Orijinalini görmek için tıklayınız : 13.12.2008 saglık haberleri.
sarıkanarya_41
13-12-2008, 21:56
Amyotrofik lateral skleroz (ALS) hastalığına yakalananların yaşam süresinin, bir protein sayesinde uzayabileceği bildirildi.
ABD'deki Wisconsin Üniversitesi'nden bilimadamlarının yaptığı araştırma, ''Nrf2'' adı verilen proteini artırarak, tedavisi olmayan ALS hastalığına yakalananların yaşam süresinin uzayabileceğini ve hastalığın başlangıcının ertelenebileceğini gösterdi.
Araştırmacılardan Jeffrey Johnson, ''Nrf2'' proteininin etkin hale geldiğinde, sinir sistemini etkileyen hastalıkların gelişimine bağlı hücreleri koruyan başka yüzlerce proteini kontrol ettiğini belirtti.
Johnson, aynı mekanizmayı değerlendiren bazı deneylerin beyinle ilgili Alzheimer, Parkinson ve Huntington gibi hastalıklarda önemli sonuçlar verdiğini ifade etti.
Araştırma, ''Journal of Neuroscience'' dergisinde yayımlandı.
İlk kez 1874 seneında tanımlanan ALS, merkezi sinir sisteminde, omurilik ve beyin sapı adı verilen bölgede motor sinir hücrelerinin (nöronlar) kaybı nedeniyle gelişiyor. Bu hücrelerin kaybı kaslarda düşüklük ve erimeye yol açıyor. Yavaş yavaş ilerleyip hastayı solunum, yutma kuvvetlüğü ve kas kuvvetsüzlüğüyle yatağa düşürüyor. Zihinsel işlevler ve bellek ise bozulmuyor. Hastalığın ileri evrelerinde felç geçiriliyor.
Omurilikte kasları besleyen yan (lateral) taraftaki sinirlerin zarar görmesiyle kasların beslenememesi ve katılaşması olan ALS ABD'de, kırdığı rekorlar nedeniyle ''demir at'' olarak bilinen, ancak kariyeri bu hastalık nedeniyle sona eren Amerikalı beyzbol oyuncusu Lou Gehrig'in adıyla anılıyor. Bazı Avrupa ülkelerinde ALS, motor sinir hastalığı (MHS) ya da Charcot hastalığı olarak da geçiyor.
Ünlü İngiliz fizikçi Stephen Hawking'in de yakalandığı ALS hastalığının görülme sıklığı 100 binde 1-3.
A.A.
sarıkanarya_41
13-12-2008, 21:57
Only the registered members can see the linkİngiltere'de Ulusal Sağırlıkla Mücadele Enstitüsü'nün yaptığı bir araştırmaya göre, düzenli olarak yükses sesle MP3 çalar ve iPod gibi cihazları dinleyenlerin, ileri yaşta duyu kaybı problemi yaşama riski çok yüksek. Enstitü, 65 desibelden fazla yükseklikte dinlenen müziğin sağırlık riskini yüzde 85 oranında artırdığını tespit etti.
sarıkanarya_41
13-12-2008, 21:58
Only the registered members can see the link birçok rahatsızlığa iyi geliyor. İçinde barındırdığı fosfat, potasyım, demir, E vitamini, protein, A, C, B1 ve B2 vitaminleri ile kalsiyum bayanları göğüs kanserine karşı koruyor. Ayrıca içinde bulunan indol-3 ile sinirler kuvvetlenir, beyin fonksiyonları desteklenir ve cinsel preformansı arttırır.
Uzmanlar karnabaharı buharda pişirerek yemenizi öneriyor. Uzmanlara göre bu sebze kilo kontrolüne de yardımcı oluyor.
sarıkanarya_41
13-12-2008, 21:58
Only the registered members can see the link rahatsızlığı olan ve grip aşısı yaptıran kişilerde, kalp krizinden kaynaklanan ölüm oranlarında yarı yarıya düşüş olduğu bildirildi. Diyabet, kronik kalp yetersizliği gibi kronik hastalığı olanların ve 50 yaş üstü kişilerin ise her sene mutlaka grip aşısı yaptırması öneriliyor.
Kardiyoloji Uzmanı Dr. Utku Zor, grip aşısının kalbi koruyucu etkisinin olduğunu söyledi. Kalp rahatsızlığı yaşayan kişilerin krizden korunmak için en önemli araçlardan birisinin grip aşısı olduğunu vurgulayan Dr. Zor, şunları kaydetti: "Tıpta ateroskleroz olarak adlandırılan damar sertliği süreci iltihabi bir durumdur. Damar sertliği başlangıcı olan hastaların damarlarını mikroskobik olarak incelediğimizde bağışıklık sistem hücrelerinin buradaki plaklar içinde biriktiğini görüyoruz. Grip gibi sistemik hastalıklar ortaya çıktığında ise buradaki hücreler daha aktif hale geliyor. Bu da, içerisinde yoğun miktarda kolestrol bulunan plaklarda yırtılmalara yol açarak pıhtılaşmayı tetikliyor. Grip geçirdikten sonra vefat eden kişiler üzerinde yapılan otopsi çalışmaları sürecin bu şekilde işlediğini gösteriyor."
Dr. Zor, Amerika'daki Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi (CBC) koroner arter hastalığı olan, damar tıkanıklığı sürecini yaşayan, by-pass olmuş, stent uygulanmış ya da balonla damarları açılmış hastalara ve kalp yetersizliği gelişmiş olan bireylere grip aşısını önerildiğini hatırlattı. Kalp sorunu yaşayanların, gribe yakalanma açısından daha fazla risk taşımadığını kaydeden Dr. Zor, "Ancak kalp yetersizliği olan hastalarda grip ataklarından sonra daha ciddi solunum yolları enfeksiyonlarının oluştuğunu ve zatürrelerin de arttığı biliniyor. Grip aşısı bunlara karşı da bir koruma sağlıyor." diye konuştu.
Rakamsal verilerin de grip aşısının kalp hastalıklarına olan faydasını desteklediğini belirten Zor, bir sene içerisinde erişkin bireylerin yüzde 10'u ya da yüzde 20'sinde grip hastalığının görüldüğünü ifade etti. Koroner arter hastalığı olan bireylerde aşılanma oranının yüzde 30'lar seviyesinde bulunduğunu kaydeden Zor, şu bilgileri verdi: "Herhangi bir kalp krizi, planlanmış bir anjiyoplasti stent işlemi için hastaneye yatan hastalara aşı yapıldığı takdirde, özellikle grip mevsiminde bu hastalardaki ölüm ya da yeniden kalp krizi geçirme oranları yaklaşık yüzde 50 oranında azalıyor. Aşılanmayan bireylerde herhangi bir kalp krizi tekrar geçirme ya da ölüm oranı yaklaşık olarak yüzde 23'ler civarında saptanırken, aşılanmış bireylerde bu rakamın yüzde 11'e düştüğü görülüyor. Grip aşısının daha önce kalple ilgili herhangi bir sorun yaşamayanlarda kalp krizini önlediğine dair herhangi bir veri ise bulunmuyor."
Grip ataklarının aylara göre dağılımına bakıldığında da atakların büyük bir kısmının şubat döneminde yoğunlaştığını dile getiren Zor, şöyle devam etti: "Ancak sıcaklık ortalamalarının mevsim nomallerinin üzerinde seyretmeye başlamasına bağlı olarak bu sürenin ilkbahara kadar uzadığı görülüyor. Aşılama için ekim sonu ve kasım başı dönemler öneriliyor. Bununla birlikte grip atağına yakalanmamış bir kimse sonbahar ve kış sezonu boyunca grip aşısı yaptırabilir. Grip aşısı, kalp hastaları açısından riskli bir aşı değil. Bu nedenle hastanın, aşı olmadan önce hekime danışması gibi bir zorunluluğu bulunmuyor. Hastalar, ekim ayından itibaren aşılarını yaptırabilirler."
Cihan
sarıkanarya_41
13-12-2008, 21:59
Only the registered members can see the linkış mevsimi nedeniyle soğuk ve ayazlı havanın etkisini hissettirdiği bugünlerde ani ortam değişikliklerinin yüz felci riskini artırdığı belirtiliyor.
Yüksek sıcaklıktaki bir ortamdan soğuk bir ortama korumasız çıkmanın riski artırdığını belirten uzmanlar, yüz felcine yakalanmamak için kaşkol, şapka gibi giysilerin kullanılması gerektiğine dikkat çekiyor.
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Erkan, yüz felcinin, beyinden vücuda giden kranyal sinirlerden yedincisinin iltihaplanması sonucu oluştuğunu söyledi. Başın yan taraflarında bulunan bu sinirlerin sıcaklık değerlerinin aniden değişmesine duyarlı olduğunu belirten Erkan, "Yüz kasları sağ ve solda iki ayrı yüz siniri tarafından hareket ettirilir. Ani sıcaklık değişikliklerinden bu sinirler etkilenebilir. Sinirlerden birisinin hasarında o taraftaki kaslar hareketsiz kalır. Karşı taraftaki kasların normal kasılması sonucu yüz sağlam tarafa çekiliyormuş gibi görünür. Yüz felci bu durumlarda ortaya çıkar." dedi.
Hastalığın sadece jest ve mimikleri etkileyen sinirleri değil, tüm duyu organlarını etkilediğini aktaran Erkan, "Hastalık gözde kapanma, göz kapağında düşme, dudakta büzülme ve yüzde eğilme belirtileriyle ortaya çıkar. Yüz sinirinin çalışmamasının en belirgin bulgusu, yüzün bir tarafında hareketlerin azalması veya kaybolması. Kaş kaldırma, göz kapama, diş gösterme, gülme, yanak şişirme gibi hareketler, yüz felcinin belirtileri.
Gözyaşı ve tükürük salgısı azalması, tat duyusunun bozulması, gürültüye duyarlılık gibi bulgular da olabilir." dedi. Yüz felci sorununun özellikle şoförlerde görüldüğünü anlatan Prof. Dr. Erkan, araç kullanıcılarının kış aylarında uzun yolculuklarda kalorifer ısısından sıkılarak camı açtığını, bu sıradaki sıcaklık değişikliğinin yüz felcine sebep olduğunu dile getirdi. Hastalığın tedavisinde birçok testin yanı sıra yüz felci tanısı konulan hastaya yüksek dozda kortizon tedavisi de uygulanıyor.
Cihan
sarıkanarya_41
13-12-2008, 22:00
Only the registered members can see the link'de yapılan ve sonuçları American Medical Association dergisinde yayımlanan iki büyük araştırma, söz konusu vitaminleri alanlarda kansere yakalanma oranında azalma olmadığını gösterdi.
Teksas Üniversitesi ve Cleveland Lerner Kliniği Tıp Fakültesi'nin yaptığı ilk araştırma çerçevesinde, 35 bin 533 sağlıklı erkek 4 gruba ayrıldı, her birine ayrı ayrı, selenyum minerali, E vitamini, her ikisi veya placebo verildi.
Araştırma sırasında katılımcıların 7 sene süreyle izlenmesi planlanırken, sonuçların fazlasıyla umut kırıcı olması nedeniyle deneyin erken sonlandırıldığı belirtildi. Araştırmacılar, 4 ayrı gruptaki erkeklerde prostat kanserine yakalananların sayısında istatistik olarak herhangi bir farklılık gözlenmediğini söylediler.
Her grupta 5 sene içinde prostat kanseri teşhisi koyulanların oranının yüzde 4 ila 5 olduğu kaydedildi.
Boston Brigham ve Kadın Hastanesi'nin yaptığı ikinci bir araştırmada da düzenli E ve C vitamini alımının kanser üzerindeki etkilerini test etmek için 14 bin 641 erkek doktorla çalışıldı.
8 sene süren araştırma sırasında E vitaminin prostat veya diğer kanser türlerine yakalananların sayısını etkilemediği, C vitaminin de benzer bir etkiye yol açmadığı gözlendi.
Vitaminlerin, belirli kanserlere yakalanma olasılığını azaltabileceği yönünde yaygın bir görüş bulunuyor.
sarıkanarya_41
13-12-2008, 22:01
Only the registered members can see the link****tebasari.jpgDoğru tavır 1970’li seneların ünlü cinsellik uzmanları Masters ve Johnson cinsel zevkin hem vücut hem de beyin aracılığıyla alındığını keşfetti. Peki zevkin doruğuna ulaşmak için partnerlerin gereksinim duyduğu şeyler nelerdi?
Masters ve Johnson’a göre bu gereksinimlar:
Bilgi, deneyim ve rahatlık olarak üçe ayrılıyor. Sizde hangileri mevcut? Her şeyi denemek
OYUNLAR
**** eğlenceli bir oyun. Yatakta ne kadar oyuncu olursanız ratinginiz o kadar fazla olur.
BAŞLATAN SİZ OLUN
Erkeklerin **** konusunda şikayetçi olduğu yegane konu sevişmeyi başlatan tarafın hep kendileri olmasıdır. O yüzden sevişmeyi başlatmak size artı puan olarak geri dönecektir.
YAŞLANMAYA KARŞI DİRENÇ GÖSTER
İyi bir aşık zamanla vücudunun ve suratının yaşlandığını kabul eder ve hayatında **** ve aşk kavramlarının zaman aşımına uğramaması için kendine her zamankinden daha çok özen gösterir. Yatakta başarılı olduğunu iddia eden bir kadın partnerinin ilgisini sürekli kılmak için kendine bakmayı bilir.
İYİ BİR SEVGİLİ ’HAYIR’ DEMESİNİ BİLİR
İyi bir sevgili her zaman **** yapılmayacağını bilir. İnsanların hormonları strese ve sağlık durumuna göre değişiklik gösterir. Yatakta iyi olduğunu savunan bir kişi partnerine ’hayır’ demek yerine ’haftasonunu bekleyelim heyecanımız artsın’ der ki bu cümle partnerini zevkten deliye döndürebilir.
sarıkanarya_41
13-12-2008, 22:02
Only the registered members can see the link adamlarının ortaya çıkardığı yeni bulgulara göre uçuklara yol açan herpes virüsü, Alzheimer hastalığına yakalanan kişilerin beyinlerinde biriken protein plaklarının başlıca nedenleri arasında yer alıyor.
Manchester Üniversitesi'nden uzmanların yaptığı araştırmanın sevindirici olabilecek bir yönü ise uçukları tedavi etmek için kullanılan antiviral ilaçların, bunamayı da önleyebiliyor olması.
Bilim adamlarının bulguları, Journal of Pathology [Patoloji Dergisi] adlı bilimsel yayında yer aldı.
Profesör Ruth Itzhaki ve arkadaşları, Alzheimer hastalarının beyinlerinde, "Tip 1 herpes simpleks virüsünün" (HSV) DNA izlerine ulaştı.
Ekip daha önce de, farelerin sinir hücrelerindeki HSV1 enfeksiyonunun, protein plaklarının başlıca bileşeni olan beta amiloidin tortularının birikmesine yol açtığını ortaya koymuştu.
Bilim adamları bu virüsün pek çok yaşlı insanın ve belirli bir genetik faktöre sahip olduğu için Alheimer hastalığı geçirme riski yüksek olan insanların beyinlerinde var olduğunu da ortaya koymuşlardı.
Tüm bu verileri bir arada ele alan bilim adamları, uçuğa yol açan virüsün Alzheimer hastalığına bağlı bunamaya da yol açtığına dair kuvvetli kanıtlar bulduklarını söylüyor.
AJANSLAR
sarıkanarya_41
13-12-2008, 22:06
Only the registered members can see the linkürk-İş tarafından yapılan çalışmada, uzun çalışma saatleri, kısa zamanda aşırı iş, ayrımcılık, düşük iş tatmini, düşük ücret, kötü çalışma atmosferi, sosyal güvence ve iş güvencesinden yoksunluk gibi nedenlerin akıl sağlığı problemlerini artırdığı belirtildi.
Çalışmada, ''Kimi ulusal ve uluslararası örgütlerin Türkiye'ye sundukları, kıdem tazminatını kaldırma, esnek çalışma, işten çıkarmayı kolaylaştırma, bölgesel asgari ücret gibi reçetelerin, yol açacağı sonuçlar düşünüldüğünde akıllara zarar olduğu gözden kaçırılmamalıdır'' denildi.
Türk-İş Uluslararası İlişkiler Uzmanı Uğraş Gök, OECD'nin, 2008'de üye ülkelerdeki istihdamın genel durumuna ilişkin verilerinden yararlanarak, istihdam koşullarının akıl sağlığına etkilerine ilişkin bir çalışma yaptı.
Buna göre, OECD üyesi ülkelerde hastalık izinlerine, maluliyete neden olan ve kamunun sağlık yükünü artıran ana hastalıklardan birini akıl sağlığı problemleri oluşturuyor. Meslek hastalıkları içerisinde dünya çapında ilk sırada kas ve iskelet rahatsızlıkları gelirken, bunu akıl sağlığı problemleri izliyor.
Akıl sağlığı problemlerinin tedavi maliyeti ve üretimde neden olduğu dolaylı kayıpların İngiltere'de Gayri Safi Milli Hasılanın yüzde 2'sinden ve Kanada'da yüzde 1,7'sinden fazla olduğu tahmin ediliyor.
Çalışan nüfustaki demografik değişimlerin, sosyal güvenceden yoksun ve düşük ücretli işler gibi yapısal değişikliklerin işle ilgili stresi ve dolayısıyla bahsedilen maliyetleri daha da artıracağı öngörülüyor.
-''TÜRKİYE'DE YETERİNCE ÖNEM VERİLMİYOR''-
Bu arada, Türkiye'de akıl sağlığı problemleri, iş yerinde stres gibi konulara yeterince önem verilmiyor. Çalışanların büyük bölümü yaşadıkları iş yeri kaynaklı stres ve akıl sağlığı problemlerini istenmeyen sonuçlarla karşılaşmamak için gizliyor.
Başta işsizlik olmak üzere patron baskısı, iş yerinde kötü ve sağlıksız fiziki koşullar, işini sevmeme, düşük tatmin, yetersiz ücret, işinden olma korkusu, gelecekle ilgili endişe gibi daha pek çok nedenle stres ve psikolojik rahatsızlıklar yaşanıyor. Bu durum, Türk çalışanlarının aile yaşantılarını ve sosyal yaşamlarını da olumsuz yönde etkiliyor.
Öte yandan, işsizler ve aktif olmayanlar, çalışanlardan daha yaygın şekilde akıl sağlığı problemleri yaşıyor. İşsizlikle gelen mali ve psikolojik sorunlar akıl sağlığı problemlerini daha da artırıyor. Ayrıca, işsizliğin, yeteneklerin aşınmasından ve işsiz kalan kişinin becerilerini kaybetmesinden dolayı ileride daha düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalınmasına neden olacağı belirtiliyor. İşsizlerin akıl sağlığında, işe yerleştirilmelerinin ardından kayda değer iyileşme gözlemleniyor.
Türkiye'de de yaşanan uzun süreli yüksek işsizlik oranları dikkate alındığında, iş arayan pek çok işçinin sadece akıl sağlığının değil, becerilerinin de bu durumdan olumsuz etkilendiği ifade ediliyor.
-''SUNULAN REÇETELER AKILLARA ZARAR''-
Çalışmaya göre, özellikle uzun çalışma saatleri, kısa zamanda aşırı iş, karmaşık görevler, yardım alacak meslektaştan yoksunluk, ayrımcılık, düşük iş tatmini, düşük ücret, kötü çalışma atmosferi, sosyal güvence ve iş güvencesinden yoksunluk gibi nedenler akıl sağlığı problemlerini artırıyor.
Ayrıca işten atılanların ve uzun süreli işsiz kalanların akıl sağlığı zarar görüyor. İşçinin iş yeri ile yaptığı sözleşmenin biçimi, çalışma saatleri, vardiyalı çalışma, düşük iş güvencesi gibi faktörler de akıl sağlığını olumsuz etkiliyor.
Örneğin, uzun süreli sözleşme yapanların ve iş güvencesine sahip olanlar, daha az akıl sağlığı sorunları yaşıyor. Geçici işte çalışanların akıl sağlığı, sürekli bir işte çalışanlarınkinden daha çok zarar görüyor. Tam zamanlı çalışan bir kişinin geçici ya da part-time çalışmaya başlaması veya normal standartlara sahip bir işte çalışırken daha düşük standartlarda çalışmak durumunda kalması halinde akıl sağlığının bozulabileceği belirtiliyor.
Türk-İş'in çalışmasında, Türkiye'de bu sorunları yoğun şekilde yaşayan kesimler arasında, sendikal faaliyetleri nedeniyle veya özelleştirme sonrasında işten çıkarılan on binlerce işçinin de yer aldığı ifade ediliyor.
Çalışmada, Türkiye'nin özellikle ekonomik alanda yaşadığı sorunlara çeşitli kesimlerin öneriler sunduklarına işaret edilerek, ''Kayıt dışı ile mücadele, işsizliği azaltma, rekabet koşullarını geliştirme konularında, kimi ulusal ve uluslararası örgütlerin Türkiye'ye sundukları, kıdem tazminatını kaldırma, esnek çalışma, işten çıkarmayı kolaylaştırma, bölgesel asgari ücret gibi reçetelerin, yol açacağı sonuçlar düşünüldüğünde akıllara zarar olduğu gözden kaçırılmamalıdır'' denildi.
AA
sarıkanarya_41
13-12-2008, 22:06
Only the registered members can see the link Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Tıp Fakültesi Plastik Cerrahi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Asım Aydın, geç kalınmış yanık tedavisi için hastaneye gelen hastaların ortak noktasının bilinçsiz kullandıkları kremler olduğunu bildirdi.
Prof. Dr. Aydın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yanık tedavisi konusunda iz kalmasını istemeyen bazı kişilerin bir umut arayışı içinde bitkisel tedavi yapan kişilere yöneldiklerini belirtti.
Yanık tedavisi için gelen hastalarda yanığın derecesine baktıklarını ifade eden Prof. Dr. Aydın, şöyle konuştu:
''Eğer derin ise iz kalabileceğini belirtiriz, ancak bizim için önemli olan izin yanı sıra yanan bölgenin fonksiyonlarını kaybetmemesidir. İz kalmasını istemeyen hasta çareyi çağ dışı uygulamalarda arıyor. Yanık tıbben iyileştirilemiyorsa, başka bir yöntemle izsiz iyileştirilemez.''
Yanık tedavisinde ne olduğu bilinmeyen kremlerin kullanılmasının son derece tehlikeli olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Aydın, yanık tedavisinde enfeksiyonun büyük tehlike olduğunu, bilinçsiz tedavi sonucu bölgede enfeksiyon oluşabileceği ve bunun sonucunda bölgede fonksiyon kaybı meydana gelebileceğini söyledi.
Prof. Dr. Aydın, geç kalınmış yanık tedavisi için gelen hastaların ortak noktasının bilinçsiz uyguladıkları kremler olduğuna işaret ederek, ''Yanık yaşayan hastalardan bazıları en son çare olarak hastaneye başvuruyor. Hastalarımızdan, tıbben mümkün olan tedavi yöntemlerine başvurmalarını istiyoruz'' diye konuştu.
Prof. Dr. Aydın, Sağlık Müdürlüğü yetkililerinin harekete geçerek, çağ dışı uygulama yapan kişileri tespit ederek hizmet vermelerinin engellenmesini istedi.
-MAĞDUR HASTALAR-
SDÜ Tıp Fakültesine başvuran Nuriye-Erdoğan Can çiftinin çocukları da çağ dışı yanık tedavisinden zarar gördü. Sıcak sudan kolu yanan 9 yaşındaki oğulları Metin'i Şarkikararağaç ilçesinde yanığı iz bırakmadan tedavi ettiğini ileri süren bir kadına götürdüklerini anlatan Can çifti, bu kişinin sürdüğü kremin ardından çocuklarının kolunda izin geçmediğini ve yanığın daha da derinleştiğini ve son çare olarak üniversiteye başvurduklarını kaydetti. Can çifti, herkese bilimin ışığından ayrılmamalarını önerdi.
25 yaşındaki Ömer Gökdoğan da geçen sene trafik kazası geçirdiğini ve aracın üzerine devrilmesi sonucu omzunun egzozdan yandığını söyledi. Önce doktora başvurduğunu, iz kalacağını söylemeleri üzerine yanıkları iz bırakmadan tedavi ettiğini ileri süren bir kişiye gittiğini belirten Gökdoğan, şöyle konuştu:
''Yaram iyileşmedi, aksine daha da derinleşti, acım arttı. Bunun üzerine SDÜ Tıp Fakültesine gittim. Öğrendim ki benim gibi daha bir çok hasta bu şekilde tedavi olmaya çalışmış. Yanık iyileşti, ama iz kaldı. Eğer doktorun önerdiği tedavi şekillerini uygulamaya kalkmasaydım bugünkü kadar büyük iz olmayacaktı.
Cehalet kurbanı olmayalım. Kendisini yetiştirmiş ve bu alanda ilim almış doktorlarımıza güvenelim. Zaten iyileşecek bir durum varsa onlar gerekeni yapacaklardır. Şifayı 'sözde halk doktorlarından' aramayalım. Benim düştüğüm hataya kimsenin düşmesini istemem. Hem umudumuzu hem de paramızı çalıyorlar.''
AA
sarıkanarya_41
13-12-2008, 22:07
Only the registered members can see the link'de sağlık çalışanları arasında yapılan bir araştırma, doktorların ve hemşirelerin ''tükenmişlik duygusu yaşadıkları''nı ortaya koydu.
Yakın Doğu Üniversitesi Psikoloji Bölümü Başkanı Doç. Dr. Ebru Çakıcı ile öğretim görevlisi Uzman Psikolog Zihniye Okray Kocabıyık'ın, KKTC'deki Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi ile Barış Ruh ve Sinir Hastanesi'nde görevli 103 doktor, 273 hemşire, 129 memur ve 69 işçiden oluşan 574 sağlık çalışanı ile yaptığı ''Sağlık Çalışanlarında Tükenmişlik ve İş Doyumu'' konulu araştırma ilginç sonuçlar ortaya koydu.
Çalışmaya katılan ve yüzde 61'i kadın olan deneklere ilişkin analiz yapıldığında, doktorların memurlara göre daha fazla duyarsızlaştıkları, hemşirelerin de doktorlara göre daha az iş doyumu yaşadıkları saptandı.
Çalışmada evlilerin, bekar ve dullara göre iş doyumlarının daha yüksek olduğu tespit edilirken, meslek yaşamında yeni olanların iş doyumlarının senelardır çalışanlara göre daha az olduğu belirlendi.
Deneklerin yaşları ve meslekte geçirilen seneları arttıkça elde edilen iş doyumu ve kişisel başarı duygusunun arttığı da dikkat çeken çalışmada, tükenme sendromunun insanlarla yüz yüze yapılan mesleklerde daha sık yaşandığına vurgu yapıldı.
Hemşirelerin ve doktorların tükenmişlik duygusu yaşadığına işaret eden araştırma, kadınların erkeklere göre daha fazla tükenme yaşadığını ve iş doyumunun daha az olduğunu ortaya koydu.
-DEĞERLENDİRME-
AA muhabirine sonuçları derlendiren Uzman Psikolog Zihniye Okray Kocabıyık, araştırmadan elde edilen bulgular ışığında meslek grubunun ne olduğu fark etmezsizin bir an önce hizmet içi eğitimlerin artırılması, örgütsel ve bireysel stratejilerin geliştirilmesi ve gerekirse sağlık çalışanlarının yararlanabileceği bir supervizyon ya da danışmanlık sisteminin oluşturulması gerektiğini ifade etti.
Kocabıyık, ''Hizmet içi eğitim programlarının özendirici olması sağlık çalışanlarının yaptıkları işten manevi doyum sağlamaları için gereken bir koşul olarak görülmektedir'' dedi.
AA
sarıkanarya_41
13-12-2008, 22:08
Only the registered members can see the link Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Funda Elmacıoğlu, çocuklarda obezitenin, ortaya çıkmasından önce veya başlangıç döneminde önlenmesinin önemli olduğunu bildirdi.
Doç. Dr. Elmacıoğlu, anne sütüyle beslenen bebeklerde obezitenin nadir görüldüğünü söyledi.
Mamayla (formüla) beslenen bebeklerin şişman olma olasılığının çok daha yüksek olduğunu belirten Doç. Dr. Elmacıoğlu, ''Bunun nedeni bebeğe gerektiğinden fazla mama verilmesi, mamanın verilen miktardan daha fazla yoğunlukta hazırlanması, mamaya bebe bisküvisi, ekmek içi, mısır gevreği gibi gıdaların konulmasıdır'' dedi.
Bebeğin her ağlamasının, acıktığını göstermediğini vurgulayan Doç. Dr. Elmacıoğlu, şöyle devam etti:
''Bu nedenle bebek her ağladığında beslenmemelidir. Eğer bebek mamayla besleniyorsa buna başka bir şey ilave edilmemeli ve mama suyla hazırlanmalıdır. Mama hazırlanırken bebeğin ayına uygun ölçüde toz konmalıdır. Ek gıdalara erken başlanmamalı, bu konuda mutlaka bir beslenme uzmanına danışılmalıdır. Ek gıdalara başlandıktan sonra ise mama azaltılmalıdır. Biberonla beslenen bebeklerin bir yaşından sonra biberonu bırakmasını sağlamak gerekir. Hazırlanan taze meyve suları, su ve yoğurta asla şeker ilave edilmemelidir.''
Doç. Dr. Elmacıoğlu, 5 yaşın altındaki çocuklara kalori hesabıyla diyetin asla önerilmediğini bu dönemde ailelerin yüksek kalorili gıdalardan kaçınması gerektiğini bildirerek, şöyle konuştu:
''Bu yaş çocuklarına kızarmış patates, cips, köfte, börek gibi gıdalar verilmemeli. Çocuklara mümkün olduğunca yağsız kırmızı etle yemekler hazırlanmalı. Ödül amacıyla çikolata, pasta ve kekler verilmemeli. Bu yoğun şeker ve yağ karışımları yerine çocuk, kitap, boya, çocuk tiyatrosu, aktiviteyi artıracak oyuncakla ödüllendirilmeli. Çocuğa ana öğünler öğretilmeli ve bu öğünlerde taze salata, yoğurt ve sebze yemeklerinin olması sağlanmalıdır.''
Şişmanlığa eğilimli ve sütü seven çocuklar için yarım yağlı süt alınması ve bu tüketimin günde 2 su bardağını geçmemesi gerektiğine dikkati çeken Doç. Dr. Elmacıoğlu, ''Tam yağlı peynir çeşitleri yerine de az yağlı veya yağsız peynirler tercih edilmeli. Piyasada çocuklar için mevcut olan büyüme süt veya büyüme peynirlerinin, gereksiz kalori kaynağı olduğu, çocuğu obeziteye götürebileceği unutulmamalıdır'' dedi.
Fast food restoranlarının da çocuklar için uygun yerler olmadığını vurgulayan Doç. Dr. Elmacıoğlu, çocuğu ödüllendirmek adına bu tür menülerin ara sıra (ayda bir) tüketilebileceğini ifade etti.
İleriki yaşlarda fazla kilolardan kurtulmak için yapılan tıbbi mücadelenin genellikle sonuçsuz kaldığını, bu nedenle çocuklarda obezitenin ortaya çıkmasından önce veya başlangıç döneminde önlenmesinin önemli olduğunu bildiren Doç. Dr. Elmacıoğlu, verdiği bilgiler doğrultusunda ailelerden yemek yeme, yemek pişirme alışkanlıklarını yeniden gözden geçirmelerini önerdi.
Doç. Dr. Elmacıoğlu, ayrıca 3-4 yaşındaki çocuğu, çocuk arabasına bindirmenin uygun olmadığını, çocuğa düzenli fizik aktivite alışkanlığı kazandırılması gerektiğini söyledi.
AA
sarıkanarya_41
13-12-2008, 22:08
Only the registered members can see the link'da yapılan araştırmaya göre vardiyalı çalışan insanların daha fazla kanser hastalığına yakalanmasına, geceleri çok fazla gündüzleri ise çok az üretilen melatonin hormonunun neden olduğu ortaya çıktı. İnsanın biyolojik saatini düzenlemekte önemli rol oynayan melatonin hormonu gece çalışan insanlarda çok fazla üretiliyor. Bu da vücutta dengesizliğe neden oluyor.
sarıkanarya_41
13-12-2008, 22:09
Only the registered members can see the link hastalarının tedavisinde çok önemli bir yer tutan doğru besin seçimi ile ilgili bilgi veren diyetisyen Gülşah Esensoy, hastalığın ilaç kullanmadan da kontrol altına alınabileceğini söyledi.
Dünyadaki en yaygın hastalıklardan biri olan diyabetle ilgili yapılan çalışmalar, Türkiye'de 6 milyon diyabet hastası olduğunu ve her sene 250 binden fazla yeni diyabet vakasının eklendiğini ortaya koyuyor. Diyabet hastalarının en çok sıkıntı çektiği konuların başında ise beslenme geliyor. Diyabet hastalarının tedavisinde çok önemli bir yer tutan doğru besin seçimi ile ilgili bilgi veren diyetisyen Gülşah Esensoy, diyabet hastalarının beslenmelerine özen göstermeleri gerektiğini, bu şekilde çoğu zaman ilaç kullanımına gerek kalmadan hastalığın kontrol altına alınabildiğini belirtti.
Diyabette tıbbi beslenme tedavisinin önemine değinen Esensoy, "Düşük kan şekeri (hipoglisemi) ve yüksek kan şekeri (hiperglisemi), diyabetli bireyler üzerinde tahrip edici özelliklere sahiptir. Bu tahribin azaltılması için tıbbi beslenme tedavi planı uygulanmalıdır. Bu şekilde glisemik kontrol sağlanır ve kardiyovasküler hastalık riski azaltılmış olur" dedi.
Esensoy, diyabetle barışık yaşamanın altın kurallarını ise; öğün atlamamaya dikkat etmek, daha az yağlı beslenmek, sebze ve meyve gibi lifli besinler tüketmek, tuz alımını azaltmak ve yapay tatlandırıcılar kullanmamak olarak sıraladı. Diyetisyen Gülşah Esensoy, diyabetli hastaların özellikle hamur işlerinden, yağda kızartılmış veya kavrulmuş ve sos ilave edilmiş yiyeceklerden, kuruyemişlerden, tüm yağlı besinlerden, içeriği bilinmeyen hazır besinlerden, şeker, şekerli besinler ve tatlı besinler ile diyet ve light ürünlerden de kesinlikle uzak durmaları gerektiğini söyledi.
Üzerinde 'diyet' veya 'light' yazan ürünlerin temelde düşük kalorili olduğunu ve sıklıkla diyabetik ürünlerle karıştırıldığını söyleyen Esensoy, "Genellikle bu tür besinler glikoz veya şeker içerebilir, dolayısıyla bu tip ürünlerin içerikleri iyice okunmalıdır, 'diyabetiktir' ibaresi olan ürünler tercih edilmelidir" diye konuştu.
İHA
sarıkanarya_41
13-12-2008, 22:10
Only the registered members can see the link Kurban Bayramı’nda genel olarak et tüketimi artar. Et önemli bir protein kaynağı olmakla birlikte içeriğinde doymuş yağları bulundurur. Aşırı miktarlarda tüketilmesi sonucu kan yağlarının yükselmesi riski vardır. Kırmızı etin yapısında oldukça fazla miktarda demir bulunur. Kırmızı etin fazla tüketilmesi halinde alınan fazla demirden ötürü idrarla kalsiyum atımı gözlenebilir. Özellikle sadece et yiyerek hızlı kilo vermeye çalışanlarda bu çok tipik bir yan etkidir.
Milliyet'te yer alan habere göre, Kurban Bayramı’nda çok fazla et yenilmesi mideyi de olumsuz etkileyebilir: Bu noktada ete uygulanan pişirme teknikleri önemlidir. Pişirme yöntemi olarak kavurma ve kızartma gibi sindirimi zor yöntemler tercih edilmemelidir.
Kırmızı et önemli bir demir kaynağıdır: Bu demirin vücut içinde biyoyararlılığını artırabilmek için C vitamini yönünden zengin besin kaynaklarını etle birlikte tüketmekte yarar vardır. Örneğin, uygun pişirme teknikleriyle yapılan eti bol miktarda yapılan limonlu bir yeşil salatayla birlikte tüketmeyi tercih edebiliriz.
Et sindirimi zor bir besin öğesidir: O nedenle de aşırı miktarlarda tüketimi sindirimi kuvvetleştireceğinden midesinde sağlık problemleri olan kişilerin aşırı miktarlarda et tüketmesi sakıncalıdır. Et lif içeren bir yiyecek grubu değildir. Aşırı miktarlarda tüketimi sonucunda kabızlık problemiyle karşılaşmak mümkündür. Bundan dolayı etin yanında en iyi posa kaynakları olan sebze ve meyve tüketilmelidir.
Diyabet, tansiyon ve kalp damar hastaları dikkatli olmalı: Bu hastalıklardan biri veya birkaçı birlikte bulunan kişilerin beslenmelerine daha fazla dikkat etmeleri gerekir. Doymuş yağların aşırı miktarlarda tüketimi kalp damar hastalıkları için sakıncalıdır
Hayvanlar ilk kesildiklerinde ette ölüm sertliği olur. Bekledikçe metabolizma ile oluşan asitlerin de etkisi ile bu sertlik yavaş yavaş kaybolur. Ölüm sertliğinin geçmesi hayvanın cinsine etin beklediği ısı derecesine bağlıdır.
Kümes hayvanlarında ölüm katılığı bir saatte geçer.
Sığır, koyun gibi büyük baş hayvanların ölüm sertliğinin geçmesi daha uzun sürer.
Hangi bakteriler gıda kaynaklı hastalıklara neden olur?
Escherichia coli (E.Coli) hayvanların bağırsak sistemlerinde bulunur ve kesim sırasında ete bulaşabilir. Bu organizmalar normalde herhangi bir zarara neden olmazlar. E.coli düzgün temzilik ve yeterli pişirmeyle kolaylıkla yok edilebilir aksi takdirde kanlı ishal ortaya çıkabilir.
Salmonella kümes hayvanları, köpekler, kediler gibi birçok hayvanların bağırsak sistemlerinde bulunabilir. Kesim sırasında ete bulaşabilir, dondurma işlemi bu mikroorganizmayı öldürmez, fakat düzgün pişirme ile yok edilebilir. Eğer çiğ et ve/veya suları pişmiş gıda ile veya salata gibi çiğ tüketilecek gıdalarla temasa geçerse çapraz-bulaşma olabilir. Salmonella ishal ve mide iltihabına sebep olur.
Staphylococcus aureus sığırların derilerinde bulunur fakat insanların ellerinde, solunum yollarında veya boğazlarında da taşınabilir. Çoğu gıda kaynaklı hastalık salgınları gıda işindeki personelin ellerinden ve yanlış sıcaklık uygulamasından sonra gıdada ısıya dirençli toksinlerden dolayı meydana gelmektedir; genelde akut kusmayı takiben ishal gözlenir.
Gıdanın hijyenik işlenmesi ve soğutulması stafilokoksik gıda kaynaklı hastalıkları önleyebilir.
Öneriler
Etle yapılan yemeklerin hafif olması için kendi yağıyla pişirin, ilave yağ eklemeyin.
Kuyruk yağını kavurma içinde kullanmayın.
Kızartmadan kaçının, haşlama ve ızgarayı tercih edin, Sakatatların çok yüksek miktarda kolesterol içerdiğini unutmayın.
Aşırı et ve şeker tüketip sebze ve meyve tüketimini göz ardı etmeyin mutlaka renkli ve çeşitli beslenmeye çalışın.
Etleri kömürleştirmeyin
Izgarada, etle ateş arasındaki uzaklık eti yakmayacak, kömürleştirmeyecek şekilde ayarlanmalı. Yüksek ateş, proteinleri birdenbire katılaştırır ve ısı etin iç kısmına ulaşamaz. Etler, kesinlikle çiğ veya az pişmiş tüketilmemeli.
Kurban kesim yerleri dezenfekte edilmiş olmalı
Kesim yapılacak yerlerde zeminde su ve kanın birikmemesi sağlanmalı yoksa bakteri bulaşma riski artar. Ete temas eden bıçak ve satır gibi aletler temiz olmalı, kesim yapacak görevliler kendi kişisel temizliklerine özen göstermeli.
İHMAL ETMEYİN!
Gıdaları hazırlamaya başlamadan önce ve her aradan sonra ellerinizi sıcak su ve sabunla yıkayın.
Çiğ gıdaları hazırladıktan sonra pişmiş gıdalara dokunmadan önce ellerinizi yıkamalısınız.
Gıdaları hazırlamadan önce eğer elinizde herhangi bir yara varsa üzerini iyice kapatın.
Mutfak yüzeyini ve ekipmanları temiz tutun
Zemin temizliğinde kullanılan bezler, el veya bulaşık kurulama havlusundan ayrı tutulmalı ve sık sık yıkanmalıdır.
Yemek pişirmeden önce mutfakta kullandığınız aletleri, kapları, kesme tahtasını ve mutfak tezgâhını sıcak sabunlu su ile yıkayıp durulayın.
Güvenli su kullanın. Gıdaları hazırlamak içinde temiz su kullanmak, içmek kadar önemlidir.
sarıkanarya_41
13-12-2008, 22:10
Only the registered members can see the link Osmaniye'nin Kadirli ilçesinde, televizyonda izlediği diziden etkilendiği belirtilen ve kendini sihirbaz sanan 11 yaşındaki çocuğa ruhsal tedavi başlatıldığı bildirildi.
Kadirli'nin Şehit Orhan Gök Mahallesi'nde oturan Mustuk ve Filiz Üstünel çiftinin 11 yaşındaki çocukları Ferhat, getirildiği Adana Ekrem Tok Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde doktorları da şaşırttı.
Gizli kuvvetlerinin olduğunu düşünen, sürekli yerde yatmak isteyerek televizyon dizisindeki kahramanın sözlerini tekrarlayan, 2.5 aydan beri okula da gidemeyen Ferhat'ın annesi Filiz Üstünel, ''Bırakın televizyonu açmayı üzerini de bir bez parçasıyla kapattık. Oğlum o kanalları bulur izler diye biz bile televizyon izlemez olduk, ancak hiçbir şey değişmedi'' dedi.
Baba Mustuk Üstünel ise oğluna Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı tarafından verilen raporda, ''Nedeni bilinmeyen psikotik atak'' teşhisi konulduğunu belirterek, ''Oğlumu dışarı çıkaramıyorum. Eve konuk kabul edemiyoruz. Gelen ailelerin çocukları korkar oldu'' diye konuştu.
Küçük çocuğun tedavisini üstlenen Ekrem Tok Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi çocuk ve ergen psikiyatrı Cem Koparan ise AA muhabirine yaptığı açıklamada, hastanın sorununun tamamen dizi filmlerden kaynaklandığını söyleyemeyeceğini, ancak bazı filmlerin çocuğun ya da gencin sağlıklı ruhsal gelişimini olumsuz etkilediğini bildirdi.
Dr. Koparan, ruh sağlığı yerinde olan bir çocuğun sadece dizi filmlerdeki kahramanlardan etkilenerek psikolojik sorun yaşadığını da söylemenin doğru olmayacağını belirterek, şöyle devam etti:
''Ruhsal rahatsızlıklarda tıpkı biyolojik rahatsızlıklarda olduğu gibi genetik faktörler etkili oluyor. Bunun yanı sıra, yaşanan bir olayın neden olduğu travmadan, dizi filmlerdeki kahramanlardan etkilenmeden kaynaklı ruhsal sorunlar yaşanabiliyor. Çünkü, soyut kavramları algılayamayan çocuklar, dizide gördüklerini gerçek sanabiliyor ya da kendisinin de o dizideki kahraman gibi olabileceğini düşünüyor. Bu nedenle bu dizilerin izlenmesi engellenemese de en azından çocukların daha az izlemeleri sağlanmalı.''
RUHSAL HASTALIKLARIN YAŞI DÜŞTÜ
Dr. Koparan, son dönemlerde ruhsal hastalıkların yaşının düştüğünü, eskiden 20-25'li yaşlarda başlayan bu tür hastalıkların çok erken yaşlardaki görülme sıklığının arttığını söyledi.
Ailelerin özellikle gelişme döneminde olan, soyut ve somut kavramları birbirinden ayırt edemeyen ya da genetik riski bulunan çocuklarına karşı son derce duyarlı davranmalarını isteyen çocuk ve ergen psikiyatrı Dr. Koparan, ''aksi takdirde bu tür rahatsızlıkların geç kalındığında tedavisi kuvvetleşiyor'' dedi.
AA
Powered by vBulletin® Version 4.2.5 Copyright © 2025 vBulletin Solutions, Inc. All rights reserved.