Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 1/10 12345678910 SonSon
98 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: KUR'ÂN TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ

  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart KUR'ÂN TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ

    1. El-Hudâ


    el-Hudâ, on yedi şekilde tefsir edilir:
    1. el-Hudâ, beyân manasında kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
    İşte şunlar, Rabb'lerinden bir hudâ (yani, beyan} üze-' rindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Bakara/5)
    İşte şunlar, Rabb'lerinden bir hudâ {yani, beyan} üze*rindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Lokmân/5)
    Bunun doğrulayıcı ifadesi de Fussilet süresindeki şu âyettir:
    Semûd (kavmin)e gelince, Biz onlara hudâ/hidâyet ettik {yani, beyan ettik I bildirdik}. (Fussilet/17)
    Gerçekten Biz onu yola hudâ/hidâyet ettik {yani, ona beyan ettik I bildirdik}. (İnsan/3)
    Şu, onlar için bir hudâ/hidâyet sebebi olmadı mı {ya*ni, onlara beyan etmedi I bildirmedi mil: Kendilerin*den evvel kaç kurun helak ettik, onların meskenle*rinde gezip dolaşıyorlar? Şüphe yok ki şunda, üstün akıl sahiplerine işaretler/deliller vardır. (Tâ-Hâ/128)
    Şu, onlar için bir hudâ/hidâyet sebebi olmadı mı {yani, onlara beyan etmedi I bildirmedi mi}: Kendilerinden evvel kaç kurun helak ettik, onların meskenlerinde gezip dolaşıyorIar?*Şüphe yok ki şunda, işaretler/delli-ler vardır, kulak vermeyecekler mi? (Secde/26)
    Buna benzer âyetler çoktur.
    2. el-Hudâ ile, İslâm dîni kasdedilmiştir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
    Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir hudâ {yani, dosdoğru bir dîn: îslâmj üzerindesin. (Hacc/67)
    De ki: "Şüphesiz hudâ, Allah'ın hudâsıdır" {yani, dîn, İslâm dînidir}. (Bakara/120)
    Şüphesiz hudâ, Allah'ın hudâsıdır" {yani, dîn, islâm dînidir}. (En'âm/71)
    Buna benzer âyetler çoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    3. Hudâ ile, imân kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
    Allah hudâya erenlerin hudâsmı arttırır {yani, onla*rın îmânını arttırır}. (Meryem/76)
    Biz de onların hudâlarını {yani, îmânlarını) arttır*mıştık. (Kehf/13)
    Size geldikten sonra sizi hudâdan {yani, îmândan} biz mi alıkoyduk?! (Sebe'/32)
    Senin yanındaki ahdi gereği bizim için Rabbine du'â et. Gerçekten biz hudâya geleceğiz {yani, îmân edece*ğiz} mü'minler olacağız}. (Zuhruf/49)
    Bunun benzerleri çoktur.
    4. Hudâ, dâî/davetçi manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    {Ey Nebi}! Sen sadece bir uyarıcısın. Esasen her kavm için bir hadi vardır {yani, onları davet eden bir davetçi olmuştur}. (Ra'd/7)
    Muhakkak ki sen, sırât-ı müstakîm'e hudâ/hidâyet {yani, davet! ediyorsun. (Şûrâ/52)
    Musa'nın kavminden de hakka hudâ/hidâyet (yani, davet! eden bir ümmet vardır. (A'râf/159)
    Onlardan, emrimizle hudâ/hidâyet (yani, davet! eden önderler kıldık. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Secde/24)
    Gerçekten bu Kur'ân doğruya hudâ/hidâyet iyani, davet} eder. (îsrâ/9)
    Biz Musa'dan sonra indirilmiş olup önündekini doğ*rulayarak hakka hudâ/hidâyet {yani, davet} eden bir Kitap dinledik. (Ahkâf/30)
    Rüşde buda/hidâyet {yani, davet} ediyor. (Cin/2)
    Onları cahîmin yoluna hudâ/hidâyet {yani, davet! edin! (Sâffât/23)
    Bunun benzeri âyetler çoktur.
    5. Hudâ [hidâyet], marifet [bilmek, tanımak, öğ*renmek] manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde böyle*dir:
    Ve alâmetler (yarattı). Onlar yıldızla da hudâ/hidâ*yet bulurlar {yani, yollarını tanırlar bilip öğrenir*ler!. (NahV16)
    Onda [yeryüzünde], hudâ/hidâyet bulabilsinler {yani, gidecekleri yolları tanısınlar! bilsinler} diye yollar yaptık. (Enbiyâ/31)
    Muhakkak ki Ben; yönelen, îmân eden ve sâlih amel işleyen, sonra, hudâya/hidâyete eren {yani, hidâyeti tanıyarak bilerek onu zikreden} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. kimse için gaffarım [çok bağışlayıcıyım], (Tâ-Hâ/82)
    Bakalım hudâ/hidâyete erecek {yani, sırrı tanıya*cak/bilecek} mi, yoksa hidâyete ermeyenlerden {yani, sırrı tanımayanlardan } bilmeyenlerden} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. mi olacak? (Neml/41)
    Bu gibi âyetler çoktur.
    6. Huda, kitaplar ve rasûller manasında kullanıl*mıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Şayet Benden size bir hudâ {yani, rasûller ve kitap*lar! gelir de... (Bakara/38)
    Şayet Benden size bir hudâ {yani, rasûller ve kitap-lar} gelir de... (Tâ-Hâ/123)
    7. Hudâ; doğruluk, doğru yolu bulmak manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    "Umarım Rabbim beni sevâe's-sebîle hudâ/hidâyet eyler"{yani, doğruya iletir, doğruyu gösterir} dedi. (Kasas/22)
    Ve ben ateşin başında bir hudâ (yani, bana yolu gös*terecek bir kimse} bulurum. (Tâ-Hâ/10)
    Bizi sevâi's-sirâta hudâ/hidâyet eyle (yani, bize doğru yolu göster}! (Sâd/22)
    Buna benzer âyetler çoktur.
    8. Hudâ, Muhammed'in durumu anlamında kulla*nılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Doğrusu, inzal ettiğimiz beyyinâtı ve hudâyı {yani, Muhammed'in durumunu, o'nun nebi-rasûl olduğu*nu} gizleyenler... (Bakara/159)
    Doğrusu, hudânm {yani, Muhammed'in durumunun, o'nun nebi-rasûl olduğunun} kendilerine beyan edil*mesinin ardından arkalarını dönenler... (Muhammed/25)
    Huda'nın {yani, Muhammed'in durumunun, o'nun nebi-rasûl olduğunun} kendilerine beyan edilmesinin ardından o Rasûl'e karşı gelenler... (Muhammed/32)
    9. el-Hudâ ile, Kur'ân kasdedilmiştir; şu âyetlerde böyledir:
    Andolsun ki Rabb'lerinden onlara hudâ {yani, Kur'*ân} gelmiştir. (Necm/23)
    Onlara hudâ {yani, her şeyin açıklamasını ihtiva eden Kur'ân} geldiğinde, insanları îmân etmekten alıkoyan şey, "Allah, rasûl olarak bir beşeri mi
    bahsetti" demeleridir. (İsrâ/94)
    Onlara hudâ {yani, her şeyin açıklamasını ihtiva eden Kur'ân} geldiğinde, insanları îmân etmekten ve Rabb'lerine istiğfar etmekten alıkoyan şey, ancak ev*velkilerin sünnetinin kendilerine de gelmesini bekle*meleridir. (Kehf/55)
    10. el-Hudâ ile, Tevrat kasdedilmiştir; şu âyetlerde
    böyledir:
    Andolsun ki Musa'ya hudâ {yani, Tevrat'ı} vermiştik. (Mü'min/53)
    Andolsun ki Musa'ya Kitap vermiş, —onun likasından şüphe etme- ve onu İsrâîloğulları için hudâ {yani, Tevrat'ı rehberlik} kılmıştık/yapmıştık. (Secde/23)
    Bunun bir benzeri de İsrâ sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    11. Hudâ, istircâda bulunmaya [innâ lillâh... de*meye] iletilmek manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    İşte Rabb'lerinden salavât ve rahmet onlara ve işte hudâya/hidâyete erenler {yani, istircâda bulunmaya iletilenler} de onlardır. (Bakara/157)
    Kim Allah'a {yani, kendisine isabet eden musibetin Allah'tan olduğuna Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. îmân ederse, onun kalbini hu*dâya/hidâyete erdirir {yani, kalbini istircâda bulun*maya iletir}, (Teğâbün/11)
    12. Lâ yehdî [hidâyet etmez I hidâyete iletmez], hüccet/delil ortaya koy amama i delil ikâme edememe, da*lâletten dînine iletmeme manasında kullanılır; şu âyet*lerde olduğu gibi:
    Allah kendisine mülk verdi diye Rabbi hakkında Ib-râhîm iîe çekişeni bilmiyor musun? Hani İbrahim, "Benim Rabbim dirilten ve öldürendir" deyince o, "Ben de diriltir ve öldürürüm" demişti. îbrâhîm, "Muhakkak ki Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir" deyince, o kâfir apışıp kalmış*tı. Allah zâlknler kavmini hudâya (yani, hüccet I delil ikâme etmeye, delil ortaya koymaya, dalâletten dîni*ne} iletmez. (Bakara/258)
    Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'm imare*tini... Allah zâlimler kavmini hudâya {yani, hüc*cet! delil ikâme etmeye, delil ortaya koymaya, dalâlet*ten dinine} iletmez. (Tevbe/19)
    Allah zâlimler kavmini hudâya {yani, dalâletten dîni*ne} iletmez. (Cuma/5)
    Benzeri âyetler çoktur.
    13. el-Hudâ, tevhîd manasında kullanılır; şu âyet*lerde böyledir:
    Seninle birlikte hudâya {yani, tevhide ve hak dine} tâbi olursak, yerimizden koparılıp atılırız. (Kasas/57)
    O ki Rasûlü'nü hudâ {yani, tevhîd} ve hak dîn ile gön*derdi. (Saff/9)
    Bunun bir benzeri de Feth sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    14. Hudâ, sünnet anlamında kullanılır; şu âyetler*de olduğu gibi:
    Biz atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk; biz de onların âsârı üzerinde giderek hudâya/hidâyete ere*riz [muhtedûn] (yani, küfür hususunda onların sün*netlerini takİb ederek doğruyu buluruz}. (Zuhruf/22)
    İşte bunlar (yani, nebiler} Allah'ın hudâ/hidâyet etti*ği kimselerdir. O halde sen de onların hidâyetlerine {yani, tevhîd hususundaki sünnetlerine} iktida et! (En'âm/90)
    15. Lâ yehdî [hidâyete erdirmez/iletmez] ibaresi ile, ıslah etmez anlamı kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
    Şüphesiz Allah hâinlerin keydini hudâya/hidâyete erdirmez {yani, zinakârların amelini ıslah etmez}. (Yûsuf/52)
    16. el-Hudâ, hayvanlara Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. ilham manasında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Rabbimiz her şeye {yani, yeryüzünde hareket eden canlılara hayvanlara} hilkatini {kendisine uygun olan suretini} veren, sonra da hudâ/hidayet {yani, sonra da ona maişetini ve otlayacağı yeri nasıl bula*cağını ilham} edendir. (Tâ-Hâ/50)
    O ki takdir edip {yani, erkeği ve dişiyi yaratmayı tak*dir edip} hudâ/hidâyet verendir {yani, erkeğe, dişiye nasıl yaklaşacağını, dişinin ona nasıl geleceğini [dişi*yi nasıl celbedeceğini] ilham edendir}. (A'lâ/3)
    17. Hudnâ, tevbe ettik Idöndük manasında kullanı*lır; şu âyette olduğu gibi:
    Şüphesiz biz Sana hudnâ ettik {yani, biz Sana dön*dük}. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (A'râf/156) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    2. El-Küfr


    el-Küfr, dört manada tefsir edilir:
    1. el-Küfr, Allah'ın tevhidine küfr etmek, O'nu in*kar etmek manasında kullanılır; şu âyetlerde böyledir:
    Gerçekten o küfr edenleri (yani, Allah'ın tevhidini/bir ve tek ilah olduğunu inkâr edenleri) uyarsan da, uyar-masan da onlar için birdir: îmân etmezler. (Bakara/6)
    Küfr edip {yani, Allah'ın tevhidini inkâr edip} Allah yolundan alıkoyanlar... (Muhammed/1)
    Benzeri buyruklar çoktur.
    2. el-Küfr, hüccetin I delilin inkârı manasında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    O tanıdıkları kendilerine gelince, ona küfr ettiler (ya*ni, onlar onu tanıdılar, fakat onu inkâr ettiler}. (Ba*kara/89)
    Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler [Yahudi ve Hristiyanîar] o'nu, oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar (yani, Nebi'yi (oğullarını tanıdıkları gibi) tanırlar; çünkü o'nun nitelikleri, beraberlerindeki Tevrat'ta bulunmaktadır}. Kendilerini zarara uğratanlardır ki, îmân etmezler. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (En'âm/20)
    Kendilerine Kitap verdiklerimiz onu (yani, Kabe'nin kıble olduğunu} oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Bununla birlikte içlerinden bir grup bildikleri halde hakkı gizlerler. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Bakara/146)
    Yoluna gücü yetenlerin Beyt'i [Kabe'yi] haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Artık kim küfr ederse (yani, Ehl-i Kitap'tan olsun, diğer dîn müntesiblerinden olsun kim Allah'ın Beyt-i Haram'ını haccetmeyi inkâr edip haccın farziyyetini reddederse), şüphesiz ki Allah âlemlerden (Ehl-i Kitap'tan ve onla*rın gayrısından} ganidir. (Al-i İmrân/97)
    3. el-Küfr, küfrân-ı nimet/nankörlük anlamında kullanılır; şu âyetlerde böyledir:
    Bana şükr edin, Bana küfr (yani, nimetime küfr-Inankörlük) etmeyin! (Bakara/152)
    (Süleyman dedi ki): "Şükr mü edeceğim, yoksa küfr (yani, yoksa nimete küfr I nankörlük} mü edeceğim di*ye beni sınaması içindir." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Neml/40)
    Allah'a şükret diye; ve her kim şükr ederse, kendi le*hine etmiş olur; her kim de küfr {yani, nimete küfr-l nankörlük} ederse, doğrusu Allah ganidir, hamîdtir. (Lokmân/12)
    {Fir'avn, Musa'ya dedi ki}: "O yaptığın fiili yaptın, o halde sen o kâfirlerdensin {yani, nankörlerdensin -ki bununla, o'nu küçükken büyüttüğünü ve o'na iyilik yaptığını, buna karşılık Musa'nın nankörlük ettiğini kaydetmektedir-}. (Şu'arâ/19)
    Benzeri âyetimi?" çoktur.
    4. el-Küfr, beri I uzak olmak, uzaklaşmak manasın*da kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    {İbrahim, babasına ve kavmine dedi ki}: "Biz size küfr ettik {yani, biz sizden teberri ettik I uzaklaştık}; bizimle sizin aranızda ebedî olarak düşmanlık başla*dı." (Mümtehine/4)
    Sonra, Kıyamet Günü kiminiz kiminize küfr edecek (yani, kiminiz kiminizden uzak olduğunu ilan ede*cek}. (Ankebut/25)
    {İblis kendisine itaat edenlere diyecek ki}: "Ben sizin bundan evvel beni, (itaatte Allah'a) şirk koşmanıza da küfr etmiştim" {yani, uzak olduğumu bildirmiş*tim}. (İbrâhîm/22)
    Benzeri buyruklar çoktur. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    3. Eş-Şirk


    eş-Şirk, üç şekilde açıklanmıştır:
    1. eş-Şirk, başkasını O'na denk tutarak Allah'a eş/ortak koşmak anlamında kullanılır; şu âyetlerde ol*duğu gibi:
    Allah'a ibâdet edin, O'na hiçbir şeyi şirk koşmayın {yani, başkasını O'na denk ve eş tutmayın}! (Nisâ/36)
    Doğrusu Allah, Kendisine şirk koşulmasını {yani, Kendisine başkasının denk ve eş tutulmasını} bağış*lamaz. (Nisâ/48)
    Kim Allah'a şirk koşarsa {yani, başkasını O'na denk ve eş tutarsa}, Allah ona {-bu halde öldüğü takdir*de} cenneti haram kılar. (Mâide/72)
    Elbette Allah müşriklerden {yani, başkasını Kendisi*ne denk ve eş tutanlardan} bendir. (Tevbe/3)
    Benzeri âyetler çoktur.
    2. eş-Şirk, ibâdetten gayri taatte ortak koşmak ma*nasında kullanılmıştır; şu âyette olduğu gibi:
    O ikisine {yani, Adem ile Havva'ya} Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. sâlih [hilkati düzgün bir çocuk] verince, kendilerine verdiğinde O'na, /çocuklarına koydukları isim hususunda -ibâ*det sö'zkonusu olmaksızın- itaatte İblis'i O'na Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. or*taklar kıldılar. (A'râf/190)
    lîblîs kendisine itaat edenlere diyecek ki): "Ben sizin bundan evvel beni, şirk koşmanıza (yani, itaatte beni Allah'a ortak koşmanıza! da küfr etmiştim". (Ibrâ-hîm/22)
    3. eş-Şirk, amellerde şirk [ortak koşmak], şirk: riya manasında kullanılır; şu âyette olduğu gibi:
    Kim Rabbine kavuşmayı ümit ediyorsa, amel işlesin: sâlih amel ve Rabbinin ibâdetinde bir {yani, yarattık*larından bir kimseyi} şirk koşmasın, {yani, ibadetiyle Allah'tan başkasını irade etmesin}! (Kehf/110) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    4. Seva’


    Seva, altı manada tefsir edilir:
    1. Sevâ', âdil/adaletli anlamında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Bizimle sizin aranızda sevâ' {yani, aramızda âdil-Iadaletli} olan bir kelimeye gelin! (Al-i İmrân/64)
    Sâilîn için sevâ' {yani, rızık taleb edenler için âdil-ladaletli} olarak... (Fussilet/10)
    Ve bizi sevâi's-sırât'a {yani, âdil i adaletli yola} hidâ*yet et! Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Sâd/22)
    2. Sevâ', vasat I orta manasmdadır; şu âyette oldu*ğu gibi:
    Onu cehennemin sevâ'smda {yani, cahîmin ortasın*da} gördü. (Sâffât/55)
    3. Sevâ', apaçık iş/durum manasında kullanılmış*tır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Sevâ' üzere (yani, durumu açıkça /apaçık bir şekilde} kendilerine nebzet! (Enfâl/58)
    De ki: "Ben size sevâ' olarak {yani, durumu açık*ça/apaçık bir şekilde) bildirdim." (Enbiyâ/109)
    4. Sevâ', şer'an eşitlik I eşit olmak manasına gelir; şu âyetlerde böyledir:
    Onda (yani, Mekke'de} hem mukîm, hem de misafir*leri sevâ' (yani, şer'an eşit} kıldık... (Hacc/25)
    Arzu ettiler ki, kendilerinin küfrettiği gibi siz de küf-redesiniz de sevâ' (yani, siz ve kâfirler, küfürde şer'an eşit} olasınız. (Nisâ/89)
    Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde, sağ ellerinizin mâlik olduklarından (yani, kölelerinizden} ortakları*nız bulunur da onda sevâ' olmalarını (yani, siz ve on*ların o rızıkta eşit olmalarını}... kabul eder misi*niz?! Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Rûm/28)
    (Allah bazınızı bazınıza rızık hususunda tafdil etti; kendilerine) fazla (rızık) verilenler nzıklarını, sağ el*lerinin mâlik olduklarına (yani, kölelere} veriyorlar da hepsi onda sevâ' (yani, şer'an eşit} oluyorlar da değil. (Nahl/71)
    5. Sevâ', kasd [doğru ve mutedil] manasında kulla*nılmıştır; şu âyetlerde böyledir:
    {Mûsâ dedi ki}: "Umarım Rabbim beni sevâe's-sebîl'e (yani, doğru ve mutedil yola} hidâyet eder." (Kasas/22)
    Sevâi'S'sebîl'den (yani, doğru ve mutedil yoldan} sap*mış... Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Mâide/77)
    6. Sevâ' ile, onu okuyup okumaman Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (onlar için) (eşittir, birdir, farksızdır) anlamı kasdedilmiştir; şu âyetlerde böyledir:
    Onları uyarıp uyarmaman, onlar için sevâ'dır (yani, birdir I'eşittir /'farksızdır}': îmân etmezler. (Bakara/6)
    Onları (yani, Arab kâfirlerinden birtakım kimseleri} uyarıp uyarmaman onlar için sevâ'dır (yani, birdir eşittir I farksızdır}: îmân etmezler (çünkü Allah on*ların kalblerini mühürlemiştir}. (YâSîn/10) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    5- El-Maraz


    el-Maraz, dört manada tefsir edilir:
    1. el-Maraz, şekklşüphe anlamındadır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Allah da marazlarını {yani, seklerini I şüphelerini} arttırdı. (Bakara/10)
    Kainlerinde maraz {yani, şek!şüphe} bulunanlara ge*lince, onların murdarlıklarına murdarlık katıp art*tırdı. (Tevbe/125)
    Kalblerinde maraz {yani, şek!şüphe} bulunanların, sana baktıklarını görürsün. (Muhammed/20)
    Benzeri buyruklar çoktur.
    2. el-Maraz kelimesi, fücur manasında kullanılmış*tır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Kalbinde maraz {yani, fücur} bulunan tama'a düşme*sin. (Ahzâb/32)
    Eğer vazgeçmezlerse münafıklar ve kalblerinde ma*raz {yani, fücur} bulunanlar... (Ahzâb/60)
    Maraz kelimesi, bu anlamıyla [fücur manasında], (Kur'ân-ı Kerîm'de) başka yerde kullanılmamıştır.
    3. el-Maraz, yara/yaralı manasında kullanılır; şu âyetlerde böyledir:
    Eğer marazlı {yani, yaralı} veya seferde iseniz... (Ni-sâ/43)
    Eğer marazlı {yani, yaralı} veya seferde iseniz.., (Mâ-ide/6)
    Maraz kelimesi, yara jyaralı anlamında, (Kur'ân-ı Kerîm'de) başka bir yerde kullanılmamıştır.
    4. el-Maraz kelimesi, cins olarak hastalık /herhan*gi bir hastalık manasında kullanılır; şu âyetlerde oldu*ğu gibi:
    Sizden kim marîz olursa {yani, sizden kimin herhan*gi bir hastalığı bulunursa}... (Bakara/184)
    Yoktur zayıflara ve marîzlere {yani, herhangi bir hastalığı bulunanlara}... (Tevbe/91)
    Köre harec yoktur... ve marîze {yani, herhangi bir hastalığı bulunana} harec yoktur. (Feth/17)
    Nûr süresindeki buyruk Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. da bunun gibidir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    6. El-Fesâd


    el-Fesâd, altı manada tefsir edilir:
    1. el-Fesâd ile, ma'siyet [isyan /itaatsizlik] kasde-dilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Onlara, "Yeryüzünde fesâd çıkarmayın" {yani, onda ma'siyet işlemeyin} denildiği zaman... (Bakara/11)
    Islahının ardından yeryüzünde fesâd çıkarmayın {ya*ni, onda ma'siyet işlemeyin}. (A'râf/56)
    Benzeri âyetler çoktur.
    2. el-Fesâd ile, helak kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Siz yeryüzünde iki defa fesâd çıkaracaksınız. (İsrâ/4)
    Eğer o ikisinde Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, ikisi de fesada uğrardı (yani, helak olurdu}. (Enbiyâ/22)
    Eğer hak, nevalarına tâbi olsaydı gökler, yer ve ikisi arasındakiler fesada uğrardı {yani, helak olurdu}. (Mü'minûn/71)
    3. el-Fesâd lafzı ile, yağmur ve bitki I ekin kıtlığı kas d edilmiştir; şu âyette böyledir.
    Berr'de {yani,, bedevilerin yaşadığı çöllerde} ve bahr'da lyani, bayındir yerlerde, köy, kasaba ve şehirlerde} fe~ sâd {yani, yağmur ve bitki/ekin kıtlığı} başgösterdi. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Kûm/41)
    4. el-Fesâd ile, Öldürmek kasdedilmiştir; şu âyetler*de olduğu gibi:
    Mûsâ ve o'nun kavmini yeryüzünde fesâd çıkarsınlar {yani, Mısır ahalisinin çocuklarını öldürsünler} diye (.....) mi bırakacaksın? (A'râf/127)
    (Fir'avn dedi ki}: "Ben o'nun dîninizi değiştirmesinden veya arzda fesâd çıkarmasından {yani, sizin Benî-Isrâ-W in oğullarını Öldürmenize karşılık, o'nun da sizin oğullarınızı öldürmesinden} korkuyorum." (Mü'min/26)
    Gerçekten Ye'cûc ve Me'cûc arzda fesâd çıkarıyorlar (yani, insanları öldürüyorlar}, (Kehf/94)
    5. el-Fesâd lafzının, bizatihi fesâd Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. [yıkmak /tah-rib etmek] manasında kullanılması; ki şu âyetlerde
    böyledir:
    Onda fesâd çıkarmaya: harsı ve nesli helak etmeye çalışır. Oysa Allah, fesadı {yani, âyette sözü edilen iş*leri: ekinin ve neslin helak edilmesini} sevmez. (Ba*kara/205)
    Şüphesiz krallar bir karyeye girdiklerinde, onu ifsâd (yani, harâb} ederler. (Neml/34)
    6. el-Fesâd lafzı ile, sihir/büyü, sihirbaz/büyücü kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
    Elbette Allah müfsidlerin {yani, sihirbazların} ameli*ni ıslah etmez. (Yûnus/81) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    7. El-Meşy


    el-Meşy, dört manada tefsir edilir:
    1. el-Meşy, devam etmek, dolaşmak, gidip gelmek demektir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Onları aydınlattım! onda meşî ederler {yani, onda de*vam eder giderler}. (Bakara/20)
    O halde onun omuzlarında meşî edin {yani, dolaşın, gidip gelin}. (Mülk/15)
    2. el-Meşy ile, hudâ/hidâyet kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    insanlar içinde, kendisiyle meşî edeceği bir nûr {ya*ni, kendisiyle hidâyete ereceği bir îmân} yaptığımız kimse... (En'am/122)
    Sizin için, kendisiyle meşî edeceğiniz bir nûr {yani, kendisiyle hidayete ereceğiniz bir îmân} yapsın. (Ha-dîd/28)
    3. el-Meşy, geçmek, geçip gitmek anlamında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Kendilerinden {yani, Mekkelilerden} evvel kaç kuru*nu helak etmemiz, onları {yani, Mekkelileri} hidâyete iletmedi mi, ki onların {yani, helak edilenlerin} mes*kenlerinde meşî ediyorlar {yani, onların kasabaların*dan geçiyorlar}. (Secde/26)
    Kendilerinden {yani, Mekkelilerden} evvel kaç kuru*nu helak etmemiz, onları {yani, Mekkelileri} hidâyete iletmedi mi, ki onların {yani, helak edilenlerin} mes*kenlerinde meşî ediyorlar {yani, onların kasabaların*dan geçiyorlar}. (Tâ-Hâ/128)
    4. el-Meşy, bizatihi yürümek manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Şayet yeryüzünde mutmain meşî edenler {yani, ika*met edip yürüyenler} melâike olsaydı... (İsrâ/95)
    Bu nasıl Rasûl yemek yiyor ve çarşı-pazarlarda meşî ediyor {yani, yürüyor/dolaşıyor}?! (Furkân/7)
    Rahmân'ın kulları yeryüzünde tevazu ve mülâyemet-le meşî ederler {yani, yürürler}. (Furkân/63) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  8. #8

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    8. El-Lebs


    el-Lebs, dört manada tefsir edilir:
    1. Yelbisûn lafzı, karıştırırlar / karıştırıyorlar de*mektir; şu âyetlerde bu manadadır:
    Hakka bâtılı telbis/lebs etmeyin (yani, karıştırma*yın}! (Bakara/42)
    Niçin hakka bâtılı telbis/lebs ediyorsunuz {yani, ni*çin karıştırıyorsunuz}? (Âl-i İmrân/71)
    îmân edenlere ve îmânlarına zulm telbis/lebs etme*yenlere {yani, îmânlarına şirk karıştırmayanlara}... (En'âm/82)
    2. el-Libâs lafzı, sükûn bulmak I sükûnete ermek de*mektir; şu âyetlerde böyledir:
    Onlar {yani, kadınlarınız} sizin için bir libâstır {yani, sizin için sükûnet sebebidir}; siz de onlar için bir libâs*sınız {yani, siz de kadınlar için bir sükûnet sebebisi*niz}. (Bakara/187)
    Geceyi sizin için bir libâs {yani, sükûnet zamanı} ya*pan O'dur. (Furkân/47)
    Geceyi bir libâs {yani, sükûnet zamanı} yaptık. (Ne-be/10)
    3. el-Libâs, giyilen elbise anlamındadır; şu âyetler*de böyledir:
    Size avret yerlerinizi örtecek libâs {yani, elbise} ile rîş lütfü ihsan ettik. (A'râf/26)
    Sündüs ve istebraktan lebs ederler {yani, elbise giyer-\ ler}. (Duhân/53)
    4. el-Libâs ile, sâlih amel kasdedilmiştir; şu âyette böyledir:
    Takva libâsına {yani, sâlih amele) gelince... (A'râf/26) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  9. #9

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    9- Es-Sû'


    es-Sû', onbir manada tefsir edilir:
    1. es-Sû' ile, şiddet kasdedilmiştir; şu âyetlerde ol-
    duğu gibi:
    Sizi sû'e'l-azâba {yani, azabın şiddetlisine} uğratıyor*lardı. (Bakara/49)
    Sizi sû'e'l-azâba (yani, azabın şiddetlisine} uğratıyor*lardı (A'râf/141)
    Sizi sû'e'l-azâba {yani, azabın şiddetlisine} uğratıyor*lardı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (İbrâhîm/6)
    İşte sû'u'1-azâb Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. {yani, azabın şiddetlisi} onlar için*dir. (Ra'd/18)
    Benzeri âyetler çoktur.
    2. Sû' ile, (devenin) bacaklarının kesilmesi kasde*dilmiştir; şu âyetlerde böyledir:
    İşte bu, size bir işaret/alâmet olmak üzere Allah'ın dişi devesi; onu bırakın Allah'ın arzında otlasın, ona sû' ile dokunmayın {yani, onun/o devenin bacakları*nı keserek onu öldürmeyin!! (A'râf/73)
    Bunun bir benzeri de Şu'arâ sûresindedir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
    (Sâlih dedi ki): "Ey kavmim! İşte bu, size bir işâ-ret/alâmet olmak üzere Allah'ın dişi devesi; onu bıra*kın Allah'm arzında otlasın, ona sû' ile dokunmayın" {yani, onun/o devenin bacaklarını keserek onu öldür*meyin}! (Hûd/64)
    3. es-Sû3 ile, zina-tecavüz kasdedilmiştir; şu âyet*lerde olduğu gibi:
    Biz o'nun bir sû'unu {yani, zinasını i zina ettiğini} bil*miyoruz. (Yûsuf/51)
    Ehline sû' {yani, karına tecâvüz!karınla zina! irade eden kimsenin cezası... (Yûsuf/25)
    Senin baban sû' {yani, zâni/zina eden} bir adam de*ğildi. (Meryem/28)
    4. Sû' ile, baras hastalığı kasdedilmiştir; şu âyette olduğu gibi:
    Bir de, elini koynuna sok, herhangi bir sû' {yani, has*talık/baras hastalığı} olmaksızın çıksın bembeyaz. (Neml/12)
    Bunun benzeri, Tâ-Hâ Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. ve Kasas Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. sûrelerinde bulunmaktadır.
    5. Sû' kelimesiyle, azâb kasdedilmiştir; şu âyetler*de böyledir:
    Doğrusu bugün hızy ve sû' {yani, azâb} kâfirlerin üs*tünedir. (Nahl/27)
    İttiqa edenleri ise Allah, umduklarına erdirmek sureti ile kurtaracak. Onlara hiçbir sû' {yani, azâb} dokunma*yacak ve onlar mahzun da olmayacaklar. (Zümer/61)
    Allah bir kavmin sû'umı (yani, azabını I azaba uğra*masını} irade ettimi... (Ra'd/11)
    Benzer anlamdaki kullanımlar çoktur.
    6. Sû' kelimesiyle, şirk kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Biz bir sû' yapmamıştık (yani, biz şirk koşmamıştık}. (Nahl/28)
    Sonra, sû' yapanların (yani, şirk koşanların} akıbeti sû' oldu. Çünkü tekzib ettiler. (Rûm/10)
    Sonra, şüphesiz Rabbin cehaletle sû' yapan (yani, şirk koşan}... (Nahl/119)
    7. Sû', sövmek, kötü söz söylemek anlamında kulla*nılır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Size ellerini ve dillerini sû' {yani, sövmek, kötü söz
    söylemek} ile uzatırlar. (Mümtehine/2)
    Allah sözün sû'unun (yani, sövüp saymanın, sözün kötüsünün} açıkça söylenmesini sevmez. (Nisâ/148)
    8. Sû', (bir şeyin) en kötü(sü) demektir; şu âyetler*de olduğu gibi:
    Dâr'ın sû'u (yani, yurdun en kötüsü} onlaradır. (Ra'd/25)
    O gün özür dilemeleri zâlimlere fayda vermez. Dâr'ın sû'u {yani, yurdun en kötüsü} onlaradır. (Mü'min/52)
    9. Sû', mü'minin işlediği zenb/günah manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Allah'ın kabulünü va'd buyurduğu tevbe o kimseler için ki: cehaletle bir sû' {yani, günah} yaparlar da...
    (Nisâ/17)
    Buna göre, mü'min, işlediği her zenb/günah ile ca*hillik etmektedir.
    Sizden {yani, mü'minlerdenl kim cehaletle bir sû' {ya*ni, zenb/günah} yapar da.. (En'âm/54)
    10. Sû', zarar, darlık ve sıkıntı manasında kullanı*lır; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Bana hiçbir sû' {yani, zarar, darlık ve sıkıntı} dokun*mazdı. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (A(râf/188)
    O sû'u (yani, zarar, darlık ve sıkıntıyı} gideren... (Neml/62)
    11. Su ile, kati ve hezimet kasdedilmiştir; şu âyette bu anlamdadır:
    Size bir sû' (yani, kati, hezimet ve bela} irade ederse... (Ahzâb/17) Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

  10. #10

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    10. Et-Hasene Ve's-Seyyie


    el-Hasene ve es-seyyîe ibaresi, beş manada tefsir edilmiştir:
    1. el-Hasene ile, zafer ve ganimet; es-seyyie ile de, kati ve hezimet kasdedilmiştir; şu âyetlerde bu anlam*dadır:
    Size bir hasene (yani, Bedir Günündeki gibi bir nasrl zafer ve ganimet} dokunursa, onları tasalandırır. Eğer size bir seyyie (yani, Uhud Günündeki gibi bir kati ve hezimet} isabet ederse ona sevinirler. (Âl-i İmrân/120)
    Onlara bir hasene {yani, nasrl zafer ve ganimet} isabet ederse, "Bu Allah'ın indindendir" derler. Onlara bir seyyie (yani, Uhud Günündeki gibi bir kati ve hezi*met} isabet ederse, Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. "Bu sendendir" derler. (Nisâ/78)
    Eğer sana bir hasene [iyilik] (yani, nasrl zafer ve gani*met} isabet ederse, onları tasalandırır. Eğer sana bir seyyie [kötülük] (yani, kati ve hezimet} isabet eder*se... Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. (Tevbe/50)
    2. el-Hasene ile, tevhîd; es-seyyie ile de şirk kasde*dilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Kim hasene (yani, tevhidi ile gelirse, ona ondan daha hayırlısı vardır (yani, ondan [tevhıdten dolayı] bir hayr elde eder}. Ve onlar o gün feza'dan emin olurlar. Kim de seyyie (yani, şirk} ile gelirse, yüzleri ateşte sürtülür... (Neml/89-90)
    Bunun bir benzeri de Kasas ile En'âm Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. sûresinde geçmektedir.
    3. el-Hasene ile, yağmur ve mahsul bolluğu; es-sey*yie ile de yağmurun, mahsul-nebat ve hayr'ın kıtlığı-I yokluğu kasdedilmiştir; şu âyetlerde olduğu gibi:
    Eğer onlara bir hasene {yani, yağmur, mahsul ve hayr bolluğu} gelirse, "Bu zaten bizim hakkımızdır" derler*di. Eğer onlara bir seyyie {yani, yağmursuzluk /kurak*lık ve mahsul kıtlığı} isabet ederse, Mûsâ ve o'nun be*raberindekilerin uğursuzluğuna yorarlardı. (A'râf/131)
    Sonra seyyieyi {yani, yağmursuzluğu I kuraklığı, hayr ve mahsul kıtlığını! hasene (yani, yağmur ve mahsul bolluğu} ile değiştirdik, (A'râf/95)
    Onları hem .hasene (yani, yağmur ve mahsul bolluğu} ile hem de'.seyyie (yani, yağmur ve mahsul kıtlığı} ile imtihan ettik. (A'râf/168)
    Ellerinin önden gönderdikleri sebebiyle onlara bir seyyie {yani, yağmursuzluk I kuraklık} isabet ederse... (Rûm/36)
    4. es-Seyyie ile, dünyada azâb; el-hasene ile de akı*bet kasdedilir; şu âyette olduğu gibi:
    Senden, haseneden evvel {yani, akıbetten önce} seyyi*eyi {yani, dünyada (azabı)} çabuklaştırmanı isterler. (RaW6)
    5. el-Hasene, afv ve güzel söz; es-seyyie, kabih I çir*kin söz ve eziyet manasında kullanılmıştır; şu âyetler*de böyledir:
    Seyyieyi (yani, kötü söz ve eziyeti} hasene {yani, güzel söz ve afv} ile savarlar. (Kasas/54)
    Hasene (yani, afv ve safh} ile, seyyie {yani, kötü söz ve eziyet} bir olmaz. (Fussilet/34)
    Seyyieyi (yani, kötü söz ve eziyeti} ahsen [en güzel] {yani, afv ve safh} ile defet! (Mü'minûn/96)
    Bunun bir benzeri de Ra'd sûresinde Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. yer almak*tadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

Sayfa 1/10 12345678910 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •