. (Yûnus/17)
    Hakikat şu ki, zâlimler felah bulmaz/iflah olmaz (ya*ni, kurtuluşa ermez, umduğuna nail olmazlar}. (Yû*suf/23) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  2. #92

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    173. Et-Tasrîf


    et-Tasrîf, beş şekilde tefsir edilir:
    1. et-Tasrîf; kaldırmak I yükseltmek, çevirmek ma*nasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Rabbimiz! Bizden cehennem azabını sarfet [asrıf] (yani, bizden cehennem azabını kaldır}. (Furkân/65)
    Ondan sû'ı ve fahşâyı tasrîf/sarf etmek (yani, kaldır*mak, gidermek, bertaraf etmek} için böyle yaptık. (Yû*suf/24)
    Ayetlerimden sarf ettireceğim (yani, onları âyetle*rimden başka tarafa çevirecek ve âyetlerim hakkında başkalarını küfre sürüklemelerini engelleyeceğim}. (Arâf/146)
    2. et-Tasrîf; çeşitlendirmek, kelâmda çeşitli üslup*lar kullanmak manasında kullanılır; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
    Andolsun Biz bu Kur'ân'da insanlar için her türlü meselden tasrif [sarrafnâ] (yani, çeşitli üsluplarda türlü türlü açıklamalar} yaptık. (İsrâ/89)
    Rüzgarları tasrif etmesinde {yani rahmet ve azâb ara*sında rüzgârları çeşitlendirmesinde}... (Bakara/164)
    Bunun bir benzeri de Câsiye sûresindedir.151
    3. Ve leqad sarrafnâhu, onu kısımlara ayırdık de*mektir; şu âyette olduğu gibi:
    Andolsun ki onu [yani, yağmuru} onların {yani, dün*yadaki yaratılmışların} arasında sarfettik {yani, çe*şitlendi f dik: hazan bu beldeye, hazan da diğer belde*ye yağar}. (Furkân/50)
    4. Sarafnâ, yöneltmek I yönlendirmek manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
    Hatırla ki cinlerden bir grubu sana tasrif etmiştik {yani, yöneltmiştik I yönlendirmiştik}. (Ahkâf/29)
    5. et-Tasrîf, 'udül [bir şeyden yüz çevirmek, başka tarafa yönelmek, meyletmek, sapmak] manasında kul*lanılır; şu âyette olduğu gibi:
    Allah'ın âyetleri hakkında cidal edenleri görmez mi*sin: nasıl tasrif ediyorlar {yani, îmândan sapıyorlar}! (Mü'min/69) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    174. Et-Teskîn


    et-Teskîn, dört şekilde tefsir edilir:
    ye rüzgârları tasrifinde [evirip çevirmesinde] de akleden bir kavm için âyetler vardır (Câsiye/5) âyetine işaret et*mektedir.
    1. et-Teskîn, karar kılma /bulma demektir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
    Geceyi de bir seken {yani, onda karar bulmanız / kıl*manız için} kıldı. (En'âm/96)
    Allah odur ki, onda sükûn {yani, içinde, yorgunluk*tan dinlenip karar} bulaşınız diye sizin için geceyi yaptı. (Mü'min/61)
    Bunun bir benzeri de Yûnus sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    2. et-Teskîn, nüzul [inmek Ikonmak, konaklamak I yer*leşmek] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Onların ardından sizi o arza iskan edeceğiz {yani, ora*da konaklatacağız I oraya yerleştireceğiz}. (İbrahim/14)
    Siz de, o kendilerine zulmedenlerin meskenlerinde sakin oldunuz {yani, o zâlimlerin yerleştikleri yerler*de, siz de yerleştiniz}. (Ibrâhîm/45)
    Dedik ki: "Ey Âdem! Eşinle birlikte o cennete sakin ol" {yani, sen ve eşin ona yerleşin}! (Bakara/35)
    3. et-Teskîn; ünsiyet bulmak, teselli bulmak mana*sında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    O ki, sizi tek nefsten halketti ve onun eşini {yani, Havva'yı} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. de ondan yaptı; onunla sükûn bulması {yani, onunla, ünsiyet I teselli bulması} için. (A'râf/189)
    Sizi tek nefsten halketti; sonra, onun eşini de ondan yaptı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Zümer/6)
    4. et-Teskîn lafzı, itmi'nân / mutmain [huzur, sükû*net] anlamına gelir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Şüphe yok ki, senin salâtın onlar için bir seken'dir {yani, onların kalblerine itmi'nândır}. (Tevbe/103)
    Onların üzerine sekineti indirdi {yani, onların kalb-lerinde itmi'nân meydana getirdi}. (Feth/18) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  3. #93

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    175. El-Hamîm


    el-Hamîm, iki şekilde tefsir edilir:
    1. el-Hamîm, yakın rahim sahihleri /yakın akraba*lar manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Ve bir hamîm, bir hanıîm'e {yani, hiçbir yakın akra*ba, kâfir olan hiçbir yakın akrabasını} sormayacak.
    (Me'âric/10)
    Hamim {yani, yakın! bir sadîk [dost] yok. {Şu'arâ/101)
    Hamîm {yani, yakın akrabalığı bulunan} bir velî [dost/koruyucu] gibi olur. (Fussilet/34)
    2. el-Hamîm, sıcak/kaynar manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Hamîm {yani, sıcak /kaynar} bir sudan sulanıp da bağır*saklarını paramparça eden kimselere... (Muhammed/15)
    Başlarının üstünden hamîm {yani, sıcak /kaynar su} dökülür. (Hacc/19)
    Bunun bir benzeri de Duhân sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Sonra onun üzerine, onlar için hamîm'den (yani, sı*caktan} bir katkı/haşlama vardır. (Sâffât/67)
    Onun [cehennem] ile hamîm {yani, sıcak /kaynar su} arasında dönüp dolaşacaklar. (Rahmân/44) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    176. Et-Telaqqî


    et~Telaqqî, iki şekilde tefsir edilir:
    1. Ve mâ yelgâhâ [onunla karşılaştırılmaz buluştu*rulmaz, ona kavuşturulmaz / erdir ilmez], ifadesi, şu âyetlerde, o ona verilmez manasında kullanılmıştır:
    Ona ise sabırlılardan başkası telaqqî ettirilmez {(ya*ni, o da sabırlılardan başkasına verilmez/bahşedil*mez)}. (Kasas/80)
    Bunun bir benzeri de Fussilet sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Muhakkak ki sen o Kur'ân'a, hakîm-alîmin ledün-nünden telaqqî ettirilmektesin {(yani, bu Kur'ân sa*na, hakîm-alîm Allah yanından / tarafından veril*mektedir/bahsedilmektedir)}. (Neml/6)
    2. et-Telaqql, nüzul/inmek manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Aramızdan zikr o'na mı ilqâ edildi {(yani, indirildi)}?! (Kamer/25)
    Emrinden ruhu ilqâ eder {yani, emri ile ruhu indi*rir}. (Mü'min/15) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  4. #94

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    177. El-Yed


    el-Yed, üç şekilde tefsir edilir:
    1. el-Yed; bizatihi yed: el manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    {Allah,. İblis'e sordu!: "Kendi ellerimle [bi-yedeyye] yarattığıma secdeden seni ne menetti?" (Sâd/75)
    Buradaki yed'ten maksat, mübarek ve yüce olan Rahmân'm elleridir. O Âdem'i Kendi eliyle yarattı ve buyurdu ki: "Muhakkak Allah Âdem'i, semavâtı ve arzı kendisiyle tuttuğu eliyle halketti." Burda yeti'den maksat, bizzat e/'dir.
    Hayır, O'nun iki yed'i (yani, iki eli} de açıktır. (Mâide/64)
    İMûsâ} yed'ini (yani, elini} çıkardı. O, bakanlar için bembeyazdı. (Arâf/108)
    2. Yed, nafaka [infak ve harcama] hususunda el için yapılan bir darb-ı meseldir; Allah'ın Nebi'ye (s.a) hitab ettiği şu sözünde görüldüğü gibi:
    Yed'ini boynuna bağlanmış kılma (yani, sen, eli boy*nuna bağlı olduğu için onu açına imkânı bulunma*yan kişi gibi infakdan elini tutma /cimrilik etme}. (Is-râ/29)
    Yahudiler, "Allah'ın yed'i bağlıdır" {yani, Allah bize infak etmekten yana elini tuttu I cimrilik etti; dolayı*sıyla Behî-İsrâîl zamanında yaptığı gibi artık rızkımızı geniş tutmuyor} dediler. Asıl kendi yed'leri [elle*ri] bağlandı. (Mâide/64)
    Bu, mübarek ve yüce Allah'ın darbettiği bir mesel*dir.
    3. Yed, fiil I yapmak manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
    Görmezler mi ki, Biz onlar için ellerimizin yaptıkla*rından en'âm halkettik. (Yâ-Sîn/71)
    Allah'ın yed'i, onların yed'lerinin fevkindedir (yani, Allah'ın onlara yaptığı hayırlar, onların Hudeybiye Günü bey'atta yaptıklarından daha efdaldirj. (Feth/10)
    Halbuki onu kendi yed'leri [elleri] yapmamıştır {ya*ni, bu onların fiillerinden !yaptıklarından olmamış*tır}. (Yâ-Sîn/35)
    İşte bu, senin ellerinin önden gönderdiği {yani, senin fiillerin i yaptıkların} sebebiyledir. (Hacc/10) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    178. Asbahû


    Asbahû lafzı, iki şekilde tefsir edilir:
    1. fe-Asbahû, gecenin gitmesinin ardından sabaha ulaşmak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gi*bi:
    Sabah olunca [musbihîn] {yani, ertesi günü sabahı et*tiklerinde}... (Kalem/17)
    {Ertesi günü} sabaha kadar [fe-asbahat] sarime dön*müştü. (Kalem/20)
    Ellerini oğuşturarak sabahı etti [fe-asbaha] {yani, er*tesi günü sabahı ettiğinde, bahçesine harcadıkların*dan ötürü ellerini oğuşturmaya kayuldu}. (Kehf/42)
    (Hûd kavmi} sabaha ulaştıklarında [fe-asbahû] mes*kenlerinden başka bir şey görünmez oldu. (Ahkâf/25)
    {Salih'in kavmi} sabahı ettiklerinde [fe-asbahû] {dör*düncü günü sabahında} diyarlarında çökekaldılar. (Hûd/67)
    2. fe-Asbaha, fesâr/olmak manasında kullanılır; şu âyetlerde oldıiğu gibi:
    {Kardeşini öldüren Âdem'in oğlu} artık nadimlerden olmuştu [fe-asbaha]. (Mâide/31)
    Yahut onun suyu çekilir de/çekilmiş olur da [yusbi-ha]... (Kehf/41)
    O'nun nimetiyle kardeşler olmuştunuz [fe-asbahtum, yani, fesârtum: olmuştunuz]. (Al-i İmrân/103)
    (Derileri kâfirlere diyecek ki}: "Haşirlerden oldunuz" [fe-asbahtum, yani, fesârtum: oldunuz]. (Fussilet/23) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  5. #95

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    179. El-İttibâ


    el-İttibâc, iki şekilde tefsir edilir:
    1. el-îttiba kelimesi, dîni üzere arkadaşına ittiba eden/tâbi olan kimse(nin durumunu anlatmak için kullanılmıştır); şu âyetlerde olduğu gibi:
    O zaman, (onların dînleri üzere} kendilerine ittiba edilenler, (dînleri üzere kendilerine} ittiba' edenler*den teberri edecekler. (Bakara/166)
    {Binleri üzere olup da onlara} ittiba' edenler ise, "Bi*zim için bir dönüş olsaydı da onların bizden teberri ettikleri gibi biz de onlardan teberri etseydik" diye*cekler. (Bakara/167)
    Zayıflar müs tekbirler e, "Biz size ittiba' etmiştik" [tebe'an] (yani, sizin dîniniz üzere size tâbi olmuştuk} diyecekler. (İbrâhîm/21)
    Bunun bir benzeri de Mü'min sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    Eğer Şu'ayb'a (dîni üzere} ittiba' ederseniz, o takdir*de muhakkak hüsrana uğrarsınız. (A'râf/90)
    (Kavmi), "{Ey Nuh!} Sana reziller ittiba' etmişken sa*na îmân mı edelim?" dediler. (Şu'arâ/111)
    2. el-îttiba, arkadaşının arkasına düşüp onun izin*de I arkasında yol alıp gitmek manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
    {Fir'avn ve onun kavmi}, güneş doğarken onlara ittibâ' ettiler (yani, Mûsâ ve o'nun kavminin izleri I arkaları üzere yola koyulup peşlerine düştüler}. (Şu'arâ/60)
    Fir'avn askerleriyle onlara ittibâ'a etti (yani, Mûsâ ve Isrâîloğulları'nın arkalarında yola koyuldu}, ken*dilerini denizden kaplayan kapladı. (Tâ-Hâ/78) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    180. İstekberû


    İstekberû, iki türlü tefsir edilir:
    1. el-Istikbâr kelimesi, kendisine verilen emre karşı tekebbür etmek [büyüklenmek, büyüklük taslamak] ma*nasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    O {yani, îblis) dayattı ve istİkbâr etti {yani, Allah'ın Adem'e secde emrine karşı tekebbür etti I büyüktendi}. (Bakara/34)
    Sen istikbâr mı ettin {yani, tekebbür mü ettin I büyük-lendin mi}, yoksa yücelerden mi oldun? (Sâd/75)
    Şayet istikbâr ederlerse {yani, Allah'ın secde emrine karşı tekebbür ederlerse I büyüklenirlersej... (Fussi-let/38)
    Hem onlar istikbâr etmezler {yani, tekebbür etmez*ler I büyüklenmezler}. (Secde/15)
    2. el-Istikbâr, küfürde büyük ve Önder olanlar için kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Zayıflar istikbâr edenlere {yani, küfürde ileri ve ön*der olanlara} diyecekler ki... (İbrâhîm/21)
    Zayıflar, istikbâr edenlere {yani, küfürde önder olan*lara} diyecekler ki... (Mü'min/47)
    Mustaz'aflar, istikbâr edenlere {yani, küfürde ileri ve önder olanlara}, "Eğer siz olmasaydınız biz elbette mü'mmler olurduk" diyecekler. İstikbâr edenler {ya*ni, küfürde ileri ve önder olanlar} ise nrustaz'aflara {yani, kendilerine ittibâ' eden zayıflara}, "Size gelme*sinin ardından sizi bidayetten biz mi alıkoyduk?! Ha*yır, siz zaten mücrimlerdiniz" diye cevap verecekler. Mustaz'aflar {yani, dünyada mustaz'af olanlar} da is*tikbâr edenlere {yani, küfürde ileri ve önder olanla*ra}, "Hayır, gece-gündüz hilekârlıklarınız bizi bu hale koydu). Çünkü siz bize Allah'a küfretmemizi emre*diyordunuz" diye karşılık verirler. (Sebe'/31-33) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  6. #96

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    181.El-Batşl


    el-Batş, iki şekilde tefsir edilir:
    1. el-Batş, 'uqûbet I ceza(landırma) anlamında kul*lanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Andolsun ki onları batşımızla {yani, 'uqûbetimiz-
    le I cezamızla} inzâr etmişti. (Kamer/36)
    O en şiddetli batş ile batşedeceğimiz {yani, o en şid*detli ceza ile cezalandıracağımız} gün... (Duhân/16)
    Şüphe yok ki Rabbinin batşı {yani, 'ıqâbı I cezası, ce*zalandırması} pek şiddetlidir. (Buruc/12)
    2. el-Batş, kuvvet manasında kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
    Biz bunlardan önce kamdan nicelerini helak ettik; onlar bunlardan batş {yani, kuvvet} itibariyle daha
    şiddetliydiler. (Kaf/36)
    Biz bunlardan, batş {yani, kuvvet} itibariyle daha şid*detli olanları helak ettik. (Zuhruf/8) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    182. Hevâ


    Hevâ, beş şekilde tefsir edilir:
    1. Hevâ, nezele I inmek manasında kullanılır; ş âyetlerde olduğu gibi:
    İndiği [hevâ] dem o necm'e {yani, Cebrail'in Nebi'ye indirdiği Kur'ân'a [Kuranın parça parça inen necm-lerine /kısımlarına)} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. andolsunki... (Necm/1) Mu'tefikeyi de hâviyeye attı [ehvâ] {yani, semaya ya*kın bir yere kadar yükseltmesinin arkasından Cebrail onu eliyle arza indirdi}. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Necm/53)
    2. Heuâ, helak olmak manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
    Gazabım her kime gelip çatarsa hevâ {yani, helak} olur. (TârHâ/81)
    3. Hevâ kelimesi, canların çektiği, arzu ettiği şeyler manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Nefsini hevâdan nehyedene {yani arzu ettiği istekler*den, şehvetlerden alıkoyana} gelince... (Nâziât/40) Nefislerin nevasına {yani, arzularına}... (Necm/23) Hevâsma {yani, arzu ve hevesine} tâbi olan {yani, her ne arzu ederse onu yapan} kimse... (Tâ-Hâ/16)
    Bunun bir benzeri de Furkân Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. ile Âhkâf sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    4. Hevâ kelimesi, bir şeyin, herhangi bir şeye da*yanmaksızın iki şey arasında durması [havada olması] demektir; şu âyette olduğu gibi:
    Bakışları kendilerine dönmez ve gönülleri hevâdır {yani, kâfirlerin kalbleri, göğüsleri ile gırtlakları ara*sında bulunacaktır. Gırtlaklarından dışarıya çıkma*yacağı gibi, göğüslerine de dönmeyecektir -bununla, çekecekleri sıkıntının büyüklüğü ifade edilmektedir-}. (İbrâhîm/43)
    5. Tehvî bihi'r-rlh [rıh onu hevâ eder], rüzgâr onu alıp gider [sürükler, savurur] demektir; şu âyette oldu*ğu gibi:
    Yahut rüzgârın kendisini ücra bir yere savurduğu kimse gibi olur. (Hacc/31) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  7. #97

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    183. El-Hars


    el-Hars, dört şekilde tefsir edilir: Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    1. el-Hars, bizatihi hars [ekin /ekinlik] manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Ve hars {yani, insanların ektiği tahıl ve benzeri ekin*ler} sulamamıştır. (Bakara/71)
    Harsı {yani, insanların ve diğer canlıların yedikleri tahıl ve benzeri ekinleri} helak eder. (Bakara/205)
    2. Hars kelimesi, sevâb manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
    Kim âhiret harsını {yani, ebrârdan olup sâlih ameliy*le âhiret sevabını [mükâfaatını]} irâde ederse, onun harsım {yani, sevabını} arttırırız. Kim de dünya harsim (yani, facirlerden olup sâlih ameliyle dünya seva*bını [mükâfaatım]} irâde ederse, ona da ondan bir şeyler veririz ve onun âhirette hiçbir nasibi olmaz. (Şûrâ/20)
    3. el-Hars ile, kadınların fercleri/çocuğun doğduğu yer kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
    Kadınlarınız sizin için bir hars'tır {yani, kadınların
    fercleri, çocuk için bir tarladır I tarla mesabesindedir}. O halde harsınıza {yani, kadınların ferclerinej diledi*ğiniz gibi varın (yani, -Allah'ın emrettiği gibi, çocuğun doğduğu yerden /fercten olmak şartıyla- ne zaman ve nasıl isterseniz onlara Öyle yaklaşabilirsiniz: ister yüz-yüze, ister arkasını dönmüş vaziyette, ister ayakta, is*ter diz çökmüş olarak onlarla cinsî münâsebet kurabi*lirsiniz}. (Bakara/223) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    184. Ez-Zann


    ez-Zann, üç şekilde tefsir edilir:
    1. ez-Zann, yaqîn [kesin bilgi] manasında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Dâvûd, onu kendisine sırf bir fitne yaptığımızı zan*netti (yani, Dâvûd, onu kesinlikle I kesin olarak ken*disine bir imtihan vesilesi yaptığımızı anladı jsezdi}. (Sâd/24)
    Doğrusu ben hesabıma mutlaka kavuşacağımı zan*nediyordum {yani, kesinlikle biliyordum I inanıyor*dum}. (Hâkka/20) Allah'ın hududunu ayakta tutacaklarını zannederlerse (yani, kesin olarak bilirlerse I inanırlarsa}... (Baka*ra/230)
    2. ez-Zann, şekk/şüphe manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
    Demiştiniz ki: "Sâ'at nedir bilmiyoruz; (onun) zann-dan (yani, şekkten I şüpheden} başka birşey olmadığı*nı zannediyoruz (yani, ondan şekk I şüphe ediyoruz} ve biz yaqîn edinmiş değiliz." (Câsiye/32)
    3. ez-Zann, töhmet manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
    O ğayb üzerine danîn Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (yani, ğayb hususunda it*ham I töhmet altında} değildir (Tekvîr/24)
    Allah'a zann üstüne zannda bulunuyordunuz, {yani, Al*lah'ın sizi muzaffer kılacağına dair verdiği haber husu*sunda Nebi'yi (s.a) itham ediyordunuz}. (Ahzâb/10) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  8. #98

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    185. El-Harb


    [ el-Harb, iki şekilde tefsir edilir:
    1. el-Harb ile, küfr kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
    Ey îmân edenler! Allah'a ittiqa edin ve faizden arta kalanı bırakın; eğer gerçekten mü'minler iseniz. Yok eğer yapmazsanız Allah ve O'nun Rasûlü'nden bir harb olunacağını iyi bilin. (Bakara/278>279)
    Burada harb ile, küfr kasdedilmiştir.
    Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne karşı harb/muhârebe edenlerin {yani, Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne küfre*denlerin! karşılığı ancak... (Mâide/34)
    2. el-Harb kelimesi, kıtal /savaş manasında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi;
    Eğer onlşrla harb'te (yani, kıtalde /savaşta} karşı karşıya gelirsen, onlara öyle bir ders ver ki, halefleri*ni de yıldırıp dağıtsın. (Enfâl/57)
    Her ne zaman harb {(yani kıtal I savaş)} için bir ateş tutuşturdularsa, Allah onu söndürdü. (Mâide/64) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

    186. El-Fısq


    el~Fısq, altı şekilde tefsir edilir:
    1. Fısq kelimesi, Nebi'ye (s.a) ve o'nun getirdikleri*ne küfr [inkâr] etmek anlamıyla ma'siyet [itaatsiz*lik/isyan] manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
    Şüphesiz münafıklar, (evet işte) fâsıqlar {yani, Ne*bi'ye ve o'nun getirdiklerine küfretmek suretiyle Al*lah'a isyan edenler} onlardır. (Tevbe/67)
    İşte bu, Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne küfre etmeleri se*bebiyledir. Allah fâsıqlar kavmini (yani, münafıklar*dan Nebi'ye ve o'nun-getirdiklerine küfretmek suretiyle Allah'a isyan edenleri! hidâyete erdirmez. (Tevbe/80)
    Münafıklar ve Yahudiler ile ilgili Bakara, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Mâ-ide, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Tevbe Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. ve Münâfıkûn Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. sûrelerindeki bü*tün buyruklar da böyledir.
    2. el-Fısq, şirk demek olan tevhidi terk hususunda Allah'a isyan manasında kullanılmıştır; şu âyette ol*duğu gibi:
    Mü'min kimse, fâsıq {yani, tevhidi terk hususunda Allah'a isyan eden} kimse gibi midir?! (Secde/18)
    Ayet o günlerde müşrik olan el-Velîd b. Uqbe b. Ebî Muayt hakkında inmiştir.
    Sonra Allah, Allah'ın tevhidini inkâr eden kâfirleri
    sözkonusu ederek şöyle buyurmaktadır:
    Ama fâsıqhk etmiş olanların barınakları {yani, tevhi*di terk hususunda Allah'a isyan edenlerin -ki, bu hâl üzere ölenler kasdedilmektedir- varacağı yer} ateştir. (Secde/20)
    İşte Rabbinin kelimesi, fâsıqlık edenler {yani, tevhidi terk hususunda Allah'a isyan eden kimseler} üzerine şöylece hak oldu: onlar îmân etmezler/etmeyecekler. (Yûnus/33)
    Benzeri buyruklar çoktur.
    3. el-Fısq ile, şirk ve küfr olmaksızın!şirk ve küfr-den gayri dînde ma'siyet kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    {Mûsâ dedi ki}: "Rabbim! Doğrusu ben kendim ve kar*deşimden başkasına mâlik değilim. Artık bizimle, o fâsıqlar kavminin (yani, Şam'daki Eriha'ya girmeyi terklred huşunda asi olanların -ki Mûsâ onlara oraya girmelerini .emrettiği halde, kaçınmışlardı-} arasını ayır! (Mâifi/25)
    Artık o fâsıqlar kavmi {yani, -küfür olmaksızın- asi olanlar} için tasalanma! (Mâide/26) Çünkü onlar Musa'ya Şam topraklarında bulunan Eriha'ya girmeyi terketmekle asi olmuşlardı. Nite*kim kendilerine şöyle diyen Talut'a da asi olmuş*lardı:
    Şüphesiz Allah sizi bir nehirle imtihan edecek; kim ondan içerse benden değildir, kim onu tatmazsa o mutlaka bendendir (.....) Fakat içlerinden pek azı ha*riç ondan içtiler. (Bakara/249)
    Böylelikle onlardan suyu içenler, Talut'a karşı .is*yankâr oldular. Fakat hepsi de mü'min idiler.
    4. el-Fısq kelimesi, küfr sözkonusu olmaksızın ya*lan manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi: Muhsanâta atıp, sonra dört şâhid getiremeyenlere gelin*ce, onlara celde vurun; seksener celde ve onların şâhid-liklerini ebediyyen kabul etmeyin. İşte onlar fâsıqlardır (yani, onlar, söyledikleri yalanla -küfr olmaksızın I küfre girmeksizin- Allah'a isyan eden kimselerdir}. (Nûr/4)
    Ey îmân edenler! Eğer fâsıq biri size bir nebe' ile ge*lirse {yani, bir kimse gelip de size hadîste !sözde ya*lan söyleyerek asi olursa}... (Hucurât/6)
    Âyet, o sırada müslüman olmuş bulunan el-Velid b. Uqbe hakkında nazil olmuştur. Onun ma'siy eti/fıs -qı, yalan söylemesi idî. Çünkü Nebi'ye (s.a) gele*rek, kendileriyle karşılaşmadığı halde "Benî-Mus-talıq bana zekatlarını vermedi" diye yalan söyle*mişti. Fakat bu davranışıyla küfre de düşmemişti.
    5. el-Fısq ile, küfr içinde olmaksızın ismi günah işlemek kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
    Yazana ve şahide zarar verilmesin. Eğer yaparsanız, mutlaka o, size bir fisq olur (yani, sizin için -küfr ol*mamakla birlikte-günah olur}. (Bakara/282)
    6. Fısq, seyyi'ât Ikötülükler manasında kullanılmış*tır; şu âyette olduğu gibi:
    Haccda refes ve fısq (yani, seyyiât I kötülük işlemek} yoktur. (Bakara/197)
    Yüce Allah'a hamd ve O'nun ihsan et*tiği güzel başarı ile el-Vücûh ve'n-Ne-zâir tamamlandı. Allah, nebisi Mu-hammed'e ve o'nun âline salât eylesin. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

Sayfa 10/10 İlkİlk 12345678910

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •