PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Hayata Dair Numune Paylaşımlar :



beaverss
01-01-2016, 18:52
Hayata Dair Numune Paylaşımlar :
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Bir kız isteme olayında, kızın babası erkek tarafına söyle der :
-Efendi benim kızı isteyen çok sizin neyiniz var neyiniz yok ?

Delikanlı girer söze :
-Rahim ve Rahman olan Allah aç bırakmaz kendisini zikredeni. O Alim dir. Günaha düştüğümüzde ve pişman olduğumuzda Gaffarlığını gösterir.
Gece çalıştığım yere El Hafiz der öyle girerim.
Neyiniz var diyeceksiniz. Hiçbir şeyim yok Çünkü O dur Malik-ül Mülk.
Ya paran biter de karanlıkta kalırsanız diyeceksiniz, En Nur deriz aydınlanır Beytimiz.
Kızımı asla bırakmayacaksın derseniz, söz veremem Çünkü kullar değil, Haliktir Baki olan.
Varsın kimse sevmesin bizi Vedud kafidir.
Kızım senden bir şey gizlerse ne yaparsın demenize gerek yok. Yüreği el veriyorsa istediğini yapsın Rabbim Başirdir es Sehid dir. Her şeyi bilir.
Yani kısacası bir Rabbim var birde rabbimin en sevgilisi (s.a.v)
Benimde kızınızdan isteklerim var. Nur süresi 31. Ayeti yaşayacak. Edepli olacak. El Haya-ül Minel imandir çünkü.
Beni sevecek, ölene kadar ellerimi bırakmayacak.
Benim uykum ağırdır. Sabah namazına kalktığında beni gerekirse vura vura uyandıracak.
Baba girer söze :
-İyisin hoşsun, peki başınızı sokacak bir eviniz var mı?

Delikanlı cevap verir :
-Yok dersem kızınızı vermeyecek misiniz ?

Baba :
-Hayır evlat, ben ev yaptıracağım yeter ki sen kızımı al..

beaverss
01-01-2016, 18:54
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)

beaverss
01-01-2016, 18:55
FARE İLE DEVE

Çok eskiden, kendini beğenmiş şımarık bir fareyle, akıllı ve alçak gönüllü bir deve yaşardı.
Bir gün karşılaşıp arkadaş oldular. Fare:
"Sana kılavuzluk etmeliyim." dedi. "Yularından tutup istediğim yere götürmeliyim!"
Deve, arkadaşının küstahça önerisine razı oldu. Bir süre gittikten sonra, küçük bir derenin kıyısına ulaştılar.
Devenin diz kapaklarına bile ulaşmayan su, fare için uçsuz bucaksız bir deniz gibiydi...
"Ben buradan geçemem!" diye fısıldadı korkuyla.
Deve:
"Ne bekliyorsun?" diye çıkıştı. "Kılavuz önden gider; dal bakalım suya!"
"Ama..." diye kekeledi fare. "Görmüyor musun, su çok derin?"
Fare utanmış, boyundan büyük işlere giriştiği için kıpkırmızı kesilmişti.
"Sizin için küçük ama bana göre çok büyük bir su!" diye inledi. "Ben artık kılavuz olmaktan vazgeçiyorum. Keşke daha önceden düşünseydim de boyumdan büyük işlere girişmeseydim."
"Evet." dedi deve, yumuşak bir sesle. "Herkes haddini bilmeli ve asla aldatıcı gurura kapılmamalı..."

beaverss
01-01-2016, 18:56
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)

beaverss
01-01-2016, 18:56
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)

beaverss
01-01-2016, 18:57
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)

beaverss
09-01-2016, 18:59
ÇOBAN VE AĞAÇ
Yaşlı çoban sürüsünü otlatmaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse onunla konuşarak "bu ihtiyarın elmasını ver artık derdi" ve bir elma düşerdi en güzelinden en olgunundan .Yaşlı adam sedef kakması çakısını çıkararak elmayı dilimlere ayırır ve küçük bir yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra babasından kalan kur'an'ının okumaya koyulurdu.Çoban bu ağacı yirmi yıl önce diktiğinde sık sık sulardı bunun içinde büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geri kalanını ağaç için kullanırdı.Elma ağacının kökleri belki bu sularla kuvvet bulmuş serpilip hemen meyve vermişti.Çoban o zamanlar genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı şıp diye alırdı elmayı en güzelinden .Fakat aradan geçen bunca zamaniçinde beli bükülüp boyu kısalmış,ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti.Ama boyu ne olursa olsun ağaç yinede yavrusu değilmiydi?Onu bir evlat sevgisiyle okşarken:ver yavrum derdi,gönder bakalım bugünkü kısmetimi "Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan,yıllar boyu hiç birgün aksamadan
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Köylüler uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın veli bir zat olduğunu söylediler.Yaşlı bir adam ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün yine elmasını istedi.Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedende bir şey düşmedi bir daha bir daha tekrarladı isteğini.Beklediği şey birtürlü gelmiyordu.Göz yaşları yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakallarını ıslatırken ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini.Yavrusu meyve verdiğinden beri ilk defa reddediyordu onu İhtiyar çobanın beli her zamankinden daha çok bükülmüş güçsüz bacaklarıda kendini taşıyamaz olmuştu.Hayvanlarını toplayıp köye yöneldiğinde,aşağıdaki caminin her zamankinden daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle birden irkildi.Yeniden doşmuştu sanki çoban bir şey hatırlamıştı.Ççocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken "canım "dedi hıçkırarak.Benim güzel evladım ,mis kokulum.Şu ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin bugünün ramazanın ilk günü olduğunu?

beaverss
09-01-2016, 19:00
Kuran-ı Kerim ile konuşan kadın

Abdullah b.Mübarek anlatiyor: “Hac farizasını eda edip Hz.Peygamber (s.a.v.)’in Ravza’sını da ziyaret ettikten sonra memleketime dönmek üzere yola çıkmıştım. Tam bu sırada, ileride yolun üstünde bir karartı gördüm. Yanına yaklaşınca yaşlı bir kadın olduğunu fark ettim. Önce ona selam verdim. O da;
-‘Onlara(cennet ehline) merhametli olan Rablerinden kıymetli bir selam vardır’(Yâsîn S.,58) ayetiyle karşılık verdi. Ona;
-Allah iyiliğini versin, bu mekanda yalnız başına ne yapıyorsun? diye sorunca, yaşlı kadın;
-‘Allah, kimi şaşırtırsa artık onun için yol gösteren yoktur’(el-‘A’raf,186) ayetini okudu. Yani; Allah, kimi kötü ameli nedeniyle sapıtırsa, onu doğru yola iletecek birini bulamazsın. Yaşlı kadının bu okuduğu ayet-i kerimeden, yolunu kaybettiği anlaşılıyordu. Ona tekrar sordum:
-Nereye gitmek istiyorsun? (Yardım edeyim)… Yaşlı kadın;
-‘Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu, Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan uzaktır. O, gerçekten işitendir, görendir’(el-İsrâ,1) ayetini okudu. Yaşlı kadın, bu ayet-i kerime ile de; hac farizasını eda ettikten sonra memleketi olan Kudüs’e gitmek istediğini ifade etmiş oluyordu. Tekrar sordum:
-Ne zamandan beri buradasın? Kadın;
-‘Üç gün boyunca’(Meryem Sûresi,10) diye cevap verdi. Ben de ona;
-Üç günden beri aç, susuz ve yapayalnız nasıl dayanabildin? diye sorunca, yaşlı kadın;
-‘Beni yediren ve içiren O’dur(Allah’tır)’ (Şuarâ S.,79) ayetini okudu. Tekrar sordum:
-Bakıyorum, yanında suyun da yoktur. Ne ile abdest alıyorsun? Yaşlı kadın;
-‘…Ve bu hallerde su bulamazsanız, temiz toprakla teyemmüm ediniz’(el-Maide,6) ayetini okudu. Bunun üzerine yaşlı kadına, yanımdaki yiyecekten bir miktar vermek isteyince bunu reddederek;
-‘…Sonra akşama kadar orucu tamamlayınız’ (el-Bakara,184) ayet-i kerimesiyle oruçlu olduğunu anlatmak isteyince, ona dedim ki;
-Ramazan ayında olmadığımızı biliyorsun (Onun için oruç tutmana gerek yok). Yaşlı kadın;
-‘…Her kim gönüllü olarak bir iyilik yaparsa, şüphesiz Allah (yaptığı iyiliği) kabul eder ve (yapılan iyiliği) hakkıyla bilendir’(el-Bakara,158) ayet-i kerimesini okudu. Ben, tekrar kadını ikaz mahiyetinde;
-Yolculuk esnasında oruç tutmayıp iftar etmek bize mübah kılınmıştır, deyince; yaşlı kadın;
‘…Eğer bilirseniz (güçlüğüne, zorluğuna rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır’(el-Bakara,158) ayet-i kerimesini okudu.
Yaşlı kadının, her sorduğuma Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerle cevap vermesi üzerine ona;
-Neden, seninle konuştuğum gibi sen de benimle konuşmuyorsun? diye sorduğumda, kadın;
-‘İnsanın ağzından hiçbir söz çıkmasın ki, yanında gözleyici ve yazmaya hazır melek bulunmasın (hemen konuştuklarını kaydetmek için)’(el-Kâf,18) ayetini okudu.
Yaşlı kadının Kur’an’a karşı bağlılığı ve hassasiyeti karşısında;
-Özür dilerim; (ne olur!) hakkını helal et, dedim. Yaşlı kadın;
-‘(Yusuf) dedi ki; bugün sizi kınamak yok. Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir’(Yusuf S.,92) ayetini okuyunca, ona;
-Seni, kafilene(arkadaşlarına) yetiştirmek için buyur, deveme bin, dedim…”
“Hayır adına ne işlerseniz Allah onu bilir” (Bakara: 215) âyetiyle mukabele etti. Devemi yanına getirdim. Binecekken,
“Mü’min erkeklere söyle, bakışlarını sakınsınlar” (Nûr: 30) âyetini okudu. Gözlerimi çevirdim; binecekken deve ürküp kaçtı,
bu arada elbisesi az yırtıldı.
“Başınıza musibet olarak ne gelirse, bu bizzat işleyip, onu hak etmeniz sebebiyledir” (Şûrâ: 30) âyetini mırıldandı.
“Sabret, deveyi bağlayayım!” dedim.
“Bu hususta Süleyman’ı anlayışlı ve daha isabetli davranır kıldık” (Enbiyâ: 79) âyetini okuyarak, devemi yönlendirme konusunda benim daha başarılı
olduğumu kasdetti. Deveye bindi ve
“Bunu bize baş eğdiren Allah’ı tesbih ederim; yoksa bunu biz başaramazdık. Ve sonunda şüphesiz Rabbimize döneceğiz!” (Zuhruf: 13-14) âyetlerini okudu.
“Haydi!”diye deveyi hızlandırdım.
“Yürüyüşünde (ve davranışlarında) vakur ol ve sesini yükseltme. Seslerin en çirkini, (bağıran) eşeğin sesidir!” (Lokman: 19) mukabelesinde bulundu.
Yürürken şiir okumaya başladım.
“Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun!” (Müzzemmil: 20) dedi. “Şiir okumak haram değil ki!” dedim.
“Bu hususu ancak gerçek idrak ve basiret sahipleri düşünüp anlar!” (Bakara: 269) cevabını verdi. Bir süre gittik; sonra evli olup olmadığını sordum.
“Ey iman edenler! Cevabı verildiğinde sizi üzecek meselelerden sormayın!” (Mâide: 101) âyetini okudu. Derken kafilesine ulaştık ve “Kafile içinde kimsen var mı?” dedim.
“Mal ve evlât dünya hayatının süsüdür!” (Kehf: 46) dedi. Anladım ki, evlâdı var. İsimlerini sordum. “Allah İbrahim’i dost edindi; Allah Musa ile konuştu; Ey
Yahya, Kitab’a kuvvetle tutun!” (Nisâ: 125, 164; Meryem: 12)
âyetlerini okudu. “Ey İbrahim, ey Musa, ey İsa!” diye kafileye seslendim. Nur yüzlü üç genç “Buyur!” diye çıkageldi.
Onlara para verip, “Bununla içinizden birini şehre yollayın! Yemeklerin helâl ve temiz olanına baksın ve size bir yiyecek getirsin. Dikkatli
davransın!” (Kehf: 19) dedi. Yiyecek gelince bana, “Geçmiş günlerinizde yaptıklarınızın karşılığında şimdi afiyetle yiyip için!” (Hâqqa: 24) dedi. Çocuklara, “Annenizin bu durumunu bana söylemezseniz bu yemekten yemem!” dedim.
“Annemiz” dediler, “Ağzından Cenab-ı Allah’ın gazabını çekecek yanlış bir söz çıkar korkusuyla 40 yıldır böyle sadece Kur’an’la konuşur.”

İbn Mübarek, bu hadiseyi Kur’an’da her şeyin bulunduğuna delil olarak anlatırdı.

beaverss
12-01-2016, 13:35
Merhaba anne...
Nasılsın?
Ben iyiyim, doğmama çok az bir süre kaldı.
Ama sana söylemem gereken birşey var.
Kimilerine göre bazı eksikliklerle geleceğim..

"Özürlü" diyecekler bana..
Ama ben kimseden "özür" dilemeyeceğim anne..
Senin dışında...
Senden şimdiden özür dilerim..
Beklentilerinin hepsine cevap veremeyeceğim için..
Komşumuz çocuklarını benimle oynatmak istemediği zaman boynunu eğeceğin için..
"Bana doğru düzgün bir evlat bile veremedin", sesini duyarsan birgün..Kulağındaki her yankısı için..
Mağaza mağaza dolaşıp bisiklet seçmenin tatlı heyecanı yerine,
Tekerlekli sandalye almanın burukluğunu sana yaşatacağım için..
Çağrılmayacağımız her aile toplantısı,bayram kutlaması, piknik için..
Yada çağrılacağın ama benim yüzümden gidemeyeceğin her toplaşma, her düzenlenen kadınlar günü için..
ÖZÜR DİLERİM ANNE..

Ama senden bir isteğim var;
Benden sakın vazgeçme anne!
Bacaklarım güçsüz olabilir..
Kolayca tırmanamayabilirim merdivenleri..
Sakın beni taşımaya kalkma anne!
Tamam engelleri birlikte aşalım yine..
Ama sen elimden tutma!
Bana yardım etmek istiyorsan yukarı çık ve bana "gel" de!
Çıkamadığım için ağlayabilirim belki de..
Ama sen ağlat beni anne!
Ağlasamda daha çok merdiven çıkarmalısın bana..
Yoksa asla güçlenemem..

Kulaklarım iyi işitmeyebilir..Konuşmaya başlamam biraz zaman alabilir belki..
Ama sen sakın suskunluğa bürünme anne!
Daha çok konuşmalısın benle!
Daha çok şarkı söylemeli, daha çok kitap okumalısın bana!
Yoksa asla konuşamam...

Belki bazı takıntılarım, ısrarlarım olabilir geldiğimde..
'N'olur bana 'hayır' de anne!
Bana acıdığın ve beni mutlu etmek için, istediğim herşeyi yapma hatasına sakın düşme!
Lütfen ağlat beni anne!
Şimdi beni ağlat ki, ilerde birlikte ağlamayalım..
Yoksa asla ayakta duramam..

Belki etrafındaki insanlardan biraz farklı bir yüzüm olabilir doğduğumda..
Çok iyi görünmeyebilirim belki..
Ama sen yine güzel güzel bak bana anne!
Öyle bakki, bende aynaya baktığımda karşımda güzel bir yüz görebileyim..
Yoksa asla kendime gülümseyerek bakamam...

Bir şeyleri hemen kavramayabilir, çabucak anlamayabilirim belki...
Ama sen yine anlat bana anne!Defalarca anlat!
Benden sakın VAZGEÇME!
Yoksa asla Öğrenemem...

Son birşey daha;
Lütfen bu satırları okurken ağlama!
Çünkü ben yazarken inan hiç ağlamadım ANNE!

beaverss
12-01-2016, 13:36
HAYVANLAR KONUŞURSA
Meraklı bir adam Hz. Süleyman'dan hayvanların dilini öğrenmek istedi. Büyük Peygamber bunun sakıncalarını anlattıysa da adam ısrar etti.
Nihayet horozla köpeğin neler konuştuğunu anlayacak duruma geldi.
Birgün evin hanımı büyükçebir ekmek parçasını köpeğin önüne atmış fakat horoz hızla atılıp ekmeği kapmıştı. Köpek:
-Niçin benim hakkıma göz dikiyorsun?dedi, Horoz:
-Merak etme, yarın sahibimizin ineği ölecek, kendine bol bol ziyafet çekersin diye cevap verdi.Horozla köpeğin konuşmalarını duyan adam hemen koştu ve ineğini pazara çıkarıp sattı. Ertesi gün yine köpek ve horozun konuştuğunu duyup kulak kabarttı.
Köpek:
-Sen yalan söylüyorsun diyordu horoza... Hani sahibimizin ineği ölecekti ve ben ziyafet çekecektim?
Horoz:
-Meraklanma dedi, sahibimiz kurnazlık yapıp ineğini sattı ama yarın da devesi ölecek, sen de bolca ete kavuşursun!..
Adam yine koşup devesini pazara götürdü. iyi bir para karşılığı onu sattıktan sonra evine dönerken "hayvanların dilini öğrenmek çok faydalı imiş, bir sürü zarardan kurtuldum" diye seviniyordu.
Sabah olur olmaz yine bahçeye çıkıp horozla köpeğin konuşmalarına kulak kabarttı. Köpek dünkü gibi horoza çıkışıyor:
-Hani deve? Hani bolca et?.. diye dert yanıyordu.
Horoz:
-Canını sıkma dedi, yarın sahibimiz ölecek! Eş dost başına toplanır, bir sürü yemek pişirilir. Sen de kendine ziyafet çekersin...
Adam horozun bu sözleri karşısında donup kaldı. Yüzü bembeyaz oldu. Elleri titremeye, kalbi küt küt çarpmaya başladı. Yarın öleceğini bilmek onu şaşkına çevirmişti. Daha fazla ayakta duramayıp bir külçe gibi yere yığıldı.


FİL YAVRUSU YİYENLER
. Akıllı bir adam yolcu-luğa çıkacak arkadaş-larına:
"-Geçeceğiniz ormanda bir çok tehlike var dedi. Karnınız acıktığında sakın kuvvetsiz ve semiz olduklarına bakıpda fil yavrularını avlamayın, anneleri pusudadır ve evlatlarına zarar verildiği anda amansız bir düşman haline gelirler!.. Öğüdümü tutarsanız iyiliğe kavuşursunuz.
Arkadaşları teşekkür edip ayrıldılar. Ormandaki yolculukları pek çetin geçti. Bir süre sonra, karınları acıkmaya, susuzluktan dudakları kurumaya başladı.Tam o sırada yapayalnız dolaşan güzel bir fil yavrusu gördüler. Verilen öğütleri unutup hırsla saldırdılar. Yavru fili yatırıp kestiler ve etinden kebap yaptılar...Kısa zamanda derin bir uykuya daldılar. Aç adam ise sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı.
Akşama doğru kızgın bir fil çıkıp geldi. Korkuyla kendine bakan uyanık ve aç yolcunun etrafında üç kere dolanıp, ağzını üç kere kokladı. Onda yavrusunun kokusunu alamayınca uyuyanların ağzını koklamaya başladı. Evladını kebap edip yiyenleri tanıyınca, birer birer havaya kaldırmaya ve hırsla yere çarpıp öldürmeye başladı. Geride sadece yavrusunun etinden yemeyen akıllı ve uyanık adam kalmıştı. Anne fil ona hiç dokunmayıp ormanların derinliğine çekilip gitti...
İşte böyle... "Kibir, hırs ve şehvet kokusu da fil yavrusunu yiyenlerin ağızları gibi kokar durur. Bu yüzden dualar kabul olmaz ve insan bin türlü bela ile karşılaşır...
En iyisi bilge insanların öğüdünü tutup, ağızları ve gönülleri kokutmamak, öyle değil mi?.

MİNİK KUŞUN ÖĞÜDÜ
. Avcının yakaladığı küçük kuş birden konuşmaya başladı:
- Ben minicik bir kuşum dedi, etim, dişinin kovuğunu bile doldurmaz. Eğer serbest bırakırsan işine yarayacak üç öğüt veririm. Dinle, birinci öğüdüm şu: "Olmayacak bir söz duyarsan, asla inanma!"
Avcı şaşırmıştı. ikinci öğüdü isteyince küçük kuş:
- Beni bırak, ikinci öğüdümü şu damın üstünde vereceğim dedi.
Avcı kuşu bıraktı. Bir lahzada dama konan kuş:
- Dinle dedi, "geçip gitmiş şeyler için asla üzülme". Olan olmuş, biten bitmiştir çünkü. Bak, benim karnımda on dirhem ağırlığında bir inci vardı. Çok kıymetli bir inciydi bu. Ne yazık ki elinden kaçırdın...
Avcı daha çok şaşırmış, kuşu serbest bıraktığına pişman olmuştu. Ah vah etmeye, saçını başını yolmaya başladı.
Kuş:
- Ne oldu? diye sordu. Niçin dövünüp duruyorsun? Ben sana olmayacak söze asla inanma dememiş miydim? Sen karnımda inci olduğunu duyunca bu öğüdü hemen unuttun. Kendisi üç dirhem gelmeyen kuşun karnında on dirhemlik inci olur mu hiç? Üstelik ikinci öğüdümü de unutmuşa benziyorsun. Hani elden kaçırdığın şeyler için asla üzülmeyecektin!
Avcı utanmış başını yere eğmişti.
- Üçüncü öğüdünü ver bari diye inledi.
Küçük kuş damdan kalkıp yüksekçe bir ağacın dalına kondu ve oradan gökyüzünün boşluğuna doğru süzülürken şöyle bağırdı:
- Behey sersem avcı, sen verdiğim ilk iki öğüdü tuttunmu ki üçüncüsünü istiyorsun?.

beaverss
12-01-2016, 13:36
DOST
Genç adamın biri,dermiş babasına her gün;"Benim de dostlarım var sende ki dostlar gibi..."Baba itiraz eder,olmaz öyle çok dost.Hakikisi belki bir bek ki iki fazlasını bulamazsın,gerçek hakiki dostun.
Devam eder durur konuşma...aralarında başlar bir tartışma,karar verirler bir sınava,dostun hakikisini anlamaya...
Bir akşam bir koyun keserler,ve koyarlar çuvala..Baba der ki oğluna:
-"Hadi al çuvalı,şimdi götür dost bildiklerine"çuvaldan kanlar damlamakta...
Delikanlı sırtlar çuvalı,gider en iyi bildiği dostuna,çalar kapıyı...
O dost bakar ki çuvala hemde kanlı çuvala,kapar kapıyı delikanlının suratına.Almaz içeriye arkadaşını..
Böylece tek tek dolaşır delikanlı,kendince tanıdığı,sevdiği dostlarına.Ne çare hepsinde de sonuç aynıdır.Evlat geriye döner, ama içten yıkılır...Babasına dönerek:
-"Haklıymışsın baba" der.Dost yokmuş bu dünya da ne sana ne bana...Baba:
-"Hayır evlat" der.Benim bir dostum var bildiğim.Hadi çuvalı sırtla bir de ona git,selamımı söyle.Genç adam çuvalı sırtlar tekrar,alnından terler, çuvaldan kanlar damlar...Gider baba dostuna selam verir.Kabul görür sevinir.O dost alır hemen delikanlıyı içeriye,geçerler arka bahçeye,bir çukur kazarlar birlikte,koyunu gömerler adam diye,üzerine de toprak serpiştirirler belli olmasın diye dikerler üzerine sarımsak...
Genç adam gelir babasına :
-"Baba dost buymuş"diye konuşunca babası:
-"Daha erken belli olmaz o,sen yarın git, çıkart bir kavga,atacaksın iki tokat,hiç çekinmeden..
işte o zaman anlaşılacak dostun hakikisini..
Genç adam aynısını yapar babasının dediğini,maksadı anlamaktır dostun hakikisinin,babasının dostuna istemeden basar iki tokat!...
Der ki tokatı yiyen dost"GİT DE SÖYLE BABANA,BİZ SATMAYIZ SARIMSAK TARLASINA BÖYLE İKİ TOKADA ...

Dost dediğin;sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile sana sarılmalı...Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile sana katlanmalı...
DOST DEDİĞİN;Fanatik olmalı..bütün dünya seni üzdüğünde sana moral vermeli...Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli...ve ağladığın da seninle ağlamalı...Ama hepsinden önemli...Matematiksel olmalı;sevinci çarpmalı...üzüntüyü bölmeli...geçmişi çıkarmalı ve yarını toplamalı...Kalbinin derinliklerindekini hesaplamalı...Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı...İŞİ BİTİNCE SENİ BİR KÖŞEYE ATMAMALI...
ALLAH HERKESE HAYIRLI DOSTLAR NASİP ETSİN...AMİN

beaverss
12-01-2016, 13:37
Papatya Falının Hikayesi

Kelebek, Merhaba" demiş papatyaya, "Sizi uzaktan gördüm ve yanınıza gelmek istedim." Papatya nazlı nazlı bakmış konuğuna ve "Size de merhaba" demiş, "Ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten." Birbirlerinin yalnızlıklarını paylaşıp sohbete başlamışlar...
Kelebek ona hayat hikayesini, nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış. Papatya da ona kendinden bahsetmiş.
Birbirlerinden gerçekten hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş. Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını seyretmişler. Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı güneşin yakıcı ışınlarından korumuş. Minik kelebek papatyayı çok sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış. İçten içe papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş... Ama cesaret edip de bunu papatyaya soramıyormuş. Onu kırmaktan, incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmuş. Papatya da kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini. Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği kaybedeceğinden korkmuş. Böylece iki sevgili yan yana ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler.
Günler geçip de kelebek artık zamanının kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca; papatyaya dönmüş ve "Üzgünüm ama senden ayrılmam gerekecek." demiş. Papatya buna bir anlam verememiş. "Neden?" demiş, "Yoksa benim yanımda mutsuz musun?". "Hayır" demiş kelebek. "Bilakis, sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü sadece üç gündür. Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim."
Papatya bu duruma çok üzülmüş ama elden ne gelir. Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını fark ettiğinde son bir gayretle papatyaya; "Sevi seviyorum." diyebilmiş ancak. Papatya donakalmış.Sadece "Bende!" diyebilmiş kelebeğin arkasından. Ardından da gözyaşlarına boğulmuş.
İçinden "Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim. Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş. Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş, sonra da dökülmeye başlamış. Her düşen yaprakta papatya, "Seviyormuş." diye geçirmiş içinden.
İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar, sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş: "Seviyor mu, sevmiyor mu?"

beaverss
12-01-2016, 13:38
ETME
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.

Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı?
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme.

Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru.
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.

Ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için...
Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme.

Ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi,
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme.

Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan.
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme.

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan.
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer;
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.

Ey, cennetin cehennemin elinde oldugu kişi,
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.

Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize,
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme.

Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle.
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme.

Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı.
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme.

İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil.
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme

Mevlana Celaleddin Rumi

beaverss
12-01-2016, 13:39
Serçe ve Göçmen Kuş

İhanetin adı göçmen bir kuşa verilmiş, sadakatin adı ise; bir serçeye... Göçmen kuş, bütün bahar ve yaz boyunca küçük köyün üstünde uçmuş serçeyle beraber. Küçük sinekleri, kurtları yemişler. Kış yağmurlarıyla şaha kalkmış, derelerden su içmişler. Masmavi gökyüzünde dans etmişler, çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezmişler...
Birbirlerine söz vermiş kuşlar; ayrılmayacağız diye. Ama kış gelmiş... Göçmen kuş adına yakışanı yapmaya kararlıymış... Serçe ise her zamanki gibi sadık ama sevgi de yabana atılmaz bir gerçek. Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için yaşamaksa önemli imiş göçmen için. O, baharların tatlı eğlencesiymiş sadece gel demiş serçeye benle beraber... Başka bir bahara uçalım... Serçe ise burda bekleyelim demiş yeni baharı. "Ama kış acımasızdır." demiş göçmen kuş, "Yaşayamayız burda, aç kalır üşürüz." Serçe "Hayır!" demiş, "Korunuruz kötülüklerinden kışın beraber..." Göçmen kuş inanmamış serçeye; "Hayır!" demiş, "Gidelim!".
Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse yaşadığı yere kalmakta aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye... Ve karar vermiş sevgiyi seçmiş uçacakmış yeni bir bahara... Göçmen kuş ve serçe çıkmışlar yola... Ama serçe zayıfmış, onun kanatları uzun uçuşlar için değil. Dayanamayacakmış bu yola. Oysa göçmen kuşun kanatları güçlüymüş, çünkü; o hep kaçarmış kışlardan hep gidermiş zorluklarından kışın yeni baharlara...
Bir fırtına yaklaşıyormuş... Göçmen kuş hızlı gidiyormuş fırtınadan, yakalanmayacakmış... Ama serçe iyice zayıf kalmış, yavaşlamaya başlamış. Göçmen kuşa "Duralım!" demiş, "Artık Biraz dinlenelim!" Göçmen kuş itiraz etmiş, "Fırtınaya tutuluruz!" demiş, "Ölürüz."
Serçe çok fırtına görmüş, kurtuluruz demiş. Ama göçmen kuş "Devam edelim!" demiş serçeye, "Birazdan okyanuslara varacağız!" Serçe sevgisine uymuş ve peşinden son bir gayretle gitmiş göçmen kuşun.
Birazdan varmışlar okyanusa... Kurtuluşmuş bu büyük deniz göçmen kuş için... Çok iyi bilirmiş buraları... Ama serçe ilk kez görüyormuş ve sanki; gökyüzünden daha büyükmüş bu yeni mavi... Serçe artık dayanamıyormuş, son bir sevgi sesiyle seslenmiş göçmene; "Artık gidemiyorum!" Göçmen kuş serçeye bakmış... Bakmış ve devam etmiş yoluna...
Okyanus çok büyükmüş; serçe ise çok küçük. Serçenin sevgisi de çok büyükmüş ama göçmen kuş çok küçük...
İroniye bakın ki:
Okyanusun mavi sularında bir minik sadakat...
Yeni bir baharın koynunda koca bir ihanet...

beaverss
12-01-2016, 13:40
AFFETMEK VE DOSTLUK
Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:
-"Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?"öğrenciler sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler.
-"O zaman" der.öğretmen."Bundan sonra ne dersem yapacağınıza söz verin".Öğrenciler bunu da yaparlar.
-"Şimdi yarın ki ödeviniz hazır olun.Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz."
Öğrenciler bu işten bir şey anlayamamışlardır.Ama ertesi sabah hepsini masasının üstünde patatesler ve torbalar hazırdı.Kendisini merakla bekleyen öğrencilerine şöyle der:
-"Şimdi,bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz kişi için bir patates alını,o kişinin ismini o patatesin üstüne yazıp torbanın içine koyun."
Bazı öğrenciler üçer-beşer tane patates koyarken,bazıların torbaları neredeyse ağzına kadar dolmuştur,öğretmen, kendisine "peki şimdi ne olacak"?der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:
-"Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin,bu torbaları yanınız da taşıyacaksınız yattığınız yatakta,bindiğiniz otobüste,okuldayken sıranızın üstünde hep yanınız da olacak."
Aradan bir hafta geçmiştir.Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmiş olan öğrenciler şikayete başlarlar:
-"Hocam bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor."
"Hocam patatesler kokmaya başladı.Vallahi insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık,hem sıkıldık hem yorulduk."
Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verdi:
-"Görüyorsunuz ki affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz.Kendi ruhumuzada ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz.Affetmeyi karşımızda ki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz,halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir."

beaverss
12-01-2016, 13:42
BIR ANENIN GÖZÜNDE ÇOCUĞU
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
KÜÇÜK KIZ, kendini bildiği günden beri annesinden büyük bir şefkat görmüş ve ondan duyduğu sözlerle, pamuk prensesten daha güzel olduğuna inanmıştı. Ona göre, nur yüzlü ve badem gözlüydü. Bir tanecik yavrusuydu her zaman. Ama ilk okula başlayınca işler değişti. Arkadaşları, onun hiç de güzel olmadığını, hatta çirkin bile sayıldığını söylemekteydi.

Küçük kız, ilk önceleri onlara inanmadı. Çünkü herkes birbirini kıskanıyordu. Ama bir kaç yıl içinde gerçeklerle yüzleşti. Annesinin bir pamuğa benzettiği yüzü, çiçek bozuğu bir cilde sahipti. Badem deiği gözleri ise şaşıydı. Vücudu da bir serviyi andırmıyordu. Demek ki annesi onu aldatmış ve yıllar yılı çekinmeden yalan söylemişti.

Genç kızın anne sevgisi, kısa bir süre sonra nefrete dönüştü. Evlenme çağına gelmiş olmasına rağmen yüzüne bakan yoktu. Üstelik de gözleri, bütün tedavilere rağmen düzelmiyordu.

Genç kız, doktorların gizlice yaptığı konuşmalardan kör olacağını anladığında çılgına döndü ve kendisini hâlâ çocukluk yıllarındaki ifadelerle seven annesinin bu yalanlarına dayanamayıp evi terk etmeye karar verdi. Fakat annesi, uzak bir yerde iş bulduğunu söyleyerek ondan önce davrandı. Ve kazandığı paraları bir akrabasına gönderip, kızına bakmasını rica etti.

Genç kız bir süre sonra görmez oldu. Karanlık dünyasıyla baş başaydı. Bu arada annesini hiç merak etmiyordu. Yalancıydı annesi, ölse bile bir kayıp sayılmazdı.

Bir gün doktorlar, uygun bir çift göz bulduklarını söyleyerek kızı ameliyat ettiler. Ancak o, gözünü açtığında yine aynı yüzü görmekten korkuyordu. Fakat kör olmak zordu. En azından kimseye yük olmazdı.

Genç kız, ameliyat sonunda aynaya baktığında, müthiş bir çığlık attı. Karşısında bir dünya güzeli vardı. Gerçekten de harika bir kızdı gördüğü. Yüzündeki bozukluklar tamamen kaybolmuştu. Çok kemerli olan burnu düzelmiş, kepçe kulakları normale dönmüş ve yaban otlarını andıran saçları, dalga dalga olmuştu.

Genç kız, yanındaki yaşlı doktora sevinçle sarılarak:

Sanki yeniden dünyaya geldim!. dedi. Yüzümde hiçbir çirkinlik kalmamış. Estetik ameliyatı siz mi yaptınız?.

Yaşlı doktor:

Böyle bir ameliyat yapmadık kızım!. diye gülümsedi. Annenin bağışladığı gözleri taktık.

SEN, ONUN GÖZÜNDEN GÖRDÜN KENDİNİ!..
ANNA BAŞA TAÇ IMIS HERDERDE İLAÇ IMIS, BİR EVLAT PİR OLSADA ANAYA MUHTAC IMIS.

beaverss
12-01-2016, 13:43
Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır
Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum
Gözlerim parke parke taş duvarlarda
Açılıyor hayal pencerelerim
Hafif bir rüzgar gibi, süzülüyorum
Kekik kokulu koyaklardan aşarak
Güvercinler ülkesinde dolaşıyor
Bir çeşme başı arıyorum
Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp
Mis gibi nane kokuları arasında
Ruhumu dinlemek istiyorum
Zikre dalmış her şey
Güne gülümserken papatyalar
Dualar gibi yükselir ümitlerim
Güneşle kol kola kırlarda koşarak
Siz peygamber çiçekleri toplarken
Ben çeşme başında uzanmak istiyorum
Huzur dolu içimde
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın
Beton çok soğuk, üşüyorum..

Muhsin Yazıcıoğlu

beaverss
12-01-2016, 13:47
Çiçek ile Su

Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar. Güzel bir arkadaşlık olarak başlar birliktelikleri. Elbette zaman lazımdır birbirlerini tanımaları için. Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki; mutluluktan içi içine sığmaz artık. Anlar ki, suya aşık olmuştur. İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar; "Sırf senin hatırın için ey su" diyerek...
Öyle zaman gelir ki, artık su da çiçeğe karşı birtakım hisleri olduğunu fark eder. İhtimal ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur, aşk nedir bilmez.
Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek; "Acaba su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar. Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Hâlbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz:
- Seni seviyorum su! deyiverir.
Su:
- Ben de seni seviyorum! der.
Aradan zaman geçer ve çiçek yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der. Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler... Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya; "Seni seviyorum" der. Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum" der.
Ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin. Su da bekler çiçeğin başucunda, yardımcı olmak için sevdiğine... Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben, gerçekten seviyorum."
Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır : Nedir sorun? diye... Doktor gelir ve muayene eder çiçeği. Sonra şöyle der doktor:
- Hastanın durumu ümitsiz artık elimizden bir şey gelmez!
Su merak eder; 'Sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye?' ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir bakar suya ve der ki:
- Çiçeğin bir hastalığı yok dostum... Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için.
Su o anda yaptığı büyük yanlışı fark eder. Sevgiliye sadece "Seni seviyorum" demek yetmemektedir...

beaverss
12-01-2016, 13:48
Sol Yanım

Merhaba anne, yine ben geldim
Merak etme okuldan çiktim da geldim.
Anneler de babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama,
Ali okula gitmezsem annem çok kizar merak eder, demiştide onun için söylüyorum.
Geçen hafta ögretmen sag elimde sarimsak,
sol elimde sogan dedirte dedirte
Ögretti sagimi solumu.
Ben biliyorum artik anne, sagim neresi solum neresi,
Agriyan yanimin neresi oldugunu simdi iyi biliyorum anne
Hani geçen geldigimde, suram aciyor, suram iste demistim de,
Bir türlü söyleyememistim ya aciyan yanimi anne,
Bak simdi söylüyorum.
Suram iste sol yanim çok aciyor anne,
Hem de her gün aciyor anne, her gün
Dün sabah annesi Ayse;nin saçlarini örmüstü.
Elinden tutup okula getirdi.
Yakasi da danteldi. Zil çalinca öptü, hadi yavrum sinifa dedi
Bende agladim Agladim iste utanmadim.
Ögretmen ne oldu dedi. Düstüm dizim çok aciyor dedim.
Yalan söyledim anne,
Dizim acimiyordu ama, sol yanim çok aciyordu anne!
Bu gün bende saçim örülsün istedim.
Babam ördü ama onunki gibi olmadi.
Dantel yaka istedim, babam ben bilmem ki kizim dedi
Bari okula sen götür dedim.
Kizim is dedi. Bende bana ne dedim agladim.
Kizim ekmek dedi babam.
Sustum ama , okula giderken yine agladim anne.
Ha bide sol yanim yine çok acidi anne
Herkesin çoraplari bembeyaz, benimkiler gri gibi.
Zeynep annem beyazlara renkli çamasir katmadan yikiyormus dedi.
Babam hepsini birlikte yikiyor,
babam çamasir yikamasini bilmiyor mu anne?
Of babam, her gün domates peynir koyuyor beslenmeme.
Üzülmesin diye söylemiyorum ama,
Arkadaslarim her gün kurabiye, börek, pasta getiriyor.
E biliyorum babam pasta yapmasini bilmez anne.
Hava karariyor, ben gideyim anne,
Babam bilmiyor kaçip kaçip sana geldigimi?
Duyarsa kizmaz ama, çok üzülür biliyorum.
Kim bozuyor topragini, çiçeklerini kim kopariyor!
izin verme anne, ne olur topragina el sürdürme!
Eve gidince aklima geliyor, bide bunun için agliyorum anne.
Bak kavanoz yanimda, topragindan bir avuç daha alayim.
Biliyor musun anne, her gelisimde aldigim topraklarini,
Su kavanozda biriktirdim,
üzerine de resmini yapistirip bas ucuma koydum.
Her sabah onu öpüyor, kokluyorum.
Kimseye söyleme ama anne, bazen de konusuyorum onunla.
Ne yapayim seni çok özlüyorum anne.
Ha unutmadan! Ögretmen yarin
anneyi anlatan bir yazi yazacaksiniz dedi.
Ben babama yazdiracagim,
ögretmen anlarsa çok kizar ama, bana ne,
Kizarsa kizsin. Ben seni hiç görmedim ki, neyi nasil anlatacagim anne,
Senin adin geçince, sol yanim aciyor anne, Hiçbir sey yutamiyorum.
Bazen de dayanamayip agliyorum. Kagida da böyle yazamam ya anne.
Ben gidiyorum anne, Topragini öpeyim, sende rüyama gel beni öp,
Mutlaka gel anne. Sen rüyama gelmeyince,
sol yanimin acisiyla uyaniyorum anne
Sol yanim açiyor anne. Iste tam surasi,
Sol yanimÇok aciyor anne.
Seni çok özledim, çok...anne...

beaverss
12-01-2016, 13:49
EVLATTAN ŞEHİT BABAYA MEKTUP
Only the registered members can see the link (Only the registered members can see the link)
Mücahide:
Yine seni özledim.Yine aklım karıştı baba..Özlem aklı karıştırır mı? Bunu öğretmemiştin bana.

Bugün benim doğum günüm. Şimdi sekiz yaşımdayım. Büyüdüm erkek oldum ama hala anlamıyorum sen neden yoksun baba. Önlük bana çok yakıştı. Senin hep görmek istediğin gibi pırıl pırıl bir öğrenci oldum ama sen göremedin üzgünüm çok üzgünüm baba Karlı bir kış günüydü. Seni bir tabutun içine koymuşlardı. Yine çok yakışıklıydın. Derin bir uykuya dalmıştın. Çağırdım defalarca seslendim sana, cevap vermedin küstüm sonra. Hani söz vermiştin. Kartopu oynayacaktık ilk kar yağdığında. Hava çok soğuktu ama babannem ağlarken oooyyy ciğerim yanıyor diyordu.

İnsanın ciğeri nasıl yanar baba?

Çok büyük bir kalabalık vardı. Herkes ama herkes ağlıyordu. Hep bir ağızdan ŞEHİTLER ÖLMEZ VATAN BÖLÜNMEZ diyorlardı. Sen şehitsen ölmüş olamazsın.

Ölmediysen nerdesin baba?

Kocaman bir Türk bayrağına sarmışlardı tabutunu. Sen onu hep göklerde görmek isterdin. Kutsal sevdam bayrağım derdin ya hani. Nedense biraz da kıskandım o zaman seni. Affet baba. Peki neden anlamıyorum hala.

Şimdi sen öldün mü? O zaman vatan bölündü mü?

Çok karıştı aklım baba.Vatanı kim bölmek ister ki. Bu büyük günah değil mi? Dedem anlatırdı ya hep benim dedem Çanakkale de şehit oldu vatanı kurtarmak için derdi ya O zaman büyük büyük dedem yok yere mi öldü? neden tekrar vatanı bölmek istiyorlar baba? Hani okula gidince her şeyi öğrenecektim. Bunları neden öğretmiyorlar baba? Bildiğim tek şey var.

O da sen yoksun yanımda.

Annem çok özlüyor seni biliyorum. Babanla gurur duyuyorum diyor. İnsan gurur duyunca ağlar mı? Özleme alışır mı baba?

Peki gurur senin yerine kardeşimi koklar mı? Beni maça götürür mü acaba?

Biliyor musun baba, benim ciğerim yanmıyor elledim sıcak değildi fazla. Hem duman da çıkmıyor. Ama içimde bir yer var. Seni her düşündüğümde orası çok acıyor, sızlıyor, sanki kopacakmış gibi oluyor. Sanki birileri devamlı kalbimi sıkıyor. Galiba sen yokken hep hasta oluyorum baba.

Bu acı nasıl diner? Ellerin ellerimi nerde bekler? Koşabilmek için seninle yollar bizi nasıl özler? Vatanı hangi canavar böler? Onlara senden başka kim dur der?

Gel de anlat bana. Anlat, öğret ki bende şehit olayım baba..