Teşekkur Teşekkur:  0
Beğeni Beğeni:  0
Sayfa 1/5 12345 SonSon
42 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: İSLÂM'DA KADININ DEĞERİ VE HAKLARI

  1. #1

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart İSLÂM'DA KADININ DEĞERİ VE HAKLARI

    Önce Anne

    Kur’ân-ı Kerîm’de, "ana-babaya saygı gösterilmesi" emredilen bir çok âyet-i kerîmede (5) anne, öncelik verilerek zikredilmiştir. Bu öncelik, annenin babadan daha saygıdeğer olduğuna dikkati çekmektedir.

    Bir gün Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’e bir kimse geldi ve:

    "Benim kendisine hizmet ve ülfet etmeme, insanlar içinde en lâyık ve en çok hakkı olan kimdir?" diye sordu.

    Rasûlullâh (s.a.v.):

    "Anandır." buyurdular. O zât:

    "Sonra kimdir?" dedi. Rasûlullâh (s.a.v.) yine:

    "Anandır." buyurdular. O zât tekrar:

    "Sonra kimdir?" deyince, Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz tekrar:

    "Anandır." buyurdular. O zât yine:

    "Sonra kimdir?" diye sorunca, Rasûlullâh (s.a.v.) bu sefer:

    "Babandır." karşılığını verdiler. (6) Bu hadîs-i şerîf de, annenin evlâd üzerinde babaya nisbetle üç misli iyilik ve ihsân hakkı olduğunu açıkça ifâde eder.

    Veysel Karanî Hazretleri, ihtiyâr, âmâ ve hasta annesine hizmeti sebebiyle, her ne kadar Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’i göremediyse de O’nun eşsiz lutuf ve ihsânlarına nâil olmuştur.

    İslâm hukûkuna göre, bir kişinin, ana ve babasından yalnız birisinin nafakasını sağlamaya gücü yetse, annesinin nafakasına öncelik tanınır. (7)

    Evlâd üzerinde elbette babanın da hakları vardır. Çocuğunun ihtiyaçlarının karşılanmasında büyük fedâkârlıkları bulunmaktadır. Doğumda annenin karşılaştığı sıkıntılara o da ortak olmuştur. Hadîs-i şerîfte, babanın evlâdı üzerindeki hakları şöyle açıklanmıştır:

    "Hiçbir evlâd babasının hakkını ödeyemez. Ancak; babasını köle olarak bulur, satın alır ve âzâd ederse, bu durum müstesnâdır." (8)

    Muhammed Bahâeddîn Nakşibend (k.s.) Hazretleri, bir vasiyetinde şöyle buyurur:

    "Benim kabrimi ziyâret etmek isteyenler, evvelâ annemin kabrini ziyâret etsinler, sonra da benimkini.." (9)

  2. #2

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Anne Olmak Şerefi

    Kadınlık meziyetlerinin başında anne olmak şerefi gelir. Annelik, bir gönül ve mânâ şiiridir. Toplumu ihyâ edip âbâd eden de ve tersine berbâd eden de yine annedir. Toplumun kurtuluşu, hakîkî annelerin yetiştirilmesiyle mümkündür.

    İslâmiyet, anne olmak sıfatıyla kadına en yüksek ve pek muhterem bir mevkî vermiştir. Târihin çeşitli dönemlerinde zillet ve hakâret içinde yaşayan kadın, lâyık olduğu en yüksek şerefe İslâm sâyesinde kavuşmuştur.

    Herkese iyilik etmeyi, herkesin hakkını gözetmeyi emreden İslâm Dîni, kişinin babasına, özellikle annesine karşı en iyi şekilde davranmasını, haklarına dikkatle riâyet etmesini emretmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmuştur:

    "Biz insana ana-babasını (onlara iyilik yapmasını) da tavsiye ettik. Anası onu (karnında) meşakkat üstüne meşekkatle taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl sürmüştür. Bana, ana ve babana şükret! Dönüşün ancak banadır (dedik).." (10)

    Gerçek anne, hayâtı boyunca maddesini ve mânâsını evlâdına fedâ eder. Anne, yavrusunu bir müddet cisminde, ondan sonra kollarında ve hayâtı boyunca kabre kadar da kalbinde taşır. (11)

    Abdullâh b. Mes’ûd (r.a.) der ki: Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’e:

    "Allah katında en sevgili amel hangisidir?" diye sordum. Şöyle buyurdular: "Vaktinde kılınan namazdır." "Namazdan sonra hangisi daha sevgilidir?" diye tekrar sorduğumda:

    "Anaya babaya iyilik etmektir." buyurdular.

    Bunlardan sonra hangisinin en sevgili olduğunu sordum:

    "Allah yolunda cihaddır.." buyurdular. (12)

    *

    Müslüman olmasa dahi, anneye iyilik etmenin İslâmî açıdan ne kadar önemli olduğunu Hz. Ebûbekir (r.a.)’ın kızı Hz. Esmâ’ (r. anha)’nın şu rivâyeti apaçık bir şekilde ortaya koymaktadır:

    "Müşrike olan (Allâh’a ortak koşan) annem Rasûlullah (s.a.v.) zamanında bana gelmişti. Rasûlullah (s.a.v.)’den sordum ve dedim ki:

    "Anam geldi. Bana ümid bağlamıştır. Ben onu görüp gözetebilir miyim?" Rasûlullah (s.a.v.):

    "Evet, ananı görüp gözet!" buyurdu. (13)

    Ana-babaya itâat, Kur’ân-ı Kerîm’de ısrarla tavsiye edilmiştir. Konu ile ilgili olarak İsrâ Sûresi 23 ve 24. âyetlerinde şöyle buyurulur:

    "Rabbin, "Kendinden başkasına kulluk etmeyin. Ana-babaya iyi muâmele edin!" diye hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin nezdinde ihtiyarlığa ererlerse, onlara "öff!." (bile) deme! Onları azarlama! Onlara çok güzel (ve tatlı) söz (ler) söyle! Onlara acıyarak tevâzû kanadını (yerlere kadar) indir! Ve: Yâ Rab! Onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse, sen de kendilerini (öylece) esirge!. de.."

    Hz. Peygamber (s.a.v.), ana-babaya iyi muâmele hakkında:

    "Siz iffetli olun ki, hanımlarınız da iffetli olsun! Siz ana-babanıza iyi davranın ki, evlâdlarınız da size iyi davransınlar!" buyurur. (14)

    Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor:

    Hz. Peygamber (s.a.v.) birgün;

    "Burnu sürtülsün!. Burnu sürtülsün!. Burnu sürtülsün!." buyurdu.

    "Kimin burnu sürtülsün ey Allâh’ın Rasûlü?." diye sorulunca, şu açıklamada bulundu:

    "Ana-babasının her ikisinin veya sadece birinin yaşlılığına ulaştığı halde cennete giremeyenin..." (15)

    Ana ve babaların en itâat ve hizmete ihtiyaç duydukları ihtiyarlık çağlarında onlara gereken hizmet, hürmet ve şefkati göstermeyip, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını ve cenneti kazanamayan çocukların elbette burunları sürtülmeyi hak etmiş olurlar.

    *

    İslâm Dîni, ana-babaya itâate son derece önem vermiş, ana-babaya karşı gelmeyi de büyük günahlar arasında saymıştır.

    Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, bu konuda şöyle buyurmuşlardır:

    "Büyük günahlar; Allâh’a eş koşmak, ana-babaya âsî olmak, haksız yere adam öldürmek ve yalan yere yemîn etmektir." (16)

    Yine Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz:

    "Bir kimsenin ana ve babasına sövmesi büyük günahlardandır." buyurmuşlardı.

    Ashâb-ı kirâm:

    "Yâ Rasûlallah! Bir adam ana ve babasına söver mi?" dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de:

    "Evet, bir kimse başkasının babasına söver, o da buna karşılık onun babasına söver. (Eğer yine bir kimse) başkasının anasına söverse, o da onun anasına söver." buyurdu. (17)

    Diğer bir hadîs-i şerîfde de Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:

    "En büyük günahlardan size haber vereyim mi?" buyurdu.

    Ashâb-ı kirâm da:

    "Evet Yâ Rasûlallah!" deyince Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:

    "Allâh’a eş koşmak, ana ve babaya âsî olmak.."

    buyurdu. Dayanmış olduğu yerden doğrulup oturdu ve:

    "Haberiniz olsun, aman yalan sözden ve yalan şehâdetten sakınınız!" buyurdu. Ve bu cümleyi defalarca tekrarladı. (18) *

    Ana ve babaların emir ve istekleri, dîne uygun olduğu sürece yerine getirilir. Dîne aykırı olan emirlerine itâat edilmez. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Lokman Sûresi’nin 15. âyetinde:

    "Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itâat etme! (Ancak) onlarla dünyada iyi geçin!.." buyurulur.

    Bu âyet-i kerîmenin nüzûl sebebi, Sa’d b. Ebî Vakkâs Hazretleri’nin müslüman olmasıdır. Hz. Sa’d (r.a.), Hz. Ebûbekir (r.a.)’ın vâsıtası ile müslüman olunca annesi, öfkesinden üç gün yememiş, içmemiş ve tâkatten düşmüştü. Bunu gören Hz. Sa’d (r.a.):

    "Anneciğim!

    Allâh’ı ve Rasûlü’nü senden daha çok seviyorum. Vallâhi senin bin canın olsa ve bunları, birer birer İslâmiyet’i bırakmam için versen, ben yine dînimden vazgeçmem!.. Artık dilersen ye, dilersen yeme!." demişti.

    Bunun üzerine annesi, oğlunun îmânındaki sebât ve kararlılığını görünce çâresiz kalarak yemeğini yemiştir. (19)

  3. #3

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Ana Gibi Yâr Olmaz

    Atalarımız;

    "Ana gibi yâr, vatan gibi diyâr olmaz." demişlerdir.

    Hakîkaten dünyâyı diyâr diyâr gezsek, anamız gibi bizi bağrına basarak sevecek ve şefkatle kucaklayacak bir ana bulamayız. İnsan, hanımı gibisini veya ondan daha iyisini her yerde bulabilir, fakat ana gibisini hiç bir diyârda bulamaz.

    Âile içinde çocuk üzerinde en çok hakkı olan ve hizmeti geçen annedir. Anne, hâmile kaldığı andan itibâren çocuk yüzünden sıkıntı çekmeye başlar. Doğum sırasında bu sıkıntı, zirveye ulaşır. Kimi zaman doğum, annenin hayâtına mâl olur.

    Annenin esas hizmeti, doğumdan sonra başlar. Çocuğun emzirilmesi, giydirilmesi, temizliğinin yapılması, terbiye edilmesi ve tedâvîsi gibi ardı arkası kesilmeden ömür boyu sürecek bir hizmet dönemi içersine girer.

    Cenâb-ı Hakk’ın özellikle annelere lutfettiği şefkat duygusu, anneleri; istirâhatini, sıhhatini, yeme-içme ve giyinmesini düşünmeden bütün imkânlarıyla çocuğuna hizmete sevkeder.

    Annenin bu sonu ve sınırı olmayan fedâkârlıklarının bedelini, evlâdın maddî bir karşlıkla ödemesi mümkün değildir.

    Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in huzuruna bir adam geldi ve:

    "Yâ Rasûlallâh! Anam iyice ihtiyarladı. Ben onu kendi ellerimle yediriyor, içiriyor ve sırtımda taşıyorum.. Hâsılı her türlü ihtiyâcını karşılıyorum.. Mükâfâta hak kazandım mı?." dedi.

    Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz cevâben:

    "Hayır, bu senin yaptıkların, ananın senin üzerindeki haklarının yüzde birine bile karşılık değildir. Fakat sen, iyilik ediyorsun. Allâh sana bu az iyilik karşılığında çok sevap verir." buyurdular. (20)

    Hz. Peygamber (s.a.v.)’in:

    "Cennet annelerin ayakları altındadır." (21) hadîs-i şerîfi de annelerin lâyık oldukları yüce mertebeyi belirlemekte ve erkekle eşit olmaktan öte üstün haklara sahib bulunduklarına işaret etmektedir.

    İbn-i Amr (r.a.) anlatıyor:

    "Bir adam cihâda iştirâk etmek için Hz. Peygamber (s.a.v.)’den izin istedi. Rasûlullâh (s.a.v.):

    "Annen, baban sağ mı?" diye sordu. Adam:

    "Evet." deyince Rasûlullâh (s.a.v.):

    "Onlara hizmet de cihâd sayılır, sen onlara hizmet ederek cihâd yap!" buyurdu. (22)

  4. #4

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Çocuk Terbiyesinde Anne:

    Çocuk terbiyesi, anne ve babanın en başta gelen vazîfelerindendir. Çocuklarını güzel terbiye eden milletler, huzûrun ve medeniyetin zirvesine ulaşırlar.

    İslâm’ın yaşandığı bir âile içinde büyüyen çocuğun istîdâdları, îmân istikâmetinde gelişip olgunlaşır. Âilede verilen terbiye kalıcıdır. İnsanlık târihi boyunca âile terbiyesi üzerinde önemle durulmuştur. Çocukların dünyâ ve âhıret seâdetini kazanmaları için en büyük gayret, sâliha hanımlara düşmektedir.

    Çocuk, ilk ana terbiyeyi âile ocağında, anneden alır. Anne, tabiî olarak vaktinin çoğunu ev içinde çocuklarının bakımı ve terbiyesi ile geçirir.

    Çocuk, dünyâya geldiği günden itibaren annesinin gönlünde ve kucağındadır. Aslında çocuk, her hususta annesinden bir parçadır. Anne, doğuncaya kadar karnında taşıdığı yavrusunu, bu sefer ölünceye kadar gönlünde taşır.

    Dînimizde çocuk terbiyesinin temeli, İslâm’a uygun bir nikâha dayanır. Zîrâ nikâhsız olarak doğan bir çocuk, veled-i zinâ olur.

    Çocuk terbiyesinde dikkat edilecek diğer mühim esas da, "helâl lokma"dır. Anne, bu konuda çok dikkatli ve titiz olmalı, haram ve şüpheli lokmalardan kaçınmalıdır. Çünkü yavrusunun maddî ve mânevî yapısı bu lokmalardan oluşmaktadır. Bu suretle doğacak çocuk, anne ve babasına saygılı ve itâatkâr, dînine ve milletine hizmetkâr olur. Bunların hepsi, rızkın ve gıdânın helâl ve temiz olmasının bereketiyle meydana gelir.

    Hâmilelik döneminde de anne, kendilerine hürmet ve muhabbet duyduğu kimseleri tefekkür etmeli ve onları dâimâ hatırlamalıdır. Bu da, cenînin zihinde yer eden bu şahıslara benzemesine sebebiyet verir. İnsan tabîatının bu hususdaki kabiliyeti, herkesin bildiği ve tıbbın da kabul ettiği bir gerçektir. (23)

    Ebenin dindâr olması, hiç olmazsa çocuğu alırken "besmele" çekmesi gerekir. Doğumdan kurtulan anneye de, "geçmiş olsun!" demeli ve bir çocuk dünyâya getirdiği için onu tebrik etmelidir. Zîrâ çocuğu olanı tebrik etmek müstehabdır. (24)

    Dünyâya gelen çocuğun, önce sağ kulağına ezân, sol kulağına da kaamet okumalıdır. Böylece çocuğa, ilk İslâmî telkîn ve dâvet yapılmış olur. Kalbi de, ezânın derin tesirinden bir hisse alır. Nitekim bu dünyâdan ayrılırken de, insana kelime-i tevhîd telkîn edilir.

    Hz. Fâtımâ (r. anhâ), Hz. Hasan’ı dünyâya getirdiğinde Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, O’nun kulağına ezân okumuşlardır. (25)

    Ayrıca, yeni doğan çocuğun damağına tatlı bir şey sürmek müstahabdır. Buna "tahnik" denir. Tahnik, hurmayı ağızda iyice çiğnedikten sonra onu çocuğun ağzına dokundurmaktır. Hurma bulunmadığında, herhangi bir tatlı gıdâ da olabilir.

    Ashâb-ı kirâmdan Ebû Mûsâ (r.a.) anlatıyor:

    "Bir oğlan çocuğum dünyâya geldi. Onu alıp Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e götürdüm. Çocuğun adını İbrâhîm koydu. Sonra da ağzına hurma alıp iyice çiğneyerek çocuğumun ağzına sürdü. Ve bereket ile duâ ederek çocuğu tekrar bana verdi." (26)

    Dünyâya gelen çocuğa yapılacak ilk iyilik ve ikrâm, ona güzel isim vermektir. Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:

    "Kıyâmet gününde siz, kendi isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız. O halde isimlerinizi güzelleştiriniz.." (27)

    Konacak isimler hakkında da hadîs-i şerîfde şöyle buyurulur:

    "Peygamberlerin isimleriyle isimleniniz. İsimlerin Allâh’a en sevimlisi, Abdullâh ve Abdurrahmân’dır." (28)

    Çocuğun, yedinci günü adı konuldukdan sonra saçları kesilip ağırlığınca altın veya gümüş sadaka olarak verilir. Nitekim Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, Hz. Hasan’ı dünyâya getirdiği zaman Hz. Fâtımâ (r. anhâ)’ya şöyle buyurmuştur:

    "Yâ Fâtımâ, çocuğun başını tıraş et ve ağırlığı kadar da gümüşü sadaka olarak ver." (29)

    Akîka kurbanı da, çocuğun doğduğu günden bülûğa ereceği güne kadar kesilebilir. Fakat, yedinci günü kesilmesi daha fazîletlidir. Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, akîkanın durumunu soran Ümm-i Kürz’e şu cevâbı vermiştir:

    "Oğlan çocuğunda iki, kız çocuğunda bir koyun (kesilir)." (30)

    Diğer bir hadîs-i şerîfde de şöyle buyurulur:

    "Her oğlan çocuğu akîka kurbanı ile rehindir. Akîka, çocuğun doğumunun yedinci günü kesilir. Adı konulur ve başı tıraş edilir." (31)

    Akîka, vâcib değil, müstehabdır. Normal kurban gibidir. Eti, derisi satılmaz. Kemikleri kırılmaz. Akîkanın etinden kesen de yiyebilir.

    Akîka, çocuğu rehin olmaktan kurtarır. Zîrâ o, akîkasına karşılık bir rehindir. İmâm Ahmed b. Hanbel der ki:

    "Çocuk, ana-babasına şefâat etmekten alıkonulur, ancak.akîka ile şefâat hakkı doğar." (32)

    Sünnet olmak, peygamberlerin yoludur. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar:

    "Dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir: Sünnet olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek." (33)

    Hz. Câbir (r.a.) da der ki:

    "Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, torunları Hasan ve Hüseyin’e akîka kurbanı kesti. Yedinci günlerinde de onları sünnet ettirdi." (34)

    Âile içersinde gördüğü ve işittiği herşey, çocuğun hâfızasında bir model olarak yer alır. Çocuk, her gördüğüne dikkatle bakar, sonra da bu gördüklerini taklîd etmeye ve yapmaya çalışır. Her işittiğini de dikkatle dinler. Zamanla bu işittiklerini söylemeye gayret eder. Bu bakımdan anne ve babalar, her hususta yavrularına nümûne olmalıdırlar. Çocuğun îmânı, daha küçük yaşta iken âile ocağında istikamet kazanır. Eğitim konusundaki temel kaideye göre, anne ve babasının dîni üzere yetişir. Nitekim hadîs-i şerîfde:

    "Her çocuk İslâm fıtratı üzere doğar. Daha sonra ana-babası onu; yahûdî, hıristiyan veya mecûsî yaparlar." (35) buyurulur.

    Çocuk konuşmaya başladığı zaman, ona söyletilecek ilk kelime, "Allâh" lafzı olmalıdır. Böylece, kalbe îmân tohumları ekilirken, çocuğun gönül ufku da zikrullâhın nûruyla aydınlanmaya başlar.

    Çocuklara ilk cümle olarak da, îmân telkîn eden kelime-i tevhîdin öğretilmesinde ısrâr edilmelidir. Hadîs-i şerîfde:

    "Çocuklarınızı (n ağzını) ilk olarak sözü ile açınız. Ölüm ânında onlara yine sözünü telkîn ediniz." (36) buyurulur.

    Ayrıca çocuklarımıza, küçük yaşlardan itibaren Kur’ân-ı Kerîm öğretmeliyiz. Böylece, çocukların sâf ve temiz gönülleri, Kur’ân-ı Kerîm’in feyzi ve nûruyla berraklaşır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:

    "Çocuklarınızı üç haslet üzerine yetiştiriniz: Peygamberinizin sevgisi, ehl-i beytinin sevgisi ve Kur’ân tilâveti.." (37) buyurur.

    Çocuklarımızın körpe dimağlarına; Allâh sevgisini, Peygamber (s.a.v.) sevgisini, ehl-i beytinin, ashâb-ı kirâmın, evliyâullâhın ve İslâm büyüklerinin sevgilerini aşılamalıyız. Çünkü bu sevgi ile çocuğun his ve duyguları harekete geçer, İslâmî şuûr ve hassasiyet kazanır. Güçlü ve örnek şahsiyetlere benzemeye çalışır.

    Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, yedi yaşı, öğretim çağının başlangıcı olarak belirlemiştir. Çocuk yedi yaşına girdiği zaman, ona abdest almak ve namaz kılmak öğretilmeli; on yaşına girince namaza başlatılmalı, yalan söylemenin, haram yemenin kötülükleri anlatılmalıdır. Bu konuda hadîs-i şerîfde:

    "Çocuklarınıza yedi yaşından itibâren namaz kılmalarını emrediniz. On yaşına vardıklarında kılmazlarsa, hafifçe dövünüz. Ve (ayrıca) yataklarını ayırınız." (38) buyurulur.

    Burada dövmekten maksad, korkutmak olup, bu cezâdan sonra çocukta bir düzelme görülürse, ona şefkatle ve güler bir yüzle yönelmelidir.

    Anne ve baba, çocuğuna iyi bir arkadaş seçiminde yardımcı olmalı ve onu kötü arkadaşlarının zararlarından korumalıdır. Zîrâ kötü arkadaş, bütün kötülüklerin kaynağıdır.

    Anne ve babaların mühim vazîfelerinden biri de, çocuklarını; temiz, düzenli ve disiplinli olarak yetiştirmek ve onlara daha küçük yaşlardan itibaren dînlerini, ahlâk ve âdâb-ı muâşeret kâidelerini öğretmektir.

    Çocuklar, Cenâb-ı Hakk’ın bizlere birer emâneti olup, sâf ve temiz kalpleri bir cevherdir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa ne ekilirse, onun meyvesi alınır.

    Kur’ân-ı Kerîm’de:

    "Ey îmân edenler, kendinizi, evlerinizde ve emirlerinizde olanları ateşten koruyunuz." (39) buyurulur.

    Anne-babanın, evlâdlarını cehennem ateşinden koruması, dünyâ ateşinden korumasından daha önemlidir. Cehennem ateşinden korumak da, îmânı, farzları ve haramları öğretmekle, ibâdete alıştırmakla ve dinsiz ve ahlâksız arkadaşlardan korumakla olur.

    Evlâdına, Allâh Teâlâ’yı ve Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’i öğretmeyen, sevdirmeyen ana ve babalar, onların hem dünyâ, hem de âhıret kaatilleri sayılır.

    Evlâdına dînini öğretmeyen ana-baba, dünyânın en merhametsiz insanlarıdır.

    Çocuk üşümesin, uykusuz kalmasın, diye onu namaza kaldırmamak, cinâyetlerin en büyüğüdür. Bu iyilik değil, ona karşı en büyük kötülüktür.

    Doktor, hastasına merhamet ettiği için, îcâbında onu bıçağın altına yatırır. Ve ameliyat eder. Doktorun gâyesi, bu ameliyatla onu sıhhatine kavuşturmak ve rahat ettirmektir.

    Ana-baba, merhametli iseler, evlâdlarını seviyorlarsa, evvelâ dînlerini öğretirler, sonra da dünyâ ile alâkalı ilimleri..

    Kaldı ki evlâdına karşı merhametli olmak demek, kendisine de merhamet etmek demektir. Çünkü ana ve baba da, çocuklarına dînini öğretmedikleri için yanacaklardır. Yâni çocuğuna İslâmiyet’i öğreten, kendisi de cehennemden korunmuş olacaktır. (40)

    Yavrularımız, bizim en kıymetli varlıklarımızdır. İslâm, onların omuzları üzerinde asırdan asıra kıyâmete kadar sürüp devam edecektir.

    Âilenin en değerli meyvesi olarak bizlere emânet edilen yavrularımızın gönüllerinde hizmet, merhamet ve şefkat hislerini filizlendirerek, onları istikbâle mîrâs bırakmalıyız.

    Anne ve babanın en güzel âhıret yatırımı, hayırlı bir evlâd yetiştirmektir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyururlar:

    "İnsan öldüğü zaman, (sevab kazanmaya vesile olan) üç ameli kesilmez: Sadaka-i câriye, istifâde edilen ilim ve kendisine duâ eden çocuk.." (41)

    Diğer bir hadîs-i şerîfde de şöyle buyurulur:

    "Öldükten sonra kulun derecesi yükseltilir. Kul der ki: Ey Rabbım! Bu sevab nereden geldi? Cenâb-ı Hakk da ona şöyle der: Çocuğun senin için duâ etti, istiğfârda bulundu." (42)

    Cenâb-ı Hakk’dan; evlâdlarımızı sâlihlerden ve sâlihâttan kılmasını niyâz ederiz.

  5. #5

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Ana Duâsı:

    Müslüman evlâdı, her zaman ana-babasının hayır duâlarını almaya çalışmalıdır.

    Bâyezîd-i Bistâmî (k.s.) Hazretleri’nin ihtiyar ve hasta bir annesi vardı. Gece yarısı uykusundan uyanıp kendisinden bir bardak su istemesi üzerine, destiden su doldurup getirinceye kadar anası tekrar uykuya dalmıştı. Bâyezîd-i Bistâmî (k.s.), elinde bir bardak su ile uyanacak diye anasını sabaha kadar bekler.

    Sabah Namazı için uyanan anası, oğlunun, elinde bir bardak su ile ayakta beklediğini görünce, son derece duygulanır. Ve bu fedâkâr oğlu için; "Ârifler sultânı olasın oğlum!" diye yürekten duâ eder. (43)

    Annesinin duâsı bereketi ile Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri, gerçekten ârifler sultânı olur. Ve bütün tasavvuf kitaplarında hep bu ünvân ile anılır.

    Bununla birlikte anne bedduâsından da son derece sakınmalıdır. Onların bedduâsını alan evlâdın, dünyâda iki yakası bir araya gelmeyeceği gibi, âhırette de ebedî hüsrâna uğrayacağında şüphe yoktur.

    Sahâbe-i kirâmdan Alkame adında bir zât vardı. Evlendikten sonra annesine karşı tutum ve tavrı iyice değişmişti. Bu durumdan ihtiyar annesinin gönlü incinmiş, kalbi kırılmıştı.

    Böylece günler geçti. Birgün Alkame, hastalanarak ölüm yatağına düştü. Annesine olan kırıcı davranışından dolayı dili tutuldu. Son nefesinde söylemesi gereken kelime-i şehâdeti söyleyemedi.

    Nihâyet Rasûlullâh (s.a.v.)’in ısrârı ile, yaşlı anne, evlâdını affedip hakkını helâl etti. O anda Alkame’nin dili çözüldü ve kelime-i şehâdet getirmeye başladı. Rûhunu da bu îmânla teslîm etti.

    Alkame yıkanıp kefenlendikten sonra, namazı kılınıp defnedildi. Ardından Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz, kabri başında durarak orada bulunanlara şöyle hitâb etti:

    "Ey muhâcirler!

    Ey ensâr!

    Kim karısını, annesinden daha üstün tutarsa, Allâh’ın lâneti onun üzerinedir. Onun diğer ibâdet ve iyiliklerinin de kendisine bir fâidesi yoktur, kabul olunmaz." (44)

    Ancak bu hadîs-i şerîf; eşin, kayınvâlide karşısında ezilmesi ve hiçbir hak sâhibi olmaması anlamına gelmez. Çünkü İslâm’da eşin de, annenin de hak ve sorumlulukları dengelenmiştir.

  6. #6

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    En Hayırlı Kadın

    Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:

    "Kadınların en hayırlısı, kocası ona baktığı zaman mesrûr olur, bir şey söylediğinde emrini yerine getirir. Nâmûsunda ve malında, kocasının hoşlanmıyacağı bir harekette de bulunmaz." (45) buyurur.

    Başka bir hadîs-i şerîflerinde:

    "Dünyâ’nızdan bana üç şey sevdirildi; kadın, güzel koku ve gözümün nûru namaz." (46) buyurmakla, kadına sevgi, saygı ve şefkat gösterilmesi gerektiğine dikkati çekmişlerdir.

    "Dünyâ’nın hepsi metâ, eşyâdır. Ve Dünyâ’nın en hayırlı varlığı ise, sâlihâ kadındır." (47) hadîs-i şerîfi de, İslâm’ın kadına verdiği büyük kıymetin bir başka ifâdesidir.

    Sâliha kadınların huzur ve sükûn kaynağı olduklarına işâretle Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz:"Cenâb-ı Hakk her kime iyi bir eş nasîb etmişse, onun ayakta durmasına ve dîninin yarısına yardım etmiştir. (Dîninin diğer) yarısını da kendi çalışarak muhâfaza etsin ve Allâh’dan korksun." (48) buyurmuşlardır.

    Bu anlamda diğer bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyurulur:

    "Dört şey kime verilmişse, ona dünya ve âhiretin hayrı verilmiş olur; Şükreden kalb, Allâh’ı anan lisân, belâya sabreden beden, nâmûsunda ve kocasının malında hıyânet etmeyen kadın." (49)

  7. #7

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    İSLÂM’DA KADIN HAKLARI

    İslâm Dîni, kadın hakları üzerinde titizlikle durmuş ve kadını, hiçbir nizâm ve sistemin veremediği müstesnâ bir makâma sâhib kılmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerîm’inde:

    "Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır." (50) buyurmuştur.

    Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz de erkekleri, kadınların hak ve hukûkunu gözetmeye dâvet etmekte ve bu konuda:

    "Kadınların haklarını yerine getirme husûsunda Allâh’dan korkunuz! Zîrâ siz onları Allâh’ın bir emâneti olarak aldınız." (51) buyurmaktadır.

    Başka bir hadîs-i şerîflerinde de:

    "Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır. Ve ben de ehline karşı en hayırlı olanınızım." (52) buyurur.

    Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, erkeklere, kadınlara dâimâ iyi davranmalarını tavsiye ederek:

    "Mü’minlerin îmân bakımından en olgunu ve en hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır." (53) buyurmaktadır.

    Vedâ Haccı’ndaki meşhûr hutbesinde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:

    "Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allâh’dan korkunuz! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır. Kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır." buyurarak daha yedinci yüzyılda yüzyirmi dört bin müslüman hacı namzedine karşı, kadınların haklarını ilk olarak açıklamışlardır.

    Muâviye bin Hayde (r.a.) der ki; Rasûlullâh (s.a.v.)’e:

    "Ey Allâh’ın Peygamberi, bizim herhangi birimizin hanımının, kocası üzerindeki hakkı nedir?" dedim. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: "Yediğin gibi onu da yedirmek, giydiğin gibi onu da giydirmek ve yüzüne vurmamak, onu kötülememek, bir de darılıp ayrı yatmaya mecbûr kaldığında onu, ancak ev içinde yapmaktır." (54) Başka bir hadîs-i şerîflerinde:

    "Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onları dövmeyin, onlara çirkin demeyin, fenâ söz söylemeyin!" (55) buyurmuşlardır.

    Kadınlarla iyi geçinmek Kur’ân-ı Kerîm’in emridir:

    "Kadınlarınızla iyi geçinin; eğer onlardan hoşlanmadı iseniz bile!.. Olabilir ki bir şey, sizin hoşunuza gitmez de, Allâh onda bir çok hayır takdîr etmiş bulunur." (56)

    Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bu konuda:

    "Kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz!" (57) buyurmaktadır. Kadınlara karşı daima hoşgörülü olmalıdır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte:

    "Mü’min bir erkek, mü’min bir kadına kızıp darılmasın! Eğer onun bir huyundan hoşlanmazsa, öbüründen memnûn olabilir." (58) buyurulur.

    Bir insanın her işi ve her huyu hoşumuza gitmeyebilir. Fakat iyi niyetli ve ülfet edilir insan, kendi hanımında hoşuna gidecek nice meziyetler bulabilir. Onlarla kendisini memnûn ve mes’ûd edebilir. Bunun için ayıp aramaya değil, meziyet aramaya bakmalıdır. Zîrâ mârifet iltifâta tâbîdir. İltifatsız mârifet zâyîdir. (59)

  8. #8

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Dînimizde Kadın-Erkek Eşitliği:

    İslâm Dîni, kadın-erkek bütün insanların yaratılışta eşit olduğunu ilan ederek, kadını, insanlık şeref ve haysiyetine, gerçek benliğine ve kişiliğine kavuşturmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

    "Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Sizi, sırf birbirinizle tanışmanız için büyük büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en ileride olanınızdır." (60)

    "Ey insanlar! Sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini vücûda getiren ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabb’inizden korkun!" (61)

    Kur’ân-ı Kerîm, kadın ile erkek arasında hiçbir ayırım yapmamakta, her ikisine de aynı hak ve sorumlulukları yüklemektedir. Bununla ilgili olarak âyet-i kerîmede: "Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, tâate devam eden erkekler ve tâate devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevâzî erkekler ve mütevâzî kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allâh’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfât hazırlamıştır." (62) buyurulur. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de:

    "Şüphe yok ki, kadınlar erkeklerin dengi, benzeri ve tam bir eşidir." (63) buyurur.

    Diğer bir hadîs-i şerîfte:

    "Kadın-erkek bütün insanlar, tarak dişleri gibi birbirlerine eşittirler." (64) buyurulur.

    *

    Hz. Ömer (r.a.) bir gün Medîne-i Münevvere’de Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz’in minberine çıkıp cemâate hutbe îrâd etmiş, hutbesinde müslümânlara, evlenirken mehri azaltmalarını söylemişti. Kadın cemâatten uzun boylu bir hanım çıkıp:

    "Ey Ömer, bunu söylemeğe hakkın yoktur!"

    demiş ve Kur’ân-ı Kerîm’den en-Nisâ sûresinin 20. ve 21. âyet-i kerîmelerini delîl göstermişti. Bunun üzerine Halîfe:

    "Allâh Allâh! Kadın, Ömer’le mübâhase etmiş ve onu susturmuş!.." diyerek sözünü geri almıştı. (65)

    Yine Hz. Ömer (r.a.), halîfeliği esnasında kadınlarla istişârede bulunuyor, onların görüşlerini alıyordu. Hz. Ömer (r.a.), kızı Hz. Hafsa (r.anha)’ya, kadınların kocalarından ne kadar süre ayrı kalmaya sabredeceklerini sormuş, kızının O’na verdiği cevaba uygun olarak, bu süreyi dört ay olarak belirlemiştir. Ayrıca Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in Hz. Aişe (r.anhâ) hakkında:

    "Dîninizin yarısını bu Hümeyrâ’dan öğreniniz!" buyurması da dikkat çekicidir.

    Bu örneklerden; kadın için aklî ve dînî yönden herhangi bir eksikliğin söz konusu olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Eğer böyle olsaydı, aklî yönden eksik olan bir varlığın, herhangi bir dînî sorumluluğunun olmaması gerekirdi. Oysa kadın ve erkek her müslümanın, Allâh’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak hususunda aynı derecede mükellef oldukları, âyet-i kerîmelerde açıkça belirtilmektedir. (66)

    *

    Dînî sorumluluk bakımından da erkekle kadın arasında eşitlik vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de:

    "Mü’min olduğu halde, erkek ve kadından kim bir takım sâlih amellerde bulunursa, işte bu gibiler cennete girerler ve zerre kadar zulmedilmezler." (67)

    âyetiyle inanıp da iyi işler işleyen herkesin, erkek olsun kadın olsun, aynı şekilde mükâfâta kavuşacakları ve kendilerine en küçük bir haksızlığın yapılmayacağı belirtilmektedir.

    Başka bir âyet-i kerîmede de:

    "Erkek ve kadın, mü’min olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfâtlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeliyle veririz.." (68) buyurulur.

    Bu âyet-i kerîmede yüce Allâh, kadın-erkek ayırımı yapmadan, inanıp sâlih amel işleyenlere güzel bir hayat yaşatacağını müjdelemektedir.

    İslâm dînine göre kadın ve erkek, birbirlerinin hak yoldaki yardımcısı ve destekleyicisidirler. Birbirlerini Allah yolunda ilerlemeye teşvik ederek, yaratılışlarının amacı olan dünyâ ve âhıret mutluluğunu kazanmaya çalışırlar. Kur’ân-ı Kerîm de:

    "Mü’min erkekler de, mü’min kadınlar da birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdır. İyiliği emrederler, kötülükten vaz geçirmeye çalışırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, Allah’a ve Rasûlü’ne itâat ederler. İşte bunları, Allah rahmetiyle bağışlayacaktır. Gerçekten Allah, Azîz’dir, Hakîm’dir." (69) buyurarak kadını hakîkî mânâda insan olma mertebesine ulaştırmıştır.

  9. #9

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Cezâ ve Mükâfâtta Eşitlik

    Kadın, suçlu olduğu takdîrde erkek gibi cezâ görür. Kötülük yaparsa günâh, iyilik yaparsa sevâb alır. Cennet veyâ cehennemlik olmakta da erkekle aynıdır. (70) Mâide Sûresi’ndeki şu âyet-i kerîme bu konuya açıklık kazandırmaktadır: "Hırsızlık eden erkek ve kadının yaptıkarına karşılık bir cezâ ve Allâh’dan bir ibret olmak üzere ellerini kesin!. Allâh izzet ve hikmet sahibidir." (71) İslâmiyet, kadına mânevî sahâda erkekle eşit haklar verdiği gibi dünyevî hükümlerde de gereken hak ve eşitliği sağlamıştır.

    Kadın-erkek eşitliğinde, Dünyâ’ya âid cezâlarda fark yoktur. Kadına karşı işlenen suçlar, ister kadının şahsına, ister malına, ister şerefine olsun, erkeğe karşı işlenen şuçlar gibi cezâ gerektirir. Hattâ bu husûsda kadının lehine bazı durumlar bile vardır. Meselâ, bir erkek bir kadına fuhuş isnâd eder ve bu iddiâsını isbât edemezse, iftira cezasına çarptırılır. Ayrıca ömrünün sonuna kadar da şâhidliği kabûl edilmez (72). Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de: "Namuslu kadınlara zinâ isnâdında bulunup, sonra (bunu isbat için) dört şâhid getiremeyenlere seksener sopa vurun! Ve artık onların şâhidliğini hiçbir zaman kabul etmeyin.. (Artık) onlar tamamen günahkârdırlar." (73) buyurulur. Yine yüce dînimize göre, müslüman olduktan sonra başka dîne dönen mürted kimse tevbe etmezse, ölüme mahkûm edilir. Hanefî mezhebine göre, mürted kadın ise öldürülmez, tevbe etmesi amacıyla hapsedilir (74).

  10. #10

    Kullanıcı Bilgi Menüsü

    Standart

    Kız Erkek Ayırımı Yok

    İslâm Dîni’ne göre, çocuklar arasında kız ve erkek ayırımı yapmak, birini diğerinden üstün tutmak, câiz değildir. Çünkü kız evlâdı da, erkek evlâdı da insana veren Allâh’dır. Kulun burada hiçbir rolü yoktur. Kur’ân-ı Kerîm’de:

    "Göklerin ve yerin mülk ve tasarrufu Allâh’ındır. O, dilediğini yaratır. Kimi dilerse, ona kızlar bağışlar, kimi dilerse ona erkekler lutfeder. Yahut (çocukları) erkekler-dişiler olmak üzere çift verir. Kimi de dilerse, onu kısır bırakır. Muhakkak ki, O âlimdir, herşeyi bilir. Kâdirdir, herşeye gücü yeter." (75) buyurulur. Hiç bir müslüman, çocuğunun erkek olmasıyla övünemeyeceği gibi, kız olmasıyla da yerinemez. Çünkü önemli olan, çocuğun "kız veya erkek" olması değil, "hayırlı bir evlâd" olmasıdır. (76)

    İslâmiyyet’ten önce Arabistan’da yaygın olan kız çocuklarını diri diri gömme âdeti, İslâmiyyet’le tamamen ortadan kaldırılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm, kız evlâdının öldürülmesini şiddetle yasaklamıştır:

    "Evlâdlarınızı fakirlik korkusuyla öldürmeyin; onları da, sizi de biz rızıklandırırız! Muhakkak ki onları öldürmek, büyük bir suçtur." (77)

    Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de kıyâmetin dehşeti tasvir edilirken şöyle buyurulur:

    "... diri diri gömülen kızın hangi suçundan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman..." (78)

    Hz. Peygamber (s.a.v.) de bir hadîs-i şerîflerinde:

    "Çocuklarınız size Allâh (c.c.)’ın bir hîbesi (hediyyesi) dir; dilediğine kız, dilediğine erkek verir." (79) buyurmuşlardır.

    O halde Allâh (c.c.) ’ın bu bağışına karşı çok şükretmeli ve O’nun emâneti olan çocuklarımızı en güzel bir şekilde terbiye etmelidir.

    İslâm Dîni, ana-babaların çocuklar arasında kız-erkek ayırımı yapmadan eşit muâmelede bulunmalarını emreder.

    Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:

    "Kimin kızı doğar da, onu gömmez, horlamaz, oğlan çocuğunu ona tercih etmezse, Allâh o kimseyi, bu kızı sebebiyle cennetine kor."(80) buyurur.

    Ebû Hüreyre (r.a.)’ın haber verdiği bir hadîs-i şerîfde:

    "İçinde kız çocukları olan eve, hergün gökten on iki rahmet iner. Ve meleklerin o evi ziyâreti hiç kesilmez. Her gece-gündüz anne ve babalarına bir senelik ibâdet sevâbı yazarlar." (81) buyurulur.

    Hz. Enes (r.a.) ’ın rivâyet ettiğine göre:

    "Bir adam Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanında otururken, oğlunun biri gelir. Adam çocuğu öper ve dizinin üstüne oturtur. Az sonra kızı gelir. Adam onu öpmeksizin önüne oturtur. Bunun üzerine Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz;

    "Aralarında eşit davranmıyor musun?" diye adamı uyarır." (82)

    Çocuklara eşit davranmaya çok önem veren Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: "Bağış ve ihsanda çocuklarınızın arasını eşit tutun. Eğer ben birini üstün tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım." (83)

    buyurarak, erkek çocuklarını kız çocukarından üstün tutan ve kızları hor gören zihniyeti tamâmen yıkmıştır.

Sayfa 1/5 12345 SonSon

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an Bu Konuyu Gorunteleyen 1 Kullanıcı var. (0 Uye ve 1 Misafir)

Bu Konudaki Etiketler

Yer imleri

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •