YUNUS SURESİ


Rahman ve Rahim Allah'ın Adı İle

(Mekke'de İnmiştir, Yüzdokuz Âyettir).

Yûnus (a. s) Sûresi el-Hasen, îkrime, Ata ve Cabir'in görüşlerine göre Mekke'de inmiştir, tbn Abbas ise der ki: Yüce Allah'ın: "Eğer sana indirdi*ğimizden şüphede isen..." (Yûnus, 10/94) buyruğundan itibaren üç âyet müstesnadır. Mukatil ise der ki: Jki âyet müstesna, Mekke'de inmiştir. "Eğer sa*na indirdiğimizden şüphede işere..." (Yûnus, 10/94) buyruğu Medine'de in*miştir.
el-Kelbî der ki: Sûre Mekke'de inmiştir. Ancak, yüce Allah'ın: "Araların*dan ona inanan kimseler de vardır, ona iman etmeyen kimseler de vardır," (Yûnus, 10/40) buyruğu müstesnadır. Bu, Medine'de yahudiler hakkında inmiştir. Bîr kesim de şöyle demiştir: Sûrenin baş tarafından kırk âyet kadar-lık bir bölümü Mekke'de, geri kalanı da Medine'de İnmiştir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

1. Elif, lâm, râ. İşte bunlar hikmet dolu kitabın âyetleridir.
"Elif, Lâm, Râ" buyruğu ile ilgili olarak en-Nehhâs dedi ki: Ebû Cafer Ah-med b. Şuayb b. Ali b. el-Hüseyn b. Hureys'e "kıraat ile" dedi ki: Bize, Ali b. el-Hüseyn babasından haber verdi. Babasının Yezid'den naklettiğine gö*re, İkrime ona İbn Abbas'tan naklen dedi ki: Elif, Lam Ra ile Hâ, Mîm ve Nûn "er-Rahmân" isminin değişik yerlere dağılmış harfleridir. Ben bunu, el-A'meş'e naklettim de o: Sende buna benzer bilgiler var da bana niye haber vermiyorsun? dedi,
Yine İbn Abbas'tan şöyle dediği nakledilmektedir. "Elif, Lâm, Râ": "Ben Allah'ım, görürüm," demektir. En Nehhâs der ki: Ben, Ebu İshâk'ın bu görüşe meylettiğini gördüm. Çünkü Sibeveyh buna benzer bir gö*rüşü Araplardan nakleder ve şöyle bir beyit zikreder:
"Eğer sen bir hayır yaparsan, ben sana hayırlar yaparım. Ve eğer bir kötülükyaparsan, fâ (yani ben de kötülük yaparım).Bununla birlikte ben hiçbir zaman şerri istemem. Ancak sen, te, (yani sen kötülük istersen, ben de isterim)."
el-Hasen ve İkrime der ki: "Elif, Lâm, Râ" bir yemindir. Said de Katade'den neklen dedi ki: Elif, Lâm, Râ, Sûrenin adıdır. Yine dedi ki: Kur'ân-ı Kerîm*deki bütün hece harfleri de böyledir. Mücahid der ki: Bunlar sûrelerin baş*langıçlarını teşkil ederler.
Muhammed b. Yezid de der ki: Bunlar, bir uyandırlar. Hece harfleri de böy*ledir.
"Elif, Lâm, Râ" imâle yapılmaksızın okunduğu gibi, harf (edat) olan-, ye benzemesin diye imâle ile de okunmuştur.
Yüce Allah'ın: "İşte bunlar hikmet dolu kitabın âyetleridir” buyruğu mübteda ve haberdir. Yani, işte bu sözü edilen buyruklar, hikmet dolu kita*bın âyetleridir. Mücahid ve Kata de dedi ki: Bununla Tevratı, İncili ve daha önce indirilmiş diğer kitapları kastetmiştir. Çünkü "İşte bunlar" ifade*si gaip ve dişi olan şeylere işarettir. Bir diğer görüşe göre burada; "İş*te bunlar" Bunlar anlamındadır. Yani, bunlar hikmet dolu kitabın âyet*leridir. El A'şâ'nın şu beyiti de bu türdendir:
"İşte benim atlarım ve işte develerim.Onlar sarıdırlar, yavruları ise (simsiyah) kuru üzüm gibidirler."
lylaksat, Kur'ân-ı Kerîm'dir. Bu açıklama doğruya daha yakındır. Çünkü, bundan önce Kur'ân'dan önce inmiş kitaplardan söz edilmiş değildir. Diğer taraftan "Hakîm: hikmet dolu" Kur'ânın nitelikleri arasındadır. Buna delil de yüce Allah'ın: "Elif, Lâm, Râ. Bu, âyetleri muhkem kılınmış... bir kitaptır"
(Hûd, 11/1) buyruğudur. el-Bakara Sûresi'nin baş taraflarında (2/1-2. âyet*lerin tefsirinde) bu anlamdaki açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
Hakîm (hikmet), helal, haram, hadler ve hükümler ile muhkem kılınmış demektir. Bu açıklamayı Ebu Ubeyde ve başkaları yapmıştır. Hakîm'in, hâkim anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani O, .helal ve harama dair hüküm*ler hakkında hüküm koyandır, insanlar arasında da hak ile hükmedendir. Bu buyruk "fail" anlamında "fail" veznindedir. Buna delil de yüce Allah'ın: "Be*raberlerinde insanların anlaşmazlığa düştüğü şeyler hakkında aralarında hükmetmek için de hak ile kitabı indirdi."(el-Bakara, 2/213)
"Hakînı"in, içinde hüküm konulmuş bulunan, anlamına geldiği de söy*lenmiştir. Yant, yüce Allah, o kitapta adaletle, iyilikle, akrabaya birşeyler ver*mekle hükmettiği gibi, haksızlıklardan, kötülüklerden yasaklayan hükmü de koymuştur. Ayrıca kendisine itaat edenlere cenneti, isyan edenlere de cehen*nemi vereceğine dair hükmünü de koymuştur. Buna göre "Hakim" buyruğu "mePûP anlamında "fail" vezninde bir kelimedir. Bu açıklamayı da el Hasen ve başkaları yapmıştır.
Mukatil der ki: "Hakim", batıla karşı sağlamca korunmuş, yalanı bulun*mayan, kendisinde ihtilaf ve tutarsızlık bulunmayan Icitap demektir. Bu da "mef al" anlamında "faîl" vezninde bir kelime olur. el-A'şa'nın, daha önce söy*lemiş olduğu bir kasidesini sözkonusu ederken söylediği şu beyit de bu tür*dendir:
'Benzeri görülmedik ve son derece sağlam söylenmiş (hakime) bir kaside olup hükümdarlara ulaşır Bunu kim söyledi? denilsin diye ben onu söyledim." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

2. İçlerinden bir adama: "İnsanları uyar, îman edenlere Rabbleri katında kendileri İçin muhakkak bir "kadem-i sıdk” olduğunu müjdele" diye vaniy göndermemiz, insanlar için şaşılacak bir şeymi ki, o kâfirler: "Şüphesiz bu, apaçık bir sihirbazdır" dediler?
Yüce Allah'ın: "İnsanlar İçin şaşılacak bir fey mi ki?" buyruğu takrir ve azar anlamını taşıyan bir istifham (soru)dır. "Şaşılacak bir şey" kelimesi; in haberi, ismi de "Vahiy göndermemeli" buyruğu olup ref mahallindedir. Yani, bizim vahiy göndermemiz insanlar için şaşıla*cak bir şey midir?
Abdullah (b. Mes'ud)'in kıraatinde "şaşılacak bir şey" anlamındaki keli*me; şeklinde ve nin ismidir. Haberi ise; Vahiy göndermemiz" buyruğudur.
"İçlerinden bir adama" buyruğundaki "adam" anlamında*ki kelime, "cim" harfi ötreli değil de sakin olarak; şeklinde de okun*muştur.
Buyruğun nüzul sebebine gelince, İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre, kâfirler, Muhammed (sav) peygamber olarak gönderildiğinde şöyle demiş*lerdi: Allah, elçisi bir insan olmayacak kadar büyüktür. Yine onlar: Peki, Allah Ebu Talib'in yetiminden başka elçi gönderecek kimse bulmadı mı? Bu*nun üzerine: "İnsanlar için" yani, Mekkeliler için "şaşılacak bir şey mi ki?" âyeti nazil oldu.
Bir diğer görüşe göre onlar, öldükten sonra dirilişin söz konusu edilme*sini hayretle karşılamışlardı. (Bunun üzerine bu buyruklar indirildi).
Yüce Allah'ın: "İnsanları uyar, iman edenlere... müjdele" anlamındaki buyruk ise, cer edatının düşürülmesi ile nasb mahallindedir ki, bu da; "İnsanları uyar demek suretiyle" anlamındadır. "Kendileri için muhakkak bir kadem-i sıdk olduğunu" anlamındaki; buy*ruk da böyledir.
Uyarma (jbk. el-Bakara, 2/6. âyet), müjdelemek (bk. el-Bakara 2/25. âyet, 1. başlıkta) ve bunun dışındaki âyetin diğer lafızlarına ait açıklamalar önce*den geçmiş bulunmaktadır. Ancak "kadem-i sıdk*ın anlamı hususunda fark*lı görüşler vardır. İbn Abbas der ki: "Kadem-i sıdk" doğruluk mevkii demek*tir. Bunun delili de yüce Allah'ın: "Rabbim, beni doğruluk (sıdk) girdirişi ile girdir... rfea (el-İsra, 17/80) buyruğudur. Yine İbn Abbas'tan rivayete göre ka*dem-i sıdk, dünyada iken işledikleri amelleri dolayısıyla onlara verilecek gü*zel mükâfat demektir. Ondan gelen bir başka rivayete göre ise "kadem-i sıdk", ilk zikirde (Levh-i Mahfuzda) mutlu olacaklarına dair eskiden beri hakların*da verilmiş hüküm demektir, Mücahid de böyle açıklamıştır. ez-Zeccâc ise, üstün ve yüksek derece diye açıklamıştır. Şair Zu'r-Rimme der ki:
"Sizin insanların inkâr etmediği üstün bîr mevkiniz vardır.Ve denizi bile örtmüştür bu üstün mevkiniz, yüce şerefiniz ile beraberdir."
Katade, "eskiden beri doğruluk" diye açıklamıştır. er-Rabi' ise, doğru ve gerçek bir mükâfat, Ata, sıddıklık makamı, Yeman ise, doğru bir iman diye açıklamıştır. Bu, meleklerin duası diye açıklandığı gibi, önden gönderdikle*ri (kendilerinden önce vefat eden) salih evlat diye de açıklanmıştır.
el-Maverdî der ki: Doğru ve samimi, itaate uygun, doğru mükâfatın veril*mesi demektir. el-Hasen ve yine Katade derler ki: Kadem-i sıdk, Muhammed (sav)'dır. Çünkü o, isteği yerine getirilecek ve onlardan önce varacak bir şefaatçidir. Nitekim Hz. Peygamber: "Ben, sizden önce Havz'a varmış olacağım" Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. diye buyurmuştur. Hz. Peygambere sorulan bir soru üzerine de: "O, sizin benim vesilem ile Rabbinizden isteyeceğiniz sefa atimdir" diye buyur*muştur. Tirmizî el-Hakîm der ki: Hz. Peygamberi Makam-ı Mahmud'da öne geçirmiştir. (İşte Kademi sıdk budur).
Yine el-Hasen'den dedi ki: Bu, Peygamber (sav)'ın vefatı musibetiyle kar*şı karşıya kalmaları demektir.
Abdulaziz b. Yahya da der ki: "Kadem-i sıdk", yüce Allah'ın: "Şüphesiz ken*dileri için daha önceden tarafımızdan iyilik takdir edilmiş olanlar, işte on*lar oradan (cehennemden) uzaklaştırılmışlardır" (el-Enbiya, 21/101) buy*ruğunda dile getirilmiştir. Mukatü ise der ki: Kadem-i sıdk'tan kasıt, onların dünyada iken işledikleri güzel amellerdir. Taberî de bu görüşü tercih etmiş*tir. Şair el-Vaddâh der ki:
"Arş'ın sahibi için namaz kıl da tökezleme ve ayakların kayma gününde Seni kurtaracak bir kadem (salih ameller) edin."
Kadem-i sıdk'ın, yüce Allah'ın, kabirden hasredilip cennete girdirme hu*susunda bu ümmeti takdim etmesi (öne geçirmesi) olduğu da söylenmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Biz, dünyada (zaman itibariyle) sonrakileriz, kıyamet gününde ise, diğer bütün yaratıklar arasında öncelikle kendileri hakkında hüküm verilecek ilkleriz." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.
Bu ifadenin gerçek mahiyeti, onun salih amel hususunda çalışıp çabala-mayı kinaye yoluyla ifade etmesinden ibarettir. Nasıl ki nimet kastıyla "yed: el" tabiri, övgü kastıyla da "lisan; dil" tabiri kullanılıyor ise, salih amel de "ka*dem" ile ifade edilmiştir. Şair Hassan (b. Sabit) şöyle demektedir:
"Sana doğru üstün kadem bizimdir. Arkamızdan gelenler ise, Allah'a itaat hususunda ilk olanlarımıza tabidir."
Şair, bununla ihlâsla itaatteki önceliği kastetmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Ebû Ubeyde ve el-Kisaî der kî: İster hayır, ister serde öncelikli olan her*kesi anlatmak için Araplar "kadem" ifadesini kullanırlar. Mesela; filan kişi*nin tslâmda kademi vardır, filan kişinin benim nezdimde kadem-i sıdk'ı vardır, kadem-i şerri ve kadem-i hayrı vardır, denilir.
Bu "kadem" kelimesi müennestir, müzekker olarak kullanıldığı da olur. Mesela; "kadem-i hasen" denildiği gibi, (müennes olduğuna alamet olmak üzere, sıfatı da müennes getirilmek suretiyle): "Kadem-i saliha" da denilir. İbnü'l-Arabî ise der ki: Kadem, şerefte tekaddüm (öne geçmek) demektir. Şa*ir el-Accâc der ki:
"Avvamoğulları el-Hakem hanedanının önünden çekildiler. Ve hükümdarlığı şeref sahibi bir hükümdara bıraktılar.”
Sahih hadislerde de Peygamber (sav)'den şöyle buyurduğu nakledilmek*tedir: "Benim beş ismim var. Ben, Muhammed'im, Alımed'im, Allah'ın ken*disi vasıtasıyla küfrü imha ettiği Mâliyim, insanların da kademim üzere haşrolunacağı Hâşir'im ve ben, Âkib'im." Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir. Bununla Hz. Peygamber, kendisinin peygamberlerin sonuncusu olduğunu kastetmektedir ki, nitekim yüce Allah: "Ve "Hâtemü'n-Nebiyyîn: Peygamberlerin Sonuncusu" (el Ahzab, 33/40) diye buyurmuştur.
Yüce Allah in: "O kâfirler: Şüphesiz bu apaçık bir sihirbazdır, dediler" buyruğundaki; "Sihirbaz" kelimesini İbn Muhaysın, İbn Kesir, Küfe-liler, Âsim, Hamza, el-Kisaî, Halef ve el-A'meş Rasülullah (sav)'a sıfat olarak okumuşlardır. Diğerleri ise, Kur'ân-ı Kerîm'e sıfat olmak üzere; "Bir sihirdir" diye okumuşlardır. Sihr'in anlamına dair açıklamalar ise daha önce*den el-Bakara Sûresi'nde (.2/102. âyet, 3. başlık ve devamında) geçmiş bu*lunmaktadır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

3- Şüphesiz ki sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, son*ra arş üzerinde hükümran olan, işleri yerü yerince yöneten Al*lah'tır. O'nun izni olmadıkça hiçbir kimse şefaatçi olamaz. İş*te Rabbioiz olan Allah budur. O halde O'na İbadet edin. Arük iyi*ce düşünmez misiniz?
"Şüphesiz ki sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerinde hükümran olan" buyruğuna dair açıklamalar daha önceden el-A'raf Sûresi'nde (7/54. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"İşleri yerli yerince yöneten Allah'tır" buyruğu hakkında Mücahid de*di ki: İşler hakkında hüküm ve kazasını veren ve takdir eden yalnızca Odur.
İbn Abbas da der ki: Yarattıklarının yönetiminde hiçbir kimse O'na ortak değildir.
İşlere dair emirleri gönderen O'dur diye açıklandığı gibi, emirlerini İndi*ren O'dur diye de açıklanmıştır. Emirlerini verir ve yerine getirir, diye de açık*lanmıştır. Anlamlar birbirlerine yakındır. Hz. Cebrail vahiy işiyle, Mikâil ya*ğış İle, İsrafil Sûr ile, Azrail de ruhların kabzedilmesiyle görevlidir.
"Tedbîr: Yerli yerince yönetmek"in hakikat anlamı, işleri sonuçlarının hü*kümlerine uygun olarak hakettikleri mertebelere indirmek, hakettikleri ye*re koymak demektir. Bu kelimenin türediği kök; dir. "İş (emr)" ise, işler türünün cins ismidir.
"Onun izni olmadıkça hiçbir kimse şefaatçi olamaz" buyruğu ndaki; "Hiç bir kimse şefaatçi olamaz" buyruğu ref mahallindedir ve -harf-i cersiz kullanılmış gibi-anlamındadır.
"Şefaat'in anlamına dair açıklamalar daha önceden Bakara Sûresi'nde (2/255- âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Peygamber olsun, başkası olsun, yüce Allah'ın izni olmadıkça hiçbir kimse şefaatte bulunamaz. İşte bu, kâfirlerin Allah'tan başka ibadet ettikleri varlıklar hakkında söyledikleri: "Bunlar, Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" (Yûnus, 10/18) şeklindekî sollerini reddetmektedir. Yüce Allah, kendisinin izni olmaksızın hiçbir kim*senin hiç bir kimseye şefaat edemeyeceğini onlara bildirmektedir. Peki, akıl*sız putların şefaati nasıl umulabilir?
"İşte Rabbüüz olan Allah budur." Yani, göklerin ve yerin yaratılması gi*bi bütün bu şeyleri yaratan, yapan, kendisinden başka hiçbir Rab bulunma*yan Rabbiniz O'dur, başkası olamaz.
"O halde O'na İbadet edin." O'nu tevhid edin ve ibadeti yalnızca O'na ha*lis kılın. "Artık iyice düşünmez misiniz?" Bütün bunlar O'nun yarattığını dü*şünerek, bunları O'nun Rububiyetine delil görmez misiniz? Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

4. Hepinizin dönüşü ancak Onadır. Bu, Allah'ın hak va'didir. İl*kin yaratan şüphesiz O'dur. Sonra da iman edip salih amel İş*leyenleri adaletiyle mükâfatlandırmak için yaratmayı tekrarla*yacak olandır. Kâfirlere gelince; onlara kâfir olmalarından ötü*rü kaynar sudan bir içecek ve acıklı bir azap vardır.
"Hepinizin dönüşü ancak O'nadtr" anlamındaki buyrukta yer alan; "Dönüşünüz yalnız O'nadır" buyruğu, mübteda olarak mer-fu'dur. "Topluca (mealde; hepiniz)" ise, hal olarak nasb edilmiştir. "Allah'a dönüş" Onun, amellere vereceği karşılığı görmek için dönüş de*rnektir.
"Bu, Allah'ın hak va'didir" buyruğunda iki mastar vardır. Buyruğun anlamı da şöyledir: Allah bunu kafi olarak vadetti ve bunu ger*çek bir vaad olarak gerçekleştirdi. Bu, gerçek vaadin gerçekleşmemesi söz konusu değildir. İbrahim b. Ebi Able ise, yeni bir cümle (istinaf) olmak üze*re; Allah'ın vadi haktır, diye okumuştur.
"İlkin" topraktan "yaratan şüphesiz O'dur. Sonra da... yaratmayı tekrar*layacak olandır." Yani, yarattıklarını kendisine tekrar geri döndürecektir. Mücahid der ki: O, insanı önce yaratır, sonra Öldürür, sonra da Ba's için onu tek*rar diriltir. Yahut da onu önce sudan yaratır, sonra onu bir halden başka bir hale çevirir. Yez.id b. El Ka'kâl; "Şüphesiz O" anlamındaki buyruğunda hemzeyi üstün olarak okumuştur. O takdirde şüphesiz, nasb mahal*linde olur. Yani, Allah size îlkin yaratanın O olduğunu... va'detmiştir demek olur. Bununla birlikte ifadenin; "Çünkü O" takdirinde olması da müm*kündür, yani çünkü O, İlkin yaratandır demek olur. Nitekim telbiyede; denilmesi de bu şekildedir. O takdirde anlamı; "hamd ve nimet yalnız senindir” diye buyur Allah'ım," demek olur. Ancak, esreli oku*yuş daha güzeldir. Bununla birlikte el-Ferrâ şeklindeki üstün okuyuşun, ref mahallinde olacağını da kabul etmiştir ki, o takdirde bu isim olur. Ahmed b. Yahya der kir O vakit ifadenin takdiri "Onun ilkin yarat*ması bir gerçektir," şeklinde olur.
Yüce Allah'ın: "İman edip salih ameller İşleyenleri adaletiyle mükâfat*landırmak için yaratmayı tekrarlayacak olandır. Kâfirlere gelince onlara, kâfir olmalarından ötürü" yani, küfürleri sebebiyle "kaynar sudan bir içe*cek" yani, sıcaklığı son dereceye ulaşmış sudan bir içecek... "Hamim" ile "ha*mime: Son derece sıcak" demek olup aynı anlamdadırlar. "Su*yu ısıttım, ısıtırım," denilir, ısıtılmış olan suya da "hamim" denilir. O halde bu, meful anlamında "fail" vezninde bir kelimedir. Araplara göre ısıtılmış, ısısı yük*seltilmiş her şeye "hamım" denilir. "... ve acıklı bir azap vardır." Acısı kalp*lerine kadar ulaşacak acıtıcı, ızdırap verici bir azap vardır.
Kureyşlilerin büyük bir çoğunluğu kendilerini yaratanların Allah olduğu*nu itiraf ve kabul ediyorlardı. O bakımdan yüce Allah bununla kendilerine karşı delil getirerek şöyle buyurmaktadır: İlk olarak yaratmaya gücü yeten, yok ettikten sonra yahut da parçalarının darmadağın edilişinden sonra onu tekrar yaratmaya da güç yetirir. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.

5. Güneşi ışık saçıcı, ayı nurlu yaratan, yılların sayısını ve hesa*bı bilmeniz İçin ona konak yerleri belirleyen O'dur. Allah bun*ları ancak hak ile yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için âyetle*ri geniş geniş açıklar.
Yüce Allah'ın: "Güneşi ışık saçıcı... yaratan... O'dur" buyruğun da (güneş ve ışık kelimeleri) iki mefuldür. Yani, güneşi ışık saçıcı olarak yaratan demektir ki, burada ışık (anlamındaki ziya) kelimesi mas*tar olduğundan dolayı müennes gelmemiştir. Yahut da "ışıklı" anlamında ol*duğundan dolayı böyle gelmiştir.
"Ayı nurlu* anlamındaki buyruk da güneşe atfedilmiştir. Yani, nur saçı*cı yahut nuru bulunan demektir.
Ziya (ışık), eşyayı aydınlatan şey demektir. Nur ise, başka şeyleri açığa çı*karırken kendisi saklanan demektir. Çünkü nur kelimesi ile "nar: ateş" aynı kökten gelmektedir. "Ziya" kelimesi, "ışık" anlamındaki "dav" kelimesinin ço*ğuludur. Nitekim siyât ve hiyâd kelimelerinin "savt ve havd: kamçı ve havuz" kelimelerinin çoğulu olmaları gibi.
Kunbul İbn Kesir'den "ye" harfini hemze olarak; diye okumuşsa da, bunun uygun bir açıklaması yapılamaz. Çünkü bu kelimenin (ziya kelimesi*nin) "ye" harfi üstün bir "vaV'dır ve aynü'l-fiil'dir. Bunun aslı ise; şek*linde olup "vav" harfi kalbedilerek "ya" yapılmıştır. Tıpkı "siyam (oruç tutmak)" ve "kıyam (namaz kılmak, ayakta durmak)" kelimelerinde olduğu gibi.
el-Mehdevî der ki: Hemzeli olarak, diye okuyuş maklubtur. Bura*da "eliften sonraki "hemze" öne geçirilerek böylelikle "hemze" "eliften ön*ce yer almış ve bu kelime; haline gelmiştir. Daha sonra "ye" harfi de zaid bir "eliften sonra geldiğinden dolayı "hemze'ye kaibedilmiştir.
Denildiğine göre güneş ve ayın ön yüzleri yedi semavattakiler için aydın*lık saçar, arka yüzleri ise, yedi arzın sakinlerini aydınlatır.
"Ona konak yerleri belirleyen" yani, ay'ı konakları bulunan bir cisim ola*rak yaratan, yahut da ona konaklar takdir eden, demektir. Diğer taraftan bu*rada kastın, her ikisi için de konak yerleri belirleyen anlamında olduğu da söylenmiştir. Tekil gelmesi ise, îcâz (kısa ifade ihtisar) içindir. Nitekim yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Onlar bir ticaret veya bir eğlen*ce gördükleri zaman... ona doğru yöneldiler' (el-Cum'a, 62/11) (İkisine di*ye tesniye zamiri kullanmamıştır). Şair de şöyle demektedir:
"Biz, yanımızdaldne sen de yanındakine razısın. Görüşlerimiz ise ayrı ayrıdır.
Bir diğer görüşe göre de buradaki haber sadece ay hakkındadır. Zira mu*amelat ve benzeri işlemlerde esas kabul edilen aylar, onun ile hesap edilir.
Nitekim daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/189. âyet, 2. başlık ve devamın*da) buna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Yâsîn Sûresi'nde de: "Aya gelince, Biz onun için de konaklar takdir ve tayin ettik" (Yâsîn, 36/39) diye buyurulmaktadır. Yani, bir aydaki gün sayısına göre konaklar takdir ettik de*mektir ki, bunlar da yirmisekiz konak yeridir. İki gün ise, eksik kaldığı ve kay*bolup görünmediği gün içindir. Orada buna dair açıklamalar gelecektir.
"Yıllanıl sayısını ve hesabı bilmeniz için." İbn Abbas der ki: Eğer yü*ce Allah, birisi gündüz, diğeri gece için iki ayrı güneş yaratmış olsaydı ve her ikisinde de karanlık ve gece bulunmasaydı, yılların sayısı ve aylann hesabı bilinemeyecekti.
"Yıllar" anlamındaki "es-Sinîn"in tekili "sene"dir. Araplardan çoğulunu; şeklinde getirenler de vardır, diyenler de vardır. "Sene"nin küçültme ismi ise; şekillerinde gelir. "Allah bunları ancak hak ile yaratmıştır." Yani yüce Allah bunları bu şekilde yaratmakla, hikmetli yarat*mak ve doğruluktan, sanat ve hikmetini açığa çıkartmaktan, kudret ve ilmi*ne delil teşkil etmelerinden ve her bir nefis kazandığının karşılığını görme*sinden başka bir şeyi murad etmemiştir. İşte hak budur.
"O, bîlen bir topluluk için âyetleri geniş geniş açıklar." Âyetlerin geniş geniş açıklanması (tafsil edilmesi), yüce Allah'ın kudretine bunlar delil gö*rülsün diye beyân edilmeleri demektir. Çünkü gecenin karanlık özelliği, gündüzün de aydınlık özelliği bizzat onların böyle bir şeyi hakettiklerinden do*layı, ya da boyte olmaları Allah'a vacip kılındığından dolayı değildir. İşte in*sanların yüce Allah'ın kendine has bir irade ile murid (irade sahibi) olduğu*na bunları delil görmeleri için bu böyledir.
îbn Kesir, Ebu Amr, Hafs ve Yakub, "Geniş geniş açıklar" buyru*ğunu "ye" ile okumuşlardır. Ebu Ubeyd ve Ebu Hatim de bu okuyuşu tercih etmişlerdir. Çünkü bundan önce yüce Allah: "Allah bunları ancak hak ile yaratmıştır" diye buyurmaktadır. Daha sonra da: "Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde..." diye buyurmaktadır ki, burada da aynı şekilde ona uygun gelmiştir. İbn es-Sümeykâ' ise meçhul fiil olarak "te" harfini ötreli "sad" harfini üstün; şeklinde; "Âyetler" kelimesini de ötreli olarak okumuştur. (Anlamı şöyle olur: Âyetler geniş geniş açıklanır). Diğerleri ise tazim "nun"u ile; Geniş geniş açıklarız, diye okumuşlardır. Bu Linki Görmeniz İçin SupersatForuma Uye Olmanız Gerekmektedir.